Bu sayfayı yazdır

Amerikan Savaş Stratejisi ve Irak Çıkmazı

ABD’nin Irak’taki savaşı nasıl biteceği bilinmeden devam ediyor. Amerikan halkının Bush ve Irak savaşının arkasındaki desteği sürekli azalırken, Amerikan basını her gün biraz daha fazla savaşı sorgulamaya başladı.

Neo-muhafazakarların önemli isimlerinden Robert Kagan'ın 19 Haziran 2005'te Washington Post'ta çıkan yazısı bu sorgulamanın önemli delillerinden birisi. Burada bir dizi yazı ile ABD'nin Irak savaşının temel yapısını inceleyeceğiz.

Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin Irak'ta gerçekleştirdikleri işgal harekatı savaşın ilk günlerinde hiçte beklendiği gibi gelişmemiştir. Ancak, savaşın başlama şekli, Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin kullanılması da birçok askeri gözlemciyi çok şaşırttı. Çünkü savaşta uygulanan strateji, askerlik biliminin klasik esaslarına uymamıştır. Öncelikle ağır ve uzun süren bir Amerikan ağır bombardımanında sonra, ezilmiş ve yıkılmış olan Irak birliklerine karşı girilecek bir kara operasyonun düzenlenmesi bekleniyordu.

1991'de Amerikan ordusu altı hafta süren ağır bir bombardımandan sonra Kuveyt'e girmişti. Oysa 2. Körfez Savaşında hava bombardımanı ile kara saldırısı eş zamanlı olarak başladı.1. Körfez Savaşında 640 bin kişilik Müttefik ordusu Irak ordusunu sadece Kuveyt'ten çıkarmak için gelmişti.

2. Körfez Savaşında 180 bin kişilik Amerikan-İngiliz kuvveti Irak içinde 450 km girmiş, geçtiği yerlerdeki kent merkezlerinin etrafından dolaşmıştır. Gerçekleştirilen "Şok et ve korkut" isimli hava bombardımanı netice olarak Irak ordusunu yok edilmeden etkisiz hale getirilmiştir.

Nihayet dağılan Irak ordusu karşısında Amerikan ordusu kolaylıkla ilerleyerek Bağdat'ı işgal etmiştir. ABD'nin uyguladığı askeri stratejinin ulaşmak istediği politik hedeften ayrı düşünülemez. Birinci Körfez Savaşındaki politik hedef, sekiz yıllık bir savaştan geçtikten sonra Orta Doğu'nun en güçlü ve savaşçı ordularından birisi haline gelmiş olan Irak ordusunu yenerek işgal ettiği Kuveyt'ten çıkarmak ile sınırlandırılmıştı.

2003'de ABD'nin hedefi, Irak ordusunu olmaktan çok Saddam ve yakın çevresinin imha edilmesi ve Irak'ın işgali olarak belirmektedir. Bu politik hedef ilk bakışta önce zorunlu olarak Irak ordusunun imhasını gerektirse de ABD Yönetimi bu konuda farklı düşünmekte ve Irak ordusunun imhasından özellikle kaçınan bir askeri strateji geliştirilmiş görünmektedir. Ana başlıklar altında toplandığında ABD'nin politik hedefleri şöyle izah edilebilir.

a) Saddam Ailesinin imha edilmesi,

b) Bağdat'ın işgal edilmesi,

c) Petrol kuyularının Saddam güçleri tarafından yakılmasının engellenmesi,

d) Barajların Saddam güçleri tarafından yıkılmasının veya açılmasının engellenmesi,

e) ABD ve İngiliz bombardımanının Irak'ın altyapısını imhadan kaçınması,

f) Savaş sırasında ve sonrasında Irak içinde etnik ve dini çatışmaların engellenmesi,

g) Kitle imha silahlarının kullanılmasının engellenmesi,

h) Cumhuriyet Muhafızlarının imhasının sağlanması,

Amerikan askeri stratejisinin bu politik hedefleri gerçekleştirmek üzere tasarlandığı şüphe götürmez. Ancak sorulması gereken soru bu strateji hangi temel ilkelere dayanmaktadır ve planlandığı şekilde yaşama geçirebilmiş midir? Amerikan güçlerinin ancak çok az askeri uzmanın beklediği şekilde, hava bombardımanı ile birlikte kara güçlerini kullanmaya başlaması şaşkınlık yaratmıştır.

ABD 2003'de 1991'den farklı bir stratejik konsept uygulamıştır. 1980'li yıllardan bu yana askeri teknoloji ve anlayış da hızlı bir değişim var. Bu değişimin ilk sonuçları, 1991'de Birinci Körfez Savaşı'nda görülmüştür. Birinci Körfez Savaşını gözlemci olarak inceleyen askeri uzmanlar, gerçekleşen askeri devrim neticesinde, "komuta-kontrol, muhabere, istihbarat ve keşif, elektronik savaş ve konvansiyonel ateş gücü tarihte ilk kez bu ölçüde bütünleştirilerek kullanılmış"olduğunu kaydetmişlerdi. 2003'de ise askeri devrimin sonuçları iyice ortaya çıkmıştı.

2003'de gerçekleşen İkinci Körfez Savaşı'nın habercisi Kosova Savaşı olmuştur. Kosova Savaşı'nda askeri teknolojideki ilerleme bir daha ortaya çıkmıştır. Kosova Savaşı sırasında Almanya Genelkurmay Başkanının"ABD'nin düşmanı olmak değil, müttefiki olmanın da zor bir hale geldiğini" söylemiştir. Afganistan Savaşı'ndaki hızlı ve bir anlamda yanıltıcı Amerikan galibiyeti "Askeri Devrim"in sonuçlarını tekrar ortaya koymuştur.

İkinci Körfez Savaşı ile birlikte, ABD silahlı kuvvetlerinin diğer dünya ordularından teknolojik olarak kopuşu önemli bir aşamaya ulaşmıştır. Böylece, ABD ordusu üçüncü nesil ordu denilen ordu haline gelirken, diğer dünya orduları ikinci kuşak ordu halinde kalmışlardır.

Teknolojide gerçekleşen yenilenme ve teknolojinin Amerikan ordusuna sağladığı imkanlar Amerikan silahlı kuvvetlerinde kısmi yeniden örgütlenmeler sonucunu vermiş,tümen ve alay yapısında değişiklikler yapılarak,tugay unsuru ön plana çıkılmıştır. 1990'lar boyunca, enformasyon savaşı, şebeke merkezli savaş, entegre komuta-kontrol, sistemlerin sistemi süreçleri askeri devrimin parçaları olarak yaşama geçmiştir.

Askeri Devrim, birçok faktörün bir araya gelişinin sonucudur. Bir yandan enformasyon teknolojilerinde son 30 yılda gerçekleşen büyük gelişmeler, öte yandan silah teknolojilerinde gerçekleşen gelişme ve silah teknolojisi ile enformasyon teknolojisinin birleşmesi ile yeni bir silah kalitesine ulaşılmıştır. Askeri Devrim'de nihai aşamayı oluşturan dördüncü faktör ise yeni bir ordu yapılanmasının gerçekleştirilmesi olmuştur.

Konvansiyonel orduların büyük bir bölümü halen Napoleon Bonapart döneminde yapılan ordu teşkilatlanmasına dayanmaktadır. Amerikalı askeri bilimciler, uzunca bir süreden bu yana sanayi devrimi ordusundan enformasyon çağı ordusuna geçişin gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. Enformasyon çağı ordusunda kuvvet yapısının, kuvvetler arası ilişkilerin yani askeri kültürün değişmesi gerektiği savunulmuştur ve savunulmaktadır.

Amerikan askeri literatüründe ordunun kapsamlı bir reformdan geçmesi gerektiği konusundaki en radikal tespitleri yapan Andrew Marshal'dir. 1973'den bu yana Pentagon'da çalışan ve 80 yaşını aşmış olan bu stratejist kamuoyunda pek tanınmamakla birlikte, askeri çevrelerde adı çok bilinen bir isimdir. Marshal, 1977'de kurulan ve Sovyet balistik füze tehdidi üzerinde de çalışmalar yapan "B-Takımı" adlı bir çalışmanın da elemanı olan, Marshal Bush yönetiminin önde gelenleri, özellikle de Savunma Bakanı Rumsfeld ile iyi ilişki içinde olmuştur. Savunma Bakanı Rumsfeld, Savunma Bakanı olur olmaz,Andrew Marshal'den Amerikan ordusunun yeniden yapılandırılması ile ilgili bir rapor istemişti.

Bush'da daha seçim kampanyası sırasında Amerikan silahlı kuvvetlerinin enformasyon çağı ordusuna dönüşmesi için büyük bir reformdan geçirileceği haberini vermişti. Andrew Marshal'de 1993 senesinde askeri devrim konusunda ilk raporunu bitirmiş ve geride bıraktığımız on yıl içinde olgunlaştırmıştır.

Rumsfeld'in Savunma Bakanı olmasından sonra Pentagon'da başlayan çalışmalar sadece Askeri Devrimin gerçekleştirilmesine yönelik bir reform değil, ayni zamanda geçmişin tasfiyesi ile ilgili çalışmalardır. Bahsedilen geçmişin Birinci Bush Yönetiminde Dış İşleri Bakanı olan 1980'lerin sonu 90'ların başında Genelkurmay Başkanı olan Colin Powell ile yakından ilişkisi vardı.

Powell, 1980'lerin ikinci yarısında hiçbir genelkurmay başkanının olmadığı kadar güç alanını genişletmişti. Powell, Vietnam Savaşının sonuçlarını üzerinden atamayan Amerikan ordusu ve Amerikan halkına tekrar bir Vietnam Savaşı yaşatmayacak bir askeri strateji üzerinde çalışmıştır. Bu çalışmanın neticesinde geliştirilen strateji Amerikan silahlı kuvvetlerinin düşmanın üzerine ezici bir güçle gitmesi, hızla darbe vurması ve sonuç alması üzerine kurulu idi. "Powell Doktrini" bir anlamda Napoleon tipi ordunun enformasyon çağı silahları kullandığı bir savaş gerçekleştiriyordu. Oysa, İkinci Körfez Savaşı'nın komutanı Rumsfeld'di ve Rumsfeld,Powell gibi düşünmüyordu.

Rumsfeld, göreve başlar başlamaz Powell'ın hem Pentagon'un yapısında gerçekleştirdiği düzenlemeleri ortadan kaldırdı hem Powell doktrinini terk etti..Amerikan ordusunun savaşın başlamasıyla Irak'ta uyguladığı askeri strateji, yaklaşan kum fırtınasının ve sıcak havanın baskısı ile hızlandırılmış olsa da yeni bir konsepte dayanmaktadır. "Rumsfeld Doktrini" diye anılmaya başlayan bu doktrin askeri birliklerin açıktan yaptıkları manevralar veya uçar birlik harekatları ile düşmanın arkasına ulaşmasını, düşmanı şaşırtmasını ve kuşatmasını öngörmekte, birlik komutanları gözü pek eylemlere kendi başlarına karar vermeye teşvik edilmektedirler.

Öte yandan Amerikan hava bombardımanı, 2003'de 1991'den farklı olarak Irak ordusunun imhasından çok hareketsiz ve etkisiz kılınması üzerine kurulmuştur. Amerikalı yetkililer, Amerikan bombardımanının Irak ordusundan çok öncelikle BAAS sisteminin sinir merkezleri ve Cumhuriyet Muhafızlarını hedeflediklerini ileri sürmüşlerdir. Amerikan ordusu netice olarak Irak ordusu üzerinde mutlak bir üstünlük kurarak savaşı kısa sayılabilecek bir sürede kazanmıştır.

Bütün bu gelişmelerin detaylarına dalmadan konu incelendiğinde, ise görülen odur ki, "Rumsfeld Doktrini" diye takdim edilse de Irak'ta uygulanan doktrinin kökleri 1997'de hazırlanan "Birleşik Kuvvetler 2010" adlı Amerikan ordusunun 21. yüzyıldaki yapılanması ile ilgili projeye dayanmaktadır. "Birleşik Kuvvetler 2010" projesinin temel hedefi düşman üzerinde "Mutlak Denetim" kurmaktır. Mutlak Denetim konseptinin temel ilkeleri ise

a) Hakimiyetçi Manevra: Değişik noktalardan başlayan ve bir hedefe yönelen manevralar,

b) Hedefe Kesin Vuruş: Saldırı yapılan hedeflerin büyük bir doğrulukla tespiti sonucu mümkün olan en yüksek vurma yüzdesini sağlamak,

c) Tam Boyutlu Koruma: Dost güçlerin düşman saldırılarından mutlak korunmasının sağlanması,

d) Odaklanmış Lojistik: Lojistik planların en gerekli olanlara indirgenmesi ve birliklerin kendi kendilerini taşır hale gelmesi şeklinde özetlenebilir.

Bu dört ilke incelediğinde Mutlak Denetim konseptinin bazı ana çizgileri, Amerikan işgalinde çok açık bir şekilde görülmüştür. Özellikle, hakimiyetçi manevra ve hedefe kesin vuruş ilkeleri çok belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

ABD'nin Irak'ı işgal planında yeni bir askeri stratejinin mükemmel uygulanmasından çok "gelişmiş bir arayışı" var demek daha yerinde bir yaklaşım olacaktır. Türkiye'nin Kuzey Cephesinin açılmasını engellemesi,yaklaşan sıcaklar ve çöl fırtınası, Amerikan kuvvetlerinin henüz yerleşecek bir cephe bulamadıkları için açık denizde bulunmaları ve Askeri Devrim'in sonuçları birleşince, başlayan bu arayış başarılı bir arayış olmuştur.

Öte yandan çok küçümsenen Irak ordusu zaman zaman kendisinden beklenenden ve Kuveyt'te gösterdiği etkiden çok daha fazla bir etki göstermiştir. Ancak Rumsfeld Doktrini'nin askeri ve politik yapılanmasının savaş sonrasında "barışın kazanılması" konusunda büyük bir ilerleme kaydetmediği görülmektedir. Çünkü işgal öncesinin politik hedefi açık olmakla birlikte, işgal ve sonrasının politik hedefi açık olmadığı için içinde bulunulan ve tarafların birbirlerini karşılıklı yıpratmasına dayalı süreç devam etmektedir.

Irak ordusunu Rumsfeld Doktrini ile üstün bir modern teknolojiye dayanarak yenmek için yeterli olan Amerikan ordusu Irak'ı işgal etmek ve elde tutmak için yeterli değildir. Bu keyfiyet senelerden buyana bilinmekle birlikte Washington Irak'taki Amerikan güçlerini artırmak için hiçbir ciddi girişimde bulunmamakta ve böylece savaşın devam etmesinin altyapısını sağlamaktadır.

Washington, Saddam'ın devrilmesinden sonra Irak'ta ayaklanmayı bastıracak hatta hiç çıkmamasını sağlayacak tek kurum olan Irak ordusunu da dağıtarak, bugün çektiği sıkıntı olan insan kaynağı sıkıntısını kendi elleri ile yaratmıştır.Ve Savaşın devamı politik kurumsallaşma devam etse de Irak toplumunu Sünni, Şii, Kürt ve Türkmen hatları boyunca derin şekilde bölmektedir.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü