Bu sayfayı yazdır

“Cumhuriyetçiler Fırsatı Buldu mu Affetmez”: ABD’de Yüksek Mahkeme Krizi ve Seçimler

Yazan  23 Eylül 2020

ABD seçimi ile ilgili bu ilk yazıda genel bir değerlendirme yaparak tarafların avantajlı/dezavantajlı yanlarını özetlemeyi düşünüyordum. Ama Cuma akşamı yüksek Mahkeme üyesi Ruth Bader Ginsburg’un ölümüyle yeni bir durum ortaya çıktı. Konu eskimeden ilk yazıda bu yeni gelişmeye değinelim, genel girişi bir sonraya bırakalım.

ABD Yüksek Mahkemesi Türkiye'de ve dünyada Beyaz Saray ve Kongre kadar takip edilmese de Amerikan iç siyaseti ve Amerikan halkının hayatı üzerinde onlara yakın bir etkisi var. Siyasetin finansmanından kürtaja, sağlık reformundan sermaye-çalışan ilişkilerine kadar birçok konu bu mahkemenin önüne gelip orada sonuca bağlanabiliyor. Önemli sayıda seçmen oy kullanırken en çok önem verdiği konunun mahkemeye yapılacak atamalar olduğunu söylüyor. 

Ginsburg mahkemedeki sol kanadın çok önemli bir üyesiydi. (Bu arada kısa bir not, Binsburg Yahudiydi. Mahkeme’de 5 Katolik, 3 Yahudi, biri de çocukluğunda Katolik olan Protestan üye bulunuyordu. Ülke nüfusunun yaklaşık yarısı Protestan, dörtte birden azı Katolik ve sadece yüzde 2’si Yahudi. Üyelerin dini kökeni pek telaffuz edilmiyor ama belki tamamen de önemsiz değildir).  Şimdi Trump onun yerine muhtemelen hafta sonu muhafazakar bir üye atayacak. Mahkemede 5-4 muhafazakârlar lehine bir denge vardı. Şimdi bu 6-3'e dönebilir. Üyelerin ömür boyu seçildiği düşünüldüğünde bunun tersine çevrilmesi kolay olmayabilecek bir durum yarattığı görülüyor. Üyeler her zaman grup halinde oy kullanmasalar da bu yönde belli bir devamlılık olduğu da söylenebilir. Obama başkanlığının son yılında yeni bir üye atamak istediğinde cumhuriyetçiler bunu "seçim yılında olmaz" diyerek engellemişlerdi. Şimdiyse, "şu anda hem Beyaz Saray'da hem Senato'da hakimiz, durum aynı değil" diyerek kendilerini savunuyorlar. Ama 4 yıl önce bu tür bir argüman kullanmıyorlardı. Burada siyasette ikiyüzlülük ve“kıvırma”nın, “dün dündür, bugün bugündür”ün tarihe geçecek boyutta çarpıcı bir örneğiyle karşı karşıyayız. 

Meselenin başkanlık seçimi sonucuna ve hatta Amerikan siyasetinin geleceğine önemli bir etkisi olacağı düşünülmese Yüksek Mahkeme Türk okuyucusu için tek başına ayrı bir yazı olmayı hak etmeyebilirdi. Ama zaten ciddi bir gerilim ve tartışma içinde yaşanan seçim süreci bu gelişme ile beraber daha da önemli ve karmaşık bir hal aldı. Ginsburg'un ölümü seçimin önemini, kutuplaşmayı, katılım oranını ve belki de sonucu etkileyebilir. Genel olarak düşünülen Cumhuriyetçi seçmenlerin yüksek Mahkeme konusuna daha fazla önem verdiği. Ama acaba bu seçimde durum farklı olabilir mi? Acaba bu gelişme normalde sandığa gitmeyen yeni seçmenleri sandığa taşıyabilir mi? Cumhuriyetçilerin hamlesi ahlaki açıdan tartışmalı görünürse bir kısım bağımsız seçmeni onlardan uzaklaştırabilir mi? Mesele seçimden önce sonuçlanır ve yeni üye atanırsa mı tabanları sandıkta daha çok motive eder, yoksa iş seçim sonrasına kalırsa mı? Yüksek Mahkeme meselesi Senato seçimlerine nasıl etki eder? Görüldüğü gibi Mahkeme’nin dış politika üzerindeki direk etkisi yok denecek kadar azsa da, dolaylı olarak çok şeyi etkileyebilme ihtimali var.

Siyasi analistler mahkeme konusunun Cumhuriyetçi seçmen için daha önemli olduğu konusunda genelde birleşiyor. Bu bakışa göre, Trump'a  kızdığı için seçimde “evde oturmayı” ve hatta Biden'a oy vermeyi düşünen bazı Cumhuriyetçiler şimdi kararlarını gözden geçirebilir. Unutmayalım, başkan 4 yıllığına seçiliyor, Yüksek Mahkeme üyeleri ise "ölünceye kadar". Genç bir üye rahatlıkla 30 yıl görev yapabilir. Cumhuriyetçi Parti eline gelen bu “tarihi fırsatı” kullanmamazlık edemezdi. Ama Demokratların ağırlıkta olduğu yerlerden seçilen veya Trump'dan hiç haz etmeyen (Romney?) birkaç senatörün bu karara karşı çıkması beklenebilir. Senato çoğunluk lideri McConnell bu konuda disiplin sağlamak için elinden gelen her şeyi fazlasıyla yapacaktır ama 3’ten fazla fire verilmesi durumunda adayın onaylanması mümkün olmayacak. Senato’da Trump’ın partisinin 53-47 üstünlüğü var. Ayrıca eşitlik durumunda Başkan yardımcısı (Pence) da oy kullanabiliyor. Demokratlar prosedürel olarak ellerinden geldiğince bu süreci yavaşlatmaya ve engellemeye çalışsalar da rakip disiplinini korursa seçimden önce yeni adayın onay süreci sonuçlanabilir. 

Trump şimdiye kadar Mahkemeye 2 yeni üye atadı ve bunu (ve alt mahkemelere atadığı çok sayıda yargıcı) haklı olarak gururla sürekli tekrarlıyor. Partinin tabanının bunu çok önemsediğini biliyor. Ama kendisi için durumu karmaşıklaştıran bir boyut daha var: Trump şimdi partinin isteği doğrultusunda yeni bir yüksek Mahkeme üyesini seçimden önce geçirirse bu sefer de ona mesafeli olan Cumhuriyetçilerin seçimde Trump'a oy vermek için çok önemli bir nedeni ortadan kalkmış olabilir. Trump şu anda bu ihtimale ya çok fazla prim vermiyor ya da belki belli etmiyor. Bir şekilde “işi tavsadığı” düşünülürse bunun aleyhine puan olarak yazılacağından korkuyor da olabilir. Kimsenin bahsetmediği başka bir ihtimali daha ekleyelim: Eğer Cumhuriyetçiler mahkemeye yeni üyeyi yerleştirip Senato’da da çoğunlukları biraz azalsa da korurlarsa, olaylı ve tartışmalı geçmesi kesin değilse bile oldukça yüksek ihtimal gibi görünen Başkanlık seçiminin sonucu hakkında (elbette eldeki verilere de bakarak) çok çok ısrarcı olmayabilirler. Çünkü bu hiç yüksek sesle dile getirilmese de Trump bir dönem daha başkan olursa partiyi a) iyice kontrol etmeye, b) kendisine benzetmeye başlayabilir, c) ideolojik olarak partinin (eski ve bir kısım eskimeyen) seçkinlerinin istemediği bir yörüngeye oturtabilir. Trump kaybetse bile partinin geleceğinde önemli olmaya devam edecek gibi. Onun istemediği birçok ismi adeta “veto etmesi”, parti iç seçimlerde önüne karşı aday koyması mümkün. Trump dışarıdan gelip partiyi ele geçirdi ve onu geri almak bazı elitler için bir seçim kazanmaktan daha önemli görünebilir. 

Yeni mahkeme ataması ile ilgili durumu daha da karmaşıklaştıran başka bir şey de şu, seçim birçok insanın beklediği gibi tartışmalı ve mahkemelik olursa iş sonuçta Yüksek Mahkeme'ye kadar gelebilir. Orada şu anda muhafazakarların 5-3'luk bir üstünlüğü olsa da, Obama sağlık reformunun iptali konusunda olduğu gibi bazen başkan John Roberts muhafazakar bir isim olmasına, oğul Bush tarafından atanmasına ve hatta sağ bir grup olan Federalist Society üyesi olmasına rağmen zaman zaman öbür tarafla beraber oy kullanabiliyor. Bunun bir belki de en önemli nedeninin Mahkeme’nin çok partizan bir imajı olmasının sakıncalı olduğunu düşünmesi olduğu söyleniyor. Yani yüksek mahkemede muhafazakarlar kağıt üzerinde üstün olsa da pratikte Trump'ın belki seçim sonucu belirlenirken ihtiyaç duyacağı kadar kesin bir hakimiyet de yok. Örneğin, hiç dillendirilmese de, seçim sonucu tartışmalı, mahkemelik olur ve Yüksek Mahkeme’nin önüne gelirse oradan sürpriz Trump leyhine bir sonuç da çıkabilir. Bunun bir nedeni, üyeler meseleye ilk başta teknik ve hukuki olarak bakıp Trump tarafını haksız bulabilecekleri gibi, Mahkeme ve üyelerinin geldiği Amerikan “müesses nizamı”nın Trump’dan ciddi şekilde tedirgin olması da bu sürpriz potansiyel kararda etkili olabilir.

Bu arada giderek azalan bir ihtimal de şu: Cumhuriyetçilerin Seneto'daki kurt çoğunluk lideri McConnell aday gösterilme işini seçimden önce, onaylamayı ise seçim ile 20 Ocak'taki yemin töreni arasında yapmak isteyebilir. Böylelikle hem belirlenen adayın vereceği bir engellenemezlik duygusu yaratıp, hem de tabanı hala oy vermeye sevk edecek bir formül bulunmuş olabilir. Bunun bir riski var, ya arada geçen zamanda Senato’da fireler artarsa? Ama önemli bir artı da şu, şu anda seçim bölgelerinde zor durumda olan birkaç senatör böylelikle sandıkta ılımlı seçmeni kaçıracak bir oy vermek zorunda kalmaz. Ama tabii o senatörlere sorulacaktır, “seçimle yeni başkanının atanması arasındaki dönemde yeni üyeye onay verecek misiniz?” diye. Neyse. Senato’daki 53-47'lik Cumhuriyetçi üstünlüğü de parti için önemli. Hatta bazı yorumcular McConnell için gücün ve varlığının esas yaşam ve hareket alanı Senato olduğu için bu çoğunluğun onun için her şeyden önemli olduğunu bile iddia ediyorlar.

Öte yandan Cumhuriyetçilerin Yüksek Mahkeme'de tam hakimiyet kurmaları halinde kürtaj konusunda geriye adım atılabileceğinden korkan kadınlar da sandıkta Demokrat Parti'ye dönebilir. Açıkçası gündeme yeni giren bu Yüksek Mahkeme konusunun sandıkta hangi partinin işine yarayacağı genelde düşünülen kadar açık olmayabilir. Cumhuriyetçi taban Demokratlara göre daha sınırlı ama seçim konusunda daha istekli ve aktif. Halbuki Biden yaşı ve karakteri nedeniyle tabanına elektrik vermede Trump'tan birkaç adım geride. Şöyle diyelim, eğer seçim herkesin bilgisayarına geçip bir iki tuşa basmasıyla yapılıyor olsaydı Demokratlar muhtemelen uzak ara farkla kazanırlardı. Ama oy vermek bir parça daha zaman ve emek istiyor. Ayrıca korona krizinde daha ürkek olan Demokratların sandığa gitme ihtimali/oranı rakibe göre biraz daha düşük. Şimdi Yüksek Mahkeme üyelik meselesi seçim gündeminin önemli bir parçası olunca Demokratlar'ın sandığa gitme oranı yükselebilir mi? Tabii bu arada önümüzdeki yazıda bahsetmeyi düşündüğümüz mektupla oy kullanma ve bunun yaratacağı bazı belirsizlik ve komplikasyonlar da var. 

Bu arada küçük bir not, "eğer mahkeme üyesi Senato'dan geçerse o zaman başkanın kim olacağının (konuyla ilgili) ne önemi var?" diye sorulabilir. Bir, yaşlı başka üyeler de var, yani önümüzdeki dönemde yeni üyelerin de ataması söz konusu olabilir. Ama belki bundan da önemlisi, iki, Demokratlar Cumhuriyetçilerin bu hamlesine karşı ciddi ve haklı sayılabilecek bir argümanları var. Kabaca özetlersek, "1) biz ülke genelinde daha çok oy alıyoruz ama buna rağmen, delege sistemi nedeniyle son seçim dahil bir çok kez başkanlığı kaybettik, 2) Senato'da da kırsal bölgelerden daha çok sayıda senatör çıkabilmesi nedeniyle burada da gerideyiz, 3) ayrıca filibuster denilen azınlığın yasama sürecini yavaşlatma ve hatta tıkama imkanı nedeniyle istediğimiz reformları tam geçiremiyoruz. Bu böyle devam edemez, etmemeli."

Biden'ın kendisi bu konularda radikal reform söylemine şimdilik mesafeli dursa da, rakibin Yüksek Mahkeme’de bariz üstünlük kurması durumunda, seçimi kazanırsa o da aşağıdaki türden bir taarruza geçmek zorunda kalabilir: 1) Yüksek Mahkemeye ilave üyeler atamak. Mahkemenin normalde 9 üyesi var ama anayasada bu konuda bir sınır belirtilmiş değil. 2) Senato'da karar çıkarmak için 50 değil de 60 oyunu gerekli kılabilen kuralları filibuster'ı kaldırmak veya sınırlamak. 3) kesin Demokrat eğilimli olan Washington DC ve Porto Riko'ya eyalet statüsü vermek, 4) nüfus olarak en büyük eyalet olan Kaliforniya'yı iki belki üçe bölmek (40 milyon nüfuslu Demokrat eğilimli Kaliforniya ile 600 bin nüfuslu Cumhuryetçi Wyoming’in Senato’da aynı sayıda 2 üyesi var), 5) başkanlık seçimleri her eyalette tek bir oy bile fazla alanın bütün delegeleri kaptığı sistemden herkesin oyunun eşit olduğu genel seçim sistemine geçirmek. Eğer bu adımlar denenirse Amerika'nın önümüzdeki yılları çok ciddi anayasal tartışmalar ve hatta krizlerle geçirmesi ihtimali belirir. Bu tartışmalardan şimdi belki kulaklara “bilim kurgu” gibi gelecek bazı eyaleterin ayrılması (ya da bunu denemesi), yoğun siyasi şiddet ve hatta iç savaş gibi uçuk senaryolar, sonuçlar çıkabilir. Yukarıdaki adımlar şimdilik daha çok Cumhuriyetçileri Yüksek Mahkeme konusunda caydırmak/korkutmak için söylenen şeyler gibi görünse de, caydıramazlarsa o zaman bir şekilde uygulanmaya konması gündeme gelebilir. 

Yazıyı şöyle bitirelim: Amerikan toplumu kültürel, ekonomik, ırksal, siyasi, ideolojik, bölgesel başta olmak üzere birçok açıdan ciddi bir kutuplaşma içinde. Bunun bir kısmının ciddi karşılığı var, bir kısmı ise sosyal ve geleneksel medyanın kızıştırması. Amerika’da hemen her seçim için “tüm zamanların ya da ömrümüzde görüp göreceğimiz en kritik seçim” denir. Bu ifade bu defa gerçekten çok abartma olmayabilir. Amerika’da seçimi kazanacaklar ülkeyi birbirinden oldukça farklı yerlere götürmek istiyorlar. Sistem, kurumlar, hakim ideoloji, elitler yıpranmış, meşruiyeti sorgulanır hale gelmiş durumda. Motordan ses geliyor. Trump denen benzeri olmayan adam kendi yeni problemler yaratmaktan çok onları sadece görünür hale getirmiş olabilir. Amerika buradan 1) aklına başına alıp yeni bir kontrat yazma, 2) belli belirsiz sürüklenme, 3) ciddi ve şiddetli bir krize girme gibi sonuçlarla çıkabilir. Trump kaybederse problemler otomatik olarak kaybolmayacağı gibi bazılarına “sanki öyle olmuş gibi görünerek” bir dahaki turda içinden çıkılması daha zor hale gelmiş de olabilir. Yüksek Mahkeme’de oluşan boşluk krizi belki öne alarak yeni uzlaşmanın parametrelerini belirleme işinin ertelenemeyeceğini gösterecek olabilir. Cumhuriyetçilerin fırsatçılığına Demokratların (seçimi kazanmaları halinde) yukarıda saydığımız türden cevaplar vermeleri durumunda Amerikan siyasi sisteminde ciddi reform imkanı belirebilir. Ama o zaman bile bu fırsatın kullanılabileceğinden elbette emin olamayız. Biden’ın kazandıktan sonra bile temkinli davranması ve bu nedenle partinin yükselen radikal kanadı ile ters düşmesi, Trump’ın seçimi kazanması ile muhalefetin iyice sokağa inmesi ve şiddetin olağanlaşması gibi ihtimaller de var. Bu dönemde her ne kadar yükselen rakip Çin’e rağmen ABD’nin daha da içe dönmesi göz ardı edilemeyecek bir ihtimal. Tabii ülkeyi bir araya getirmek ve tutmak için dışarıda “bir şey” yaratmak gerektiği düşünülmezse.     



 

 

Şanlı Bahadır Koç

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Amerika Araştırmaları Uzmanı