Bu sayfayı yazdır

Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır

Yazan  18 Ağustos 2013

Yazının başlığı ülkemizde birilerini çağ dışı kalmış bir siyasi anlayışın enerji meselesine yansımış hali diye bir düşünceye sevk edebilir. Zira küreselleşen dünyada enerjinin, petrolün, madenlerin, suyun milliyeti mi olur? Diye ahkâm kesen yaşlı ve hastalıklı bir neslin olduğu artık herkes tarafından bilinmektedir. Bu zevat, emperyal devletlerin enerji kaynaklarının tamamını ele geçirme konusunda büyük bir kavganın içinde olduklarını da görmezden gelmektedirler. Enerji konusunda gün geçtikçe dışa bağımlılığımızın arttığı bir dönemde acaba yerli kaynaklarımızı daha etkin bir şekilde kullanmamız mümkün müdür? Kaynaklarımız gelecek nesillerimize yetecek seviyede midir? Bir şeyler yapmaz isek enerjiye ödenen ve halkımızın fakirliğine sebep olan etkileri ortadan kaldırabilir miyiz? İşte bu ve buna benzer birçok soruya cevap vermek maksadıyla enerji konusunu bilinenleri ve de bilinmeyenleri açıklamaya çalışalım.

    Yıl 1923, ülkenin elektrik enerjisi kurulu gücü 32,8 MW, yıllık üretim 44,5 GWh, 1930’da kurulu güç 74,8 MW, üretim ise 106,3 GWh ve kişi başına elektrik tüketimi 6,2 kWh’tır. 1960 yılına gelindiğinde kurulu güç 1272,4 MW, üretim ise 2815,1 GWh olmuştur. 1965 - 1980 arasında kurulu güç 1491 MW’ tan 5118,7 MW’a çıkmış üretim de 4953 GWh’ten 23275,4 GWh’e yükselmiştir. 1973 ve 1977 yıllarında dünyadaki petrol krizleri ülkemizde ciddi enerji sıkıntılarına yol açmıştır. İşte bu dönem enerjide dışa bağımlı olduğumuzun en ciddi işareti sayılıp, hidrolik, kömür, nükleer, rüzgâr ve güneş santralleri için planlamalar yapılsa ve yatırım kararları alınsaydı, dışa bağımlılığımız konusunda herhalde bugün için kara kara düşünmez ve geçen zaman içinde yaşanılan sıkıntılar da yaşanmazdı. Ancak, bilinen o ki, o günlerde de kendi ayaklarımız üzerinde dik durmamamız konusunda batının gayretli çabalarının olduğudur. 1980 yılına gelindiğinde 5118,7 MW kurulu güce ve 23275,4 GWh’ lik bir üretime erişmiştik. 1980 sonrası ihracata dayalı yeni bir iktisadi sistemin hayata geçmesiyle birlikte devlet artık vatandaşının devlet babası olmaktan çıkıyordu. Enerji konusunda da mevcut durum değişiyor ve yatırımlar özel sektöre devrediliyordu. 1984 yılında çıkarılan 3096 sayılı kanunla (YİD) elektrik alanında Sayın Özal’ın ifadesiyle, TEK monopolü kırılıyor, özel sektör enerji, doğal gaz, petrol ve maden yatırımlarında atağa kalkıyor ve birçok tesis kurulmaya başlıyordu. Bu düşünce yatırımların çoğalması, hızlanması ve çeşitlenmesi yönünden olumlu bir adımdı. Ancak geçen zaman plansız, programsız ve dışa daha çok bağımlı bir politik anlayış ve meydan gelen olumsuzlukların devlet tarafından önlenememesi elektrik enerjisi konusunda bugün yaşananları sebebi olmuştur. Yerli kaynaklara gereken önemin verilmemesi ve devletin büyük enerji yatırımlarından uzaklaşması, devlet adamlarının GAP gibi büyük projelere bigâne kalması dışa olan bağımlılığımızı artıran en önemli sebepler arasında gösterilebilir. Bugün için ülkemiz sınırları içinde petrol, doğal gaz ve yüksek tenörlü uranyumun bulunmadığı bilinen bir gerçektir. Ancak su, kömür ve jeotermal kaynaklarımızın mevcudiyetlerinin yanı sıra, rüzgâr, güneş, toryum, biyokütle, dalga ve bor kaynaklarımızın varlığını da unutmamak gerekir. 1923’de 32,8 MW olan kurulu güç (üretim 44,5 GWh) cumhuriyetin 75. yılında 1998’de 23.352 MW’a (üretim 111.000 GWh) yükseliyor, 75 yıl içinde üretim yaklaşık 730 kat artıyordu. 2000 yılındaki kurulu güç 27.264,1 MW (üretim 124921,6GWh), 2013 yılındaki kurulu güç (30 Haziran itibariyle) 60.121 MW ve üretimin de 255000 GWh olacağı tahmin edilmektedir.  1923’den 2002’ye kadar Türkiye’nin kurulu güç artışı % 96991, 1992’den 2002’ye % 70 ve 2002’den 2012 ‘ye %79 olmuştur.1998 yılında üretimde hidroliğin %38, linyitin %29 % ve doğal gazın %23,5 payı var iken, 2013’de hidroliğin payı %34, linyit ve taş kömürün  %14,2, ithal kömürün %6,5 ve doğal gaz %31,8 ve çok yakıtlılar ile doğal gazın %6,5 olmuştur. Bu rakamlar dışa bağımlılığın 1998’den sonra ciddi bir şekilde arttığını açıkça göstermektedir. 2012 yılında 23 milyar dolarlık doğal gaz, 4,6 milyar dolarlık kömür ithal edilmiştir. Şimdi soru şudur: 2023 yılında 100 -1100.000 MW’a, 2030 yılında 161.823 veya 187.003 MW’a çıkarılacak kurulu güç için hangi enerji kaynakları kullanılacak ve gereken 225 - 280 milyar dolar nasıl bulunacaktır? Diğer taraftan, 1990 yılında talebin %48’i yerli kaynaklardan karşılanırken bu oran 2009’da %29,5’a, 2011 yılında da %27,6’ya gerilemiştir.  Ülkemizde tüketilen doğal gazın yaklaşık % 53’ü elektrik enerjisinde kullanılmakta ve kurulu güce katkısı %32’ler civarında olmaktadır. Diğer taraftan son 10 yılda ithalatı %106’ı artan ve 30 milyon tona ulaşan kömür santrallerinin kurulu güce katkısı % 6,5 mertebesindedir. Her geçen yıl daha çok dışa bağımlı hale gelen enerji sektörümüzün bu kuşatılmışlıktan kurtulması için:

1.      Türkiye’nin her yıl yaklaşık petrol, doğal gaz ve ithal kömüre ödenen 45 - 50 milyar dolarlık yükten kurtulması gerekmektedir. Bunun için enerji yönetimi Sayın Bakanının ifade ettiği gibi doğal gaza olan bağımlılığı azaltmak için gerekeli tedbirleri almalıdır. 60 yıl sonra biteceği söylenen bu kaynağa niçin bu kadar bel bağlanır? Bunun yanı sıra da kömür ithalatından tamamen vazgeçilmelidir. 13 milyar ton civarındaki kömür rezervleri yıllardır yerin altında beklemektedir. Bu rezervler yapılacak çalışmalarla %15-20 oranında da artabilir.

2.      Aşağıda belirlenmiş olan yerli kaynak potansiyelimize (Tablo-1) zaman geçirilmeden yönelmek milli bir görev olarak kabul edilerek, gerekli yatırımlara başlanmalıdır (Kurulmuş sistemler, menfaatler ülkenin geleceği ve yeni nesillerin bekası için yıkılabilir). Rüzgâr, jeotermal, güneş, biyokütle, hidrojen ve hatta dalga enerji kaynaklarına menfaat ilişkileri, bürokrasi, teknolojik yenilikleri takip edememe ve bu enerji kaynakları için gereken teşviklerin sağlanamamasından ötürü ciddi manada yatırımlar yapılamamaktadır.

 

                      LİNYİT

     13.300.000.000 ton (artabilir)

               TAŞKÖMÜRÜ

       1.126.548.000 t

                  ASFALTİT

            82.000.000 t

               BİTÜMLÜ ŞİSTLER

       1.641.381.000 t

                  JEOTERMAL

             31.500 MWt / 1000 MWe

                  URANYUM

               9.129 t  (artabilir)

                  TORYUM

           380.000 t  (artabilir)

                  HİDROLİK

           36-40.000 MW

                  RÜZGÂR

           48.000 MW

                  GÜNEŞ

           87,5 MTEP (8,75’i elektrik enerjisi)

               BİYOKÜTLE

              8,6 MTEP

                  PETROL

            43.200.000 t

               DOĞAL GAZ

          6.800.000.000 m3

         DALGA (GEL-GİT/ MED-CEZİR)

              18.5 TWh/yıl

                                                           (Tablo-1)  

 

    Cumhuriyet hükümetleri 1983’ten bu yana programlarında enerjiye önem vereceklerini belirtmişler ve verdikleri kadar sözü de tutmaya çalışmışlardır. Mesela 1983-1987 Özal Hükümeti’nde enerji ile ilgili ifadeler şunlardır: ’’ Enerji, sanayileşmenin, kalkınmanın ve medeniyetin can damarıdır. Başta kömür, hidrolik, petrol olmak üzere, tabii gaz, nükleer, güneş, jeotermal gibi bütün enerji kaynaklarından en iyi ve en süratli şekilde faydalanılmasını sağlayacak tesisler kuracağız.’’ 1991-1993 Demirel Hükümetindeki enerji politikalarının esası şöyle kaleme alınmıştır: ’’ Ülkemizdeki su kaynaklarının geliştirilmesi için baraj, HES, yer altı ve yerüstü sulama şebekelerinin gerçekleştirilmesi çalışmaları sürdürülecek ve özellikle de GAP Projesi kapsamında yatırımlar hızlandırılacaktır. 2000 yılına girerken Türkiye’nin enerji sıkıntısı çekmemesi için termik ve hidroelektrik santralleri proje ve yapımı işleri hızlandırılacaktır.’’ 59. Hükümetin programında yazılı olanlar ise şunlardır: ’’ Enerji kaynaklarının tümünden en etkin ve verimli bir şekilde yararlanılacaktır. Enerji dar boğazının oluşmaması için maliyet ve fiyatlanmayı da dikkate alan bir planlama yapılacak, çevreci, nükleer enerji kaynakları da devreye sokulacaktır. Yurt dışı enerji kaynakları ve bunun imkânları ekonomik kriterler göz ardı edilmeden çeşitlendirilerek değerlendirilecektir.’’   Bu programlarda yazılanlar üç aşağı beş yukarı yerine getirilmeye çalışılmıştır. Burada önemli olan husus ülkenin, giderek kalkınan ülkelerin enerji ihtiyaçlarını karşılama konusunda gösterdikleri hassasiyeti bizim de göstermemiz olmalıydı. Özellikle ülkenin orta ve uzun dönemdeki ihtiyaçları, sanayileşme, teknolojik ilerlemeler ve kendi kaynaklarımız, milli çıkarlarımızı dikkate alan bir milli güvenlik politikası içinde değerlendirilmiş olsaydı bugünkü korkularla karşılaşmıyor olabilirdik. Yani, enerjide %70’ler civarında dışarıya bağımlı bir hale gelmeyecektik. Enerji konusunda sıkıntımız yok diyoruz ancak, kişi başına düşen tüketimimiz 2012 itibariyle 3000 kWh civarlarındadır. Bu rakam 2009’da ABD’de 12322, Almanya’da 7091, İngiltere’de 5699, Yunanistan’da 5374 kWh tır. Ayrıca, 2002 yılına göre elektrik enerjisi ithalatımız da 435 GWh’ten 4555,8 GWh yükselmiş ve %27 bir ithalat gerçekleşmiştir. Önce ülkemiz kaynaklarının kullanılması şartıyla tabii ki dışarıdan enerji ithalatı yapılabilir. Zira her ülke iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel değerleri farklı da olsa bir bütünün parçalarıdır. Ne var ki, yaşadığımız günlerde enerji meselesi, insanların ittifak oldukları tek ortak değer olarak hayatın vazgeçilemezi olmuştur. Enerji manevi değerlerin çok üstünde bir yerden insanları adeta yönetir hale gelmiştir. Emperyal devletler enerji kaynakları olan yerlere hemen yönelmekte o ülkeyi ya da bölgeyi rahatsız etmekte, karıştırmakta, hükümetler devirip kendine bağlı hükümetler kurmakta ve o ülkenin bütün kaynaklarını sömürmektedir. İleride toryum, bor ve hatta uranyum kaynaklarımıza olabilecek aşırı istekleri hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Türkiye bugün için enerji kaynakları bakımından ortaya konan değerler dikkatle incelendiğinde şu potansiyele sahip olduğu anlaşılmaktadır. (Tablo-2) Tabiidir ki, ülkeyi yönetenlerden hemen 3-5 yıl içinde bu kaynakları harekete geçirilmesi istenemez, Zira teknik anlamda da mevcut potansiyellerin kullanımı konusunda ciddi çalışmaların yapılması gerekmektedir. Ancak, 2023 yılında 2 trilyon dolar GSYH ve 25.000 dolar milli gelire ulaşarak dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilmek için, sürekli enerji üretmemiz gerekmektedir. Böylesine bir ekonomik güce Türkiye’nin erişmesini istemeyen güçler Türkiye’nin enerji kaynaklarının gelişmesini engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Yani dışa olan bağımlılığımızın daha da artması için yerli kaynaklarımızın devreye girmesini önlemek için her türlü çabayı göstereceklerdir. Bu sebeple de doğal gaz, ithal kömür ve de nükleer santrallerin çoğalması konusunda her türlü yardımı yapacaklardır. Böylece hem kendi kaynaklarımız kullanılmayacak hem de hiçbir şekilde dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına giremeyeceğiz. Şimdiye dek ortaya konan veriler dikkatle incelendiğinde ülkemizin enerji potansiyeli aşağıdaki gibidir. Bu veriler en yüksek seviyedeki gücü ve üretim değerlerini temsil etmektedir. Nükleer enerjinin bugüne dek kaynaklarımız arasında olmaması bir talihsizliktir. Zira yüksek teknolojik üstünlükleri olan nükleer santrallere sahip olduğumuz takdirde önümüzdeki 10-15 yıl içinde nükleer santrallerde devreye girecek toryum kaynakları ile ülkemiz nükleer enerji bakımından çok önemli bir noktaya gelecektir. Toryumun nükleer santrallerde kullanılması sonrası ülkemizde nükleer güçten faydalanma oranı % 50’lere çıkabilir. (Toryumun nükleer santrallerde kullanılması araştırmaları devam etmektedir. Ancak dünyanın en büyük toryum rezervine sahip Türkiye bu konuda hiçbir şey yapmamaktadır).

           KAYNAK

       KURULU GÜÇ- MW

          ÜRETİM - GWh

           HİDROLİK

      36.000 – 40.000

     130.000 – 160.000

   LİNYİT ve ASFALTİT

      18.000 – 25.000

     120.000 – 170.000

            RÜZGÂR

   20.000 – 48.000 / 131.000

  70.000 – 147.000/378.000      

        JEOTERMAL

           600-1000

           4.500-8.000

             GÜNEŞ*

           50.000

      278.000 - 380.000

        BİYOKÜTLE

 

            35.000

YERLİ KAYNAKLAR TOPLAMI

    124.600 – 164.000

    637.500 – 900.000

 

       DOĞAL GAZ

      25.000 – 50.000

     170.000-340.000

         NÜKLEER

            10.000

      80.000 - 100.000

         TOPLAM

159.600 – 224.000

887.500 -  1.320.000

                                                               (Tablo-2)

(*DEK TMK/Güneş Türkiye için 376 TW (1 TW= 106 MW) güç kaynağı demektir. Teknolojik kısıtlar altında teknik potansiyelin ise 278 milyar kWh/yıl olarak tahmin edilmektedir. Teknik potansiyelin % 18’i kadar olan 50.000 GWh/yıl Türkiye’nin uzun dönemde elektrik üretiminde hedefleyebileceği güneş enerjisi teknik potansiyeli varsayılabilir.)

Yabancı kaynakların kullanımında her daim dikkatli olmak ülkeyi idare edenlerin anlayışı ile doğrudan ilgilidir. 2023 yılında 100.000 - 110.000 MW güç ve 450 – 500.000 milyar kWh enerji üretilmesi için yılda yaklaşık % 6-7 arasında bir yatırımın yapılması gerektiği bizzat yetkililer tarafından yazılmakta, çizilmekte ve etraflıca anlatılmaktadır. ETKB’nının 2013 yılı bakanlık bütçesini takdim konuşmasındaki şu ifadeler çok önemlidir. Sayın Bakan şöyle diyor: ’’ Ülkemiz birincil enerji talebi 2011 yılında yaklaşık 115 milyon TEP olarak gerçekleşmiştir. Birincil enerji talebi içerisinde kömürün payı yüzde 31, doğal gazın payı yüzde 32, petrolün payı yüzde 27, hidrolik enerjin payı yüzde 4 ve yenilenebilir ve diğer enerji kaynaklarının payı yüzde 6’dır. 2023 yılında birincil enerji talebimizin yüzde 90 oranında artarak 218 milyon TEP’e ulaşması beklenmektedir. Kömürün payının yüzde 37, doğal gazın yüzde 23, petrolün yüzde 26, hidrolik enerjinin payı yüzde 4, nükleer enerjinin yüzde 4 ve yenilenebilir ve diğer enerji kaynaklarının yüzde 6 olması öngörülmektedir. Sayın Bakan hedefler bölümünde de şunları dile getiriyor:  ’’ “Hedeflerimiz” Arz güvenliğimizi sağlamaya yönelik olarak; Bilinen linyit ve taşkömürü kaynaklarının 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmiş olması hedeflenmiştir. 2023 yılına kadar 2 nükleer santralin devreye alınması ve 3. nükleer santralin inşasına başlanması hedeflenmektedir. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarımıza ilişkin; 2023 yılı kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payının yüzde 30’a çıkarılması, 2023 yılı kadar teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelimizin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması, Rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 2023 yılına kadar 20.000 MW'a çıkarılması, 600 MW'lık jeotermal potansiyelimizin tümünün 2023 yılına kadar işletmeye alınması hedeflenmiştir. Ayrıca 2023 yılında elektrik enerjisi kurulu güç kapasitemizi 100 bin MW’a ve toplam elektrik enerjisi üretimimizi 500 milyar kWh’e yükseltilmesi hedeflenmektedir. Enerji Verimliliğine ilişkin olarak: 2023 yılında Türkiye’nin GSYİH başına tüketilen enerji miktarının (enerji yoğunluğunun) 2011 yılı değerine göre en az yüzde 20 azaltılması, Elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımında teknik kayıpların asgariye indirilmesi ve dağıtımda kaçak kullanımın engellenmesi, Mevcut kamu elektrik üretim santrallerinde yeni teknolojiler kullanılarak verimi yükseltmek ve üretim kapasitesini artırmak için yapılan bakım, rehabilitasyon ve modernizasyon çalışmalarının 2014 yılı sonuna kadar tamamlanması hedeflenmiştir. Ülke, Kaynak ve Güzergah Çeşitlendirmesine yönelik olarak; 2015 yılına kadar yurt dışı ham petrol ve doğalgaz üretimimizin 2008 yılı üretim miktarına göre iki katına çıkarılması, 2009 yılı itibari ile 2.1 milyar m3 olan mevcut doğalgaz depolama kapasitesinin, 2015 yılına kadar 2 katına çıkarılması, Doğalgaz ithalatında 2015 yılına kadar, en fazla ithalat gerçekleştirdiğimiz ülke payını yüzde 50’nin altına indirecek kaynak ülke çeşitliliğinin sağlanması, Ulusal petrol stoklarının güvenli düzeyde muhafazasının sürdürülmesi hedeflenmiştir.’’

Diğer taraftan EPDK’nın 2011-2030 yılı Üretim Kompozisyonu Senaryosundaki bilgiler enerji politikalarının geleceği açısından önemli bilgileri ortaya koymaktadır. (Mak. Müh. Odası – Türkiye’nin Enerji Görünümü – 2012) ’’Hidroelektrik potansiyelin ve yerli kömür potansiyelinin tamamının kullanılacağı, petrol yakıtlı santrallerin kurulu gücünün azami 5.000 MW; nükleer santrallerin kurulu gücünün 12.000 MW olacağı varsayılmıştır. Fosil yakıt ağırlıklı senaryoda, yenilenebilir senaryoya ilaveten 10.000 MW doğal gaz ve 5.000 MW ithal kömür yakıtlı termik santral kurulacağı öngörülmüştür. Yenilenebilir ağırlıklı senaryoda, fosil yakıt ağırlıklı senaryoya ilaveten 25.000 MW RES, 9.000 MW GES ve 8.000 MW biyokütleye dayalı santral kurulacağı varsayılmıştır.’’ Bu açıklamalardan sonra öngörülen kurulu güç kompozisyonunun da şöyle olabileceği öngörülmüştür. Fosil yakıt ağırlıklı kurulu güç 161.823 MW, Yenilenebilir ağırlıklı kurulu güç ise 187.003 MW olacaktır. Petrolün %97’si, doğal gazın % 99’u ve kömürün ithal edildiği bir ortamda hidrolik kaynaklarımızın yaklaşık %65’i, linyitin %85’i, taş kömürün %99’u, jeotermalin %99’u, rüzgârın % 95’i, güneş ve dalga enerjisinin tamamı elektrik enerjisi üretiminde sıralarını beklemektedirler. Enerji kavgasının ülkelere bu denli ağır darbeler vurduğu bir dönemde ülkenin kaderini avuçlarının içine almış olanların çok daha dikkatli davranmaları ülkemizin menfaatleri açısından önem arz etmektedir. DEK’in 1996’da yazmış olduğu ’’Yarının Dünyası İçin Enerji’’ Kitabındaki bazı önerilerini dikkatle takip etmemiz gerekiyor. Görüş ve öneriler kısaca şu şekildedir: ’’ Enerji talebindeki hızlı ve kontrolsüz artış, özellikle petrol ve doğal gaz kaynaklarına 2050 tarihinden önce darbe vurabilir. Kömürden ve nükleer enerjiden başka kaynaklara dayanan alternatif arz seçeneklerinin bu zaman çerçevesi içinde yeterli miktarlarda elde edilebilmesi mümkün görünmemektedir. Artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak, bütün enerji kaynaklarının (fosil yakıtlar, petrollü kumlar ve bitümlü şeyl dahil yenilenebilir ve nükleer enerji) giderek daha fazla kullanılmasını gerektirecektir… Enerji kıtlığı sorunu, en kötü ve ıstırap verici şekliyle gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Ancak enerji kıtlığı sorunu bunlarla sınırlı değildir. Zengin sanayileşmiş ülkelerde bile yoksulluk enerjiye ulaşmayı azaltır. Enerji faturaları insanların ödeme gücünün ötesinde olabilir. S.237-238… 2020’nin ötesinde dünya muhtemelen, iki veya üç tane son derece mücadeleli on yıllık dönemle karşılaşacaktır. Petrol ve doğalgaz mevcudiyetiyle ilgili giderek artan belirsizlik, nükleer gücün yayılması konusunda net bir tavır alma yolundaki baskı ve yenilenebilir enerji teminiyle ilgili yetersiz ilerleme, sürekli yükselen dünya nüfusunun enerji talepleri karşısında birbiri ardına yığılmış sorunlardır… Petrol ve doğal gazın jeolojik rezervlerinin varlığı pek fazla abartılan bir husustur. Bu uzun zamandır tartışma konusu olmuştur. Günümüzde bu konuyla ilgili büyük bir kayıtsızlık vardır. S.255… Zaman ilerledikçe, güneş ile diğer çevresel açıdan kabul edilebilir ve ekonomik açıdan uygulanabilir yenilenebilir enerji biçimlerine ve kamu tarafından kabul edilebilir nükleer güce daha fazla ihtiyaç duyacağı aşikârdır. Ancak termik nükleer güce güvenmek yeterli olmayacaktır. Hızlı üretim yapan reaktörlere ve en sonunda nükleer füzyona gerek duyulacaktır. Küresel enerji talep beklentileri, zaman ilerledikçe, temel varsayımlardaki küçük değişikliklere bile daha duyarlı hale gelecektir. S.257.’’ Türkiye’nin de üyesi olduğu Dünya Enerji Konseyi’nin hazırlamış olduğu bu adeta uyarılar kitabı acaba ciddi bir şekilde değerlendirilmiş midir? Diğer taraftan enerji savaşlarının hızla ve acımasız bir şekilde devam ettiğini de görmekteyiz. İşte size iki örnek: Z.Brezinski Hazar petrolleri konusunda ABD’nin görüşünü yıllar önce şöyle dile getiriyordu: ’’Sınırlı bir büyüklüğe ve az bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Azerbaycan, elinde bulundurduğu çok büyük enerji kaynaklarıyla jeopolitik bakımdan önemlidir. Hazar Denizi enerji kaynakları Rusya’nın eline geçerse ABD’nin zor durumda kalacağı bir gerçektir.’’ Yıllar sonra ABD Başkanı B.Obama’nın söyledikleri de daha da düşündürücüdür. ’’ ABD, 40 yıldır enerji geleceği ile ilgili olarak yetersiz, çelişkili ve kısa görüşlü bir yaklaşım sergilemiştir. Bu yüzden artık stratejik olarak temelden bir değişikliğe gitmenin zamanı gelmiştir.’’ Milli güvenliğin, milli ekonominin ve enerji güvenliğinin güçlü hale getirilmesi için Türkiye’nin; silahlı kuvvetlerine hassaten önem vermesi, ekonomide hamleler yapabilmek için üretime dönük yatırımların yapılması, istihdamın artırılması, fabrika yapan fabrikalar yapması, enerjide mutlak surette öz kaynaklarımızın devreye alınması sağlanmalıdır. Dış dünya ilişkilerde ne bugün dostumuz ne yarın düşmanımız olacaktır anlayışından uzak durularak ancak ileri bir demokrasi anlayışı ülkede hâkim olabilir. Bu takdirde halkın kendine güveni gelir ve çalışan bir toplum kendiliğinden ortaya çıkar.

    Netice itibariyle, 2030’lu yıllarda 160.000 -187.000 MW’lık bir elektrik kurulu gücüne ve 750 – 850 milyar kWh’lık bir üretime sahip olmak istiyorsak:

1.Enerji sektörünün stratejik öneminin olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bu sebeple özelleştirmelerde yabancı hâkimiyetine yol açacak uygulamalardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Zira enerjinin bir amme hizmeti olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Enerji meselesini kendi özel sektörümüz ile çözüme kavuşturmalıyız.

2.Özelleştirmelerdeki dağınıklığın önüne bir an geçilmelidir. Verilen yüzlerce iznin çok ciddi bir şekilde denetlenmesi şarttır. HES’lerdeki kontrolsüz gücün ileride büyük meseleler ortaya çıkarması mümkündür. HES’ler sosyal, iktisadi ve biyolojik meselelere dikkat ederek yatırımlarını yapmalı, devlet ise bunları ciddi şekilde denetlemelidir.

3.Kömür, uranyum, toryum, petrol ve doğal gaz aramalarına önem verilmeli ve bu kaynakların rezervleri tam olarak belirlenmelidir.

4.Yerli kaynakların tamamının üretime katılması için gereken yatırımlara şimdiden başlanmalıdır (yaklaşık 20 yıl sonra bazı kaynakların  %30 - 40’ı belki devreye alınabilir). Zamanında, kesintisiz, temiz ve güvenilir bir enerjinin vatandaşa sunulması gerekmektedir. Yani enerji kaynaklarının sürekli amade tutulması enerji politikalarının esasını teşkil etmelidir. Ayrıca enerjinin verimli ve tasarruflu kullanımını da dikkat edilmesi gerekmektedir.

5.Enerji ithalatı en aza indirilirken, ithalatın belli bir ülkeden değil, çıkarlarımız göz önünde bulundurularak birçok ülkeden temin edilmelidir.   

6.Özellikle toryum, güneş, hidrojen ve borun enerjide kullanımı konusunda AR-GE faaliyetlerine önem verilmelidir. Sürekli teknoloji transferi ile bir yere varılamayacağının artık anlaşılmış olması gerekir. Bu ülkenin teknoloji üretecek bilim adamları, mühendisleri, yatırım yapacak iş adamları ve bu konuda güçlü üniversitelerinin olduğu asla ve asla unutulmamalıdır.  

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı