< < İsrail’in Türkiye’den Özrü Ne Anlama Geliyor?


İsrail’in Türkiye’den Özrü Ne Anlama Geliyor?

Yazan  02 Nisan 2013

 

Birleşmiş Milletler Palmer Komisyonu Temmuz 2011’de Mavi Marmara hakkındaki raporunu açıklamadan önce Başbakan  Erdoğan TBMM’de İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini üç koşula bağlamıştı. Bunlar, İsrail’in özür dilemesi, tazminat ödemeyi kabul etmesi ve Gazze’de 2007’den bu yana süren ablukayı kaldırmasıydı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ilk koşul olan özrü 22 Mart 2013’te ABD Başkanı Obama’nın ziyaretinin ardından Erdoğan ile yaptığı bir telefon görüşmesi ile Türk halkına iletmiştir. 10 dakika sürdüğü ifade edilen bu telefon görüşmesinin ardından Netanyahu’nun Mavi Marmara olayındaki operasyonel hataları kabul ettiği ve her iki liderin de ilişkileri normalleştirme konusunda mutabakata vardıkları kaydedilmiştir. İkinci koşul olan tazminat konusunda hükümetler arasında görüşmeler yapıldığı, ancak miktar üzerinde anlaşılamadığı kaydedilmektedir. Öte yandan son kriter olan abluka konusunda İsrail sert tutumunu sürdürmektedir. Erdoğan İsrail’in, Gazze ablukasının kaldırılması sözünü verdiğini ifade etse de Netanyahu'nun Ulusal Politika Danışmanı Yaakov Amidror böyle bir söz verildiğini reddetmiştir. [1]

Dış politikadaki hamlelerin iç siyasetteki yansımaları farklı olabilir. Ayrıca her hükümet dış politika alanındaki gelişmeleri kendi kamuoyuna kendi hedefleri doğrultusunda sunar. Ancak gerçekte yaşananlar, yaşananların arkasındaki çok sayıda birbiriyle bağımlı-bağımsız dinamik ve tüm bunların söz konusu ülkelerin kamuoylarına yansımaları, hükümetlerin kontrolü altında gerçekleşir. Türkiye’de özrün yansımaları ile İsrail’deki yansımalarının farklı olması da bu açıdan son derece normaldir.  

İsrail konusundaki sert söylemlerinin kamuoyunda yarattığı etkiyi kullanma konusunda başarılı olan AKP hükümeti bu özrü iç politikada kullanmış ve özellikle Türkiye’nin PKK ile müzakere-mücadele tartışmalarına sahne olduğu bir dönemde bu konuyu büyük bir başarı olarak sunmuştur. Öte yandan İsrail hükümeti özür konusunun Türkiye’de nasıl sunulduğunu dikkatle izlemiş ancak kendi kamuoyunda Türkiye ile olan gerilimi düşürücü tonda açıklamalar yapmıştır. İsrail yetkililerinin Türk hükümetinin özür konusunu zafer olarak yansıtmasını anlayışla karşılayan bir tavır izlemesi ilginçtir. Zira özürden çok kısa bir süre önce Erdoğan’ın Siyonizm’i faşizmle eş tutan açıklamaları İsrail kamuoyunun hafızasında henüz çok tazedir.

İsrailli önemli akademisyen Barry Rubin’e göre  İsrail Türkiye ile olan gerilimi azaltmak istemektedir. Ancak bu iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeldiği anlamına gelmemektedir. Rubin söz konusu özrü de yeterli bulmamaktadır. Çünkü Netanyahu’nun açıklamasında özür kelimesi geçmiştir, ancak bu özür Türk halkına yönelik ve Türk halkının duygularını incitmekten kaynaklanan bir özürdür. Yani resmi bir özür sayılamaz.  Ayrıca İsrail Türk vatandaşlarının ölümüne bilinçli olarak sebebiyet verdiğini de kabul etmemektedir, Bu ise Erdoğan’ın istediğinden farklıdır.  Rubin’e göre tüm bunlar İsrail’in pozisyonundan geri adım atmadığını ancak Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek için ailelere insani yardım önererek gerilimin tonunu düşürmek istediğini göstermektedir. Türk tarafı açısından tüm bunlar halkla ilişkiler zaferinden öteye gitmese de gerçek bir zafer olarak gösterilmektedir. Öte yandan İsrail de Türk hükümetinin iç politikada bunu kullanarak özrün Türk tarafının zaferi olduğu  iddiasına karşı çıkmayacaktır. [2]

İsrail’in önemli gazetelerinden Jerusalem Post’da Herb Keinon tarafından kaleme alınan yazıda[3] ise Erdoğan ve Davutoğlu’nun  özrün ardından yaptıkları açıklamalar Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın 2. Lübnan savaşının ardından  ve Hamas lideri İsmail Haniye’nin Savunma Sütunu operasyonunun ardından yaptıkları  açıklamalarına benzetilmiştir. Keinon’ a göre tüm bu açıklamaların ortak noktası İsrail karşısında zafer kazanıldığı yanılsamasını içermesidir. Oysa bu bir zafer değildir, çünkü Erdoğan’ın gerçekte istediği özür ile Netanyahu’nun özrünün içeriği örtüşmemektedir. Öncelikle Erdoğan’ın istediği; kameralar karşısında  yapılan umumi bir özürdür. Fakat Netanyahu’nun Erdoğan’a bir telefon görüşmesinde dile getirdiği yalnızca kayıplardan duyulan bir üzüntüdür, Türk hükümetine değil Türk halkına iletilmiştir. Bunun yanında kesinlikle  Mavi Marmara gemisine İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından yapılan müdahaleden pişmanlık duyulmamakta, olaydaki operasyonel hatalara dikkat çekilmekte, hayat kaybı ya da  yaralanmaya yol açan kusurlardan dolayı ödenecek tazminat kabul edilmektedir. Tazminat konusu zaten İsrail’in kabule yanaştığı bir konuydu. Öte yandan İsrail hiçbir zaman Gazze ablukasını kaldırmayı düşünmemiştir, şimdi de düşünmemektedir. Gazze ablukası konusunda yapmayı taahhüt ettiği Filistin topraklarına sivil halkın kullanacağı malların girişine ilişkin kısıtlamaları kaldırmaktır ve bu Gazze ablukasının kaldırılması anlamına gelmemektedir. [4]

Keinon’ a göre İsrail hükümeti, Davutoğlu ve Erdoğan’ın özür konusunu  bir zafer gibi sunacağını bilmesine rağmen söz konusu özrü kendi açısından yorumlamama ve doğrusunu izah etmeme yolunu seçmemiştir. Ne Netanyanu ne de diğer İsrailli yetkililer özrün sebebini açıklama gereği duymuştur. Bu da Türkiye’nin özür hikâyesini kamuoyuna sunma şekline yansımış, hükümet bunu daha da yüksek perdeden bir başarı hikayesi olarak sunmuştur. Keinon İsrail’in sessiz kalmasını Türkiye’de yapıldığı gibi iç politika başarısı arayışından çok  Suriye konusunda işbirliğinin gerekliliğine bağlamaktadır.

Özür Ne Anlam İfade Ediyor?

Özür konusunun Türk ve İsrail’de algılanış biçimlerinden daha önemli olan bu özrün gerçekte ne anlam ifade ettiği ve neden bu dönemde gerçekleştiğidir. İsrail ve Türkiye 2 yıldan uzun bir süredir 70 binden fazla insanın hayatını kaybettiği kanlı bir iç savaş içinde olan ve bu iç savaşın yayılma dinamikleri gösterdiği Suriye’nin iki yanında yer alan iki eski müttefiktir. Suriye krizi yayılma dinamiklerini Lübnan’da hükümetin düşmesi ile de göstermiş, Ürdün de ise Suriye iç savaşının maliyeti 4 milyon doları bulmuştur. Suriye’de yönetimin devrilmesinin ardından kimyasal silahların terör örgütlerinin eline geçmesi işten bile değildir. Bu koşullarda Türkiye, İsrail ve hatta Ürdün Suriye’nin kimyasal silahlarının hedefi olabileceklerdir.  İddialara göre kimyasal silahlar konusu Obama’nın hem Ürdün Kralı Hüseyin ile hem de İsrail Başbakanı Netanyahu ile  Mart ayında yaptığı görüşmelerde gündemin baş sıralarında yer almıştır. Obama’nın bu görüşmelerde ABD liderliğindeki bir Türk-İsrail-Ürdün ortak acil durum komuta merkezinin oluşturulmasını önerdiği ileri sürülmüştür. Bu komuta merkezi ABD, Türkiye, İsrail ve Ürdün’den herhangi birinin kimyasal veya biyolojik saldırıya maruz kalması halinde devreye girecektir. Bu komuta merkezi  geçen yıldan beri Tel Aviv, Ankara, Beyrut, Amman ve Suriye’ye bitişik bölgelerde ayrı ayrı faaliyet gösteren Amerikan, İsrailli, Türk ve Ürdünlü kitlesel imha silahları ile mücadele eden komuta merkezlerini tek bir çatı altına girmesini sağlayacaktır. [5] Tabii böyle bir merkezin faaliyete geçmesi için İsrail ve Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi gerekmektedir.

İsrail ve Türkiye’nin Suriye dışındaki bir diğer ortak noktası da ABD ile olan yakın ilişkileridir.   Zaten İsrail’in özür adımı da Obama’nın ziyaretinin ardından gelmiştir. Ancak bu özrün sadece Obama’nın inisiyatifiyle gerçekleştiğini söylemek de eksik kalacaktır. Zira böyle bir irade kısmen İsrail’de de mevcuttur. Netanyahu’nun Ulusal Güvenlik Danışmanı Amidror’un sözleri de bunu göstermektedir Amidror, söz konusu özrün Amerikan baskısı ile gerçekleşmediğini, bunun İsrail’in inisiyatifi ile gerçekleştiğini bunu tetikleyenin de Suriye’deki derinleşen kriz olduğunu ifade etmiştir.[6]Öte yandan  özrün Obama’nın isteği ile gerçekleştiği algısını yaratmak Netanyahu’nun iç politikada alacağı tepkileri bir ölçüde kontrol altında tutmaktadır. Zira ABD ile yakın ilişkiler özellikle güvenli konusunda oldukça hassas olan İsrail halkı için de oldukça önemlidir.  Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e dönem dönem gerçekleşen sert çıkışları hem İsrail hem de ABD’nin kendisine açtığı alan ölçüsünde; bu ülkelerin göz yummaları sonucu gerçekleşmiştir. Orta Doğu coğrafyasında AKP tarafından özellikle Arap ülkelerine sunulan Batıyla barışık, serbest pazar ekonomisine sahip, muhafazakâr Türk devleti modeli, batı ve İsrail için de oldukça işlevsel olmuştur. Özellikle bölgede batı çıkarları ile uyuşmayan Tahran, Şam ve Bağdat rejimlerin dönüştürülebilmesi için geleneksel müttefik Türkiye bir rol model olarak fonksiyonel bir rol oynamıştır. Bu bağlamda Erdoğan kendisini Arap dünyasının yeni lideri olarak sunmuş, kimi zaman yabancı basında Mısır’ın efsanevi lideri Cemal Abdülnasır ile Erdoğan arasında karşılaştırmalar yapılmıştır. Tüm bunlar dikkate alınırsa, İsrail adalet bakanı Tzipi Livni’nin Erdoğan’ın İsrail aleyhine söylediği sert sözlere karşın İsrail’in özür dilemesini değerlendirirken ‘Arap liderlerin sert söylemlerini bazen yutmak zorundayız’[7] şeklindeki ifadesi Erdoğan’ı Arap sanarak yaptığı basit bir gaftan öte algılanmalıdır. Zira bu sadece basit bir dil sürçmesi bile olsa Freud’un dil sürçmeleri ile bilinçdışı etkileşim arasında kurduğu ilişkiyi akıllara getirmektedir.[8]

Öte yandan, ekonomik çıkarların uluslararası ilişkilerdeki dengeleri değiştirme konusundaki belirleyiciliği de asla hafife alınmamalıdır. 2009’da İsrail Akdeniz'de Hayfa açıklarında Leviathan ve Tamar adlı önemli doğalgaz yataklarını bulmuştur. Leviathan’da 450 milyar Tamar’da ise 275 milyar metreküp doğalgaz olduğu tahmin edilmektedir. Bu kaynakların ortaya çıkması İsrail’in stratejik düşünce biçimi üzerinde etkili olacaktır.  Zira bu rezervler İsrail’i doğalgaz ihracatçısı bir ülkeye dönüştürecektir. İsrail ve Kıbrıs açıklarından elde edilen bu gazın önce Türkiye pazarına ulaşması, Türkiye üzerinden de Avrupa’ya taşınması en karlı çözüm olarak öne çıkmaktadır. Netanyahu’nun özrü ise işte bu açıdan siyasi olduğu kadar ekonomik ve ticari çıkarlar açısından önem taşımaktadır.  Öyle ki, İsrail açıklarında bulunan doğal gazın Türkiye’ye ihracatının maliyetinin, Güney Kıbrıs ile kurulacak doğal gaz sıvılaştırma tesisi ile ithalatının maliyetinin beşte biri  olduğu ifade edilmektedir.[9]  Tüm bunları dikkate alırsak Netanyahu’nun özrünün Güney Kıbrıs’taki ekonomik kriz ile bu ülkenin iyi bir ticari ortak olmaktan çıkmasına denk gelmesi de tesadüf olmanın ötesindedir. Öte yandan İsrail Tamar kuyusundan çıkardığı doğalgazı özrün üzerinden henüz bir hafta geçmişken Nisan 2013’te borularla İsrail'e aktarmaya başlamış ve İsrailli yetkililer doğalgazın Türkiye'ye kadar inşa edilecek boru hattı ile ihraç edilmesinin söz konusu olduğu ifade etmişlerdir.[10]

İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin düzelmesinin her iki devlet için başka önemli sonuçları da vardır. Bunlardan ilk akla gelenleri sıralarsak: Türkiye Mayıs 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara saldırılarının ardından İsrail’in NATO’nun askeri tatbikatlarına ya da askerlerin katımıyla gerçekleştirilecek programlara katılmasını bloke etmektedir. İki ülke arasındaki turizm önemli ölçüde olumsuz etkilenmiştir. İsrail’in İran’ı çevreleme politikaları çerçevesinde Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardır.[11]

Sonuç

İsrail’in özrü Türkiye’de ve İsrail’de farklı şekillerde yansıtılmaktadır. Türk hükümeti tarafından büyük bir coşku ile sunulan özür İsrail’de bir yenilgi psikolojisi yaratmaktan uzaktır. Öte yandan, bu özür sonucu İsrail-Türkiye ilişkilerinde  yaşanacak olan normalleşme de her iki hükümet tarafından farklı şekillerde araçsallaştırılacaktır. Öte yandan tüm bu siyaset oyunlarının arkasındaki tek somut gerçek Gazze’de yaşanan ciddi insani krizdir. Ancak, ne İsrail ne de Türkiye bu insani dramın Suriye konusundaki ya da diğer işbirliği alanlarının önüne geçmesine izin vermeyeceklerdir. Ne yazık ki, gerçek bir insani dram siyasetin ayak oyunlarına alet edilmekte ve insanların çektiği acılar üzerinden siyaset yapılmaktadır.

 


[1] “İsrail basınından şok iddia!”, Habertürk, 25 Mart 2013, http://www.haberturk.com/dunya/haber/830409-israil-basinindan-sok-iddia

[2] Barry Rubin, “Did Israel `Apologize’ to Turkey? Well, No, Not Exactly”, Gloria Center, 23 Mart 2013, http://www.gloria-center.org/2013/03/did-israel-apologize-to-turkey-well-no-not-exactly/

[3] Herb Kinon, “Analysis: Turkish perception versus reality”, Jerusalem Post, 25 Mart 2013, http://www.jpost.com/Diplomacy-and-Politics/Analysis-Turkeys-perception-versus-reality-307655

[4] a.g.m.

[5]“Turkey badly needed to end row with Israel. Netanyahu’s apology gave Obama a diplomatic breakthrough”, DebkaFile, 23 Mart 2013,  http://www.debka.com/article/22849/

[6] Yifa Yaakov, “Amidror: We initiated apology to Turkey, not the US”, The Times of Israel, 23 Mart 2013, http://www.timesofisrael.com/amidror-turkey-thaw-a-response-to-changing-middle-east/

[7] “Livni Erdoğan'ı Arap sanıyormuş”, Radikal, 25 Mart 2013,

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1126535&CategoryID=81

[8] Psikanalitik kuramın kurucusu Avusturyalı nörolog Sigmund Freud psikolojide bilinçdışının etkisine vurgu yapar. Psikanalitik kurama göre bireyin davranışlarının ve düşüncelerinin altında bilinçdışı öğeler yatmaktadır. Kişi bilinçdışına sakladığı bilginin farkında değildir. Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama göre bu bilgilere rüyalar, psikanaliz ya da günlük hayattaki dil sürçmeleriyle ulaşabiliriz.

[9] Joshua Mitnick, Israel amd Turkey Explore Energy Ties, Wall Street Journal, 26 Mart 2013, http://online.wsj.com/article/SB10001424127887324105204578382243773388484.html

[10]“ İsrail ilk gazı gönderdi”, Sabah, 1 Nisan 2013,  http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/04/01/israil-ilk-gazi-gonderdi

[11] Türkiye zaten İsrail’i İran konusunda açıktan olmasa da desteklemektedir. Türkiye topraklarında Malatya Kürecik’e füze savunma sistemi İran’a karşı İsrail’i koruma zımni amacı ile yerleştirilmiştir.

Sibel Kalemdaroğlu

sibelkalemdaroglu@gmail.com

Uzmanlık Alanları

Ortadoğu, Ortadoğu siyasi tarihi, Körfez ülkeleri

Biyografi

Sibel Kalemdaroğlu 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi’nde Araştırmacı olarak görev yapmaktadır.

İlköğretimin Arı Koleji, orta ve lise eğitimini TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra 1998 senesinde Bilkent Üniversitesi’ndeki lisans eğitimine başlamıştır. Uluslararası İlişkiler alanında lisans diplomasını 2003 senesinde aldıktan sonra Marka ve Patent vekili olarak çalışan Kalemdaroğlu 2010 yılından bu yana düşünce kuruluşlarında çalışmaktadır. 2012 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden yüksek lisans diplomasını aldıktan sonra yine aynı sene içinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora çalışmalarına başlamıştır.

2011 Haziran ayından bu yana 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’ndeki görevine başlamıştır. Kalemdaroğlu’nun bazı makaleleri 21. Yüzyıl internet sitesi ve Dergisi’nde yer almaktadır.

Yabancı Diller

İngilizce KPDS : 90

Almanca (Başlangıc seviyesi)

İtalyanca (Başlangıç seviyesi)

Arapça (Başlangıç Seviyesi)

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display