Bu sayfayı yazdır

İDEALİZM-REALİZM GERGEFİNDE TÜRKİYE-SURİYE YAKINLAŞMASI

Yazan  21 Ekim 2009
Türkiye ve Suriye, sadece on yıl öncesine kadar çatışmanın hatta savaşın eşiğinde olan iki ülkeydi. İkili ilişkileri en iyi tanımlayan ifade hiç şüphe yok ki “çatışmalar bileşkesi”ydi.

İkili ilişkilerini yıllarca karşılıklı "ötekileştirme" temelinde kurmuş ve donuk diplomasi izlemiş olan iki ülke uzun yıllar boyunca kelimenin tam anlamıyla ilişkisizlik örneği sergilemişlerdi. "Sağırlar diyaloğu" niteliği taşıyan Türkiye-Suriye ilişkileri, tarihten gelen abartılmış "öteki kurguları, zaman içerisinde derinleşen, derinleştikçe kemikleşen karşılıklı tehdit algılamaları ile gittikçe kısır bir döngü içerisine girmişti.

Soğuk Savaş döneminde zıt kutuplarda yer almanın verdiği gerginlik ve ardılı yıllarda en basit formülasyonla Hatay-PKK-su eksenlerinde şekillenen Türkiye-Suriye ilişkileri uluslararası sistemin girdabına çekilerek kimi zaman savaşın eşiğinden dönen çıkar çatışmalarına; neredeyse istisnasız bir şekilde çoğu zaman da ciddi uzlaşmazlıklara sahne olmuştu. Ortadoğu gibi uluslararası sistemin merkez üslerinden olan bir bölgede yaşanan neredeyse her olayda karşı karşıya gelen Türkiye ve Suriye; ilişkilerini yıllarca karşılıklı güvensizlik üzerine kurmuş ve bu nedenle çatışma psikozunu aşamamışlardı. Özellikle Suriye'nin 80'li ve 90'lı yıllar boyunca terörü etik dışı bir pragmatizmle ulusal çıkarları uğruna bir manivela olarak kullanması; daha açık bir ifadeyle rejiminden kaynaklanan iç politikadaki güvenlik endişesini Türkiye'ye "güvensizlik" ve "terör" ihraç ederek yansıtmaya çalışması iki ülke ilişkilerini kopma noktasına getirmişti. Yine yıllar boyunca resmi haritalarında Hatay ilini kendi sınırları içinde göstererek, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde 70 yıl önce çözülmüş olan bir sorunu -yine iç politikadaki dengeler nedeniyle- yarım asrı aşkın bir süre canlı tutmaya çalışması ikili ilişkilerin en hassas noktalarından biri olmuştu. Türkiye-Suriye ilişkilerinin belirleyici faktörlerinden bir diğeri de yukarıdaki formülasyonda belirtildiği üzere "su sorunu" oldu. Fırat, Dicle ve Asi nehirlerinden akan suyun paylaşımı konusunda ihtilaflı durumda olan Türkiye ve Suriye arasındaki önemli anlaşmazlık meselelerinden biri olan "su sorunu" yine uzun yıllar boyunca aradaki çekişmenin nedenlerinden biri olageldi. Özellikle Türkiye'nin GAP Projesi'ni yürürlüğe koyması ve proje kapsamında inşa edilen barajların faaliyete geçmesiyle ikili ilişkilerdeki gerginlik daha da tırmandı.

1998-2000 yılları ise iki ülke ilişkilerinde adeta bir dönüm noktası oldu. Türkiye, 1998 yılında izlediği "tırmandırma stratejisi" ile Suriye'yi geri adım atmaya zorladı ve gerek iç politikadaki bir takım gelişmeler gerekse de bölgesel konjonktürün de zemin hazırlaması ile Suriye geri adım atmak zorunda kaldı ve yıllarca Türkiye'ye karşı bir "dış politika aracı" olarak kullandığı ve bu vesileyle kendi topraklarında barındırdığı PKK lideri Abdullah Öcalan'ı sınır dışı etti. Ardından imzalanan Adana Mutabakatı ile Türkiye ve Suriye arasında yeni bir dönemin kapısı aralanmış oldu.

Türkiye-Suriye ilişkilerinde kimilerine göre "milat" olarak kabul edilen bu tarihten itibaren göreli bir yumuşama sağlandı ancak asıl değişim Hafız Esad'ın Temmuz 2000'de vefat etmesinden sonra başa geçen Beşşar Esad döneminde başladı. Oğul Esad'ın iktidara gelmesinden kısa sayılabilecek bir süre sonra yaşanan ve küresel sistemi derinden sarsan 11 Eylül 2001 saldırıları ve 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgali tüm Ortadoğu'yu olduğu gibi Türkiye ve Suriye'yi de etkiledi. Söz konusu olaylar sonrasında yeniden şekillenen Ortadoğu fotoğrafı içerisinde birden bire ortak paydalarda buluşan Türkiye ve Suriye'nin ilişkileri keskin bir dönüşüm yaşamaya başladı. Özellikle Irak'ın kuzeyinden başlayarak her iki ülkenin de topraklarına yayılması muhtemel bir "Kürt Devleti" kurulması olasılığı karşısında Irak'ın toprak bütünlüğünü savunarak ortak bir çıkarda buluşan Türkiye ve Suriye, ilerleyen süreçte ortak paydaların alan genişletmesi nedeniyle daha da yakınlaştı.

Yine söz konusu süreçte her iki ülkede yaşanan iç politik değişimler, bu değişimlere bağlı olarak ortaya çıkan yeni yönelimler ve şüphesiz ki ABD'nin Irak'ı işgali ile Ortadoğu'ya fiilen gelmesi ile birlikte geri dönüşü olmayan bir şekilde yeniden yapılanan bölgesel konjonktürün rüzgarıyla gün geçtikçe daha da ılımanlaşan ikili ilişkiler, 2004 yılından başlayarak gerçekleşen en üst düzey ziyaretler ile adım adım ilerledi. Aradan geçen 5 yıl içerisinde atılan her adım bir öncekinden daha büyük oldu ve bugün gelinen noktada ikili ilişkiler on yıl öncesinde hayal bile edilmeyen bir konuma ulaştı.

AKP iktidarının ikinci hükümeti döneminde daha da sıkı bir ivme kazanan ilişkiler, kabine revizyonu ile Dışişleri Bakanlığı'na getirilen Ahmet Davutoğlu döneminde deyim yerindeyse zirve yaptı. İktidara geldiği günden bu yana sınır komşularıyla olan ilişkileri "komşularla sıfır problem" sloganı üzerine kuran AKP yönetimi, Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığına getirilmesinden sonra özellikle Arap ülkeleri ile olan ilişkileri "sıfır problem"den daha ileriye taşımaya başladı. Zaten Başbakan Erdoğan'ın 2009 Davos Zirvesi'ndeki "One Minute" çıkışı ile Arap dünyasında parlayan Türkiye'nin yıldızı, Eylül 2009'da Suriye ile imzalanan "Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması" ile iyiden iyiye parladı. 13 Ekim 2009'da ise söz konusu anlaşma, Halep ve Gaziantep'te gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısında imzalanan metinlerle resmen yürürlüğe konmuş oldu. İki ülke arasında vize uygulamasını kaldıran, ortak enerji projelerine ve ileriye dönük yeni işbirliği çalışmalarına zemin hazırlayan "Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması"nın, Türkiye'nin geçen yıla kadar arabuluculuk yaparak Suriye ile barıştırmaya çalıştığı İsrail'i "Anadolu Kartalı Tatbikatı"ndan çıkarması ile Ankara-Tel Aviv hattında başlayan ve TRT'de yayınlanan bir dizi ile devam eden zincirleme krizlerle aynı döneme denk gelmesi Ankara-Şam ilişkilerini belki de politika uygulayıcılarının bile tahminlerini zorlayan bir seviyeye çekti.

Açıkça görüldüğü üzere Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin düzelmesine, ilerlemesine, iyileşmesine yol açan pozitif seyir, son derece istikrarlı bir şekilde, 10 yıl gibi bir sürece yayılarak bugünlere kadar getirilmiş durumda. Hikâyeye baştan sona, idealizm penceresinden üstelik bir de çıplak gözlerle bakıldığında toz pembe bir fotoğraf karesi ile karşılaşılıyor. Öyle ki "savaş karşısında barış; düşmanlık karşısında dostluk kazandı" gibi edebi yönü ağır cümleler kurulabiliyor sürece ilişkin. Hatta biraz daha zorlandığında "büyük aşklar nefretle başlar" klişesi üzerine kurgulanmış, son derece romantik bir aşk hikayesi olarak da okumak mümkün olabilir süreci ki bu şekilde algılayanlar hatta bu kurgu üzerinden, sınırların tamamen kaldırılması gibi daha ileri seviyede politikalar üretilmesini teşvik edenler de yok değil. Ancak söz konusu temennilerin, yeni teorik çerçevelerin sadece insancıl hedeflerle ortaya atılmadığı, işin içinde iç politik "açılımlar, atılımlar, adımlar" vs.'nin olması; bölgesel anlamda "Osmanlı hayaleti" ile hayalet bilimciliği yapılarak "Neo-Osmanlı" senaryoları yazılması sürece ilişkin, zaten hatırı sayılır derecede var olan soruların sayısını katlıyor. Hal böyle olunca da sorgulama daha da gerekli hale geliyor. Başka bir deyişle gerçekleri görebilmek için çoğu zaman olduğu gibi şeytanın avukatlığını yapmak lazım geliyor.

O halde bakalım meşhur şeytanın avukatı sürece ilişkin akıllara hangi soru işaretlerini getiriyor? Öncelikle ne oldu, nasıl oldu da Ankara ve Şam arasındaki ilişkiler kopma noktasından gemici düğümü kıvamına geldi? Sihirli bir değnek dokunmuşçasına, savaş naraları yerini nasıl oldu da barış, dostluk, kardeşlik kavramlarına bıraktı? Bu kavramlar, retorik mi yoksa, gerçek mi? Tamam, aradaki buzlar eridi erimesine ama ya yıllarca düşmanlığı besleyip büyüten o çetrefilli sorunların akıbeti nedir? Çözüldüler mi, yoksa bir süreliğine derin dondurucuya mı kaldırıldılar? Süreçte her iki tarafın da samimiyet ölçüsü/derecesi neydi? Süreç, salt "barış ve insanlık" adına mı işledi? Küresel, özellikle de bölgesel konjonktür ve uluslararası sistem sürece ne derece etki etti? En önemlisi izlenen bu aktif hatta hiperaktif dış politika uygulanırken Ortadoğu'nun nev-i şahsına münhasır o ince, o hassas dengeleri gözetildi mi? Yoksa sadece duygusal refleksler üzerinden mi gidildi? Vesaire vesaire…

Aslına bakılırsa herkesin alkış tuttuğu bir sürece bu denli "tehlikeli" ayrıntılarla bakmak zor olsa da birilerinin bunu yapması gerekiyor. Nitekim süreç psikolojik olarak ele alındığında abartılmış romantizm kokusunu almak işten bile değil. Sıfır problem, barış, dostane ilişkiler, işbirlikleri, stratejik işbirlikleri ve türevleri elbette ideal anlamda, insani normlarda kulağa son derece hoş gelen kavramlar. Ancak bir ülke bu sözcüklerden örülü bir politika geliştirmek istiyorsa ulusal çıkarlarının hepsini birden gözeterek bölgesel anlamda bir ip cambazı misali dengesini de sağlamayı asla ihmal etmemelidir. Nitekim denge sağlanamaz ise aşağıda her zaman hayat kurtaran brandalar olmayacağı; hele ki Ortadoğu ise bu sirkin adı, ipin altında branda değil bilakis dikenli teller serili olacağı unutulmamalıdır…



[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu Araştırmaları Bölümü Bilimsel Danışman Üyesi.

Miray VURMAY

1982 yılında Hatay'da doğmuştur. Lise eğitimini Ankara çankaya Lisesinde tamamlamıştır. 2003 yılında Selçuk üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun olmuştur.  2004 yılında Hacettepe üniversitesi Sos. Bil. Ens. Tarih Bölümünde  Yüksek lisans eğitimine başlayan Vurmay, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra 2008 yılında Ankara üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü doktora çalışmalarına başlamıştır. 

 

Makale Ve Röportajlar

Cumhuriyet Strateji'de 192 adet olmak üzere, birçok yerli ve yabancı dergi, gazete, televizyon ve radyoda yayımlanmış makale, yorum, röportaj.

Cumhuriyet Strateji'de 21 adet kitap eleştirisi.

 

Kitaplar

Devrik Bir Cümlenin Sözde öznesi: Ortadoğu, MET-VAK Yayınları, Ankara, 2007,Yazar

Külebi, Ali, Yeni Dünya Stratejileri ve Kilit ülke Türkiye, MET-VAK Yay., Ankara, 2005,Editör

Külebi, Ali, Türkiye'nin Enerji Sorunları ve Nükleer Gereklilik, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2008, Editör