Bu sayfayı yazdır

Kıbrıs Akdeniz’in Norveç’i Olabilir mi?

Yazan  05 Mayıs 2014

Yaklaşık iki yıl aradan sonra Kıbrıs’ta sorunun çözümüne yönelik yeni bir sürece girildi ve liderler masaya yeniden oturdu. Aslında Kıbrıs meselesi 2004 yılında Annan Planı’nın Kıbrıs Türk toplumu tarafından reddedilmesinin ardından geçen sürede neredeyse donmuş durumdaydı. Bu durgunluğunun ardından 2008 yılında başlayan ekonomik kriz çözümün uluslararası arenada itici güçleri olan ABD ile Avrupa Birliği’ni önemli ölçüde etkilemiş ve daha çok iç sorunlarına odaklanmış olmaları nedeniyle Kıbrıs Sorunu uzunca bir süredir rafa kaldırılmıştı. Öte yandan sorunun doğrudan tarafları olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan 2008 yılından sonraki süreçte gerçek anlamda sonuç alıcı bir müzakereden kaçınmışlardır. Bu tutumun temel nedeni 2008 ekonomik krizinden ciddi anlamda etkilenmiş olmaları ve ekonomik/politik alanda güçlü olmadıkları bir dönemde müzakerelerden arzu ettikleri sonuçları alamayacakları endişesidir.  Bu yıllarda literatüre eklenerek sıkça kullanıldığına dair olunan “Kıbrıslı Çözüm” kavramı tarafların müzakere edermiş görüntüsünün arka planında bir çatışma ortamının oluşmaması için yaratılan ve şu anda hiç kimsenin sözünü etmediği içi doldurulamamış yapay bir kavrama dönüşmüştür.

ABD, BM ve AB öncülüğünde başlayan yeni sürecin Türkiye için zorlu geçen bir senenin ardından gündeme gelmiş olması ise dikkat edilmesi gereken bir husustur. Yeni başlayan süreç Türkiye’nin dış politika alanında Orta Doğu ve özellikle Suriye’de uyguladığı ve amaçlarına ulaştığı sorgulanır bir sürecin ardından gelmiştir. Türkiye açısından 2013 Haziranında Gezi olaylarıyla başlayan ve günümüz yaşanmakta olan Cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş siyasi krizle birlikte giderek artan Batı dünyasındaki imaj erozyonu da müzakerelerin canlanması açısından önemle değerlendirilmesi gereken bir konu kimliğindedir. Türkiye’nin Batı sisteminden uzaklaştığı tartışmalarının ve yönetimin giderek otoriterleştiği eleştirilerinin yaşandığı bu dönemde Kıbrıs’ta çözüm sürecine verilen destek, Türkiye’nin Batı dünyasında bozulan imajının onarılabilmesi açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Bu argümanların ardından hatırlamakta yarar vardır ki politik anlamda güçlü olunmayan zamanlarda yapılacak müzakerelerde arzu edilen sonuçların elde edilemeyeceği gerçeği Türkiye için de geçerlidir. Nitekim Türkiye’nin 2014 yılı başında uluslararası sistem açısından konumu geçmiş yıllardaki kadar sağlam ve güvenilir değildir.

Kuşkusuz müzakerelerin yeniden başlamasını etkileyen en önemli meselelerden biri Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni enerji kaynaklarıdır. Hemen belirtmek gerekir ki sözü edilen kaynaklar Rum kesiminin dillendirdiği ölçekte değildir. İddia edildiği ölçeklerde olmayan kaynaklar, bölgedeki siyasi dengeleri değiştirecek şekilde GKRY tarafından ustalıkla fonksiyonelleştirilmiştir. Bu nedenle bulunan doğal gaz miktarının adada yaşayan Rum ve Türk toplumlarını Akdeniz’in Norveçlileri yapacağı beklentisi Batı’da dillendirilen fakat gerçekliliği ve tutarlılığı olmayan yanlış bir beklentidir. Bu gerçeklikle paralel olarak Türkiye-İsrail ilişkilerinin krize girdiği bir dönemde Doğu Akdeniz’de yeni bölgesel ittifaklar ortaya çıkmıştır. İsrail’in son iki yılda GKRY ve Yunanistan’la geliştirdiği ilişkiler Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de kaçınılmaz olarak içinde yer alacağı gerginlik potansiyeli oluşturan bir durumdur ve Levant havzasındaki doğalgazın Avrupa’ya taşınmasında engel teşkil edebilecektir.  Bu doğrultuda meselenin AB tarafına değinmekte yarar vardır.

AB’nin Kıbrıs’ta yeni başlayan süreçten beklentisinin ilk ayağı ekonomik krizin ciddi anlamda etkilediği Rum ekonomisine bölgede keşfedilen enerji kaynakları sayesinde bir nebze de olsa nefes aldıracak potansiyeli kullanmaktır. İkinci ayağı ise Avrupa’nın giderek Rusya’nın tekeline girdiği enerji tedariki hususunda AB’ye bir çeşitlilik kazandırabilmektir.  Brüksel’den bakınca Kıbrıs meselesinin çözülmesiyle birlikte Türkiye-AB ilişkilerinin ilerleyememesinin önündeki en büyük engel olan sorun ortadan kalkacak, katılım müzakereleri daha olumlu bir ivme kazanabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin hem demokratikleşme anlamında yaşadığı siyasi sıkıntıların aşılması hem de Batı sisteminden uzaklaşmasının önlenmesi AB açısından önem arz etmektedir. Türkiye-AB ilişkilerinde ilerleme ve Kıbrıs meselesinin çözümü NATO-AB kurumsal işbirliğinin önündeki en önemli sorun olan AB üyesi GKRY ile NATO üyesi Türkiye’nin mevcut pozisyonlarının değişim gösterebilmesini sağlayacak potansiyele sahiptir.

Ada’da yeni başlayan sürece ivme kazandıran bir diğer durum ise GKRY’nin AB üyeliği sayesinde ekonomik alanda sağlayacağı refahın sürekliliği algısının yıkılmış olmasıdır. Bu hatalı algı ya da yanılsama Annan Planı’nın Kıbrıs Rum toplumu tarafından reddedilmesinin gerekçelerinden önemli bir tanesidir ve 2008 ekonomik krizi bu yanılsamanın en büyük ispatı olmuştur.  Bu algının bir benzeri şu an Kıbrıs Türk toplumunda yaşanmakta, çözüm sağlanıp AB üyesi olunduğunda bütün sorunlar sihirli bir değneğin dokunması ile ortadan kalkacakmış gibi düşünülmektedir. Ancak bu durumda öncelikle Kuzey Kıbrıs’ın içinde bulunduğu yapısal sorunların çözümü gerekecektir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti AB müktesebatını uygulama noktasında hiç hazır görünmemekte  ve müktesebatın AB’ye tam uyumlu hale getirilmesi sancılı, zaman gerektirecek bir süreç olmanın yanı sıra ağır maliyetli bir süreç olacağı öngörüsünde bulunmak mümkündür. Kıbrıs Türk toplumunun yıllardır edindiği alışkanlıklar bu maliyetin ödenmesinde ciddi sorunlar ve sıkıntılar yaşanacağını akla getirmektedir.

ABD yeni sürecin başlamasında tam merkezde rol oynamaktadır. ABD’nin devreye girmesiyle taraflar ortak açıklamanın yapılmasına ikna olmuşlardır. ABD’nin Kıbrıs meselesine önceki rolleriyle kıyaslanmayacak şekilde aktif olarak yaklaşmasının nedenlerinden ilki kuşkusuz Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji yataklarıdır. Enerji lobilerinin siyaseti en fazla etkilediği ABD, bölgedeki enerji kaynaklarının piyasaya aktarımı konusunda kendi şirketlerinin başrolde olmasını istemektedir. Zaten şu anda Teksas merkezli Amerikan Enerji şirketi Noble Doğu Akdeniz’de hem GKRY hem de İsrail münhasır ekonomik bölgesindeki en aktif roldeki enerji şirketidir. ABD bölgedeki kaynakların kullanımı ve dünya piyasalarına ulaşımı konusunda en az maliyetli alternatifin İsrail-Kıbrıs Adası-Türkiye hattı üzerinden olacağı gerçeğiyle Doğu Akdeniz’de bir istikrar ortamı geliştirmek, enerji güvenliğini olumsuz yönde etkileyecek çatışmaların yaşanmasının önüne geçebilmek adına bu defa çok daha aktif bir Kıbrıs siyaseti yürütmektedir. Bu noktada İsrail’in Mavi Marmara olayı nedeniyle Türkiye’den özür dilemesinin bizzat Başkan Obama’nın yürüttüğü sürecin sonunda gerçekleştiğini anımsamakta yarar vardır.

Kıbrıs Adası’nın her iki toplumunda estirilen kalıcı çözümün bu sefer kesin şekilde sağlanacağı algısına kapılmamak ve çözümün sağlanamaması olasılığını dikkate alan alternatif siyasi adımlar mutlaka değerlendirilmelidir. Ayrıca süreci sadece ABD’nin inisiyatifine bırakmaktan ziyade BM ve AB’nin de katkı sunduğu bir süreç haline getirmek Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu açısında daha isabetli adımların atılmasını sağlayacaktır. Doğu Akdeniz’de bulunan yeni enerji kaynaklarıyla ABD öncülüğünde başlatılan kazan-kazan şekilde sonuçlanması amaçlanan süreç, GKRY’nin önceki süreçlerde Ada’nın tek ve meşru temsilcisi gibi yürüttükleri siyaset anlayışının tekrarlanması halinde arzu edilen sonuçları doğurmayacaktır. Kısaca yeni başlayan süreç doğrudan ve dolaylı aktör ve çok taraflı katılımcıları olan, önemli fırsatları içinde barındırmakla beraber Kıbrıs Türk toplumu için kolay geçmeyecek ve maliyetleri yüksek olacak bir dönemi işaret etmektedir.

 

 

Erhan Ayaz

Temmuz 1984’te Hatay-Antakya’da doğdu. Babası doktor, annesi ise ev hanımıydı. İlkokulu Muğla’nın Milas ilçesinde tamamladı. Orta okul hayatına İzmir Özel Türk Koleji’nde başlayıp, Milas Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Lise eğitimine ise Özel Bodrum Marmara Koleji’nde devam etti. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Uluslararası ilişkiler bölümünü tamamladıktan sonra, Yakın Doğu ÜniversitesiAvrupa Çalışmaları bölümünde Yüksek lisans eğitimini bitirdi. Öğretim Görevlisi Erhan Ayaz Yakın Doğu Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir.

Erhan Ayaz, akademik kariyerine ise Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde Araştırma Görevlisi olarak 2009 yılında başlamıştır. Halen aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak görevini sürdürmektedir. Aynı zamanda Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde kurulan araştırma ve düşünce merkezi  olan  Yakın Doğu Enstitüsü’nün Müdür Yardımcılığı görevine devam etmektedir. Erhan Ayaz’ın çalışma alanları Avrupa Birliği komşuluk ve doğu akdeniz politikaları, Arap-İsrail İlişkileri ve Türk dış politikasıdır. Erhan Ayaz’ın çeşitli akademik dergilerde yayınlanmış makalelerine ek olarak Almanya’da basılmış Türkçesi “AB’nin Orta Doğu Barış Sürecindeki Rolü: Ödeyiciden Oyuncuya” adlı kitabı bulunmaktadır.