< < Kararlı Fırtına Operasyonu’nun İsrail’de Yankıları
 Bu sayfayı yazdır

Kararlı Fırtına Operasyonu’nun İsrail’de Yankıları

Yazan  08 Nisan 2015

2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlayan gösterilerin, özellikle de sosyal medyanın rolüyle tetiklenerek tüm Ortadoğu’ya yayılması, başlangıçta hiç öngörülemediği ölçüde bölgedeki hassas dengeleri sarsmıştır. Bu durumun başlıca iki nedeni vardır. Birincisi hem bölge ülkeleri hem de küresel güçler “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreci kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme gayreti içine girmişlerdir.  Ancak bu gayret çerçevesinde belirlenen stratejiler, aktörler arasındaki mevcut “iyi” ve “kötü” ilişkilerin sürdürülemeyebileceğine işaret etmiştir. ABD-İran yakınlaşması ve ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde gözlemlenen gerginlik, ABD-İsrail arasında basına da yansıyan atışmalar söz konusu işaretin dayanağını oluşturmaktadır. İkincisi ise bölgede devlet dışı aktörlerin/terör örgütlerinin güçlenerek bölgesel ve küresel aktörlerin karar alma süreçlerinde dikkate alınması gereken faktörler olarak sahneye çıkmış olmalarıdır. Bu durumun en açık örneği IŞİD’in bölgedeki mevcudiyeti ve etkinliğidir.

Günümüzde Yemen’de yaşanan olayları da, bölgedeki hassas dengelerin sarsılmasına sebep olan söz konusu iki neden kapsamında okumak mümkündür. Zira bölge ülkeleri “Arap Baharı”nı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek adına stratejiler belirlerken, zaten mezhep kaynaklı gerginlik içinde bulunan ve sözde Bahar’ın etkisiyle Saleh yönetiminin devrildiği,  Şii Husi kabilesi ile Sünniler arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı Yemen’i göz ardı edemezlerdi. Dolayısıyla iç çatışmaya sürüklenen Yemen, bölgesel aktörlerin güç mücadelesinin yoğunlaştığı sahnelerden sadece biri haline gelmiştir. Yemen’de Suudi Arabistan’ın Sünnilere, İran’ın Şiilere yönelik desteği, ABD’li senatör Marco Rubio’nun da ifade ettiği gibi söz konusu devletlerin bölgesel hakimiyet sağlama planlarına dair “yap-boz”un son parçasıdır.[1]İkincisi Yemen’de Husi hareketinin güçlenmesi, bölgede devlet dışı aktörlerin güçlenmesi eğiliminin bir başka örneği olarak okunmalıdır; zira küçük bir ülkenin bir aşiretininbölgesel ve küresel aktörlerin karar alma denklemindeki katsayısı artmıştır.

Hal böyle iken 25 Mart tarihinde Suudi Arabistan’ın, Husilerin Yemen’de ilerleyişi karşısında meşru hükümeti korumak adına, Umman hariç Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri ve Mısır, Ürdün, Sudan, Fas, Pakistan tarafından desteklenen ve Husi isyancıların kontrolündeki stratejik hedeflerin bombalandığı Kararlı Fırtına Operasyonu, bölgedeki Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadelesi sahnesini daha da ısıtmıştır. Kararlı Fırtına Operasyonu’na destek veren devletler listesi, kendini Sünnilerin koruyucu olarak nitelendiren Suudi Arabistan’ın Şiilere karşı Sünni ittifak oluşturmada başarılı olabileceğini ve İran’a karşı mezhep kaynaklı ve geniş katılımlı bir meydan okuma sergileyebileceğini göstermiştir. İran’ın Kararlı Fırtına Operasyonu’na gösterdiği tepki ve bu operasyonun sonuçlarının Suudi Arabistan için bir bumerang olacağını ileri sürmesi bölgede mezhep temelli çatışmaların tırmanma riskine işaret etmektedir.

Ortadoğu coğrafyasında Sünni-Şii rekabeti yoğunlaşırken, bu yoğunlaşmanın en taze örneği Yemen’de Husilere yönelik Kararlı Fırtına Operasyonu’na İsrail’in yanıtı ne olmuştur ve İsrail bu operasyonu ve muhtemel etkilerini nasıl okumaktadır?

Yüzeysel bir okuma, İsrail’in İslam coğrafyasında Sünni-Şii rekabetinin çatışmaya dönüşmesinden memnuniyet duyabileceğini, zira Arapların dikkatlerin İsrail üzerinden mezhep kaynaklı çatışmalara kayacağını düşündürmektedir. İsrail açısından,  tek ses ile konuşamayan, kendi sorunlarıyla uğraşan, hatta sıcak çatışma içindeki bir İslam coğrafyası, elbette tek ses olmuş bütüncül yaklaşım sergileyebilen İslam coğrafyasına tercih edilir bir durum olsa gerektir. Üstelik Batı-İran yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade eden İsrail, İslam coğrafyasında İran’ın Araplar tarafından tehdit olarak algılanmasını,  Batı’ya İran’ın güvenilir bir partner olamayacağı sinyali vermek için kullanabilir. 

Diğer taraftan Kararlı Fırtına Operasyonu, Filistinliler arasında da bir başka ayrışma yaratarak, İsrail’in işine gelmiştir. Zira Mahmud Abbas’ın danışmanı Habbash, Arap coğrafyasında illegal unsurlarla mücadelenin Arap liderlerinin görevi olduğunun altını çizerek, Yemen’de Husilere saldıran Suudi öncülüğündeki koalisyonun Gazze’ye de saldırması gerektiğini ifade etmiştir.[2]Bu beklenmeyen açıklama Gazze’deki Filistinliler arasında korku yaratırken, Hamas’ın sert tepkisini çekmiştir. Hamas üyesi Fathi Qarawi, Habbash’ın sözlerinin Filistinliler için anlam ifade etmediğini, bu sözlerin Habbash’ın Gazze’ye karşı nefretinin ifadesi olduğunu belirtmiş ve 29 Mart’ta Jabaliya mülteci kampında Habbash’ın ifadelerini kınamak amacıyla miting gerçekleştirilmiştir. Kısaca Kararlı Fırtına Operasyonu’nun Filistinlilere yansıması, İsrail lehine bir tablo çizmektedir. Hatta bu tablo “İsrail-Suudi Arabistan ittifakı”[3] şeklinde de nitelendirilmiştir. Ne de olsa, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon Yemen’e saldırırken, İsrail Başbakanı Netanyahu İran-Lozan-Yemen eksenini insanlığa karşı tehdit olarak tanımlıyordu.

Ancak İsrail basınında Kararlı Fırtına Operasyonu’na ve etkilerine dair yorumlarda bariz bir ihtiyat ve şüphe görülmektedir. Öncelikle İsrail basınında, Kararlı Fırtına Operasyonu ışığında Arap Ligi tarafından alınan ortak Arap Ordusu oluşturma kararına dikkat çekilmekte, ordunun yapısı ve görev alanları netleşmemekle birlikte, bu ordunun Arap güçlerinin koalisyonunu önleme stratejisi benimsemekte olan İsrail açısından üzerinde dikkatle tartışılması gereken bir konu olduğu ifade edilmektedir. Yemen’de Husilere yakın kaynaklar İsrail’in Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona katıldığını iddia ederken - bu iddia resmi kaynaklar tarafından doğrulanmamıştır- İsrail hükümetinden yanıt gelmemesi ve ortak ordu kararı karşısında İsrail hükümetinin “vurdum duymaz” tavrı sorgulanmaktadır.[4]

Diğer taraftan, İsrail basınında Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın Kararlı Fırtına Operasyonu’nu müteakip yaptığı yorumlar geniş yer almıştır. Nasrallah, Suudi Arabistan’ın Filistin davasını terk ettiğini, İsrail’i de umursamadığını ve İsrail’e karşı bir Arap ordusu oluşturulsa idi ilk katılanın Hizbullah olacağını[5] belirterek, şu soruları sormaktadır; “bölgede yıllarca yaşananlar Suudi Arabistan’ın müdahalesini gerektirmemiş iken, Yemen’deki mevcut durumun müdahaleyi gerektirmesinin nedeni nedir?Araplar  İsrail’in yarattığı tehlikenin farkında değil midir?”[6]Bu ifadeler ve sorular, “Araplar bir ordu oluşturacak ise, bu ordu aslen İsrail’e karşı oluşturulmalıdır” önerisi şeklinde algılanmaktadır. Nasrallah’ın ifadeleri, bölgeye yayılacak mezhep kaynaklı çatışmanın, Şii nüfusun Sünnilere yönelik tepkisinin İsrail’e yönelik “nefreti” de yoğunlaştırma ihtimaline işaret etmektedir.  Dolayısıyla, Yemen’e yönelik Kararlı Fırtına Operasyonu’nun Yemen’i “ikinci Suriye”ye dönüştürme riski ile mezhep kaynaklı çatışmaların tüm Ortadoğu’ya yayılma riski İsrail açısından göz ardı edilecek riskler değildir. Mesela, Irak’ta binlerce Şii Kararlı Fırtına Operasyonu’nu protesto etmek için sokaklara dökülmüştür. Üstelikkaos ve çatışma ortamının terör örgütlerini beslediği bizzat sözde Bahar sürecinde tecrübe edilmiştir ve terör örgütlerinin niteliksel ve niceliksel olarak büyümesi her halükarda İsrail’in güvenliği için bir risktir. Kısaca bölgeye yayılacak Sünni-Şii çatışması İsrail’i rahatlatacak bir faktörden çok İsrail’in güvenliğini tehdit edecek bir faktöre dönüşecektir. Zira bölgede hiçbir ülkenin güvenliği komşularının istikrarsızlığından beslenemez.

İsrail basınında değinilen bir husus ise Kararlı Fırtına Operasyonu’nun Obama yönetimi ile Netanyahu yönetimi arasındaki mevcut ayrıklıkları keskinleştirdiği ve hatta iki lider arasındaki köprüleri yıkmış olduğudur.[7]  Zira İsrail basını, Netanyahu hükümetinin Suudi Arabistan öncülüğünde gerçekleştirilen Kararlı Fırtına Operasyonu’na ABD’nin doğrudan katılmamasını, Arapların ABD’nin aktif katılımı olmadan operasyon yapabilecek cesarete sahip olduğu ve ABD’nin bölgeye ilgisinin ve müttefiklerini koruma iradesinin de azaldığı şeklinde okuduğuna işaret etmektedir. İsrail açısından en kötümser okuma, Arap devletlerinin ABD’ye rağmen İsrail’e saldırabileceği yönündeki okumadır; ancak ABD’nin bölgedeki ağırlığı ve bölge ülkeleri ile ikili ilişkileri dikkate alınırsa, bu kötümser okumanın ihtimal dışı olduğu görülür. Ancak sözde Bahar sürecinde ve Batı-İran yakınlaşması sonucunda İsrail ve ABD arasında güven bunalımı yaşanmakta olduğu aşikardır.

Kısaca,Kararlı Fırtına Operasyonu’nun İsrail çıkarlarına hizmet edip etmeyeceğini şimdilik İsrail açısından bir muammadır ve İsrail hükümeti İsrail basınının Kararlı Fırtına Operasyonu’na karşı sergilediği ihtiyatlı tutuma kulak vermelidir.

 


[3]The Geopolitics Behindthe War in Yemen: The Start of a New Front against Iran, www.globalresearch.ca, 29 Mart 2015

[4]Israel, Arab World find common ground over Iran, www.haaretz.com, 30 Mart 2015

[5]A.g.e.

[6]Nasrallah:Saudi Arabia forgets Israel is the enemy, www.ynetnews.com, erişim tarihi: 7 Nisan 2015

[7]Decisive Storm fuels Obama-Netanyahu dispute, www.alaraby.co.uk, 31 Mart 2015

Doç. Dr. Dilek Yiğit

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı