Bu sayfayı yazdır

21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi'nin 5. Sayısı Çıktı

Yazan  11 Kasım 2013

Büyük Ejderha ve Küresel Kapitalizm: 150 Yıllık Panorama

 

Kerem Gökten[1]

 

Özet: Kapitalizmin 16. yüzyılda başlayan küresel yayılmasının ulaştığı son büyük coğrafyanın Çin olduğu söylenebilir. Ülkenin kapitalizm ile olan ilişkisi, bu üretim tarzının ve Çin coğrafyasına egemen olan siyasal güçlerin değişimine ve dönüşümüne bağlı olarak önemli değişiklikler göstermiştir. Değişen ilişki düzlemleri ülkenin dev coğrafi ve demografik yapısına bağlı olarak küresel politik ekonomiyi derinden etkileyegelmiştir. Bu çalışmada Çin’in kapitalizm ve onun ürünü olan modern devletler sistemi ile tanışmasından günümüze kadar yaşanan önemli gelişmelerin, küresel kapitalizm ile bütünleşmenin değişen biçimlerinin ve sistemden kopuş deneyinin kırılma noktaları üzerinde durulacaktır. Komünist Parti rejiminin izlediği “reform ve dışa açıklık” politikasının, gerek ülkede gerekse dünya ekonomi politik coğrafyasında yarattığı etkilerin tartışılması çalışmanın bir diğer amacıdır.

 

Bölgesel Güç ve Potansiyel Küresel  Kutup  Çin’in Ekonomik Yüzü

 

Ersin Dedekoca[2]

 

Özet: Soğuk Savaş sonrasında, içlerinde ABD, Avrupa ve Japonya’nın olduğu “global premier lig”e yükselen Çin, 1978 yılı sonrasında siyasi ve ekonomik yapısını mevcut global sisteme entegre ederek, sürdürülebilir bir “ekonomik gelişmişlik” sağlamaya çalışmıştır. Nüfus büyüklüğü, sahip olduğu ekonomik potansiyel, kurduğu ve dahil olduğu askeri ittifak ve ilişkiler sayesinde de,  ABD ve Avrupa’nın yanında “dünya düzenini şekillendiren” güç olarak yerini daha da kuvvetlendirmiştir.Jeopolitik konum, nüfus ve demografik yapı, doğal kaynaklar, iç tasarrufların yüksekliği, ucuz emek, ertelenmiş tüketimin getirdiği potansiyel, karar mekanizmalarının pratikliği ve ABD ekonomisinin yarattığı fırsatlar gibi “mukayesli üstünlük”lere sahip olan Çin’in, 2017 yılına kadar dünyanın en büyük ekonomisi olması beklenmektedir. Keza, yarattığı iç ve dış tasarruflarla Amerikan Hazinesi’nin en büyük alacaklılarından biri olan konumuz ülkenin ekonomik hedeflerinin gerçekleşmesinde en önemli gereksinimi olan enerjinin güvenli ve uzun vadeli olarak temini, öncelik haline gelmiştir. Bölgesel güç olmanın yanında, ABD ile birlikte ikinci kutup (G20 olarak ve/veya tek başına) olması kuvvetle muhtemel olan Çin’in sahip olduğu güç unsurlarından başat konumda olanının, “fiilen ve potansiyel olarak sahip olduğu ekonomik parametreler” olduğu hususu yadsınamaz bir gerçektir. 

 

Savaş-Sonrası Dönemde Türkiye-Japonya Ekonomi Politiklerine Bakış: Ulusal Kalkınmacılıktan Küresel Rekabete  

 

Sadık Ünay[3]

 

Özet

 

Bu çalışma, Türk ve Japon ekonomi politiklerinin son yarım yüzyıldaki tarihsel dönüşüm tecrübelerinin karşılaştırmalı ve teorik derinlikli bir yaklaşımla ele alınması amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaçla, son zamanlarda uluslararası ekonomi politik ve kalkınma çalışmaları alanlarında yapılan araştırmalarda merkezi bir kavramsal çerçeve olarak öne çıkan “rekabet devleti” yaklaşımı kısaca özetlenmiştir. Ardından küresel ekonomik sistem içerisinde önemli bir desen olarak Japon modelinin tarihsel ve kültürel temelleri ortaya konmuştur. Doğu Asya’da “kalkınmacı devlet” ve “insani kapitalizm” yaklaşımlarını ilk geliştiren ülke olan Japonya’nın 1980’lerden itibaren küresel finansal piyasalara entegre olarak küresel krizlere açık konuma geldiği; 1990’lardan itibaren kamu mali dengelerinin bozulması ve ekonomik büyümenin yavaşlaması ile görülen durgunluğa rağmen halen katma değeri yüksek, ileri teknolojili sektörlerdeki küresel rekabet gücünü koruduğuna dikkat çekilmiştir. Kurumsal reformları tamamlayarak denetim altyapısını ve finansal istikrarını güçlendirdiği taktirde Japonya’nın tekrar dünyanın sayılı “rekabet devletleri”nden bir olacağı fikri ortaya konmuştur. Türkiye’nin son dönem yapısal dönüşüm tecrübesinin ise, Japonya’dan farklı bir resim sunduğu dile getirilmiştir. Son on yılda hayata geçirilen yapısal reformlarla sağlam bir mali, finansal ve denetsel yapıya kavuşan Türkiye’nin temel sorunlarının nitelikli insan gücü ve yüksek-teknolojili sektörlerde rekabet gücü eksikliğinden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak Japonya’nın finansal istikrar, mali disiplin ve denetsel altyapı noktasında; Türkiye’nin ise nitelikli insan gücünü ve teknolojik rekabet kapasitesini arttırma noktasında kendilerini geliştirebilecekleri belirtilmiştir.

 

Dış Politikada Stratejik Bir Zorlama Yöntemi: Zorlayıcı Diplomasi

 

Bülent Şener[4]

 

Özet: Dış politikada, devletler arasındaki denge ve/veya statükonun fiili durumlar yaratılarak bozulması durumunda zorlayıcı diplomasinin bir diplomatik yöntem/araç olarak kullanılması durumu uluslararası ilişkiler disiplininin geçirmiş olduğu evrilmeye koşut olarak uluslararası politikada daha fazla yer bulmaya başlamıştır. Bir dış politika aracı olarak askeri güç kullanımının potansiyel olarak varlığına işaret eden zorlayıcı diplomasi, amacın topyekûn bir savaş ve rakibin mutlak yenilgisi olmadığı kriz durumlarında sınırlı güç kullanma potansiyelinden yararlanılarak krizin bir savaşa varmadan sonlandırılmasında, risk ve maliyeti en düşük bir zorlama stratejisi/yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada, zorlayıcı diplomasinin temel esasları, türleri, stratejileri, oluşturulma aşamaları ve başarısına etki eden faktörler ele alınıp değerlendirilmiştir.

 

Neoliberalizmde Mali Piyasalar ve Manipüle Edilen İnsan Tabiatı

 

Ramazan Kurtoğlu[5]

 

Özet: İkinci Dünya Savaşı sonrası (1946-1970) klasik kapitalizmin en parlak dönemiydi. Bir nevi “yaratıcı yıkım”ın “yaratıcı” tarafı çalışmıştı. Böylelikle Hıristiyan inancının en önemli temeli olan “KUTSAL SON”un öncesi cennet yaşanmıştı. Ancak bu süreçte “refah devleti”ni oluşturan klasik kapitalizmin “mantıklı karar verici insan” figürünün üzerine Keynes’in düşürdüğü gölge vardı. Kapitalizmin bu girdaptan çıkarılması gerekiyordu. Teolojik alt yapısını Meymonides’ten (Kurtuba 1137-Mısır 1204) alan Leo Strauss’un (1899-1973) Siyaset Felsefesi ve Hayek’in görüşleriyle harmanlanarak Milton Friedman tarafından iktisadi bir modele dönüştürüldü. Monetarizmin “ekonomik insan” figürü piyasanın “görünmez el”inin yanına oturtulmuştu. Artık neoliberalizmin “küresel serbest piyasa” adlı topyekün insanlığı kurtaracak “Ahir Zaman-Sonrası” cennet projesi ulusüstü şirketler, IMF, WB ve WTO elbirliği ile ulus devletlerin altı oyularak deregülasyon politikalarıyla yeryüzünün her köşesine dayatılıyordu. Ama bu dönem kapitalizmin 300 yıllık tarihinde en fazla krizin çıktığı bir dönem oldu ve sistem 2008’de çöktü. Bu süreçte,  birçok şeyin manipüle edildiği anlaşılmaya başladı.

Küreselleşen Dünyada Rekabet Politikası ve Gelişmekte Olan Ülkeler

 

Hasan Sabır[6]

 

Özet: Bu çalışmada, dünya ekonomisinde serbestleşme sonucunda ticaret ve rekabet politikası arasındaki ilişkilerin ve küresel rekabet sorunlarının önem kazanması ve buna bağlı olarak ortak rekabet kurallarının gerekliliği ve gelişmekte olan ülkelerin rekabet politikası sorunları üzerinde durulmaktadır.  Rekabet politikası rekabeti kısıtlayan şirketler arasındaki anlaşmalara, hakim durumun kötüye kullanılmasına, birleşmelere karşı uygulanmakla birlikte küresel rekabet politikasının yokluğunda rekabet politikası kuralları etkisiz kalabilecektir.  Küreselleşmeyle birlikte anti-rekabetçi uygulamalar da artmaktadır. Serbest ticaret koşullarında küresel karteller ve küresel birleşmeler gibi küresel anti-rekabetçi uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Ticaretle ilgili uluslar arası rekabet problemleri giderek daha önemli hale gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin küresel karteller konusunda haklarını aramaları çok zordur.  Bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler anti-rekabetçi uygulamalara karşı daha savunmasızdırlar. Gelişmekte olan bir ülke, gelişmiş bir ülkenin içinde yer aldığı bir karteli soruşturamaz ve bu kartelin merkezi olan ülkeye baskı yapamaz. Ayrıca gelişmiş ülkeler ihracat kartellerine toleranslı davranmak yoluyla gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine zarar vermektedirler. Tüm bu durumlara karşı ortak  rakabet kuralları tesis edilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Ticarete ilişkin küresel sorunların başında küresel karteller, üçüncü ülkeleri etkileyen birleşmeler gelmektedir. Rekabet politikasına ilişkin küresel kuralların getirilmesi uluslar arası rekabet sorunlarının çözümünde önemli bir adım olacaktır. Sonuç olarak küresel rekabet politikası bu tür rekabet sorunlarına bir çözüm olabilecektir.

Özbekistan’da Çelişen Politikalar: Rejimin Meşruiyeti ve Radikal İslam Tehlikesi

 

Ayşe Çolpan Kavuncu[7]

 

Özet: Bağımsızlıktan sonra günümüze kadar uzanan süreçte Özbek siyasal hayatında baskın olan iki olgu söz konusudur: Karimov rejiminin meşruiyetini sağlama çabaları ve bu rejime karşı politik ve toplumsal muhalefetin İslami hareketler çevresinde yoğunlaşması. Bu makalede, Özbek devletinin iç ve dış politikaları ile beraber ulus-kimlik inşasını etkileyen ve rejimi çoğu zaman çelişki içerisinde bırakan bu iki olgu, bu iki olgunun dinamikleri ile sonuçları ve aralarındaki ilişki analiz edilecektir. Bu noktada Özbek rejiminin bu iki olguya yönelik uyguladığı stratejilerde ne denli başarıya ulaştığı ya da ulaşma ihtimali olduğu tartışılacaktır.

 

Körfez Savaşları’nda İsrail ve Yahudi Lobilerinin Rolü

 

Dr.Erhan CANİKOĞLU[8]

 

Özet:  Çöl Fırtınası Operasyonu ile Irak kuvvetleri Kuveyt’ten çıkarılmasına rağmen Bağdat’a yönelik uluslararası kuşatma sona ermedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yaptırımları rejiminin egemenliğini kısıtlarken,  ABD liderliğindeki müttefikler ülkenin altyapısı ve stratejik tesislerini vurmayı sürdürdü. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin iktidara gelişi ikinci Körfez Savaşı’nı kolaylaştırdı. Saddam Hüseyin’in KİS kapasitesi bölge ülkeleri ve Washington için tehdit olarak sunuldu. 11 Eylül saldırıları ve şarbon vakalarıyla Bağdat rejimi arasında ilişki kuruldu. BM Güvenlik Konseyi bu kez Irak’a saldırıya onay vermedi, ancak Washington savaş konusunda kararlıydı. ABD’yi Körfez Savaşlarına sürükleyen Kabine ve Kongre’deki Yahudi kökenliler, Yahudi-İsrail Lobileri ve Washington’un stratejik müttefiki İsrail idi. Savaş sonunda İsrail bölgedeki en büyük düşmanından kurtulurken, Suriye ve İran’ın sıraya sokulmasının planlarını yapmaya başladı.

 

İslami Burjuvazi’nin İktisadi, İdeolojik ve Kültürel Varlığı

 

Fırat Konuşlu[9]

 

Özet: Her ne kadar bir anda ortaya çıkmayıp bir tarihsel geçmişe sahip olsalar da Türkiye’nin yaşadığı siyasal dönüşümün de etkisiyle gitgide isimlerinden söz ettiren ve kendi deyimleriyle ülkenin asli “burjuvazi”sini oluşturan bir sermaye fraksiyonu olarak “İslami Burjuvazi”, akademik çalışmalarda çoğunlukla İslam Protestanlaşması ya da İslami Calvinizm çerçevesinde kavramsallaştırılmaktadır. Bu kavramsallaştırma din ile dünyevilik arasındaki ilişkiye dair anlamlı nüveler ortaya sunmak konusunda faydalı bir yaklaşım tarzı olarak değerlendirilebilecek olsa da, metodolojik anlamda, bir üstyapısal dönüşümün, yani İslam dünyasında olan bir reformun harekete geçirdiği ekonomik gelişmelere işaret ediyor olması anlamında bu gelişmeyi tam kavrayamamaktadır. Bu anlamda bu yazıda İslami Calvinizm olarak okunan kültürel sürecin bir üstyapısal reform, bir modernleşme hareketi olarak kavranılmaması gerektiği, aksine kapitalizmin neo-liberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak sermaye birikimini gerçekleştiren “mütedeyyin” iş adamlarının İslam sosuna bulanarak yeni bir din dünya kavrayışı üzerinden bir kültürel hegemonya yarattıkları öne sürülecektir.

 

 


[1] Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[2] MA, 21.Yüzyıl Türkiye Ens.Strateji Kurulu Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[3] Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi.

[4] Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Trabzon/Türkiye, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[5] Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi.

[6] Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü, İktisat Anabilim Dalı,   This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[7] Dr.,İnönü Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,  This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

[8] 21.Yüzyıl Enstitüsü Bilimsel Danışmanı

[9] Araştırma Görevlisi, Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü