Bu sayfayı yazdır

ABD- (Fra)lmanya Gerilimi

11 Eylül saldırılarından sonra ABD ile AB arasında çok kısa bir süre devam eden teröre karşı dayanışma süreci ABD’nin Irak politikasının belirginleşmesinden sonra büyük bir çatışma süreci içine girmiştir.

AB içinde başını İngiltere ve İspanya'nın çektiği bir grup önümüzdeki dönemde AB'ye tam üye olacak eski Doğu Bloğu ülkelerini de alarak ABD'nin peşine takılmayı tercih etmiştir. Öte yandan Fransa ve Almanya'nın ya da (Fra)lmanya'nın önderliğini yaptığı bir grup ise ABD'nin Irak politikasına şiddetle muhalefet etmiştir. Bu muhalefete Rusya'da destek vermiştir. Yunanistan gibi bir kısım AB üyesi ise pek bu çatışmada taraf olmamayı tercih eden bir tavır içine girmişlerdir.

Taraflar arasındaki sürtüşme savaş başlayıncaya kadar sürmüş, savaşın başlaması ile birlikte gerek Fransa gerek Almanya geri adım atarak ABD'nin savaşı bir an önce sonuçlandırmasını dilemeye başlamışlardır. Her iki ülkenin bu geri adımlar taraflar arasındaki temel ihtilafın ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Irak'ta hızlı ve ucuz bir galibiyet elde eden Washington, müttefiklerine karşı aşağılayıcı ve dışlayıcı bir tutum içine girmiştir. Washington'un bu yaklaşımı birçok düzlemde kendisini ortaya koymaktadır. Örneğin, Avrupalılar tarafından düzenlenen uluslar arası ilişkiler ve terör ile ilgili toplantılara Amerikalılar ya hiç katılmamakta ya da çok alt düzeyde katılmaktadırlar.

Amerikan yönetimi bütün dünya ile ilişkilerinde olduğu gibi Avrupa ile ilişkilerinde de "Benim tezim bu ve ben haklıyım. Ya bu tezi kabul edersin ya da benim düşmanınsın" şekilden politika yapmayı imkansızlaştıran bir yaklaşım sergilemektedir. Çünkü politika farklı görüşleri uzlaştırarak ilerleme sanatıdır. Oysa mevcut Amerikan yaklaşımı anti-demokratik ve güce dayanan doğası ile hiçbir uzlaşmaya yanaşmadan sadece itaat talep etmektedir.

Amerikan yönetimine yakın isimlerden olan Robert Kagan, "Cennet ve Güç-Yeni Dünya Düzeninde Amerika ve Avrupa" adlı kitabında bu yaklaşımı çok açık bir dille sergilemektedir. Kagan, meselenin bir hak, hukuk ve adalet meselesi olmadığını, güçsüz devletlerin devletler hukuku ve diplomasinin arkasına sığındıklarını oysa ABD için bunların gereksiz olduğunu, çünkü bunların sadece Amerikanın gücünü sınırlandıran unsurlar olduğunu ifade etmektedir. Bu yaklaşım dünyayı tamamen 19. yüzyıl ve öncesindeki hukuk anlayışına götüren tehlikeli bir duruştur.

Ancak, ABD'nin mevcut yönetiminin anlayışının küresel Amerikan imparatorluğu ve diğerleri çerçevesine oturduğu her gün biraz daha görülmektedir. Bu yaklaşımı daha da vahim hale getiren husus, Washington'da birçok önde gelen düşünce merkezinin ve stratejistin böyle bir imparatorluğunun Amerikan ekonomisi tarafından finanse edilebileceğine inanması ve Amerikan ordusu tarafından da ayakta tutulabileceği konusunda bir şüphesinin olmamasıdır. Bu yaklaşım, bir Amerikan imparatorluğunun mümkün olduğu ve kurulması gerektiği şeklindeki inancı/politikaları da daha fazla körükleyecektir.

Öte yandan Avrupa'da özellikle Fransız eksenli anti-Amerikan direnişin çok yoğun bir şekilde devam ettiği gözlemlenmektedir. Gerçi, Bush'un ifade ettiği gibi Irak savaşı sırasında ABD'nin bir darbesi ile AB cephesi iki parçaya ayrılmıştır ama AB'nin birleşme süreci devam etmektedir. Belki, bu AB'yi bir federal devlet haline dönüştürerek ABD'nin hegemonyasına mümkün olduğu kadar hızlı meydan okumak isteyen Fransızların istediği kadar hızlı olmayacaktır ama yine de (Fra)lmanya'nın Amerikan gücü karşısında birleşik bir Avrupa'dan başka bir şansı yoktur.

Ancak, ABD yönetimi içinde AB'yi gittikçe Amerikan hegemonyası için tehdit olarak görenlerin sayısı artmaktadır. Bu algılama ileride AB'nin federalleşmesi sürecine karşı aktif bir Amerikan müdahalesini doğurabilir. Washington'un böyle bir müdahaleyi gerçekleştirmede kullanacağı araçların başında İngiltere gelmektedir. Nitekim Londra AB'nin yeni hazırlanan anayasasındaki federalist içerikli maddelere itiraz etmiştir. Bu çatışmanın önümüzdeki ay ve yıllarda daha da yoğunlaşması ve sonuçta AB'nin çehresinde köklü değişikliklerin olmasına neden olması mümkündür.

Türkiye'nin de Amerikan imparatorluk stratejisini benimseyen bir Amirikan yönetimi ile nasıl çalışacağını, Türkiye'nin menfaatlerini nasıl belirleyeceği konusunda yoğun bir şekilde düşünmesi gerekmektedir. Ankara'nın Türkiye'nin yüksek menfaatlerini savunan, akıl dolu, cesur ancak güçlü bir diplomatik içeriği olan politikaları geliştirmesi şarttır. Korkak, kendisine saygısı olmayan, itaati tek çıkar yol olarak gören, teslimiyetçi politikalar Türk halkı tarafından reddedilecektir.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü