< < Omnibalancing Teorisi ve Türkiye-Özbekistan İlişkileri
 Bu sayfayı yazdır

Omnibalancing Teorisi ve Türkiye-Özbekistan İlişkileri

Yazan  09 Ağustos 2016

Realizm'in en fazla bilinen yaklaşımlarından birisi şüphesiz güç dengesidir. Güç dengesi teorisine göre devletler, kendilerine karşı olan tehdidi dengeleyerek yaşamlarını sürdürme arayışı içerisine girerler. Bu durum içerisinde de devletler ittifak kurma davranışı sergilerler. İttifaklar, ortak tehditle karşı karşıya kalan devletler tarafından tehdit bertaraf edilinceye kadar kurulan güvenlik yapılarıdır.

Steven David ise 1991 yılında yazdığı makalesinde[1] güç dengesinin ve bu doğrultuda gelişen ittifak kurma sürecinin Üçüncü Dünya Ülkeleri'ni (ÜDÜ)[2] açıklamakta yetersiz olduğunu belirterek "omnibalancing" teorisini oluşturmuştur.

Omnibalancing Teorisi ve Özbekistan

S. David makalesinde, güç dengesi teorisinin Avrupalı ülkelerin tecrübelerinin gözlemlenmesiyle oluşturulduğunu bu nedenle ÜDÜ için geçerli ve verimli olmayacağı görüşünü ortaya atmıştır. Bunun temel sebebi ise güç dengesinin sadece dış tehdide odaklanmasıdır. Uluslararası sistemde mutlak bir hegemon yoktur, bu yokluk anarşiye sebebiyet vermektedir. Tehdidin bertaraf edilmesi için ise benzer tehdit altındaki devletler ittifak oluşturarak tehdidi dengelerler. Ancak iç politikada devletin mutlak egemenliği olduğu için anarşi de söz konusu değildir. Üçüncü Dünya dışındaki ülkelerde iç düzen, fikir birliği, bütünleşik toplum gibi unsurlar tesis edilirken merkezi hükümete meydan okuyacak bir alternatif hareketi veya ihtiyacı bulunmamaktadır. Omnibalancing teorisine göre ise ÜDÜ için sadece dış değil iç tehdit de ittifak kurma süreçlerinde belirleyici bir faktördür.

Omnibalancing teorisi iç tehdidi devreye sokarak uluslararası siyasetin yegane unsuru olan devlete bir de devlete liderlik eden kişiyi ya da grubu eklemektedir. Çünkü iç tehdidin ittifaklaşma sürecine dahil edilme sebebi devlet liderinin iktidarda kalma uğraşıdır. David'e göre ÜDÜ içerisindeki güç mücadelelerinde ittifak kurulması sürecinde devlet çıkarlarından önce liderliğin çıkarları gelmektedir. Diğer bir ifadeyle liderlik kendi çıkarlarını devletin çıkarlarının önünde varsayabilmektedir.

Güç dengesi teorisinde yer alan devlet, kendi kaderini yükselen güce teslim etmemek, çıkarlarını korumak diğer bir ifadeyle hayatta kalmak (survival) için benzer amaçlara sahip olan devletle ittifak kurar ancak ÜDÜ için hayatta kalma ve çıkarlarını koruma hedefinin yanında liderliğin iktidarını sürdürmesi ve buna katkı sağlayacak ülkenin arayışı vardır. Bu durum liderliğin çıkarlarının devlet çıkarlarının önüne geçebileceği anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de ÜDÜ karşılaştıkları tehditleri birincil ve ikincil olarak sınıflandırabilirler. Birincil ve en önce karşı konulması gereken tehdit iç, ikincil olan ise dıştır. Ortaya çıkan bu durumu S. David, ÜDÜ liderlerinin rasyonel hesap (rational calculation) davranışı olarak ifade etmektedir. Omnibalancing teorisi, ÜDÜ liderlerinin kendilerinin iktidarda kalmasına yardımcı olacak ve iç tehdide karşı destek alabileceği güçlerle ittifak kurmaya eğilimli olduklarını iddia etmektedir. Bu durum içerideki birincil düşmana karşı dışarıdaki ikincil düşmanla ittifak kurulabileceği anlamına gelmektedir. Çünkü ÜDÜ içerisinde liderin öncelikli hedef iktidarda kalmaktır.

Dış tehdidi dengelemek yerine yakınlaşma arayışını girmek ise peşine takılmacı (bandwagoning) dengelemenin ÜDÜ için olası olduğunu göstermektedir. Çünkü peşine takılmacı dengeleme sayesinde ÜDÜ lideri iktidarda kalmaya devam edebilir ve yükselen tehditten avanta sağlayabilir. Bu durum ÜDÜ için hayati bir anlam taşımaktadır. Ancak liderliğin bu denli iktidarda kalmaya odaklanması, devlet çıkarları pahasına kendi çıkarları peşinde koşabilecekleri tehlikesini de beraberinde getirmektedir. S. David bu durumu makalesinde güç dengesi ve omnibalancing perspektifleriyle liderler tarafından sorulacak sorularla anlaşılır bir biçimde ifade etmiştir. Güç dengesi teorisine göre lider, "Bu politika devletin gücünü nasıl etkiler?" sorusunu sorarken, omnibalancing teorisine göre ise "Bu politika iktidarda kalma olasılığımı nasıl etkiler?" sorusunu sorar. Yine aynı şekilde, güç dengesi teorisine göre soru "Hangi dış güç büyük ihtimalle devletimi diğer devletlerden gelecek tehditlere karşı koruyabilir?" şeklindeyken, omnibalancing teorisine göre "Hangi dış güç büyük ihtimalle beni iç ve dış tehditlerden koruyabilir?" biçimdedir. Bu durum güç dengesini takip eden devletlerle ÜDÜ arasında bariz bir uluslararası siyaset algı farkı olduğunu göstermektedir. Benzer soruları ÜDÜ içerisindeki muhalif yapılar da "Hangi dış güç bizi iktidara getirebilir?" şeklinde sormaktadır. Bu nedenle ulusal politikalar hem iktidar hem de karşıtları için ikinci plandadır.

ÜDÜ liderlerinin, diğer devlet liderlerine göre bu denli iktidarlarına bağlı olmalarının en önemli sebebi ise meşruiyet sorununun olması ve ülkede demokratik kültürün zayıflığına bağlı olarak iktidar ile muhalefet arasında çatışmanın canlı olmasıdır. Çatışmayı canlı tutan unsur ise fikir uyuşmazlığı değil sürekli baskıdır. ÜDÜ olmayan bir devletin başkanı demokrasinin ve çoğulculuğun siyasal kültürde yer etmesinden ötürü muhalefetle diyalog içerisinde olabilirken ÜDÜ liderleri muhalif yapıları ortadan kaldırmayı hedefleyebilmektedir. Bu hedef yerine getirilemeyeceği için muhalifler aşırılaşabilmektedir. Bu nedenle ÜDÜ liderleri, sadece siyasal değil fiziksel olarak da hayatta kalma amacına sahiptirler. David, ÜDÜ arasında tespit ettiği bir benzerlik ise neredeyse tümünün büyük güçler tarafından yüzyıllar boyunca sömürülmüş ve yine büyük güçlerin eliyle oluşturulmuş köksüz ve yapay devletler olmasıdır. Yapıları ve sınırları yapay olay bu devletler için, yüzyıllardır var olan devletlerin gözlemlenmesiyle oluşturulan güç dengesi teorisi yetersiz kalmaktadır.

S. David makalesinde ortaya koyduğu omnibalancing teorisinin güç dengesini eleştirel bir yönü olsa da realizmin temel argümanları diyebileceğimiz; güç, çıkar, rasyonalite, uluslararası sistem, anarşi ve tüm bunların temellendiği insan doğası yaklaşımlarını kabul etmektedir. Bu nedenle teorisinin realizme iç tehdidi göz önünde tutan bir katkı olduğunu belirtmektedir.

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından oluşan Üçüncü Dünya kavramı, Soğuk Savaş sürecindeki Bağlantısızlar Hareketi ile eş anlamlı kullanılırken Özbekistan bu dönemlerde bağımsız bir devlet değildi. SSCB'nin dağılmasının ardından bağımsız kalan Özbekistan, gerek Bağlantısızlar Hareketi'ne üyeliği gerekse de yapay sınırlarıyla omnibalancing teorisinin işlendiği bu makaleye uyumlu bir devlettir. Özbekistan coğrafyası uzun süre Moskova idaresi altında bulunmuştur. Bu nedenle klasik sömürgecilik veya kolonizasyon ilişkileri içerisinde Hindistan-İngiltere, Senegal-Fransa ilişkilerine benzer bir hali vardır ve diğer ÜDÜ gibi bağımsızlık için yayılmacı gücün toprakları terk etmesi beklenmiştir. Diğer yandan yapay bir devlet diyebileceğimiz Özbekistan'ın sınırları bu durumu açıkça ifade etmektedir. Özellikle gelişigüzel çizilmiş Fergana Vadisi bölge ülkeleri için pek çok sorunu canlı tutmaktadır. Özbekistan'ı makalede konu edilen ÜDÜ içerisinde ve oluşturulan teoriye uygun kılan en ciddi unsur ise ülkedeki muhalif unsurlardır. Mevcut Taşkent yönetimine karşı gelişen muhalefet büyük bir baskı görmüştür.

Özbekistan'da Muhalefet ve Türkiye İlişkileri

Özbekistan gerek konumuyla gerek bölgedeki nüfusuyla Orta Asya siyasetinin en önemli ülkelerinden birisidir. Özbekistan ile ilişki kurulmaksızın Orta Asya'da var olmaya çalışmak oldukça güçtür. Bölgesel etkinliği belirgin olan Özbekistan, bu özellikleri sebebiyle her bölge dışı ülkenin işbirliği için kapısını çaldığı bir ülkedir.

Bağımsız Özbekistan'ın ilk devlet başkanı olan İslam Kerimov, iktidar gücünü elinde bulundurmaya devam etmektedir. Kerimov yönetiminin iktidarını sürdürürken uyguladığı politikalar ise demir yumruk olarak nitelendirilmektedir. Demokrasi, sivil toplum, özgürlükler gibi indekslerde Özbekistan alt sıralarda yer almaktadır. Bunun başlıca nedeni ise ülkede kurumsallaşan otoriteryanizmdir. Otoriteryan yönetim, muhalefet yapılarına hiç imkan sağlamamaktadır. Ülkede muhalefet görüntüsü verme amacıyla kurulmuş olan siyasi partilerin hepsi ise liderliğin tavsiyesi üzerine kurulmuştur.[3] Muhalefete uygulanan bu baskının temel sebebi ise iktidara alternatifin oluşması, diğer bir deyişle İslam Kerimov'un iktidarının sona ermesi olasılığıdır. Steven David'in teorisinde ortaya koyduğu en önemli ayırt nokta ise ÜDÜ liderleri için hayati olanın iktidarda kalmak olduğudur. Bu durum Özbekistan ve iktidarı için de geçerlidir.

Özbekistan'da muhalefete yapılan baskı, muhalif liderlerin ülkeyi terk etmesine sebebiyet vermiştir. Birlik Partisi lideri Abdürrahim Polat ve Erk Partisi lideri Muhammet Salih 1992-93 yıllarında Özbekistan'dan ayrılarak Türkiye'ye gelmiştir.[4] Muhalif liderlerin Türkiye'de bulunması Taşkent'i rahatsız etmiştir. Muhalefet hareketini Türkiye'den yürüten isimler için Özbekistan yönetimi, Türkiye'de eğitim alan Özbekistan vatandaşı öğrenciler üzerinde rejime aleyhtar propaganda yapıldığı iddiasını gündeme taşımıştır.[5] Bu süreç Türkiye-Özbekistan ilişkileri için olumsuz sonuçlar vermiştir. Milliyetçi liderlere yapılan baskı sonrasında rahatlayan iktidar daha sonra İslamcı muhalefeti hedef almıştır. İslamcı yapıların özellikle Afganistan'la temas kurmaları ve terör eylemleri yapabilir hale gelmesi Özbekistan için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Fergana Vadisi'nde yapılanan küçük örgütlenmeler halen Özbekistan ve diğer bölge ülkeleri için büyük sorundur. Bu konudaki en önemli hadise ise Mayıs 2005'te yaşanan Andican Olayları'dır. Olaylar, Mayıs ayında Ekremiye[6] adlı örgüte üye olmaları iddiasıyla 23 Andicanlı iş adamının yargılanması ve yargılamanın tutuklanmayla sonuçlanmasıyla başlamıştır. "Adalet" ve "özgürlük" sloganlarıyla cezaevine yapılan baskınla protestocular, mahkumları serbest bırakmış ve Kerimov'un istifasını istemiştir. İslami eğilimlerin üzerine giden iktidarın karşılaştığı protesto karşısında yaptığı silahlı müdahale sonucunda ise yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır. Büyük yankı uyandıran bu hadise özellikle Batı'dan büyük tepki almıştır.

Bağımsızlığın ilk yıllarında milliyetçi muhalefeti bastıran Kerimov, aynı başarıyı 90'lı yılların sonunda 2000'li yılların başında İslami muhalif hareket üzerinde de göstermiştir. Andican olaylarının Türkiye ilişkileri açısından önemli noktası ise Dünya'dan gelen tepkilere Türkiye'nin katılması ve Taşkent yönetiminin diğer iddialarıdır. Bu iddiaların başında Türkiye'nin Özbekistan'daki hükümet karşıtı eylemlere katkı sağladığı gelmektedir. Ayrıca 1999 yılında Özbekistan İslam Hareketi (ÖİH) tarafından İslam Kerimov'a yapılan suikast girişimiyle ilgili olarak da Türk vatandaşlarının bu saldırıda yer aldığı da Özbekistan-Türkiye ilişkilerini etkileyen diğer bir önemli yaklaşımdır. Erbakan Hükümeti dönemi, bu iddiaların arttığı ve ilişkilerin kırılmalar yaşadığı sürecin başını çekmektedir. 2000'li yıllardan itibaren Kerimov yönetimi kendisi için tehdit olan hem Pan-Türkçülüğün hem de İslamcılığın, Özbek öğrencilere aşılandığı gerekçesiyle Türkiye yasağı getirilmiştir. Özbekistan nezdinde muhalif isimlerin halen Türkiye tarafından korunduğu düşüncesi hakimdir.

Türkiye-Özbekistan İlişkilerinde Gerekli Adımlar

Omnibalancing teorisi perspektifinden yukarıda kısaca değinilen Türkiye-Özbekistan ilişkilerindeki önemli kırılmalar incelendiğinde, tipik ÜDÜ liderlerinin ittifak kurmada iktidarlarını ön plana koyarak politika takip ettiği görülmektedir. Aynı süreçler dahilinde Kerimov yönetimi, bölgenin büyük gücü olan Rusya'nın yayılmacılık potansiyeli taşıdığı gerekçesiyle ilişkilerini belirli bir sınırda tutmuştur. Rusya'yı dengeleme adına ABD ile işbirliği süreci de yine Andican olayları ve benzetildiği Renkli Devrimler sebebiyle son bulmuştur. Özbekistan'ın kırılma yaşamadan düzenli yürüttüğü ilişki ise Çin ile kurduğu ilişkilerdir çünkü Kerimov yönetimi, Pekin'in kendi iktidarına karşı bir girişimde bulunmayacağını ve muhalifleri barındırmayacağını bilmektedir. Ancak Batı'nın demokratikleşme vb. sivil toplum girişimleri Kerimov yönetimi için darbe niteliğindedir.

Kendi iktidarının güvenliğini devletin temel çıkarı olarak siyaset geliştiren ÜDÜ liderleri için başka bir devletle ittifak kurmanın temel gerekçesi liderin iktidarının devam etmesidir. Bu doğrultuda Orta Asya'daki varlığını arttırma niyetindeki Türkiye'nin de mevcut liderlerle uyumlu siyaset yürütmesi gerekmektedir. Bu durumun ilk adımı ise Orta Asya iktidarlarının rahatsız olduğu muhalif hareketlere Türkiye'nin destek vermeyeceğinin garanti edilmesidir. Özbekistan'ın bölgede tehdit olarak algılayarak dengeleme ihtiyacı hissedebileceği ilk ülke Rusya'dır. Ancak Rusya'nın gerek yayılmacı bir söylem geliştirmemesi gerekse de Kerimov iktidarıyla uyumlu politikalar takip ederek İslamcı muhalif kesime ortak baskı uygulanması Rus-Özbek ilişkilerinde iyileşme periyodunu başlatmıştır. Türkiye'nin ise Avrupa, Rusya ve Ortadoğu arasında sıkışan dış politikası için yeni etkinlik sahası olarak Orta Asya her zaman önemli bir potansiyeldir. Ancak bölgeye yaklaşım biçimi yüksek profille şekillendirici değil sadece ortaklık zemininde olmalıdır.

Orta Asya'nın diğer ülkeleri gibi Özbekistan da, Türkiye'den gelebilecek ideolojik çıkışlara temkinli yaklaşmaktadır. Pan-Türkçü bir söylem yayılmacılık ve egemenliğe müdahale gibi algılanabilecekken İslami bir dilin geliştirilmesi terör ve teröre destek çağrışımlarına sebep olmaktadır. Zira bir ittifak kurulması için ideoloji gerekli bir husus değildir. Hans Morgenthau, ideolojik bir ittifakı doğmadan ölmüş olarak nitelerken, bu düşüncesini izlenecek politikaların ve girişilecek eylemlerin belirsizliği ve ortada siyasal bir dayanışma olmadığı halde varmış gibi gösteren yanılgılara yol açması sebebiyle temellendirir.[7] Diğer bir ifadeyle ideoloji üzerinde konuşmak Orta Asya devletleri liderlerini tedirgin ederek yakınlaşma ihtimalini azalttığı gibi çabaları da boşa çıkartmaktadır. Örnek olarak Türk Konseyi, Türk devletlerinin kurduğu en önemli örgüt olarak karşımıza çıkarken Özbekistan, katılım göstermemektedir. Özbekistan'ın katılım göstermemesi Türk Dünyası düşüncesine mesafeli yaklaştığı gibi Türk Konseyi'nin de yeterince etkili olmadığını göstermektedir. Çünkü Türk Konseyi üzerinden aranan işbirliği ortamı Morgenthau'nun belirttiği gibi ideoloji içermesi sebebiyle politikaları muğlak bir hale sokmakta böylece üye devletlerin ne amaçladıkları tam anlamıyla anlaşılamamaktadır. Özbekistan'ın, Türk Konseyi konusundaki tavrı ise yine ilişkilerin hangi yöntemlerle izlenmesi gerektiğini göstermektedir.

Türkiye İçin Değerlendirme

Omnibalancing teorisi, Türk dış politikası için önemli noktalar içermektedir. Türk dış politikasının son dönemde Ortadoğu'yu temel alındığı görülmektedir. ÜDÜ olan Ortadoğu ülkeleri içerisinde ideolojik yakınlaşmalar kurmak sonuç vermediği gibi tıkanıklıklara sebebiyet vermektedir. Ortadoğu'nun çok parçalı yapısı içerisinde en genel politika takibi omnibalancing teorisinin ortaya koyduğu gibi liderlerin iktidar güvenliğine meydan okumamaktır. Ancak mezhepsel veya etnik diyebileceğimiz politikaların takip edilmesi gri olunması gereken dış politikada Türkiye'yi bazı ülkeler için siyah bazı ülkeler için kısmen beyaz yapmaktadır. Diğer taraftan belirleyici ve şekillendirici olma güdüsü taşıyan Türk dış politikasının bu arzusu gücüyle aynı oranda değildir. Etkinlik isteği ile gücün bu uyuşmazlığı Türk dış politikasını tartışılır bir hale getirmektedir. Bu nedenle ihtiyaç olan ittifak ve işbirliği arayış yöntemi, liderlerle iyi geçinmek ve düşük profille işbirliği aramaktır. Bunun dışındaki herhangi bir seçenek çok yapılı dolayısıyla da çok düşmanlı olan Ortadoğu'da eğer güçsüzseniz iki düşmanı kendinize karşı ittifak yapar hale getirebilmektedir. Güçlü olmak için harcanacak çabalar içerisinde ittifakını kuvvetlendirmek ve genişletmek varken diğer bir yöntem de karşı ittifakın güçlenmesini ve genişlemesini engellemektedir.[8] Ortadoğu'da hayatta kalma (survival) için oldukça gerekli olan bu durum, Türkiye'nin Orta Asya ile ilişkilerini gerçekten geliştirmesiyle daha sağlam temele oturacaktır. Türk dış politikasının komşu ülkeler tarafından yüzüne kapılar kapatılırken kesinlikle yeni ve etkili bir diplomasi sahası gerekmektedir.

 


[1]Steven R. David, Explaining Third World Alignment, World Politics, Vol. 43 No. 2 (Ocak 1991), s. 233-256. Erişim için bağlantı: http://isites.harvard.edu/fs/docs/icb.topic1341873.files/Week%206/David_1991.pdf

[2]Üçüncü Dünya Ülkeleri kavramı, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ortaya çıkan çift kutuplu yapı içerisinde Kapitalist ve Sosyalist blokta yer almayan ülkeleri içermektedir. Soğuk Savaş sürecinde her iki bloğun da görüşleri dışında hareket eden ülkeleri nitelendiren bu ifade "Bağlantısız Ülkeler" ile eşanlamlı olarak da kullanılmıştır (Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 2005, s. 688-689). Soğuk Savaş'ın ardından bağımsız olan Özbekistan ise Bağlantısızlar Hareketi içerisindedir.

[3]Haluk Alkan, Özbekistan'daki resmi partileri "devlet partisi" olarak nitelendirmiş ve İslam Kerimov'un izni dahilinde kurulduğunu belirtmiştir (Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal Hayat ve Kurumlar, USAK Yayınları, Ankara, Temmuz 2011, s. 142).

[4]Alkan, a.g.e., s. 138.

[5]Meşkure Yılmaz, İnsan Hakları ve Türkiye Özbekistan İlişkileri, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/ozbekistan/2010/09/30/5591/insan-haklari-ve-turkiye-ozbekistan-iliskileri (Erişim Tarihi: 01/07/2016)

[6]Ekramiye, birçok kaynakta İslam Dünyasını Halifelik etrafında birleştirmeyi amaçlayan Hizb-ut Tahrir'den ayrılma bir organizasyon olarak geçmektedir. Ancak, gerçekte bu örgütten bağımsız, Andican'da matematik öğretmeni olan Ekrem Yoldaşev tarafından 1992’de kurulan bir cemaat. Yoldaşev "Iymonga Iyul" (İmana Yol) adlı ve çokça okunan, içinde politik konulara değinmeksizin ahlaki ve dini konuları işleyen bir kitabın yazarı. Zamanla Yoldaşev'in çevresinde yaşamlarını İslami normlara göre düzenlemeyi amaçlayan bir grup oluştu. Yoldaşev ve grubu sürekli olarak politik bir amaçları olmadığını ve yaklaşım tarzlarının, her insanın kendini dini ve ahlaki anlamda mükemmelleştirmesiyle dünyanın da değişeceği felsefesine dayandığını iddia etti. Nitekim Özbekistan Eski Müftüsü ve Orta Asya’nın önde gelen dini liderlerinden Muhammed Sadık Muhammed Yusuf da Ekramiye'nın Hizb-ut Tahrir veya benzeri radikal örgütlerden farklı olduğunu, politik bir hedefe sahip olmadığını, hatta namaz, oruç gibi dini ritüeller konusunda katı olmamaları nedeniyle eleştirildiğini belirtmektedir (M. Turgut Demitepe, Özgürlük ve Güvenlik Sarkacında Salınan Özbekistan).

[7]Hans Morgenthau, Uluslararası Politika 1, Çev. Baskın Oran & Ünsal Oskay, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 239.

[8]Kenneth Waltz, Uluslararası Politika Teorisi, Çev. Osman Binatlı, Phoenix, Ankara, 2015, s. 148.