Bu sayfayı yazdır

Türk Devletleri Teşkilatı, KKTC’ni De Facto Tanınmıştır

Yazan  16 Kasım 2022

Sovyet sonrası oluşturulan Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesi’nden Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) haline gelen örgütün 11 Kasım Semerkant Zirvesi’ne KKTC, gözlemci üye olarak davet edilmiştir.

Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, TDT’nın üyeleri olup Türkmenistan ve Macaristan gözlemci üye statüsündedirler. Son zirve ile KKTC de gözlemci üye olarak kabul edilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı ve Dışişleri bakanı bu gelişmeyi haklı olarak tarihi bir gün olarak kabul etmişlerdir. AB yetkililerinin âdetâ çılgına dönemsi dahi bu kararın önemini vurgulamaktadır. Çünkü bu kararla KKTC, Türkiye dışındaki üyeler tarafından de facto (fiili) olarak tanınmış demektir.

1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra, Rumlarla federasyon zemininde ortak devlet kurmak maksadıyla 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştu. Rumların, Türk toplumunun egemenlik hakkını tanımama, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek başına sahiplenme inadı üzerine 1983’de KKTC kurulmuş, ancak bugüne kadar sadece Türkiye tarafından tanımıştır. Halen Türkiye dışından KKTC uçuşları bulunmamakta,  Kıbrıslı Türkler yurt dışı seyehatlerinde TC veya GKRY pasaportu kullanabilmektedirler.

Rumların, adadaki Türk varlığını yok etme, Rumlaştırma politikalarını Türk kesiminin bir bölümü makul karşılamış veya unutmuşlardır. Kıbrıs’ta nüfus dengesinin Rumlar lehine değişmesinde Lozan sonrasında Türkiye’nin vahim hataları olmuştur. Mesela mübadelede Türkiye’deki bazı Rumların adaya göçüne destek verilirken oradaki Türklerin Türkiye’ye gelmesi teşvik edilmiştir. İngilizlerin de desteği ile adada nüfus için olduğu gibi ekonomik bakımdan da Rumlar üstün hale gelmiştir.

Geçen süre zarfında Kıbrıs Rum varlığı, kilise merkezli örgütlenip eğitilirken Türklere dayatılan laiklik, dinlerini unutmalarına, hatta bazılarının İslam düşmanı olmalarına yol açmıştır. Günümüzde adadaki nüfusun önemli bir kısmı Rum kesimi pasaportunu tercih etmekte, çocuklarını ilkokulda Rum okullarına göndermekte, Rum isimleri verilmekte, Ortadoksluğa geçebilmektedir. Bu süreçte Tevhid-i Tedrisat Kanunu benzeri düzenlemelerle İslam’ı öğrenme yasaklanırken, bir kesim tarafından Ortodoksluk müsamaha, hatta hayranlıkla karşılanmaktadır. Dolayısıyla adadaki İslam karşıtlığı veya cahilliği, aynı zamanda anti-Türkizm olarak tecelli etmektedir.

19. Yüzyıl Siyonist stratejilerinin önemli temellerinden olan anti-Türkizm, bugün bütün Türkistan ve Kafkasya coğrafyasında olduğu gibi Osmanlı bakiyesinde, dolayısıyla Kıbrıs’ta da çağın gereği gibi bir uygulama haline gelmiştir. Anti-Türkist uygulamaların Avrupa, Afrika, Hint coğrafyasında dahi büyük bir tatbikat sahası bulunmasından daha vahimi ise küresel çaptaki bu ırkçı, faşist uygulamaların Türk ve İslam dünyası tarafından görmezden gelinmesidir. Bütün bu coğrafada Türklerin ekonomik, siyasi ve kültürel haklarını yok saymak, birçok ülkede asimilasyona tabi tutmak sanki çağın gereklerinden kabul edilmiştir. Buna karşı hak arama girişimlerinin ırkçı, faşist, Pan-Türkist, bölücü olarak suçlanmasını, birçok Türk akademisyen de benimseyebilmektedir. Mesela Doğu Türkistan’daki baskı ve zulüm Türkiye’dekilerin önemli bir kısmı dahil Türk ve İslam dünyası tarafından normal karşılanmaktadır. Benzer durum Batı Trakya’daki veya İran’daki Türklere uygulanan baskılar için de sözkonusudur.

20 Yüzyıl anti-Türkist stratejilerinin başında Türkiye ile Türk dünyası arasına duvar örmek bulunmaktadır. Kafkasya’da Ermenistanlaştırma politikası bu stratejinin en önemli ayaklarındandır. II. Karabağ Savaşında Türkiye’nin de desteği ile kazanılan zaferde, bu strateji büyük darbe yemiştir. Bu gerçekten hareketle Semerkant Zirvesi ertesinde Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyan ilk devletlerden olması beklenmektedir. İran, Irak ve Suriye Türklerini yok sayma, asimile etme stratejileri devam etmektedir. Sovyet döneminde Türk kimliğini yok ederek boyları milletleştirme projesinde önemli başarılar elde edilmesine karşın SSCB’nin dağılması ile bu strateji de çökmüştür. Mesela Kazakistan’daki Jeltoksan ayaklanması bu çöküşte önemli bir aşamadır. Buna karşın Türk devletlerinin, kadim Türk yurdu Doğu Türkistan’daki soykırım ve asimilasyon konusunda üç maymunları oynaması, kendi gelecekleri ve varlıkları açısından büyük tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü Çin, batı Türkistan’ı da kendilerine ait, kimse ile paylaşılmaması gereken bir pasta olarak görmektedir.

Azerbaycan ile birlikte eski Sovyet cumhuriyetlerinin KKTC konusunda mesafeli politikalarının arkasında Rusya endişesi bulunmaktaydı. Konunun batı ve İsrail boyutu da vardır. Rusya’nın Ortodoks Yunanistan ve Kıbrıs Rumları ile Ortodoksluk temelli kültürel, ekonomik ve stratejik ilişkileri son derece ileriydi. Ukrayna Savaşı sürecinde AB yaptırımları ile bu ilişkiler çökmüştür. Çünkü AB üyesi Yunanistan ve GKRY, Rusya’ya karşı ambargolara katılmak zorunda kalmışlardır. KKTC bu süreçte Rusya açısından önemli bir alternatif olarak gündeme gelmiştir. Başta Azerbaycan olmak üzere TDT üyeleri bu altın fırsatı en verimli bir şekilde kullanmalıdır. Esasen KKTC’nin TDT’na oy birliği ile gözlemci olarak kabulü, üye devletlerin facto tanımaları anlamına gelmektedir.

Belirtmek gerekir ki bu kabulde hiçbir şerh konulmamıştır. Mesela 2004’de AB ile müzakere sözleşmesinde GKRY’nin üyeliği de yer almakta, bunu imzalayan Türkiye’nin aslında GKRY’ni tanıdığı iddia edilmekteydi. Türkiye’nin GKRY’ni tanımadığı şerhi tartışmalı olup üyelik müzakerelerinde GKRY de karşımızda bulunmaktadır. Buna karşın TDT üyelerinin oybirliği ile KKTC’yi gözlemci üye olarak kabulünden sonra mesela havayolu seferlerinin açılması planlanabilir. De facto tanımanın de jure (hukuki) hale gelmesinde bugünkünden daha uygun bir ortam bulunamaz.

TDT üye devletlerinin tanımasıyla birlikte diğer dost ve tarafsız ülkelerin tanıması için Türkiye ve KKTC’nin diplomatik taarruza geçmesi beklenmektedir. TDT’nın kararı üzerine AB’den çatlak sesler ile Rum lobisinin muhtemel tehdit ve yaptırımlarına karşı Türkiye’nin karşı tehdit ve yaptırımlarını gündeme getirmesi gerekmektedir. Aynı ırktan gelip aynı inancı paylaşmasına rağmen birlikte yaşamak istemeyen Çekler ve Slovaklar bir günde ayrı devletler haline gelebilmiştir. Kıbrıs Türklerini, soykırımdan başka alternatif sunmayan Rumların insafına bırakan uluslararası sistem dengelerinin bugün sunduğu fırsatı kesinlikle kaçırmamak gerek!

***

Tam da bu aşamada gerçekleşen Taksim saldırısı ile KKTC karşıtı bir mesaj mı verildiği sorusunu not edelim. Çünkü ABD-Yunanistan-PKK bağlantıları bu süreçte son derece önemlidir. Eğer bu gibi mesajlar, haklı davadan geri adım atmaya yol açarsa sonuçta herşeyi kaybetmek bulunmaktadır. Adalar işgal edilirken, silahlandırılırken, Türklere karşı asimilasyon ve soykırım politikaları uygulanırken gerekeni yapmamak ve sessizce geçiştirmek, Türklere ve Müslümanlara karşı saldırganlığı yok etmez, güçlendirir, yeni saldırı, işgal ve asimilasyon programları konusunda cesaret verir.

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

twitter.com/alaeddinyalcink               

 

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar