Bu sayfayı yazdır

Avrupa Birliği Ortaklık mı, Tehdit mi ?

Yazan  11 Temmuz 2020

Mustafa Kemal Atatürk, özdeğerlerden ödün vermeden kalkınıp güçlenmek ve ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmak ile “ Avrupa’yı taklit etmek “ , “Avrupalılaşmak “ ya da “ Avrupalı olmak “ gibi teslimiyetçi davranışlar arasına, net ve ayırıcı bir çizgi çizmiştir.

6 Mart 1922 günü TBMM’nde şunları söylüyordu:

”Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.”

Mustafa Kemal Atatürk, Batı’nın ne olduğunu, ne yapmak istediğini ve Türkiye açısından ne anlam ifade ettiğini iyi bilir; bu nedenle ölene dek onunla bağımlılık doğuracak herhangi bir ilişki kurmaz, anlaşma yapmaz. Batı’nın eriştiği toplumsal düzeyi, ekonomik ve kültürel gelişken ligi, incelenmesi  ve gerektiğinde yararlanılması gereken örnekler olarak görür ama taklitçi ve tek yanlı bir bağımlılığa asla izin vermez. Ulusal bağımsızlık konusunda ödünsüzdür.

“Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve geçmek “ olarak dile getirdiği anlayışı, uygarlığı ve toplumsal gelişmeyi ifade eder. Çağdaşlaşmadan yanadır, ”Batıcı” değildir. 10.Yıl Nutkunda, ”Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız“  der.

Bu nedenle Batı, bir ulusal bağımsızlık ideolojisi ve eylemi olan Kemalizm’i kendisi için her zaman stratejik bir tehlike olarak görmüş Kemalizm’in etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Halen bu anlayış devam etmektedir. Tam Bağımsızlık üzerine kurulu olan anlayışını, yaşadığı sürece, Türkiye Cumhuriyetinin resmi politikası haline getirmişti.

Kemalizm’in, temelinde sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık vardır.” Sömürgecilik ve Emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerine uluslararasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirligi çağı egemen olacaktır-20 Temmuz 1920 Hakimiyeti Milliye Gazetesi“. Kapsamı ve niteliğinin zorunlu bir sonucu olarak Tanzimatçılık, batıcılık gibi yaklaşımlarla birlikte olması mümkün değildir;  ”KemalizmTanzimatçılığın anti-tezidir.” Batı’ya bağlanmayı amaçlayan Tanzimat ve onun günümüzdeki devamı olan Avrupa Birliği ile Kemalizm arasındaki ayırım, uyduculuk ve mandacılıkla tam bağımsızlık arasındaki kalın ve kaba bir çizgiden başka bir şey değildir.Avrupa Birligi açıktan olmasa da, Osmanlı döneminde elde ettiği ekonomik, siyasi, hukuki ve benzeri kapitülasyonları amaçlamaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu politikasından sonra; Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959'da Adnan Menderes’in Başkanlığı döneminde Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Söz konusu Anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir."Türkiye-AET ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye'nin Topluluğa tam üyeliğidir." Ankara Anlaşması, Türkiye'nin AET ile  bütünleşmesi için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür.

Çünkü; AB, 1989'da Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu hiçbir sağlam gerekçeye dayandırmadan reddetmiş ve bu tarihten sonraki AB politikası ve uygulamaları, 'tam üyeliğe'' götüren biçimde değil, özel statüye ve tek taraflılığa götüren biçimde olmuştur.

Böylece  1995 Gümrük Birliği Antlaşması ile AB Türkiye'yi sıfır maliyet ile tek taraflı kendine bağlamıştır. Yine Aralık 1999'da Türkiye'yi kapıda tutulabilmek amacı ile aday yapılmış, bunun amacının,''Türkiye'den ödün koparılmak için verilmiş ''  olduğunu Kopenhag kriterlerinden ayrı olarak ve diğer adaylardan farklı olarak“Kıbrıs ve Ege koşulları   eklendiğini görmekteyiz. Türkiye’nin her alanda çok gerisinde bulunan bazı adaylara tarih ve güvence verilirken Türkiye'nin adı bile anılmamış, ''Sonra görüşürüz'' denmiştir. Aralık 2002 Kopenhag doruğunda da yine Türkiye, ile adeta alay edilircesine, görüşmeler için ''tarihin tarihi'' verilmiştir. Hem de tarihin tarihinin verildiği dönemde Türkiye'nin ''karşısında'' belki 27 ülke olacağı günümüzde  karşımıza çıkmaktadır.

AB’nin günümüze kadar Türkiye’nin önüne çıkardığı sorunlara baktığımızda;

Türkiye 6 Mart 1995’de imzaladığı Gümrük Birliği Belgesi ile, diğer aday ülkelerden tamamen ayrılmıştır. Ankara bu belge ile, dış ticaret politikamızı tek yanlı bir şekilde AB’ye devretmiştir. 17 Aralık 2004’de imzalanan belge ile de AB; Türkiye’den,  katılım görüşmelerinin ucu açık, arkası kapalı olmasını isteyerek  görüşmelerin ne zaman ve nasıl biteceği belli değildir demiştir.Türkiye’ye hiçbir güvence verilmemiş ve Türkiye’yi müzakere süreci içinde “özel statüye “ götürecek bütün şartlar, hükümet tarafından kabul edilmiştir.

Görüşmeler AB istediği zaman kesilebilir, istediği kadar uzatılabilir. Sonunda bir karar da çıkmayabilir. Türkiye, bütün koşulları yerine getirse bile tam üye yapılmayabilir. Üstelik katılım sürecinin geri dönüşü de yoktur. Türkiye başladığı noktaya geri dönemeyecek. Varılan noktada düğüm atılacak.” Bu, uluslararası ilişkilerde eşi benzeri olmayan bir dayatmadır.

Türk İşgücü AB’ye giremeyecek. Oysa AB üyeliğinin amacı, Malların, Hizmetlerin, Sermayenin ve İşgücünün serbest dolaşımıdır.Dönemin Dünya Ekonomik anlayışının ürünü olan neoliberal sisteme de uygundur. Ancak Türkiye için, tam üye bile olsa, işgücünün serbest dolaşımı kabul edilmemektedir. Bu, tam üyeliğin ruhuna kesinlikle aykırı olup daha önce hiçbir ülke hakkında öngörülmemiştir. Ancak sıra AB yurttaşlarına gelince,  onlar Türkiye’de serbest dolaşım hakkına sahip olacaklardır!

AB’nin  koşulları diğer adaylara uygulanmayarak, bütün bunlar ilk kez Türkiye’ye uygulanmakta ve Türkiye’nin geriye dönmesi de engellenmektedir. Diğer ülkelere AB üyesi olacakları, görüşmelerin başında söylenmiştir. Görüşmelerde Türkiye, hem AB ile, hem de ayrı ayrı her üye ülke ile karşı karşıya getirilmiştir.

İngiltere’nin ayrılmasıyla  sayısı günümüzde  27 olan her bir üyenin eline, Türkiye’nin aleyhine olarak müzakereleri ve üyeliği sabote etme imkânı verilmiştir. Müzakere sürecinde Hükümetler arası Konferans her müzakere başlığı için ayrı ayrı görüşme açacaktır. Bu sırada AB üyesi ülkeler görüşülen dosya ile ilgili olarak ayrı ayrı onay verecektir.

Tek bir onay eksik olduğu anda, görüşmeler kesilecektir. Bu da Türkiye için getirilmiş özel bir uygulama olup amaç Türkiye’yi, baskı altına alıp şantaj yapmak, ondan yeni ödünler koparmak içindir. Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan’ın adaylıklarıyla ilgili herhangi bir referanduma başvurulması söz konusu değilken, Fransa ve Avusturya hükümetleri Türkiye’nin üyeliği için “ halk oylaması’ “ na gideceklerini açıklamışlardır.

Avrupa Birliği (AB) başka ülkelere bol keseden fon  sunduğu halde, Türk Tarımı’nı desteklemeyecek ve  mâli fonlardan Türkiye’yi yararlandırmayarak, AB Komisyonu Raporu’nun 2007-2013 yılları bütçe takviminde, Türkiye için herhangi bir fon öngörülmemiştir. Sadece 2014 yılı için, eğer tam üye olursa, Türkiye’nin AB bütçesinden 2 milyar Avro alacağı hesaplanmıştır. Burada da Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutum olduğunu, Yunanistan’a  1981-2003 arasında AB bütçesinden 88 milyar Avro yardım desteği ile göstermiştir.

Avrupa Komisyonu,29 Kasım 2015’te düzenlenen Türkiye-AB zirvesinde,Türkiye’deki Suriye’li sığınmacılar için 3  milyar avro tutarında bir fon oluşturacağını taahhüt etmiş ve ardından 18 Mart 2016 tarihinde yapılan ikinci zirvede ise bu fonun tükenmesi durumunda ek 3 milyar avro daha sağlayacağını açıklamıştı.Fonun tamamının 2019 yılı sonuna kadar ödenmesi karlaştırılmasına rağmen şimdiye kadar 2,7 milyar avroluk kısmı Türkiye’ye ödendi.Toplamda 4,3 milyar avro  sözleşmeye bağlanan fonun tamamının Türkiye’ye ödenmesinin en geç 2025 yılında olacağı söylenmektedir. Suriyeli sığınmacılar konusunda da AB her yönden desteğini çekerek sığınmacılarla Türkiye’yi baş başa bırakmıştır.

AB Türkiye’den, Dicle ve Fırat suları üzerindeki hükümranlık haklarından vazgeçmesini istemektedir. AB’ye göre GAP bölgesinde Dicle ve Fırat nehirleri ve su kaynakları“ uluslararası topluluğun suları ”olduğunu söylemektedir. Türkiye bu nehirlerin ve kaynakların yönetimini Avrupa Birliği’ne devredilmesi istenmektedir. AB’nin bu talebi 17 Aralık 2004 antlaşmasında da yer almıştır.

AB’nin bir de “Kürdistan projesi “ olup Güneydoğumuzda özerk bir bölge yaratma düşüncesi Sevr’den günümüze kadar hala devam etmektedir.  Avrupa Parlamentosu Kürdistan projesinin arkasında olduğunu hiç saklamamış bu konuda hemen her yıl kararlar almaya devam etmektedir.  AB’nin ileri gelenlerinin verdiği bazı mesajlar aşağıdadır:

Fransız Parlamenter Helene Flature : "Diyarbakır Kürt bölgesinin başkentidir.Çek Parlamenter Ransdorf : “Bölgenize, mücadelenize, Kürdistan’a katkı sunmaya çalışıyoruz."  Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell: Toplumların, kendilerini belli bir devlete ait hissetmedikleri durumda, kendi devletlerinin olmasını istemeleri ve bu konudaki talepleri doğal ve demokratik bir tercihdir.”

AB’ye göre : “Türkiye Kıbrıs’tan askerini çekecek.”  Kıbrıs Türklerini unutacak, Rumları Kıbrıs’ın tek hâkimi olarak tanıyacaktır.

AB Türkiye’ye yeni azınlıklar dayatarak  var olanları da yeniden azdırmak için uğraşmaktadır.AB ilerleme raporlarında “ Alevi vatandaşlarımızı  ayrı dinden bir azınlık "mış  gibi tanımlamaktadır. Oysa Alevilik  Akıl,Bilim ve Kültür’e dayalı Türk Toplumunun ayrılmaz bir yaşam biçimidir. AB bu talepleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşmasını tartışmaya açmakta, bu antlaşmayı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal yapısını ve millî devlet niteliğini değiştirmek, Türkiye’yi etnik ve dini merkezli olarak yeniden yapılandırmak istemektedir.

AB’nin  azınlıklar ile ilgili söylemleri:

AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans Jorg Kreschmer: “Gayrimüslimlerin eğitim ve mülkiyet haklarını güçlendirin. Patrikhaneye uygulanan kısıtlamaları kaldırın. Gerekli yasaları bir an önce çıkarın”

Avrupa Bölgesel ve Yerel Yönetimler Kongresi: “Yabancılara oy hakkı tanıyın. Bölge ve azınlık partilerinin yerel ve bölgesel seçimlere katılmalarına imkân verin." (Böylece Türkiye’ye yerleşmiş, ancak Türk vatandaşı kimliğine sahip olmayan İngiliz, Alman, Fransız, Yunan… uyruklu yabancılar yerel seçimlerde Türk vatandaşı olanlarla aynı siyasal haklara sahip olacaklardır.) BirEmperyal proje olan Suriye’li geçici sığınmacılar geldikleri nüfus yapılarına ek olarak kendi içlerindeki evliliklerinden ve Türk Halkı ile yaptıkları yasal/gayri yasal birlikteliklerden yılda 150 bin çocuk doğumu artarak sürmekte ve bu çocuklar Türk vatandaşı olarak kayda geçmektedir.Ayrıca 2011’den günümüze kadar Hükümetlerin çeşitli yol ve yöntemlerle Suriye’li geçici sığınmacılara Türk vatandaşlığı verildiği herkes tarafından bilinen bir sırdır.

Ermeni sorunu” politikası; Avrupa Birliği’nin Türkiye politikalarının önemli bir parçası, aracı ve sonucudur. “ Türkiye’nin bütünlüğünü, bağımsızlığını ve geleceğini torpillemek için geliştirilmiştir.”

Bu da Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutumdur. Arkasındaki en güçlü desteklerden biri kuşkusuz Fransa’dır. Nitekim 17 Aralık 2004’de atılan imzaların daha mürekkebi kurumadan, Fransa Dışişleri Bakanı şu açıklamayı yapmıştır: Türkiye Ermeni trajedisini tanımalıdır. Bu husus müzakere masasına getirilecektir.”

AB Türkiye’nin kendine özgü, ulusal değerlerinden ve kurumlarından vazgeçmesini, âdeta “mankurtlaşma”sını istiyor. Örnek verelim:

Fransa Cumhurbaşkanı J. Chirac :  Türkiye’nin üyeliği mi? Bize benzemeden asla! Türkiye’deki yaşam tarzı, değerleri ve işleyiş biçimi Avrupa’nınki ile tam anlamıyla uyuşmuyor. Bizim değerlerimize uymak için çaba gösterip göstermeyeceğine Türkiye karar verecek... Türkiye’ye süre tanımalıyız.”

AB, “eğitim sistemimizi millî olmaktan çıkarmamızı dayatmaktadır.”  Buna bir örnek, Anadolu kültürü adı altında Avrupa kültür mirasının ilköğretim ve liselerde zorunlu olarak okutulması dayatmasıdır. Bu derslerde “AB’ye üye ve aday ülkelerde ilköğretim ve Ortaöğretim çağındaki çocuklara kültürel miras, Türk’ün değil, Avrupa’nın bakış açısından” anlatılacaktır.

AB Türkiye’yi adım adım federal bir rejime götürmek istiyor. İşte kanıtları: Kürdistan projesi, GAP’ta su kaynaklarıyla ilgili talep, mahallî idareler yasası, AB Hıristiyan misyonerlerin faaliyetlerine daha fazla serbestlik tanınmasını istemektedir.

Fener Patrikhanesinin ekümenikliğini tanıyın” demektedir.

AB, Ege’de Türkiye’nin değil, Yunanistan’ın talepleri doğrultusunda çözüm istemektedir”.Günümüzde 18 ada ve 1 kayalık Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.

Kısacası, AB Türkiye’yi yeni Sevr’e doğru sürüklüyor! ”

AB'nin Türkiye politikasını iyi anlayıp bunun karşısında duruşumuzu gösteremediğimiz sürece Türkiye - AB ilişkileri sorunlar içinde yuvarlanıp gidecektir. Bunda da zarar görecek olan taraf   Türkiye'dir, 83  milyon insandır.

Kendisini Atatürkçü olarak tanımlamasına karşın AB’yi savunan ve ona katılmak için egemenlik haklarından, ulusal bağımsızlıktan ödün verilebileceğini söyleyenler, Atatürk’ün şu sözlerinin ne anlama geldiğini en azından kendileri için yanıtlamalıdır.

 “Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun bireyi olmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur.Ulus ve ülkenin yararları gerektiğinde tüm insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluğa dayalı ilişkilere büyük bir duyarlılıkla değer veririm.Ancak,benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun,bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.” (Mustafa Kemal Atatürk)

                                                                                                                      

KAYNAKÇA:

-Avrupa Birliginin Neresindeyiz ? Tanzimattan Gümrük Birliğine(Metin AYDOĞAN)

- http://www.guncelmeydan.com/pano/batililasma-seruveni-metin-aydogan-t36195.html(Metin AYDOĞAN)

-https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erol-manisali/turkiye-avrupa-iliskilerinde-uc-farkli-boyut-634003

-AB'nin Politikasını Anlamak... Cumhuriyet - Erol MANİSALI - 03.01.2003 

http://www.cihandura.com/tr/makale/AVRUPA-BIRLIGI-NIN-KAZIKLARI-489

-Cihan Dura, Derin Komplo: Türkiye’nin Yeniden İşgali, İleri Yayınları, İst., 2008, ss.371-376.

-https://www.ab.gov.tr/p.php?e=29984

-https://www.ab.gov.tr/ab-ile-iliskiler_4.html

-https://multeciler.org.tr/avrupa-birliginin-suriyeliler-icin-turkiyeye-odedigi-para

-Hüseyin Erikli-Em.Öğrt.(Özel alışma notları)

-Halil Kaleli-Em.Öğrt.Görv. (Özel çalışma notları)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aziz Ergen

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı