Bu sayfayı yazdır

Bosna Hersek Protestoları: Bosna Baharı mı Dayton Revizyonu Girişimi mi?

Yazan  11 Şubat 2014
2014 hem gerilimin az ya da çok boşalacağı bir yıl olacak hem de Kosova’da, Sırbistan’da ve Bosna Hersek’de erken seçimler nedeniyle gerilimi arttıran konular siyasilerce yeniden meydanlara taşınacak

Balkanların son 20 yılı gerilimliydi. Savaştan bu yana ipleri ABD ve AB eline aldığından Balkan halkları gelişmelerin hem içinde hem dışındaydı. Savaşın acılarının da etkisiyle sabreden, susan insanların patlama noktasına gelmesi aslında bekleniyordu. İlk esaslı gösteriler Bosna-Hersek’te başladı. Toplum gösterilerinin bölgenin gerilim hatlarında aynı şiddetle yayılması en istenmeyecek senaryo olmalı.

Ağır bir siyasi ve ekonomik kriz içinde olan Bosna Hersek'teki olaylar da sürpriz değildi. Dayton Anlaşması’nın yarattığı karışık siyasi sistem ülkeyi daha da dibe çekerken olağanlaşan istikrarsızlık ve güvensizlik sürebilir miydi? Çalışır durumdaki fabrikaların yüzde 80’inin kapalı olduğu, işsizliğin resmi rakamlara göre yüzde 55 ama gerçekte yüzde 70’lere ulaştığı, gençlerin yüzde 60’ının işsiz olduğu, ücretlerin düşük- uyuşturucu, içki ve yemek dışındaki her şeyin pahalı, emekli maaşlarının 150 Euro olduğu, maaşların ödenmediği bir ülkenin halkı daha ne kadar dayanabilirdi? Partizanlık, yolsuzluk, hukuksuzluk, gelirin eşit dağılmaması toplumun gerilimini arttırdı…

Etnik kimlikleri ile tanımlanan insanlar sadece birbirlerine değil, siyasilere ve hatta uluslararası toplum adına (!) hareket edenlere de güvenmiyor. Umut ışığı ise uzun zamandır yok, seçimlerin yenilenmesi herhangi bir değişiklik yaratmıyor, savaşın yaraları sarılamıyor, yeni ve aydınlık gelecek başlatılamıyor… Boşnaklar sahipsiz. Sırpların Sırbistan’ı, Hırvatların Hırvatistan’ı var ama Boşnakların dayanağı yok: Umut yok… Olayların daha çok Boşnakların yoğun yaşadığı bölgelerde çıkmasının nedeni de bu.

Olayların Başlangıcı: Tuzla

Bosna-Hersek'in kuzeyindeki Tuzla şehrinde 4 Şubat’ta bir fabrikanın özelleştirme sonucu kapanmasının ardından olaylar başladı. 10 bine yakın işçi, işsiz kalmalarına ve maaşlarını alamamalarına Tuzla’da tepki gösterirken bir anda protestolar ülkeye yayıldı. Tuzla’da hükümet binası ateşe verildi, tramvay durakları, dükkanlar yakıldı. Tuzla'nın ardından başkent Saraybosna'da da protestolar kontrolden çıktı. Mostar’da Hersek-Neretva Kantonu Meclisi ve Mostar Belediyesi'ne ait binaların yanı sıra bazı siyasi partilerin il başkanlıklarına ait binalar yakıldı. Zenitsa, Brçko, Zenica, Priyedor, Banja Luka ve Bihaç'ta ise daha sakin seyreden genelde sadece Boşnakların katıldığı gösteriler yapıldı. Eylemciler, Saraybosna Kanton Parlamentosu ve Saraybosna Merkez Belediyesi’nin bulunduğu binaları ve Cumhurbaşkanlığı binasını ateşe verdi.

En acı kaybı ise Bosna Hersek Arşivleri Müdürü Şaban Zahiroviç haber verdi. Zahiroviç, protestocuların ateşe verdiği Cumhurbaşkanlığı ve Saraybosna Kantonu Binası'nda Birinci ve İkinci Cihan Harbi'nde ve 1992-95 yılları arasında dahi korunan kıymetli vesikaların yandığını açıkladı. Devletin hafızasının yok edildiği haberi, olaylara katılmayanları da çıldırttı. Neyse ki sonradan yanan kısmın daha az önemli belgelerin bulunduğu bölüm olduğu açıklandı. Ancak bunun olayların büyümesini engellemek amaçlı bir açıklama olup olmadığını zaman gösterecek. “Mafya hükümet”, “Hırsızlar”, “Vatandaşlar değişimi istiyor” sloganları istifaları getirdi. Tuzla Kantonu Başbakanı Sead Çauşeviç, Zenitsa-Doboy Kantonu Başbakanı Munib Husejnagiç ve Una-Sana Kantonu Başbakanı Hamdiya Lipovaca istifalarını açıkladı. Ancak ülke için erken seçimin zilleri çalıyor.

Olayların en saçma anının 10 Şubat’ta Belgrad’da yapılan Bosna’daki olaylara destek eylemi olduğunu belirtmek gerekir. Bosna Hersek Halkına Destek", "Bugün Tuzla, Yarın Belgrad", "Antifaşist Tuzla'ya Selam", "Cesur Bosna Seninleyiz", "Tuzla Kalbimizde" yazan dövizler taşındı. Aşırı sağcı bir Sırp grup ise Bosna Hersek vatandaşlarına destek veren göstericileri protesto etti ve eski Sırp General Ratko Mladiç lehine slogan attı.

Hak arama sınırını aşarak kamu binalarının yakılması noktasına ulaşan eylemler, dışarıdan müdahale ihtimalini gündeme getirdi. Böylesi bir ihtimal dışlanamaz ancak içeride de yeterince sebep olduğu açıktır. Sebeplerin oluşmasında doğrudan ya da ihmal nedeniyle payı olanlar ise elbette dışarı kaynaklı. Ancak Bosna Hersek’in Müslüman, Katolik, Ortodoks yani Boşnak, Hırvat ve Sırp liderlerini de unutmamak gerekir. Tuzla gibi 1992-1995 öncesi elektrik, tuz, kömür, deterjan, gübre, odun işleme, mobilya ve tekstil üretimi ile ülkenin en canlı endüstri bölgesi olan bir yerde 66 fabrikanın kapalı tutulması, diğerlerinin özelleştirilmesi ama başarısız olması başka nasıl bir sonuç doğurabilirdi? Kaldı ki ülke 2013’de önce provası, sonra gerçeği gerçekleştirilen nüfus sayımı nedeni ile gergindi, vatandaşlık numaralarını verme sorununu dahi çözemeyen hükümete öfkeliydi. Vatandaşlık numaraları için halkın parlamento önünde eyleme geçtiği Temmuz 2013’e olduğu gibi Ocak 2014’e de protestolar damgasını vurdu. Nüfus sayımının sonuçlarının 4 ay sonra hala açıklanmaması kendi başına bir muamma zaten.

Her şeyin yeni başladığı ve olayların süreceği iddia edilebilir. Nitekim Bosna medyasında “Bosna Baharı” başlıkları atıldı. Ancak henüz Sırp ve Hırvatların protestolar için sokağa çıkmamış olması vaktin daha gelmediğinin de habercisi. Temmuz 2013’de olduğu gibi öfkesini sokağa döken halkın evlerine dönmesi de ihtimal dahilinde, tüm ülkeye yayılarak büyümesi de. Ancak erken seçim kararına dek sürdürüleceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Almanya’nın Yeni Bosna ve Balkan Düzeni

Şimdiye dek 300 yaralı, 200 gözaltı oldu. Cumhurbaşkanlığı binasının da aralarında bulunduğu 17 kamu binası yakıldı. Doğrusu Bosna Dışişleri Bakanı Lagumciya’nın “Bazı güçler, mevcut durumdan memnun olmayan vatandaşları, devletin yıkılması için kullandı.” açıklaması da yabana atılır gibi değil. Yani bir yanıyla aç insanların sokağa dökülmesi normaldi ama kamu binalarının yakılması anormaldi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Nikoliç’in ana muhalefet başkanı Bosiç'i ve Dodik'i apar topar Sırbistan'a görüşmeye çağırması, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanoviç’in Bosna Hersek Başbakanı Bevanda ile görüşmek amacıyla yaptığı sürpriz Mostar ziyareti (Saraybosna değil) ilginçti. Bosna Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Komşiç’in “En iyisi komşu ülkelerin Bosna'yı rahat bırakması ve iç politikasına karışmaması” açıklaması bu nedenle çok da manidardı.Dodik’in ''Bosna Hersek hayatta kalamaz, bölünmeye doğru gidiyor'' açıklaması da provokatifti. Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzoko’nun Bosna Hersek, savaştan sonraki en kötü pozisyonda. Olaylar yatışmazsa, AB askerleri Bosna Hersek'e davet edilebilir” açıklaması da aynı derecede rahatsızlık yarattı. Avusturya’nın asker sayısını arttırma teklifini ise olayların arkasında Almanya’nın olduğu ancak şimdilik kendini geri planda tutarak Avusturya’yı öne sürdüğü yorumuyla karşılayanlar oldu. Doğrusu güçlü bir ihtimal.

ABD, Kosova-Sırbistan müzakerelerindeki açmazı çözmeyi Almanya’ya bırakmış, Almanya, İngiltere’nin de desteğini alarak Kosova’daki baskın gücün AB olmasını sağlayacak adımları atmıştı. Brüksel Anlaşması ile Kosova-Sırbistan ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasında şimdilik başarı sağlandığı da açık. Bosna-Hersek’in de bir çözüme ihtiyacı olduğu açık. Ancak ne tür bir çözüm?

Bosna’daki bu protesto gösterileri için söylenen “Savaştan sonraki en şiddetli olaylar” açıklaması ister istemez 1992-1995 dönemini akla getiriyor. Şimdi Savaş Suçları Mahkemesi’nde soykırım suçundan yargılanan Bosnalı Sırpların eski siyasi lideri Radovan Karaciç, 1992-95 Bosna savaşını büyük güçlerin “kendi çıkarları için” kullandığını söylemişti. Yargılaması sırasında bir gazeteye konuşan Karaciç, “Bosna savaşı, bazı ülkelerin emperyalist hedeflerine ulaşmak ve kendi askeri ittifaklarını hayata geçirmek için küçük bir halkı nasıl suiistimal edebildiklerinin nişanesidir”; “Yugoslavya'nın parçalanması ve Bosna savaşı, ben daha siyasete atılmadan evvel büyük güçlerce planlanmış. Askeri güç ve istihbarat imkanlarını kullanarak bu olayların fitilini ateşlediler” demişti. Kuşkusuz ki 13 yıl boyunca yakalanamayan (!), yakalandıktan sonra da 6 yıl boyunca yargılanması bitirilemeyen Karaciç’in  açıklamaları, bugün için en kötü ihtimal çerçevesinde değerlendirilebilir. Yani yeni bir parçalanma. Nitekim Boşnakların en büyük tedirginliği ülkelerini kaybetmek. Bu kadar uzun zamandır susmalarının nedeni de Dodik’e fırsat yaratmamak, Sırpların ayrılıkçı tavırlarını beslememekti.

En iyi ihtimal ise ülkeyi siyaseten kilitleyen Dayton Anlaşması’nın uluslararası bir konferansla ele alınıp, revize edilmesi olurdu herhalde. Ancak üçüncü bir entite olarak Hırvat entitesini konuşan AB yetkililerinin Dayton revizyonundan ne anladığının iyi tartılması da şart. Dodik’in acil Sırbistan ziyareti ve protestoların Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti’ne yayılmasından duyulan endişe de böylesi bir ihtimalle ilgili görülebilir. Ancak fakirlik seviyesinin daha düşük, işsizliğin daha yüksek olduğu Sırp entitesinde protestolara şu ana dek Sırpların katılmadığını da eklemek gerekir. Boşnakların bir tuzaktan bahsetmesinin nedenlerinden biri de budur zaten. Diğer taraftan olayların tüm ülkeye yayılması durumunda ancak Dayton’ın yeniden ele alınması ihtimalinin doğacağı göz ardı edilemez. Bunun için devreye birileri sokulur mu bilinmez ancak Dayton’un yeniden masaya yatırılmasının merkezi devleti güçlendiren bir sonuç çıkarmayacağını iddia edebiliriz. AB’nin Kosova ve Makedonya için yarattığı modellere bakarsak üç entiteli bir Bosna-Hersek daha gerçekçi bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Buna başkent Saraybosna’nın da hiçbir entiteye bağlı olmayan özel bölge olarak tasarlanması ihtimalini de eklemek gerekir.

İçerideki Aktörler

Göz altına alınanlar arasında Hırvat Željko Komşiç'in partisinde genç üyeler olduğuna dönük kimi açıklamalar, Sırp entitesinden geçen maskeli Sırp gençler iddiaları da dikkate alınmalı. Protestolara binlerce kişi katıldı ama kamu binası yakan eylemciler bir avuç genç diye tarif ediliyor. Etnik kökenleri polis raporlarıyla ortaya çıkacaktır ama kamu binalarına saldıranların daha çok 20 yaşlarındaki gençlerden oluştuğu kesin. Kosova’da olduğu gibi Bulgaristan ve Yunanistan’da da protestolarda bu yaş grubu daha ön plandaydı. İster provoke edildiklerini istersek de işsizlik ve yarınsızlığın en çok bu kesime eylem cesareti verdiğini söylemeyi tercih edelim, gerçek değişmiyor. Balkanlarda dış etkenleri bir tarafa bırakırsak en güçlü iç aktörler, kontrolü güç gençler. Savaş travmasının üst düzeyde yaşandığı, eğitimli gençlerin işsiz kaldığı bir ülkede uyuşturucunun sakız parası kadar ucuz olması da önemli bir sorun değil mi? Saraybosna Kantonu Polis Sözcüsü İrfan Neriç’in eylemler sırasında 12 kg uyuşturucu ve cephanelik ele geçirildiği açıklaması, bundan ne kadar bağımsız düşünülebilir?

Cumhurbaşkanlığı ve Kanton binalarının yakılması işinde, binalar alev alev yanana dek polisin müdahalesine izin vermediği için Güvenlik Müdürü Radonciç’in sorumluluğu gündemde. Erken seçimi zorlayarak Başbakan Bakir İzzetbegoviç’in koltuğunu hedeflediği söyleniyor ama şu anki durumda o hedefinden oldukça uzak çünkü Bakanlıktan istifası isteniyor. Zengin işadamı ve Dnevni Avaz’ın sahibi Fahrudin Radonciç, en önemli siyasi hatasını yapmış görünüyor. Artık Balkan Kasabı Slobodan Miloşeviç’e yakınlığı, Bosna Hersek düşmanlığı ve mafya bağlantıları ile bilinen Miroslav Miskoviç’le yaptığı işbirliği yanında bu olaylar da anılacaktır.

Sonuç olarak Balkanlar genel olarak dinginlikten uzak. Biriken hem enerji hem yorgunluk. Yorgunluk “Ne olacaksa olsun artık!” etkisi yaratıyor, bastırılan enerji ise bir yerde başlayan en ufak eylemi aniden çoğaltıyor. 2014 hem gerilimin az ya da çok boşalacağı bir yıl olacak hem de Kosova’da, Sırbistan’da ve Bosna Hersek’de erken seçimler nedeniyle gerilimi arttıran konular siyasilerce yeniden meydanlara taşınacak. Balkan ülkelerinin öyle ya da böyle, farklı sebeplerle ama aynı zamanlamayla erken seçime gidiyor olması zaten başlı başına enteresan değil mi? Nitekim Yunanistan ve Bulgaristan’daki Mayıs 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerini de erken parlamento seçimlerinin izlemesi yüksek ihtimal. Her gelişmede Almanya’nın parmağını aramak yanlış olabilir ama Sırbistan ve Kosova’daki erken seçim kararlarının Brüksel Anlaşması ile bağı açık.

Ertelenen ve sorunları zamana bırakılan, bulunan çözümlerin yapıcı belirsizlik karakterinin ise sorunları derinleştirdiği Balkanlar, daha derin ve acil ilgi bekliyor. Ekonomik krizin tüm dünyayı etkisi altına aldığı bir ortamda özel fonların oluşturulması belki zor ama oyalayıcı değil inandırıcı umut yaratmak güç olmasa gerek. Sırbistan’ı Balkan istikrarının anahtarı olarak görmek kısmen doğruysa da Bosna-Hersek’te barış sağlanmadan istikrar mümkün olmayacaktır. Türkiye de durup düşünmeli, romantizm üretmek yerine Bosna’da iş ve aş üretmek daha makbul olmayacak mıydı? Kalpten sevgi Boşnaklar için böylesi bir ortamda biraz manasız kalmıyor mu? Tam da şimdi orada olması gereken Türkiye’nin enerjisini kendi yerel seçimlerine, illegal kaydedilmiş ses kayıtlarına, paraleline, yolsuzluklarına, hukuk ayıplarına harcaması... Kötü bir zamanlama diyelim. Tabi tesadüfse…

 

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı