AVRUPA BİRLİĞİ’NİN YENİ GÜVENCE ARAYIŞI: ORTAK ORDU
 Bu sayfayı yazdır

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN YENİ GÜVENCE ARAYIŞI: ORTAK ORDU

Yazan  27 Kasım 2018

AB, kendi içinde bir yandan Brexit süreciyle ayrışma yaşarkendiğer yandan da bütünleşmenin geleceğini sağlamlaştırmaya çalışıyor (iki hususun da adeta İngiltere’ye bağlı olması ironik bir durumu yansıtıyor).

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından geçen 100 yılın sonunda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa güvenliğinin 100 yıl önce olduğu gibi günümüz koşullarında da tehdit altında bulunduğunu söyleyerek, Avrupalılara güvence olacak bir orduya ihtiyaç duyulduğunu yeniden hatırlattı. Avrupa sınırlarındaki Rusya’ya karşı güçlü, önde gelen Avrupa ülkeleriyle ilişkileri adeta bir sınamadan geçen ABD’ye karşı da bağımlılık ilişkisinden sıyrılmış bir AB profiline dikkat çekti. Buna karşılık olarak da Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa ordusu fikrini tam anlamıyla hayata geçirmek için de artık bir “Avrupa Güvenlik Konseyi” kurulması gerektiğini belirtti. Her ne kadar İngiltere buna, üye konumunda karşı çıksa da artık bu yönde bir vetonun AB’nin önünü tıkamayacağı beklenebilir. Yine de konu AB üyeleri arasında tartışmalı bir nitelikte kalmaya devam ediyor.

Öncelikle vurgulamak gerekirse, AB’nin NATO dışında ortak bir Avrupa ordusuna kavuşturulması tartışmaları yeni değildir. Hatta o kadar eskidir ki, Avrupa bütünleşmesinin planlanmasında ve hayata geçirildiği ilk yıllarda üzerinde detaylıca durulmuş ve hazırlıklar yapılmıştır. Fakat o dönemde üye ülkelerin, özellikle de Fransa’nın, ulusal egemenlik hassasiyetleri ve Soğuk Savaş koşulları gibi nedenler AB’nin askeri bütünleşme ayağının boşta kalmasına yol açmıştır. Bu boşluğu her ne kadar yıllarca NATO doldurduysa da, yeniden canlanan ortak ordu tartışmaları Avrupa’da, NATO’nun ötesinde bir güvenceye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Meselenin sadece bir güvence arayışı olup olmadığı da ayrıca sorgulanmalıdır. Değişen uluslararası konjonktür, ABD’nin NATO üzerinden yaptığı harcamaların sürdürülebilirliği, değişen jeopolitik rekabet koşulları, askeri donanımın dönüşen ya da dönüşmesi beklenen niteliği gibi hususlar çoğu ülke için ertelenemeyecek değişim gerekleri halini almıştır. Klasik bir yumuşak güç özelliği sergileyen AB, sadece bu yönüyle uluslararası etkinliğini sürdüremeyeceğini özellikle 2000’li yıllarla birlikte ciddi şekilde fark etmiştir.  Sert gücü uluslararası etkinlik kriteri olarak konumlandıran AB, savunma kapasitesini artırma yolunu hep açık tutmuştur.

Tarihsel süreçte AB’ninortak bir savunma politikasına kavuşturulması isteği, 1954’teki AvrupaSavunma Topluluğu kurma girişimlerine kadar gider. Yıllar sonra 1998’deki St. Malo Zirvesi’nde de Fransa ve İngiltere’nin AB için özerkbir savunma politikası önerdiği görülmüştü (şimdi artık başı Fransa ve Almanya çekiyor). Bu sayede AvrupaGüvenlik ve Savunma Politikasıgeliştirilmişti. AB AskerîKomitesi, AB Askerî Personeli, KrizYönetim Komitesi üzerinden askeri bir kurumsallaşma görülmüştü. Bunlar AB’nin ortak ordu yapılanmasınınilk örnekleridir. Bu kurumlarındışında oluşturulan ve ordu yapılanmasının lokomotifi olan Avrupa SavunmaAjansı da savunma politikasınınaskerî sanayi ayağına karşılık gelmektedir.

AB’de genel olaraksavunma politikası, özel olarak da ordu yapılanması,üye ülkeler arasında ihtilaflı bir konudur. 2000’li yıllarda Avusturya, Finlandiya, İrlanda, Malta, İsveçgibi NATO üyesi olmayan AB ülkeleri;ABD, Kanada, Türkiye, İzlanda,Norveç gibi AB üyesi olmayan NATOülkeleri; Atlantik ve Avrupa yanlısıülkeler farklı yaklaşımlara sahip görünmüştür. Bugün de benzer ihtilaflar yok değildir. Avrupa bütünleşmesini sağlamlaştırma amacı taşıdığı ileri sürülebilecek olsa da ortak ordu hedefi AB’yi ayrıştıran bir niteliğe de hep sahip olmuştur. Avusturya, Hollanda, Finlandiya, Danimarka, İsveç ve Yunanistan ordu kurma teklifine pek olumlu bakmamaktadır. Örneğin, Hollanda Avrupa güvenliğinin ABD olmadan savunulamayacağını açıkça beyan etmekte, bu açıdan AB’nin içe kapanmasını olumlu görmemektedir.[1] Baltık ülkeleri de Rusya tehdidine karşı NATO güvencesini daha sağlam görmektedir. Fransa, Almanya, İtalya, Çekya, Macaristan gibi geriye kalan ülkelerde, destek düzeyleri değişse de, tutum daha olumludur. Bu ayrışmanın arka planında bazı görüşler öne çıkmaktadır. Birliğe üye ülkelerin bir kısmı AB askeri yapılanmasının, ABD ve kontrolündeki NATO müdahaleciliğine nazaran daha az savaşçıl ve daha az etkili olmasını savunmaktadır. Üye ülkelerin bir kısmı da ekonomik maliyetler ve tercihler doğrultusunda savunma ve silâhlanmaya yatırım yapmak istememektedir. NATO varken yeni bir ordunun adeta “ikileme” yaratacağından şüphelenmektedir. Savunma alanında AB’nin kendi başına üstlenici olmasını ve uluslararası alandaki stratejik çıkarlarını sağlamak için güvenlik ve savunma politikasını araçsallaştırmasını bekleyen üyeler de vardır. Bu tercihlerden hangisinin öne çıkacağını küresel ve bölgesel düzeylerde savunma ve silâhlanma politikalarının değişen niteliği belirlemektedir. ABD’nin Asya-Pasifik’e ağırlık veren ilgisi, Rusya’nın modernizasyona tabi tutulan ordusu ve Ukrayna ile gerginlik, Suriye iç savaşı gibi gelişmeleri içeren mevcut nitelik AB üzerinde adeta ordu kurma baskısı oluşturmaktadır. Fransa ve Almanya’nın AB liderliği üzerinden rekabet eden rolleri de, iç ve dış politikaların kesişim noktasında bu gibi konularda öncülüğün önemini su yüzüne çıkarmaktadır.

Tabii ki bazı AB ülkeleri ticari tercihler kapsamında ağırlıklı olarak ulusal silâhlanma stratejilerini takip etmekte ve AB düzeyinde ortak bir strateji gelişimini engellemektedir. Danimarka ve Hollanda ABD menşeli “Joint Strike Fighter” alırken, Almanya-İtalya-İspanya-İngiltere ortaklığındaki “Eurofighter”ı, Fransız “Rafale”i ve İngiltere-İsveç ortaklığındaki “Gripen”i tercih etmemektedir. Fransa ve Almanya bu koşullarda savunma sanayiindeki ABD ağırlığını dengelemek için de kendi savunma sektörünü kuvvetlendirmeyi istemektedir. AB’nin önde gelenleri ortak bir ordu kurmadıkları ve savunma alanında işbirliğini daha da derinleştirmedikleri sürece ABD’ye bağımlılıktan kurtulunamayacağının bilincindedir. Bunun yakın geçmişten günümüze kadar gelen izlerini Almanya’da 2002’de yayınlanan askerî raporda dahi görmek mümkündür (Bundeswehr 2002: Sachstund und Perspektiven).

AB’nin bir orduya kavuşturulması, Avrupa’da terörle mücadele hedefinin ve 2000’li yılların ortalarında hazırlanan AB Konseyi önerilerinin de doğal bir yansımasıdır. Bu öneriler terörle mücadele konusunda AB’nin atması gereken adımlara odaklanmıştır. AB Konseyi, terörizm konusu ile ilgili olarak AB’nin kuruluş ilkelerine uygun biçimde, terörizm ile mücadelede içerde ve dışarıda geliştirilecek işbirliği ile hareket edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Konsey, çalışmalarında AB’nin terörle mücadele pratiğine de işaret edecek şekilde somut gereksinimlere ve sonuçlara yer vermiştir.[2]Bunlardan ilki EUROPOL ve Polis Şefleri Görev Gücü arasında operasyonel işbirliğinin güçlendirilmesi; üye ülkeler, EUROPOL ve EUROJUST arasında bilgi paylaşım zemininin iyileştirilmesi; INTERPOL ile kayıp ve çalınmış pasaportlarla ilgili veri paylaşımı yapılması; ulusal düzeylerde üye ülkelerin kendi terörle mücadele yapılarını ve mekanizmalarını gözden geçirmeleri ve bir değerlendirmeye tabi tutmaları; adli işbirliğinin, kriminal kayıtlarının paylaşımının, telekomünikasyon verilerinin kontrolünün sağlanmasına dönük işbirliği 2005 yılı itibariyle tamamlanması beklenen faaliyetler olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında, AB Konseyi Avrupa Komisyonu’na Avrupa Koruma Programı kapsamında terör mağdurlarının ve yakınlarının korunması ve rehabilite edilmesi yönünde çalışmalar yapma çağrısında bulunmuştur. İkincisi, sınır ve uluslararası dolaşımla ilgili belgelerin güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda Avrupa Sınır Ajansı’nın kurulması ve 2005’ten itibaren de aktif hale getirilmesidir. Ayrıca ulusal servislerden gelen istihbarat temelinde stratejik tehdit değerlendirmeleri yapabilmek için istihbarat işbirliğinin güçlendirilmesi beklenmiştir. Üçüncüsü, terörizmi finanse eden kaynaklarla mücadele için önlemler alınması, AB’ye giren ve AB’den çıkan, yani dolaşımdaki sıcak paranın kontrol edilmesi, teröristlerin ve öncü ya da yandaş örgütlenmelerin mali yaptırımlara maruz bırakılması yönündeki gerekliliktir. Yardım fonlarının ve organizasyonlarının terörü finanse etme noktasında kötüye kullanımının engellenmesi için Avrupa Komisyonu görevlendirilmiştir. Sonuncusu da, üçüncü ülkelerle terörle mücadele politikalarının geliştirilmesinin, bölgesel işbirliği geliştirecek şekilde diyalog ve yardım mekanizmalarının kurulmasının ve bunlara işlerlik kazandırılmasının planlanmasıdır. Tüm bu hususların 2005 itibariyle tamamlanması öngörülmüştür.[3]

Terörle mücadelede Ortak Dış ve Güvenlik Politikası alanında askeri veritabanının güncelleştirilmesi yönünde çalışmalar da yürütülmüştür. Aynı zamanda Avrupa Savunma Ajansı terörle mücadelede potansiyel artırıcı katkıda bulunmuştur. Kapasite Geliştirme Planı uluslararası ve yerel kaynaklı terörizmi kapasitenin gelecek dönemlerde geliştirilmesi için stratejik açıdan itici bir faktör olarak tanımlamıştır. Asimetrik savaş için gerekli kapasite terörle mücadele için gerekli olanla yakından ilgili görülmüştür. Bu noktada terörle mücadelede önleme ve karşılık verme faaliyetlerinin yürütülmesinin gerektiği düşünülmüştür. Bu doğrultuda, Avrupa Savunma Ajansı’nın terörle mücadele faaliyetleri istihbarat bilgileri ve araçları çerçevesinde yönlendirilmiştir.[4]

Terörle mücadeleyi beslemesi beklenen Avrupa Savunma Ajansı günümüz koşullarında büyük bir projeyi yürütmeye çalışmaktadır: “Permanent Structured Cooperation (PESCO) – Yapılandırılmış Daimi İşbirliği”. Bu projeyle AB ortak ordu kurmaya bir adım daha yaklaşmış durumdadır. PESCO ile birlikte projeye katılan AB üyesi ülkeler arasında standart bir savunma harcaması, ortak tatbikat ve eğitim uygulaması ve operasyon kabiliyeti kazanma yönünde işbirliği beklenmektedir. PESCO kapsamında 6 Mart 2018’de 17 çalışmaya imza atılmış durumdadır. Ortak ordunun mütevazi bir ölçüde altyapısı da bulunmaktadır. Avrupa ordusu ve PESCO’nun adeta bir önsürümü olan Alman-Fransız Tugayı ile Alman-Hollanda Kolordusu AB askeri işbirliğinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Almanya, Fransa ve Hollanda arasındaki bu askeri bütünleşme Avrupa ordusuna model oluşturduğu gibi, Avrupa ülkelerinin operasyonel kabiliyetlerini ve harekat yeteneklerini sürdürülebilir ve az maliyetli kılmak için birbirleriyle işbirliğine ihtiyaç duyduklarını da açıkça göstermiştir.[5]

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2017 ve 2018 tarihli raporlarına göre Avrupa’da askeri harcamaların yüzde 1-3 aralığında artış göstermesi ve Avrupa Savunma Ajansı’nın 2016-2017 verilerine[6]göre de AB’nin toplam savunma harcamalarının 2007-2013 arasında 204 milyar Avro’dan 190 milyar Avro’ya düşüp, 2013’ten sonra yeniden 205 milyar Avro düzeyine çıkmış olması AB’deki askeri hareketliliğin ortak bir ordu yapılanmasına dönüşmese bile sürdürülebilirliğini doğrudan yansıtmaktadır. Güçlü bir orduyla daha güçlü olacak bir AB oluşturulmaya çalışılmaktadır. İlerleyen zamanlarda, çıkış noktası itibariyle temelde bir barış projesi olan Avrupa bütünleşmesinin bu özelliğinin militarizasyonla gölgelenip gölgelenmeyeceğini, tüm AB üyesi ülke hükümetlerinin buna normatif zeminde hassasiyet gösterip gösteremeyeceğini yakından izlemek yerinde olacaktır.

 

[1] “ABD olmadan Avrupa kendini savunamaz”, 16.11.2018, https://tr.euronews.com/2018/11/16/abd-olmadan-avrupa-kendini-savunamaz, (Erişim: 17.11.2018).

[2] Council of the European Union, “Brussels European Council Presidency Conclusions”, 01.02.2005, 1-27.

[3] Council of the European Union, “Brussels European Council Presidency Conclusions”, 30.01.2006, 1-23.

[4] Council of the European Union, 35.                        

[5] Andreas Noll, “Ortak Avrupa Ordusu hayal mi?”, 15.02.2018, https://www.dw.com/tr/ortak-avrupa-ordusu-hayal-mi/a-42596505, (Erişim: 19.11.2018).

[6] Detaylı bilgi için bkz. European Defence Agency, “Defence Data: 2016-2017”, 2018, https://www.eda.europa.eu/docs/default-source/brochures/eda_defencedata_a4, (Erişim: 16. 11. 2018).

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı