< < Türkiye’nin AB’yle İlişkilerinde 10 Stratejik Hata
 Bu sayfayı yazdır

Türkiye’nin AB’yle İlişkilerinde 10 Stratejik Hata

Yazan  04 Haziran 2012
Avrupalılar bugüne kadar Türkiye'yi hiçbir zaman, tam anlamıyla bir ortak olarak değerlendirmemişlerdir. Bugün de değerlendirmiyorlar. Türkiye nerelerde hata yapmıştır?

Türkiye'nin AB'ye tam üyelik için yaptığı resmi başvurunun üzerinden 25 yıl geçti. 1987 yılında, o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik için başvuran Türkiye, müzakerelere ne yazık ki 2005 yılında başlayabilmiştir. AB sürecinde 1959 yılından itibaren Türkiye'ye çifte standart uygulanmıştır. Batı Avrupalılar bugüne kadar Türkiye'yi hiçbir zaman, tam anlamıyla bir ortak olarak değerlendirmemişlerdir. Bugün de değerlendirmiyorlar. Türkiye nerelerde hata yapmıştır ki AB ilişkileri böyle çıkmaz bir yola girmiştir?

10 Stratejik Hata

1. Türk akademisyenleri, siyasetçileri, dış politika uzmanları öncelikle AB terimlerinin anlamlarını iyice kavramak zorundadırlar. AB kurulurken tüm üye ülkelerin dilleri resmi dil olarak kabul edilmiştir. Fakat yaygın olarak kullanılan dil Fransızca ve Almanca olmuş; analizler ise genellikle Almanca yapılmıştır. Bu durum Türk Bilim Dünyası'na İngilizce çeviri ile yansımıştır. Dolayısıyla İngilizce üzerinden yansıyan metinlerde anlam kaybı meydana gelmiştir. Bu metinlerin yanlış yorumlanması Türkiye'nin algısında etkili olmuştur. Örneğin, ortak üye olmamamıza rağmen "ortak üye" terimi yaygın olarak kullanılmaktadır. Oysa doğru kullanım; "tam üyeliğe dönük ön üyelik" kavramıdır. Başka bir örnek de 'serbest dolaşım' kavramıdır. Zira kavramın esas anlatmak istediği; gidilen ülkede izin almadan oturma ve çalışma hayatında elimine olmadan yaşama hakkıdır. Oysa serbest dolaşım vizesiz seyahat şeklinde anlaşılmaktadır. Türkiye'nin öncelikle atması gereken adım; kavramları doğru anlamak, düzeltmek ve analiz etmektir.

2. Türkiye-AB ilişkileri dönemsel olarak incelendiğinde, Türkiye'nin 1963-1980 yılları arasında yaptığı ilk hatanın (AT) karşılıklılık prensibini (reciprocity) göz ardı etmesi olduğu belirtilebilir. O yıllarda Avrupa Topluluğu Türkiye'yi ortak olarak algılamasına ve eşit muamele yapmış olmasına rağmen 1973 yılında Katma Protokol'ün yazımı ile birlikte sorunlar başlamıştır. Metni Almanlar yazdıkları için Türkiye adına ciddi hatalar yapılmıştır. Katma Protokol'e göre; eğer Türkiye, üçüncü ülkelere daha fazla taviz verirse, bu taviz AET ülkeleri için aynen geçerlidir, fakat AET ülkeleri üçüncü ülkelere Türkiye'ye tanıdığı tavizlerden daha fazla taviz verirse, bu Türkiye için geçerli olmayacaktır. Bu cümleye Türkiye için de geçerlidir maddesi konulmadığı için AET Akdeniz'e sınır ülkelerine daha fazla imtiyazlar vermiştir. Türkiye de bu hatayı engelleyememiştir.

3. Ulus üstülüğün kendine has özellikleri ve ulus üstü bir kuruluşla nasıl ilişki yürütüleceği Türkiye tarafından anlaşılamamıştır. Bu nedenle Türkiye haklarını reddeder konuma düşmüştür.

4. Tekstil ihracatında Türk tekstilcileri 1976 yılında kendi kendilerine kota koymuşlardır. Haklarını savunmak yerine kendi aralarında kota kapma yarışına girmişlerdir. Bu kota kapma yarışında daha fazla kotaya sahip olan işverenler bu haklarını diğer ihracatçılara yüksek fiyatlar karşılığında devretmişlerdir. Tekstil, Avrupa'nın birinci sektörü olacakken, tekstilciler kendi elleriyle önlerini kapatmışlardır. Eğer Türkiye'nin önü bu şekilde kapatılmasaydı, bugün kişi başına düşen milli gelir 20.000 doların üzerinde olabilirdi.

5. 1963 Ankara Antlaşması 1958 tarihli Roma Antlaşmasının bir minyatürüdür. Yani ortaya çıkan metin tam üyelik yolunu açan bir antlaşmadır, içine Roma Antlaşmasının tüm alanları girmiştir. Bu antlaşma Avrupa Hukuku'nun bir parçasıdır. Bu nedenle Türkiye 1963 Ankara Antlaşması ile belli alanlarda Avrupa Birliği'nin içine girmiştir. Bu antlaşma Roma Antlaşmasının minyatürü olduğu için Türkiye Gümrük Birliği gibi bazı alanlarda AB'nin bir parçasıdır. Yani Türkiye ulusal haklarını ve yetkilerini devrettiği alanlarda AB'nin içindedir. Eğer olacaksa, Türkiye bu alanları daha da genişleterek tam üyelik peşinde olmalıdır.

6. Haegeman Kararının yanlış yorumlanması ve inkar edilmesi diğer bir hatadır. Haegeman Kararı; Yunanistan'ı AB'ye taşıyan karardır. Mahkeme kararında, tam üyeliğe dönük ön üyelik antlaşmasının 7. ve 12. maddeleri ve Katma Protokol'ün 36. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, üye ülkelerde ikamet eden Türk işçilerin serbest dolaşımına, mevcut bir idari uygulamanın değiştirilmesi yoluyla kısıtlama getirmeyi engelleyecek şekilde doğrudan etkiye sahip olmadığı söylenmiştir. Yunanistan bu kararı çıkarttırarak, kendi yapmış olduğu tam üyeliğe dönük ön üyelik antlaşmasının Avrupa Hukukunun bir parçası olduğunu mahkemeye teyit ettirmiş, siyasi olarak da diğer ülkelere kabul ettirmiştir. Ankara Antlaşması aynı kriterlere sahip olmasına rağmen, karar Türkiye'de yıllarca yok sayılmıştır. Avrupa'da yaşayan Türklerin 1990'lı yıllarda açtıkları davalarla bu konu Türkiye'ye yansımıştır. Fakat Türkiye 1970'li yıllardaki haklarını kullanma imkanını kaçırmış, bunun maliyetini de ödemiştir.

7. Türkiye'nin mevcut 'haklarda kötüleştirme' yasağını inkar ettiğini görmekteyiz. Bütünleşme teorisine göre, bu yasağa göre geriye doğru adım atmak mümkün değildir. Bu nedenle tam üyeliğe dönük ön üyelik konsepti bütünleşmedir. 1973 yılında Katma Protokol'ün 41. maddesine göre; Türkiye'nin AET ülkeleriyle yaptığı antlaşmalarla temel haklarından geriye doğru adım atma yasağı getirilmiştir. Türkiye bu hakkına da sahip çıkamamıştır.

8. Türkiye'nin AB'ye daha fazla taviz vererek, kendini kabul ettirme yaklaşımı da hatadır. Bu tavizlerin başında Gümrük Birliği gelmektedir. Gümrük Birliği'ne 1995 yılında girilmemiş, 1971'de sanayi malları ile girilmiştir. Türkiye verdiği tavizlerin karşılığında AB'den üçüncü ülkelerle yapmış olduğu antlaşmalarda söz sahibi olmayı talep edememiştir. 1995 yılından beri üçüncü ülkelerle ilgili Brüksel'de kararlar alınmasına rağmen Türkiye bundan haberdar edilmemektedir. Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin egemenlik haklarını kullanan bir kurum olmasına rağmen Türkiye'nin bu kurumda bir temsilcisi bulunmamaktadır.

9. 1980'li yıllarda AT, Türkiye'nin yaptığı antlaşmalarda ulus üstülüğü görmediğini anlayınca, üyelik konusunda ikileme girmiştir. Türkiye bu ikilemi ortadan kaldırmak ve ortak olmak için AT'ye daha fazla taviz vererek büyük bir yanılgıya düşmüştür. Bu tavizlerin başında serbest dolaşım hakkı gelmektedir. Türkiye bu temel hakkını savunmaktan vazgeçerek diğer üç hakkını; sermayenin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı garanti altına almaya çalışarak büyük hata yapmıştır.

10. 1987'deki üyelik başvurusu metninde ciddi hatalar tespit edilmiştir. Avrupa Komisyonu şu anda bir tek bu hata raporunu yayınlamamaktadır. AB tarafının çıkardığı raporlar gibi Türkiye de karşı raporlar yayınlamalı ve karşı görüş oluşturmalıdır.

Sonuç olarak, Türkiye bu çıkmaz yola kendi inisiyatifiyle gelmiştir. Özellikle 1995 yılı Türk dış politikası bakımından çok talihsiz bir yıl olmuştur. Türkiye bu gibi ibret alınacak olaylardan ders çıkarıp, doğru hamleler yaparak AB ilişkilerini kendi lehine çevirebilmelidir. Türkiye'nin AB ilişkilerinde çıkarlarını koruyacak şekilde hareket etmesi gerekmektedir. AB yolu Türkiye için "kazan kazan" pozisyonudur.