Bu sayfayı yazdır

Bürokratık Dıktatörlük-Demokratık Tepkı

Fransa ve Hollanda’da AB Anayasası’na çıkan “hayır” oylarına değişik açılardan bakmak mümkündür.

Bunlardan birisi de verilen "hayır" oylarının AB'nin demokratik meşrutiyetini yitirmesine ve gittikçe Avrupa halklarına tepeden bakan, aşağılayan bürokratik bir diktatörlüğe dönüşmesine duyulan tepki olduğu hususudur. Ab 1992'den bu yana federalleşme yolunda ne kadar önemli bir mesafe kaydetmiş olsa da ayni süreç içinde halklarının tepkisini o kadar çok çekmiş ve demokratik olarak başarısız olmuştur.

İşsizliğin ve yoksulluğun arttığı AB konusunda daha 1999'da AB Komisyon Başkanı R. Prodi "Tamamen kendi işleyişine bırakılmış piyasa koşullarına dayalı gelir dağılımı, Avrupa'daki ailelerin %40'ını yoksulluk sınırının altına itmiştir" tespitini yapmaktadır. Gerçektende AB'nin önder ülkeleri olan Fransa ve Almanya gibi ülkelerde işsizlik %10'lar seviyesinde yapısallaşmaya yönelmiş, ayni süreçte Euro'nun dolaşıma girmesi ile birlikte hayat önemli ölçüde pahalılaşmıştır.

Bir çok Avrupa sanayi devinin fabrikalarını kıta dışına ucuz emek alanına taşımaları ile birlikte işsizliğin kısa vadede ortadan kalkacağı beklentisi yok olurken, güçlü bir sosyal devlet geleneği olan Almanya'da dahil AB ülkelerinde sosyal devlet yapısı ortadan kaldırılmaya başlanmıştır. ABD ve Uzakdoğu pazarı ile yoğun bir rekabet içinde olan Avrupa sermayesi bütün bu adımları atarken gerek ABD gerek Uzakdoğu iş kültüründen ve piyasa şartlarından ne kadar farklı olduğunu göz önünde tutmamıştır.

Bütün bu adımlar atılırken AB halklarının en az ciddiye aldıkları kurum olan Avrupa Parlamentosu acılı bir geçiş süreci için gerekli ortak hareket, ortak irade ve acıya katlanma zeminini oluşturamamaktadır. ABD her ne kadar 52 federe devletten de oluşsa bir üniter devlet gibi federal yasalar aracılığı ile yönetilebilmekte, 200 senelik Amerikalılık kültürü, çok önemli bir sosyal meşruluk faktörü olan Amerikan rüyası ile birleşince Amerikan halkı demokratik temsilcisi olarak gördüğü Washington'un kararları doğrultusunda fedakarlıklarda bulunmaktadır.

Oysa A, Brüksel için ayni siyasal meşruluğu oluşturmadığı gibi bunun için çok çabada harcamamıştır. Yozlaşmış,kendisini seçkin zanneden, AB halkları zemininden kopuk, sözde "Aydınlanmacı" AB bürokrasisinin AB halklarını ortak bir siyasal hedef etrafında birleştirme ve geçici bir süre içinde olsa ağır bedeller ödeme konusunda ikna etme şansı yoktur. Aksine Brüksel bürokrasisi varlığı ile bir tepki nedeni olmaya başlamıştır.

Öte yandan mevcut Fransız ve Alman hükümeti gibi federasyoncu hükümetlerde kendi halklarını ikna etmek konusunda başarılı olamamışlardır. Çünkü Avrupa'da ulus-devletlerin köklü bir geçmişi ve büyük bir demokratik meşruluğunun yanında geniş sosyal kazanımları vardır. AB'de ulus devletler sadece savaşlardan sorumlu olmamışlardır. Avrupa'yı Avrupa yapan büyük ekonomik, politik ve kültürel atılımın örgütlenmesi ve demokratik gelişim ulus devlet modeli çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Fransız ve Alman siyasal elitleri kendi halklarına ulus devletin ABD ile rekabet etmek için yetmediğini, böyle bir mücadele için Avrupa'nın kaynaklarını birleştirecek ve AB'yi bir Avrupa Birleşik Devletlerine dönüştürecek model uğruna bedel ödenmesinin şart olduğunu ancakAB modelini bugün ki gibi seçkinci değil demokratik merkezli inşa ederlerse başarılı olabilirler. Bu durumda bile başarı zorunlu bir süreç değildir. Ulus devlet Avrupalıların sandığından dirençli çıkmıştır.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü