Bu sayfayı yazdır

Rusya'nın Doğu Akdeniz Politikası

Yazan  07 Eylül 2021

Yazan: Samet URAL

GİRİŞ

Doğu Akdeniz havzası, Ortadoğu'daki bölgesel gelişmeleri (askeri ve siyasi hareketlenmeler, ekonomik ilişkiler vb.) takip etmekte büyük rol oynar ve vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Rusya bu önemin oldukça farkındadır ve bölgede bir aktör olarak yıllardır varlığını sürdürmektedir. Bölgede kritik bir rol üstlenen Rusya, Doğu Akdeniz'de konumlanacağı her pozisyonla hem bölgesel güçleri yakinen ilgilendirmektedir hem de ABD'ye karşı alan kazanma eğilimindedir. Bu konumlar Rusya'nın Doğu Akdeniz stratejisini ortaya koyar.

Rusya'nın özellikle Suriye’deki askeri varlığıyla dengeleri hangi ölçülerde etkilediğini ve etkileyebileceği kanaatine varabiliriz. Suriye’deki askeri üslerin korunması Moskova tarafından vaziyet ne olursa olsun hayati bir önem taşımaktadır.  Ancak Moskova yalnızca Suriye'deki üsleri bölgedeki etkinliği açısından yeterli görmez. Bu yetersizlik düşüncesi Moskova'yı, Türkiye, İran, İsrail ve Mısır gibi ülkelerle ilişkilerini yakınlaştırmak istemiştir. Özellikle de bölgenin önde gelen diğer aktörleri olan İran ve Türkiye ile Moskova yakınlaşması, Ortadoğu'daki gelişmeleri büyük oranda etki altında bırakmıştır.  Türkiye ve İran ile ilişkilerini kuvvetlendiren Moskova, İsrail ve Mısır'dan yakınlık beklentilerini karşılayamamıştır. Çünkü İsrail ve Mısır ABD'ye yakınlığını sürdürmüştür. Bu nedenle de Moskova’nın en önemli ortakları Türkiye ve İran olmuştur. Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki askeri varlığına bir diğer tehdit ise NATO kuvvetlerinin etkisidir. ABD'nin politikaları, NATO üzerinden Moskova rejimini sıkıştırmaya ve bölgede güç kazanmasını engellemeye yönelik stratejilere göre şekil almıştır. Ancak NATO üyesi olan Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşması ABD'nin bölgedeki egemenliğini zayıflatacağından Türkiye ile Rusya yakınlaşması önemini kat be kat arttırmıştır. Hatta NATO'nun en önemli askeri güçlerinden biri olan Türkiye'nin Rusya ile yakın ilişkiler kurması ABD'nin NATO üzerinden savunma gücünü de etkileyecektir. Türkiye ve ABD arasında son dönemde yaşanan gerilimler düşünüldüğünde bu iddianın kuvvet kazandığını da görebiliriz. Türkiye ve Rusya arasındaki bu yakınlaşma, ABD'nin Doğu Akdeniz'deki gücü azalacak ve Ortadoğu'daki varlığında tehlikeye düşecektir. Türkiye ise ABD ile yaşadığı problemler (PKK, PYD, FETO) sebebi ile yeni bir ittifaka girmiş olacaktır.  Bölgedeki tüm dengeleri değiştirebilecek olan bu hamle Kremlin tarafından ayrı bir önem arz eder. Ancak Rusya için her ne kadar Mısır ile ortak askeri tatbikatlar düzenlense de Tel Aviv ve Kahire üstünde böyle bir etkinin meydana geldiğini söylemek mümkün değildir. Mursi yönetimi darbe ile indiren Sisi'nin Beyaz Saray ile olan yakın ilişkisi gözden kaçmaz. İsrail ise her ne kadar Obama döneminde ABD ile ilişkilerinde zorluklar yaşasa da Trump yönetimiyle birlikte bu sorunları çözüme kavuşturma adına adımlar atmışlardır.  Her şeyi göz önünde bulundurduğumuzda Rusya'nın Doğu Akdeniz stratejisi Ortadoğu'daki güç savaşında ve dengesinde statükoyu sarsacak şekilde büyük önem arz etmektedir. Özellikle Soğuk Savaş'tan sonra ABD'nin Ortadoğu'daki etkisi Rusya'nın meydan okumasıyla tehdit altına girmiştir. ABD'nin etkisini azaltma potansiyeli, Rusya'nın bölgenin en önemli gücü ve aktörü olan Türkiye ile yakınlığının kuvvetli bir bağından geçmektedir.

Doğu Akdeniz Bölgesindeki Enerji Kaynakları

Dünyada yeni enerji kaynakları büyük bir hızla araştırılıp keşfedilmeye çalışılırken Doğu Akdeniz’de İsrail’in Gaza Marine ve Mari-B sahalarında 2000 yılında başlayan doğal gaz keşiflerini, 2009 yılında Tamar (280 milyar metreküp) ve Leviathan (532 milyar metreküp) sahaları takip etmiştir. (Özgöker ve Çelik akt. Çomak, 2015: 263).

 En son Mısır açıklarında bulunan Zohr Gaz sahası keşfedilince, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynağı potansiyeli başta Avrupa Birliği olmak üzere diğer ülkelerin de dikkatlerini bu bölgeye çekmesine neden olmuştur. İsrail yapmış olduğu bu keşiflerle, kendisinin doğal gaz pazarında bölgesel bir aktör olma potansiyeli ortaya çıkmıştır. İsrail’in bu keşiflerinden sonra 2011 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır, Doğu Akdeniz’de yeni doğal gaz sahaları keşfetmişler ve devamında 2011 yılının sonlarına doğru Amerikalı Noble Energy Company tarafından Kıbrıs açıklarında Aphrodite Sahası ve 2015 yılında İtalyan ENI şirketi tarafından Mısır açıklarında Zohr enerji sahası keşfedilmiştir.

 Bu keşifler Mısır için kendi doğal gaz ihtiyacının yüksek bir bölümünü karşılama fırsatı doğurmuştur. Lübnan ise henüz doğal gaz rezervlerini keşfetmemekle birlikte, jeolojik veriler üzerinde incelemeler yapıldığında önemli doğal gaz rezervlerine sahip olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan Rusya’ya ait doğal gaz şirketi Soyuzneftgaz, 2013 yılının sonlarına doğru Suriye ile ilk kez Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının keşfine başlamak için 90 milyon dolar değerinde 25 yıllık bir anlaşma imzalamıştır. (Foreign Policy, 2013).

Özellikle Doğu Akdeniz’de son zamanlardaki enerji keşiflerinden sonra bölgenin enerji havzası özelliği çok daha önemli bir hale gelmiştir. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu verilerine göre, İsrail egemenliğinde bulunan Levanthan sahasında yalnızca 3,4 trilyon metreküp doğal gaz rezervinin olduğu düşünülürse; İsrail, Lübnan, Kıbrıs ve Suriye yakın dönemde bölgedeki zengin doğal gaz rezervi keşifleri nedeniyle çeşitli ittifak ve çekişmeler yaşayabilecektir. Örneğin Kıbrıs Adası doğal gaz planlarının, KKTC’yi destekleyen Türkiye ile GKRY’yi destekleyen Rusya arasında ilerleyen dönemde Doğu Akdeniz’de iki ülke arasında bir anlaşmazlığa sebep olabileceği değerlendirilmektedir. Rusya’nın enerji havzasındaki varlığı mevcut enerjinin fiyatlarında manipülasyonlara yol açmasına neden olmaktadır.

 Bu konuda sahada bulunan ve sondaj yapan ülkelerden İsrail, kendi doğal gaz üretim tesislerinin güvenliğini sağlamak adına iki adet Alman silahlı Firkateyni alımını gerçekleştirmiştir. ABD, İsrail ve Yunanistan ise açık denizdeki doğal gaz platformlarına gerçekleştirilecek muhtemel saldırılara karşı geri püskürtme tatbikatı da dâhil olmak üzere, üç yıl üst üste birlikte ortak deniz tatbikatı gerçekleştirmiştir. Bu firkateynlerin alınması ve gerçekleştirilen tatbikatlar bölgedeki gerginliğin ne denli boyutlara ulaştığını göstermektedir. Tüm bu gerginlikler ve mevcut pazar düşünülünce Rusya’nın bölgedeki varlığının temel sebebinin kendi güvenliğini sağlamak, pazar fiyatlarını kontrol ve manipüle etmek ve ayrıca bölgedeki egemen güç olmak istemesi sonucunu ortaya çıkarıyor. 2018 Şubat ayında Güney Kıbrıs’ın uluslararası hukuka aykırı olarak Doğu Akdeniz’de KKTC’nin münhasır ekonomik bölgesini de kapsayacak şekilde doğal gaz arama ruhsatları vermesine tepki gösteren Türkiye, Rumların İtalyan ENİ şirketi aracılığıyla KKTC’nin Gazim guşa kentine 5 mil mesafede tek yanlı ilan ettikleri 3’ncü parselde doğalgaz sondajı yapma hamlesini Türk donanmasına bağlı savaş gemileri durdurarak uyarınca deniz altında 35 bin aşağıda arama yapabilen İtalyan Saipem 12000 adlı sondaj gemisinin bölgeye girmesine izin vermemiştir.Bu durum Doğu Akdeniz’deki gerginliğin artmasına neden olmuştur. Türkiye ve Yunanistan’ın Ege’deki husumetlerinin Kıbrıs adası üzerinden ilan edilen NAVTEX ile harlanması iki ülkeyi karşı karşıya getirmiştir. Rumların bu hareketine karşı Akdeniz'de bilimsel araştırma yapan bir Alman gemisinin, Girit ve Kıbrıs arasında bulunan bölüm için Türkiye'ye başvurması üzerine, Türkiye tarafından misilleme yapılarak Girit ve Kıbrıs arasındaki 580 kilometrelik bir alan üzerinden yeni NAVTEX yayımlamış Alman araştırma gemisine izin verilmiştir. Öte yandan Suriye üzerinden bölgeye hâkim olmak isteyen Rusya’nın Gazprom, Rosneft ve Novatek gibi enerji şirketlerini kullanarak Doğu Akdeniz’de enerji alanında yeni hamlelerini artırması beklenmektedir. Bu doğrultuda Rusya, GKRY’ye doğal gaz yatağı arama-tarama çalışmasına karşılık milyarlarca dolar değerinde kurtarma paketi teklif etmiştir.

Rus şirketlerin Lübnan’dan doğal gaz çıkarma ruhsatı almak için sıraya girdiği görülmektedir. Bu arada Gazprom da İsrail’in Tamar doğal gaz üretim tesislerinden LNG ihraç etme hakkını garanti altına almayı sağlamıştır. En son 2015 yılında keşfi gerçekleşen ve Doğu Akdeniz’in en büyük doğal gaz sahası olan Zohr’da Rus Rosneft şirketi Aralık 2016’da 1 milyar dolar ile Zohr Gaz Sahası’nın %30’una ortak olmuş ve mart ayında Mısır’dan ham petrol almaya başlamış ve Mısır’a LNG satmak üzere bir anlaşma yapmıştır. Başka bir Rus şirketi Letter One, Mısır’ın en büyük doğal gaz üretim projelerinden biri olan BP’nin West Nile Delta projesine ortak olmuştur. Rusya’nın bu şirketleri sadece Doğu Akdeniz’de değil dünyanın birçok yerinde faaliyet göstermektedir. Örnek olarak anonim sermayeli, %50’den fazla hissesi devlete ait olan ve 459.600 çalışanı bulunan Gazprom şirketinin, arama üretim, taşıma, yeraltı doğalgaz depolaması, rafineri ve enerji üretimi gerçekleştirdiği 26 ülke ile gaz, petrol, rafineri ürünleri, LNG ve elektrik satışı yaptığı dünyada 123 ülke bulunmaktadır.(Gürel vd., 2013: s.26-43).

Geçmişten bu yana Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası bugün itibariyle gerçekleşmiş gibi görünüyor. Rusya’nın Suriye’de Esad ile birlikte oluşturduğu ittifak üzerinden bulundurduğu üstler ve kuvvetler Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinden uzunca bir süre arama, tarama ve sondaj faaliyetleri her ne kadar şirketlerce yapılsa da aslında Rusya’nın enerji fiyatlarını manipüle etmeye çalışmasından kaynaklanıyor. Bölge üzerinde egemen olma çabası, bölgesel aktörlerin sahada güçlenmesini engellemek, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirmek içindir.(Gürel vd., 2013: s.26-43).

Doğu Akdeniz de Rusya ve Türkiye Durumu

Türk-Rus ilişkileri uzun zaman öncesine dayanmakta ve zaman zaman stratejik yakınlaşmalar barındırsa da ağırlıklı olarak çatışma ve rekabetten meydana gelmektedir. Tabii bu durum Soğuk Savaş’ı takiben değişime uğramış ve bu ilişki içerisinde rekabet ve çatışmaya rastlandığı kadar iş birliğine rastlamak da mümkün hale gelmiştir. Bahsi geçen dönemde Orta Asya ve Kafkasya bölgeleri iki ülkenin nüfuzunu artırmak, söz sahibi olmak adına rekabet ettiği bölgeler haline gelse de bilim, kültür, ekonomi, turizm vb. pek çok alanda ikili ilişkiler bakımından fazlaca yol kat edilmiştir. Soğuk Savaş neticesinde yenilgiye uğrayan ve dünyanın yıkılan kutbu olan Rusya pek çok sorunla mücadele ederek girdiği Soğuk Savaş sonrası dönemde kısa sürede toparlanmayı başararak rekabete konu olan coğrafi bölgelerde Türkiye’yi baskı altına alma, bölgede sahip olduğu nüfuzu kısıtlamaya yönelik politikalar sergilemeye yönelmiştir. Rusya’nın bu noktada en büyük avantajlarından birisi Karadeniz’deki güçlü konumudur, bu avantajına rağmen komşusu Türkiye, tarih boyunca sahip olduğu, Rusya ile sıcak denizler ve Akdeniz arasına örülmüş bir duvar olma vasfını korumaktadır. Türkiye, Rusya’nın Avrasya mahkumiyetinin baş sorumlusu ve Akdeniz’e dair emellerini gerçekleştirmesini zorlaştıran faktörler arasında en çok öne çıkanı olarak görülmektedir. Bu görüşün Türkiye nezdinde bir karşılığı olmasa dahi uzun yıllardır gözünü sıcak denizlere dikmiş olan ve burada kalıcı bir üs edinmeyi bir seçenekten ziyade bir zorunluluk olarak algılayan Rusya nezdinde dikkate değer bir karşılığı vardır. Bunu dikkate aldığımız taktirde, iki aktör arasında halihazırda rekabet halinde olmaları sebebiyle Kafkaslar ve Orta Doğu’da beklenen çatışmanın kısa bir süre içerisinde yeni bir rekabet sahası olarak öne çıkan Suriye’de patlak vermesi şaşırılacak bir durum olma özelliğini kaybetmektedir. Kasım 2015’te, Rusya’nın Esad rejimine askeri destek vermeye başlamasının üzerinden henüz iki ay geçmişken bir Rus savaş uçağının Türk Hava Kuvvetleri tarafından, sınır ihlali gerekçesiyle düşürülmesine Rusya’nın beklenenin ötesindeki sert tepkisi, o vakte değin gelişen olaylar neticesinde Rus otoritelerinde biriken öfkenin açığa çıkması olarak da ele alınabilir çünkü bu olaya değin olumlu bir gidişata sahip olan ikili ilişkilerin Rusya tarafından bir anda koparılacak dereceye gerilmesinin ardında iki mesajın çıktığı tahmin edilmektedir. Bu mesajların ilki, Türkiye’ye ve bölgede bulunan diğer ülkelere verilmek istenen, Doğu Akdeniz politikaları için son derece önem arz eden Suriye konusunda herhangi bir taviz verilmeyeceği mesajıdır.

İkinci mesaj ise AB, ABD, NATO benzeri bölge dışı aktörlere yönelik olarak, bölgedeki çıkarlarıma yönelik bir tehdit görüldüğü taktirde askeri güç kullanmaktan çekinilmeyeceği mesajıdır. Uçak krizi neticesinde Türk-Rus ikili ilişkilerinin kopma derecesine gelmesine rağmen ABD’nin Orta Doğu’da sergilediği tutum bu iki ülkeyi yeniden ortak paydada buluşturmuş ve ilişkilerin beklenenden çok daha kısa sürede onarılmasını sağlamıştır. Türkiye, ABD’nin Orta Doğu’da sergilediği tutumdan ve izlediği politikalardan en çok rahatsız olan ülkelerden birisidir ve bu bölge üzerinde ABD ile pek çok zaman çıkar çatışması yaşamaktadır. ABD’nin terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantılarına destek vermesi ve bunun yanında Türkiye-AB ilişkilerinin olumsuz bir biçimde ilerlemesi, Türkiye için Orta Doğu’da Rusya’dan başka müttefik adayı bırakmamaktadır. Bunun neticesinde iki ülke bir yılda uçak krizini çözmeyi başarmış, Suriye üzerindeki çıkarları çatışmasına rağmen ekonomi, siyaset, turizm, kültür, askeri sanayi ve enerji gibi birçok alanda ilişkilerini olumlu yönde ilerletmiştir. İlişkilerdeki olumlu gidişatın bir sonucu olarak NATO üyesi olan Türkiye, ABD’nin tüm karşı çıkmalarına karşın Rusya’dan S-400 hava savunma füzelerini ordu envanterine katmıştır. Bununla da kalmayarak enerji alanında Rusya ile yeni projelere imza atılmış ve nükleer enerji santralinin inşası hususunda anlaşma sağlamıştır. AB ile ABD’nin Akdeniz’de güvenliği sağlama noktasında NATO’ya görev verilmesine dair istekleri açısından pek olumlu olmayan bu Türkiye-Rusya yakınlaşması ABD ve AB’de rahatsızlığa sebep olmaktadır. Bir NATO üyesi olan Türkiye ile örgüt nezdinde dost olarak kabul edilmeyen bir ülke ile arasında bu gelişmelerin yaşanması da hayli çelişkili olarak yorumlanmaktadır. Rusya içinse NATO içerisinde bölünme olarak yorumlanabilecek bu durum gelecek adına son derece olumlu olasılıklar barındırmaktadır. NATO’nun güç kaybetmesi yahut ABD ve AB’nin kendisine karşı takip ettiği izolasyon politikasının güç kaybedecek olması bu olasılıklardan en çok öne çıkanlardır.

Rusya’nın Doğu Akdeniz Stratejisi

Rusya’nın Doğu Akdeniz coğrafyasına yönelik uyguladığı politika doğaldır ki genel dış politikası ve uluslararası sistem içerisinde bulunduğu konuma dair algısına son derece bağımlı olarak şekillenmektedir. Tarih sahnesinde bir an dahi olsun dünya üzerinde söz sahibi büyük bir güç olmayı başarmış ancak pek çoğu eski çağlarda farklı sebeplerle, az bir kısmıysa Rusya (SSCB) gibi dünyamızı hızlıca sarmalayan ulus-devlet sistemine geçiş esnasında dağılan devletlerin temelinde bulunan ulusların hemen hemen hepsinde bulunan o “dünyada itibar ve söz sahibi olunan günlere dönme ideali” günümüz Rusya’sında da pek tabii bulunmaktadır ve uygulanan tüm dış politikalar bu amaca hizmet etmektedir. Bunun yanı sıra ilk defa 2008 yılında Gürcistan’da Rusya’nın silahlı çatışmaları da göze alacak kadar kararlı saldırgan tavrı gözler önüne serilmektedir. Rusya’nın bu saldırgan tavrının arkasında bir “Batılı güçler” tarafından çevrelenmiş hissiyatının olması da ihtimaller dahilindedir. Bu hissiyatı oluşturan devletler özünde Batılı olmamasına karşın Rusya gibi SSCB’nin dağılmasının ardından bir zamanlar aynı ülkenin sınırları içerisinde olduğu pek çok devletten farklı olarak Avrupa güvenlik kurumlarının dışına itilen bir devlet için yakın çevresinde Batılı siyasal rejimleri benimseyen ve NATO’ya üye olan devletler de bir anlamda Batılı devletlerden farksız bir hal almakta ve bahsi geçen çevrelenme hissinin oluşmasına sebebiyet vermektedir. (Turkstream, 2017).

 Bu hissiyatın sonuçlarından olma ihtimali taşıyan bir başka olay da Rusya’nın Ukrayna’da başlayan toplumsal hareketleri ve ortaya çıkan hükümet krizini kendisine yönelik Batı kaynaklı bir hamle olarak değerlendirmesi ve bu hamleye karşılık vermeye yönelik olarak Kırım’ı ilhak etmek, Ukrayna’nın doğusundaki kimi ayrılıkçı grupları desteklemek gibi eylemlerde bulunması gösterilebilir. Kırım’ın ilhakı Rusya için kendisine yönelik bir hamle olan hükümet krizine verilen bir yanıtın yanında Rusya-ABD rekabetinin genişleyeceği yeni bir alana işaret etmektedir: Karadeniz. 2011’den itibaren Karadeniz donanmasını modernize etmek adına adımlar atan Rusya, Karadeniz’de kuvvetli bir donanma bulundurmanın Doğu Akdeniz’de sürdürülen faaliyetlerin devamı için büyük önem taşıdığının bilincinde hareket etmiştir. Kırım’ın ilhakı ile Rusya ve ABD için yeni bir rekabet sahası açıldığından söz etmiştik. 2014 yılında Kırım’ı ilhak eden Rusya’nın bir sonraki hamlesi ise Suriye’deki savaşa dahil olmak olmuştur. Rusya’yı bu duruma iten etkenlerin başında ABD’nin Suriye’de etkin rol alma konusundaki isteksizliği gelmektedir. Savaşa katılma konusundaki cesaretinin kaynağı ise Batılı devletlerin Esad rejiminin sonunu getirecek bir askeri müdahaleye başvurmaması sebebiyle kendisini de bu savaşa dahil olmaktan fayda edeceği düşüncesidir. Tüm bunları baz alarak Rusya, 2015 yılının Eylül ayında savaşa Suriye rejiminin yanında dahil olmuştur. Başta hava desteğiyle olmak üzere savaşın seyrini rejim güçleri lehine değiştiren Rusya, muhaliflerin elinde bulunan pek çok bölgenin yeniden Esad rejiminin kontrolüne geçmesini sağlamıştır. Rusya’nın hava desteği dışında rejim güçlerine katkıları eğitim, lojistik, silah vb. yardımlarından söz etmekte mümkündür. Tüm bunların ortak bir sonucu olarak iç savaşın seyri değişmiştir.

ABD ve diğer Batılı ülkelerin güdümünde DAEŞ bulunurken, Esad arkasına Rusya’nın kuvvetini alarak muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgeleri teker teker ele geçirmiştir. Rusya, Suriye’de savaşın kaderini değiştirmekle yetinmemiş, diplomatik süreç söz konusu olduğunda da en etkili aktör olmuştur. Rusya, askeri alandaki muvaffakiyetini diplomatik çerçevede de sürdürebilmek adına adımlarını uzun vadede değerlendirmeler sonucu atması ve Suriye’deki savaşa dahil olmasıyla başlayan ancak en nihayetinde kendisinin küresel ölçekte bulunduğu konumunun test edildiği bu süreci mümkün olan en büyük kazanımları sağlayarak sonuca erdirmesi için gereken kapsayıcı ve tutarlı politikayı ortaya koyması gerekliliğinin bilincinde hareket etmiştir.

Bu politikanın sağlaması beklenen en büyük unsurlardan biri ise Doğu Akdeniz’de kalıcı askeri varlık sağlanmasıdır. Buna yönelik Doğu Akdeniz’de kuvvetli bir donanma konuşlandırılmış, 2015 yılında Suriye’de Hmeymim Hava Üssü inşa edilmiş, 1971 yılından beridir varlığını sürdüren Tarsus Deniz Üssü genişletilmiş ve Rusya’nın Suriye’deki müttefiki olan Esad rejimi ile 2017 yılında 49 yıllık bir antlaşma imzalanmıştır. Genel tabloya bakıldığında Suriye hava sahası da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz’in azımsanmayacak bir kısmı Rus hava savunma sistemleri yer almaktadır. Suriye sınırları içerisinde önemli bir Rus askeri gücü varlığını sürdürmekle birlikte Rusya, Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de barınan askeri gücünü Batılı güçler tarafından kendisine karşı yürütülen çevreleme politikasını sekteye uğratan bir unsur olarak görmektedir. Bunlara rağmen bu askeri güç bölgede kalıcı bir hal almak için yetersizdir.

Bu sebeple Rusya bölgede Suriye dışında ortaklar edinme yoluna girmiştir. Kurduğu ortaklıklar içerisinden en çok öne çıkanı Suriye’de yürütülen Astana Süreci’dir. Çatışmaların sonlandırılması ve çatışmasızlığın sürdürülmesi hususlarına odaklanan busüreç 2017 yılında Rusya-İran-Türkiye üçlüsü tarafından başlatılmış ve odaklandığı hususlar bakımından Cenevre Süreci’ni tamamlar nitelik taşımaktadır. Bunun yanında üç ülke arasında kurumsal bir ilişki çıkmış, Rusya ve İran Suriye’de gerçekleşen savaşta Esad rejimini desteklemeleriyle ortak bir gayede birleşirken, bu gayeyi paylaşmayan Türkiye’de Suriye sınırlarında yürüttüğü operasyonlar için Rusya’nın yardımına ihtiyaç duymuştur. Başlangıcı Suriye sahasına dayanan işbirliği Astana Süreci ile birlikte kurumsal bir boyut kazanmış enerji, güvenlik, ekonomi ve savunma sanayi gibi alanlarda yeni işbirlikleri meydana getirilmiştir. Türkiye, Suriye’deki olası kazanımlarını gözeterek Rusya’yla işbirliğine değer vermektedir. Bunun yanında Rusya ise bu işbirliğini kısa vadede Batılı müttefikleriyle güvensizlik sorunları yaşayan Türkiye’yi Batılı müttefiklerinden uzaklaştırması hasebiyle değerli görmektedir. Rusya için uzun vadede Astana Süreci ve Türkiye ile yaptığı işbirliği ABD’nin Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü sağlayan ittifak düzenini zayıflatmak ve yerine kendi ittifak düzenini getirmektir. Bu konudaki bir pürüz de Astana Süreci’nde ortaklardan birisi olarak bulunan İran’ın ittifak düzeni içerisinde bulunması ABD ve İsrail’de öncelikle rahatsızlığa sonrasındaysa bu iki devletin tepki göstermesine sebep olacağı olasılığıdır. Bunları öngören Rusya’da sürecin ilerleyen safhalarında İran ile arasındaki bağları gevşetmiştir. Zaman içerisinde Astana Süreci ivmesini kaybetmiş, Suriyeli muhalifler için bir araya gelme yeri haline gelen İdlip bölgesindeki gerilim ise Rusya ve Türkiye’nin ortak olarak yürüttükleri bir süreç haline gelmiştir. Bir diğer taraftan İsrail Suriye sınırlarında bulunan İran hedeflerini vurmaktan çekinmemekte ve Rusya’da Doğu Akdeniz bölgesinde kalıcı bir güç olabilmek adına tüm bölge aktörleriyle iyi diyaloglar kurma politikasının bir sonucu olaraktır ki İsrail’e sert bir tepki göstermemektedir. Bu politikanın yürütüldüğü bir diğer ülke olan Türkiye ile kurulan işbirliği neticesinde Batılı müttefiklerin ortak çıkarları dağılmakta ve birbirinden git gide uzaklaşmaktadır. İsrail ile inşa edilen diyalog ise ABD’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da bulunan nüfuzunu azaltmaya, kurduğu ortaklıkları sekteye uğratma gayesi taşımaktadır. İsrail ile kurulan diyalogların tüm bunlara mazhar olabileceği düşüncesinin temelinde ise İsrail’in ABD’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da kurduğu ortaklıkların ve sahip olduğu nüfuzun temel taşlarından birisi olmasıdır. Bunlar göz önüne alındığında söylenebilir ki İsrail ile karşı karşıya gelmek uzun vadede ABD ile karşı karşıya gelmek anlamına gelecek ve Rusya’nın çıkarları için olumlu sonuçlar doğurmayacaktır. Bu sebeple Rusya, İsrail ile kuvvetli bir diyalog inşa etme gayretindedir. Rusya bir diğer yandan Filistin sorununa da dahil olmuş ve Hamas ile FKÖ arasında arabuluculuk yapmıştır. Rusya kimi zamanlar aynı görevi İsrail ile Filistin’i uzlaştırmak için tekrar üstlenmek yönündeki isteğinden de söz etmektedir. Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesindeki çok boyutlu çıkarları onu bölgedeki diğer ülkelerle de iyi ilişkiler geliştirme arayışına yönlendirmektedir. Bu hususta Rusya’nın Doğu Akdeniz kaynaklarına verdiği önemden, bu uğurda en büyük rezervlerin sahibi olan Mısır ve İsrail’le yapılması gündemde tutulan doğalgaz alanında olası işbirliği örnek gösterilebilir. Rusya İsrail ve İran meselesinde izlediği politikanın bir benzerini de İran ile kurduğu ilişkilere rağmen Suudi Arabistan’la ilişkilerini de en azından bir seviyeye getirerek izlemiştir. En nihayetinde anlaşılıyor ki Rusya askeri gücünü ve bu gücün bölgedeki varlığını ne denli artırsa da bölgede demir yumruğuyla hüküm sürme gibi bir yola başvurma gayretinde değil de bölge aktörleri arasında çatışmaların bol olduğu bir bölge olan Doğu Akdeniz bölgesinde tüm aktörler ile dengeli ilişkiler inşa ederek yumuşak gücünü etkili bir şekilde kullanma, bölgede güç sahibi bir aktörden ziyade iyi ilişkilere sahip bir yönetmen rolüne bürünme gayretindedir. Rusya bunu başardığı taktirde ise Doğu Akdeniz’de ve hatta Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerini de kapsayan geniş bir coğrafyada güvenliği ve istikrarı sağlamaya yönelik bir görev üstlenebilir. Böylece Rusya, Avrupa’nın güvenliğinin sağlanmasında da dolaylı yoldan bir etken olabilir. ABD’nin Doğu Akdeniz coğrafyasında oluşturduğu hegemonyanın yıprandığı, belirli bir politika yürütmekten uzaklaştığı, istikrarı sağlama ve muhafaza etme noktasında tatmin edici sonuçlar alamadığı göz önüne alındığında Rusya’nın en büyük hedefi ABD’den boşalan bu koltuğa oturmaktır. Tabii ki bu gibi bir değişim sonucunda oluşan güvenlik mimarisinden Avrupa fayda sağlarken ABD memnun olmayacaktır. Bu hedefe yönelik uyguladığı onca politikaya karşın Rusya’nın bu görevi sürdürebilecek askeri, ekonomik ve siyasal kapasiteye ne denli sahip olduğu da bir soru işaretidir. Yine de tüm bunlar göz önünde bulundurularak şunu söylemek mümkündür ki: Doğu Akdeniz coğrafyasında oluşturma gayretinde olduğu güvenlik mimarisi Rusya’nın global konumunun sınava tabii tutulduğu bir mecradır. “Rusya’nın bu sınavı verebilecek mi?” sorusunun cevabını ise bizlere zaman verecek. (Yıldız, D. (2008): s.24-56).

SONUÇ

20.Yüzyılın başından itibaren gelişen ve değişen dünyada, devletler enerji odaklı rekabet içine girmişlerdir. Gelişmiş devletler yeni enerji kaynakları bulma ve üretme arayışındadırlar. İlerleyen dönemlerde enerji kaynaklarının azalabilme ihtimali özellikle gelişmiş devletlerin endişesi haline dönüşmüş ve mevcut enerji kaynaklarının güvenliğini sağlama alabilmek adına çeşitli stratejiler yürütülmüştür. Doğu Akdeniz'in jeopolitiğinin devletlerin enerji politikalarının oluşumunda büyük rol aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla Doğu Akdeniz küresel aktörlerin hedefi olmuştur ve bir güç mücadelesi ile karşı karşıya kalmıştır. Doğu Akdeniz artık "enerji savaşlarının" yaşandığı bir dönem içerisine girmiştir. Bu güç mücadelesindeki en önemli iki aktör Rusya ve ABD'dir. Rusya, bölgedeki tüm aktörlerle yakın ilişkiler kurma gayretindedir. Ancak Mısır ve İsrail'den beklediği desteği göremez. İran ve Türkiye ile dengeli ilişkiler kurmaya çalışmıştır ve Doğu Akdeniz bölgesindeki güç mücadelesinde denge unsurunun önemini arttırmaya çalışıp, iyi ilişkilere sahip bir devlet rolüne girerek varlığını devam ettirebilme çabasına girmiştir. Suriye'deki iç savaş ile birlikte Rusya bölgedeki askeri varlığını arttırarak kalıcı hale gelmiştir. Rusya'nın en büyük hedefi, Doğu Akdeniz'deki ABD hegemonyasına son verip, ABD'den boşalan koltuğa oturmaktan başka bir şey değildir.  ABD'nin ise Doğu Akdeniz'e karşı ilgisinde her ne kadar azalma söz konusu gibi görünse de Doğu Akdeniz ABD için hayati bir önem taşımaktadır. Türkiye ise dış politikasının geleceğine yön vermeye çalışmakta ve denge arayışındadır.

 

KAYNAKÇA

Victor, D. G., &Yueh, L. (2010). The new energy order. Foreign Policy, 89(1).

Çomak, H, & Sancaktar, C. (2015). Enerji diplomasisi. İstanbul: Beta Yayıncılık.

Yıldız, D. (2008). Akdeniz’in Doğusu: Tarihi geçmişi, stratejik önemi ve su sorunu açısından. İstanbul: Bizim Yayınlar Kitapevi.

Gürel, A. Mullen F., & Tzımıtras, H. (2013). The Cyprus Hydrocarbons Issue: Context, Positions and Future Scenarios. Prio Cyprus Centre, PCC Report 1/2013.

http://turkstream.info/tr/ (Türk Akımı Projesi)