Bu sayfayı yazdır

Enflasyonla Savaşmak için Para Otoritesinin Özerkliği Gerekir

Yazan  21 Mart 2021

Bir ülkede yıllık fiyat artışları çift haneli olursa, kısa vadede talebi daraltmak için başvurulan para politikası önlemlerinin başında faiz yükseltmek gelir.

Tüketimin tasarruflar lehine azaltılması mümkün olursa, politika başarılı sayılır. Ancak kredi maliyetlerinin yükselmesi nedeniyle, öz kaynak kullanmayan veya kullanma alışkanlığını kaybetmiş kesimler hemen şikâyete başlar. Faiz artışlarının en büyük riski ekonomik durgunluğu tetiklemesidir. Ama bir ekonomi başta salgın veya salgından da beter bir felaket olan güven aşınması gibi nedenlerle zaten durgunluğa meyletmişse, faturayı yükselen faizlere veya faiz yükseltme kararı alan para otoritesine çıkarmak doğru değildir. Faiz karşıtı tepkileri yatıştırmak için, enflasyonun kısa, orta ve özellikle uzun dönemli ekonomik maliyetini anlatamayan siyasi iktidarların, uzlaşma sağlama becerisinden kuşku duymak, belki de enflasyonist gidişattan elde ettikleri faydayı sorgulamak gerekir.  Ayrıca para otoritesine yapılan siyasi müdahaleler ekonomik dengeleri rayından çıkardığı için, geciken faiz kararlarının vebalini de faizin kendisinden çok, karar gecikmesine neden olan etkenlerin boynuna dolamak daha iyi olur.

Bıçak Kemiğe Dayanınca Kalkan İşe Yarar mı?

İki haneli enflasyon, kronikleşme eğilimi gösteren bir ekonomik hastalığın önemli bir belirtisidir. Ama asıl neden, artan talep karşısında arttırılamayan üretimde aranmalıdır. Çeşitli ihmallerle ve şimdi salgınla daralan sınai ve hizmet üretim kapasitesi ile özen gösterilmeyen tarım sektörünün rolü sorgulanmalıdır. Tasarrufu cezalandıracak kadar düşük bir faiz, paradan kaçışı tetikler. Bu enflasyonu daha da hızlandırır. Hele açıklanan rakamlara duyulan güven dibe vurmuşsa, ekonomik aktörler gelir ve tasarruflarını güvenceye almak için ulusal para dışında seçeneklere kayar.  Altın, değerli kâğıt veya gayrimenkul dışında başvurulacak seçenek yabancı bir para birimi ise, konvertibilite koşullarında, en bilindik şekli ile dolarizasyon, güvenilmeyen enflasyon rakamlarının, ulusal paranın dış değeri üzerinde baskı yaratan aracı olur. Ulusal parayı, yurtiçinde harcamaktansa, yabancı paraya çevirip saklama tercihi zaten durgunluğu tetikler. Basit günlük işlemler dışında kira veya satışların yabancı para ile etiketlenmesi, enflasyonist gidişata ilaveten, ulusal paranın aşınan değeri durgunluğa katkıda bulunduğu gibi spekülatif davranışlarla ekonomik istikrarı da sarsar. İhracat olanaklarının da çeşitli nedenlerle sınırlı olduğu dönemlerde, ulusal paranın değer kaybı, dış talebi çekmekte de başarılı olamaz. Para aşındığı ile kalır. Mal ve hizmet te elde kalır. Ama hala enflasyon hız kesmezse, o zaman kronikleşen bir ekonomik hastalık, ülke ekonomisini pençesine almış demektir. İşte aslında faiz kalkanını, bıçak kemiğe dayanmadan kaldırmak bunun için önemlidir. Bu anlamda TCMB nın 18.3.21 tarihinde beklentilerin üzerinde aldığı faiz kararı, bıçağın kemiğe dayandığı noktada kaldırılmış bir kalkandı. Kalkan canavarın elini kemikten ayırabildiği ölçüde ve süreyle başarılı olabilirdi. Kanamanın durdurulması içinse parasal ve mali disiplinin yeniden tesisi gerekir ki bu bir tek faiz arttırma kararı ile zaten sağlanmazdı. Genel olarak ekonomiye, ekonomi bürokrasisine, hukukun işleyiş ve üstünlüğüne, özel olarak da ulusal paraya duyulan güven yeniden tesis edilemezse, dolarizasyon-durgunluk-enflasyon üçlü sarmalı sürebilir. Nereye kadar? Bu hem ekonomi dışı koşullara, hem de ekonomik aktörlerin tepkilerine bağlı. Ama faiz yükseltme, enflasyona karşı gerçekten denenmiş güçlü bir kalkandır. Onun için bir politika aracı olan faize ideolojik bir boyut yüklemenin, kanser tedavisinde üfürükçü nefesi kullanmak yanılgısından farkı olmaz.

Naci Ağabal ile Paul Volcker’ın Farkı:  Özerkliğe Siyasi Müdahale

ABD FED Başkanı Paul Volcker 1980'li yıllarda faiz kalkanını kullanarak, ABD de ikinci petrol krizi nedeni ile şahlanan enflasyonu dizginlemeyi başarmıştı. 1979'da ABD kalem oynatmayla değil, gerçek rakamlarla ifade edilen resmi enflasyon yüzde 13 dü. Şimdi Türkiye’de olduğundan düşük değil mi? 1980 yılında Paul Volcker yönetiminde FED, faizleri yüzde 11 den yüzde 20 ye çıkararak, ABD ekonomisine bir şok tedavi uygulamaya başladı. Önlemin amacı,  ekonomik büyümeyi yavaşlatarak, enflasyonu dizginlemekti. Ama zaten o tarihte büyüme enflasyonist bir büyüme olduğu için “arz yanlısı politika (supply-side politics)” takviyesinin arkadan gelmesi gerekiyordu. Volcker elektro şoku ile ABD ekonomisi altı ay süre ile yavaş yavaş, daha sonra, yani Temmuz 1981 den itibaren derin bir durgunluğa girdi.  Ekonomik daralma tam on sekiz ay sürdü ve işsizlik büyük depresyondan sonraki en yüksek düzeyine ulaştı. Yüzde 10.8 gerçek işsizlik,  bugün Türkiye’de ilan edilen resmi işsizliğin yine altındaydı. Yine de işsizlik yüzünden FED, halkın protesto mesajlarına muhatap olmaya başladı. Ama hem Paul Volcker ve ekibi pes etmedi, hem de Başkan Reagan FED kararlarını destekledi. Türkiye’de Ağabal ve seleflerinin başına gelen onun başına gelmedi. Bunun yerine Reagan yönetimi siyasi otorite olarak daha çok üretimi attırıcı önlemlere yoğunlaştı.  Sadece Carter ve Reagan değil, yine parasal ve mali disiplin tesis etmek için kurulan kurullarda Obama döneminde de hizmet eden Volcker iri yarı ve derbeder bir adamdı. Ama Ağabal ile Volcker arasındaki asıl fark, Volcker’ın zamanında özerk bir parasal sisteme hizmet etmesiyle ilgilidir. Adı ister FED ister TCMB olsun, para otoritesi kararlarını özerk bir kurumsal irade ile aldığı zaman para politikasının başarı şansı artar. Oysa siyasetin karanlık gölgesi altına girerse sorunların çözümlenmesini beklemek hayalperestlik olur.                                            

Üzüm Yemek için Bağcıyı Dövmeye, Bağı da Bozmaya Gerek Yoktu                              

1980'li yıllarda Volcker’ın reçetesindeki tedavi edici şurubu, ABD de her kesim kendi cürmüne göre yudum yudum içti. FED bağımsız kararı ile enflasyonu dizginlemek ve işsizliği azaltmak gibi iki önemli işlevini yerine getireceğine siyasi iktidarı da ikna etmişti. Nitekim enflasyon denetim altına alınır alınmaz, 1984 yılından itibaren ABD ekonomisi canlanmaya 1986 dan itibaren de FED politika faizleri de inmeye başladı. Demek ki güvenin tesis edildiği ortamlarda, tüketici tercihleri spekülasyona yalpalanmazsa ve siyasi otorite para politikasına karışmazsa acı reçete ile tedavi iki ila üç yıl içinde istenen sonucu vermeye başlayabilir. Buna karşılık kamuoyunda doğan taban tepkisini bertaraf etmek isteyen iktidar önce nice Merkez Bankası başkanının başını yer, sonra kurumu itibarsızlaştırırsa, sorunlar katlanarak daha çok uzun yıllar devam eder. Kangrenleşir.  Volcker yönetiminin yaptığı şok ayarlama ile enflasyonun gemlenmesi, ABD ekonomisinde 2007 ye kadar kesintisiz 20 yıllık istikrarlı bir ekonomik büyüme yaratmıştı. Türkiye’nin içinde bulunduğu zor dönemde, Volcker’ın şok tedavisini hatırlamak önemliydi. Ağabal’ı görevden almak, Merkez Bankası yönetimini hırpalayıp, itibarsızlaştırmak yerine, üretim ve verimliliğin arttırılma yollarının aranması çok daha iyi olurdu. Yoksa bu gidişle hiçbir reform paketi işe yaramaz, hiçbir yamalı bohça dikiş tutmaz. Kurumların çökmesi ise ülkenin çöküşünü hızlandırır o kadar.

 

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar