Bu sayfayı yazdır

Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar

Yazan  19 Kasım 2013

Anadolu’da madencilik faaliyetleri binlerce yıl öncelere dayanmaktadır. Bu topraklarda bakır, kurşun, çinko, demir, altın, gümüş, kalay ve daha birçok maden değişik kültürler tarafından kullanılmıştır. Hititler ve Lidyalılar madenciliğin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu madenler Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de işletilmiş ve hukuki bir yapı kazandırılarak milletin hizmetine sunulmuştur. Ülkemiz jeolojik yapısı sebebiyle, çok sayıda maden çeşitliliğine sahip olmakla birlikte dünya sanayini etkileyecek birkaç madenin dışında önemli rezervlere sahip değildir. Madencilikte adı geçen 132 ülke arasında toplam maden üretimi itibarı ile 28’inci, üretilen maden çeşitliliği açısından da 10’uncu sırada yer almaktadır ifadeleri ile ülkemizdeki maden varlığının 2 trilyon değerinde olduğunu söyleyerek madenciliğimizin çok iyi bir noktada olduğunu dile getirmenin iyi sonuçlar vermediği gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. En azından bugün itibariyle durum böyledir.Sektörde ruhsat sayısının 24 bin olması, sondaj miktarının 1,5 milyon metreye ulaşması, 22 milyon ton cevher ihraç edip 4 milyar dolar döviz kazanılması, buna mukabil 40 milyon ton maden ithal edip 12-13 milyar dolar döviz ödenmesinin madenciliğimizin sil baştan ele alınmasının somut göstergeleri arasında açıkça görülmektedir. Ülkemiz bor, mermer, krom, bazı endüstriyel hammaddeler (feldspat, bentonit, pomza, perlit, sodyum sülfat, kaya tuzu), toryum, trona (tabii soda), NTE ve linyit madenlerinin rezervleri açısından önemli potansiyele sahiptir. Bakır, kurşun, çinko, demir, kükürt, fosfat, nikel, grafit, mangan, uranyum, kobalt, titan, altın, taş kömürü gibi madenlerde ise az ya da yeterli sayılabilecek rezervlerimiz bulunmakta, ileri teknoloji minerallerinde ise işletilebilir rezervlerimiz bulunmamaktadır. Aslında madenlerimizin bugüne dek sağlıklı bir şeklide işletilememesinin sebepleri arasında;uzun yıllar devletin dünya ölçeğinde madencilik yapamaması ve son otuz yılda da takip ettiği ekonomik politikaları, yurt içinde madencilik yapan mali ve teknik yönden zayıf şirketlerin rekabeti, AR-GE faaliyetlerine gereken önemin verilmemesi, madenciliğin küçük şirketler eliyle dağınık bir şekilde yürütülmesi ve yıllar önce yapılmış olan tesislerin modernize edilmemesi ve yeni tesisler yapılmaması, güçlü pazarlama şirketlerinin olmaması sayılabilir. Mevcut maden rezervlerimizin ayrıntısına geçmeden önce şu bilgi madencilikte neler yapılmasını gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 2012 yılı itibariyle 4,2 milyar dolarlık ihracat ve 13,5 dolarlık ithalat (petrol ve doğalgaz hariç) yapmış olan bu sektörün maden rezervlerimiz, sanayinin ihtiyaç duyduğu yarı mamul ve mamul maddeler, maden ithalatı ve yeni iş alanları dikkate alınarak yeniden yapılanması kaçınılmaz bir hal almıştır. Diğer taraftan, küçük ve orta ölçekte rezervlere sahip olduğumuz ve de küçük ölçekte bir maden yatağının da 2-5 yıl arasında üretime geçtiği dikkate alındığında, ülkeyi yönetenlerin madencilik konusunda ciddi çalışmalara başlaması gerçeği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Artık bu ülkenin madenlerinin ham cevher olarak yok pahasına satılmasının önüne mutlaka geçilmelidir. Kısacası, rekabet gücü olmayan küçük şirketlerden, yetersiz ve bilgisiz üretimden, ruhsat spekülasyonlarından ve iç çekişmelerden uzak bir anlayışın hâkim olduğu bir maden politikası ile üretim gücü artırılmalıdır. Madenlerin tümünün ya da bir kaçının tek elde toplanacağı, teknolojik yenilikler ve sermayenin güçlü olduğu bir yapılanma ile atılım yapılabilir düşüncesindeyim. Küçük çapta, bilimsellikten uzak, madeni çıkarıp satan, çevreyi tahrip eden ve sadece para kazanma anlayışı şeklinde sürdürülen bir madencilik faaliyeti ile ülkenin madenleri asla ve asla işletilemez. Madencilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan sadece ve sadece ruhsat spekülasyonlarına dayalı bir anlayışla madenciliğimizin mesafe alamayacağının bilinmesi ve bu sebepten dolayı da önüne gelen herkese ruhsat verilmemesi ve böyle bir madencilik anlayışının ortadan kaldırılması için yasal tedbirlerin mutlaka alınması gerekmektedir. Bu konuda çok geç kalındığını da itiraf etmek gerekir. Madencilikte kökten bir değişiklik, devrim yapılmak isteniyorsa, uluslararası sermayeye denk sermayenin bu sektöre girmesi gerekmektedir. Mermerde, borda, tronada yapılan atılımların kromda, feldspatta, alüminyumda, bentonitte, kömürde, NTE’de, pomza’da, baritte, flüoritte ve altında da yapılması gerekir. Yeni alüminyum, krom, bakır, ferro-krom, demir-çelik, çimento, nikel ve altın üretim tesisleri ve fabrikaları ile enerji santralleri kurulabilir. Rekabet edebilmek, yeni ürünler sunabilmek, madeni hammadde olarak satmamak ve ülke içinde yeni katma değer sağlayabilecek tesisler kurabilmek için madencilikte kökten bir değişikliğe, bir devrime ihtiyaç vardır. Madencilik politikalarını belirleyen mevcut maden kanununun, yukarıdaki hamleler yapılacak ise yeniden ele alınıp ciddi değişikliklere uğraması gerekmektedir. Maden arama, işletme, üretim, çevre, finansal yapı, toplumsal değerler konularındaki tıkanıklıkları giderici ve diğer kanunların madenciliği önleyici yaptırımlarının da dikkate alınacağı radikal bir kanun metni ortaya konmalıdır. Diğer taraftan uzun yıllardır bir stratejik maden kavramı bu sektörün literatürüne yerleşmiş bulunmaktadır. Stratejik maden denildiğinde akla gelen madenler bor, uranyum ve toryumdur. Ekonomimizin cari açıkla boğuştuğu halkımızın zenginleşemediği bir ortamda kurulacak stratejik ortaklıklarla, özel sektörümüz bu cevherlerin işletilmesinde söz sahibi olabilir. Sermaye milli olduktan sonra kimsenin endişeye kapılmasına gerek yoktur. Kurulacak nükleer santrallerin özel sektörün gücü ile ve devlet denetiminde yapılması, bor da rafine ve ileri teknoloji ürünlerine özel sektörün girmesi, yatırım yapması ülkemiz hayrına olmaz mı? Kömür, demir, bakır, nikel, kurşun, alüminyum daha mı az stratejik özelliklere sahiptir acaba? Hele krom…

Maden varlığımız dikkatli kullanıldığında bazı cevherlerde ülkemiz dışarıya bağlı kalmadan kendi üretimini yıllarca yapabilecek ve dışarıya da satabilecek potansiyele sahiptir. Şimdi kısaca madenlerimizin ülke ekonomisine olan katkılarını rakamlarla inceleyelim:  Demir-çelik sektöründe 2012 yılı üretimi 35,8 milyon tondur. 2011 yılındaki üretim ise 34,1 milyon ton olarak gerçekleşmiş ve toplam 25 milyar dolarlık ithalat ve 17 milyar dolarlık da ihracat yapılmıştır. Bu ithalatın 9,8 milyar dolarlık kısmını hurdalar teşkil etmektedir. Daha net bir ifade ile elektrik ark ocaklarında kullanılan hurdanın yaklaşık %70’i ithal edilmektedir. Entegre tesislerde hammadde olarak kullanılan 4 milyon ton kömür (1,1 milyar dolar) ve 1,2 milyar dolarlık da demir cevheri ithalatı yapılmıştır. Demir-çelik sektöründeki dış ticaret açığı yaklaşık 8 milyar dolardır. Demir-çelik sektörün ithalata bağımlı sektörler arasında %69’la ikinci sırada yer almaktadır. Demir cevheri, hurda ve paslanmaz çelik konusunda dışa bağımlılığın ivedilikle ortadan kaldırılması için mevcut demir yataklarının işletilmesi ve vasıflı çelik üretimi içinde yeni yatırımların yapılması gerekmektedir. Zira bunları yapmak için güçlü bir demir-çelik sektörümüz ve yaklaşık 122 milyon ton demir rezervimiz bulunmaktadır. 2023 yılında tahmin edilen ham çelik üretimi 70 milyon ton olduğu da unutulmamalıdır (2023 yılındaki dünya ham çelik üretimi 1.83 milyar ton olacaktır).  Ülkemiz yaklaşık 63 milyon ton %2,69 Cu içeriği ile yaklaşık 1.700.000 ton bakır rezervine sahiptir (Küre’de 25 milyon ton yeni bakır cevheri bulunduğu gazete haberlerinde yer almaktadır).Yıllık üretim kapasitemiz 42 bin ton, tüketimimiz ise yaklaşık 400 bin tondur. 2012 yılı ihracatımız 1.4 milyar dolar, ithalatımız ise 3.5 milyar dolardır. Bakır cevherinde de ürünler sanayi ürünleri şeklinde yani katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülerek ihracatı yapılmalıdır. Bakır cevheri aramalarına devam edilmeli, bakır izabe tesislerinin sayısı artırılmalı, cevher içinde bulunan altın, gümüş, kobalt ve nikel gibi maddeler değerlendirilmelidir. Büyük ölçüde ithalat dayalı olarak çalışmakta olan bu sektör de bu bağımlılıktan kurtarılabilir bir yapıya sahiptir.Dünya metal kurşun rezervi yaklaşık 100 milyon ton civarındadır. MTA’nın verilerine göre Türkiye rezervi 860.387 tondur. Kurşun metal tüketimimiz yılda 35 bin ton kadardır. Buna karşılık yaklaşık 10 bin ton metal kurşun hurdadan, 5-6 bin ton da geçici olarak yurtdışına gönderilen cevherlerden elde edilmektedir. 15-20 bin ton metal kurşun ithalat yoluyla karşılanmaktadır.Demir, alüminyum ve bakırdan sonra sanayide en çok kullanılan metal çinkodur. Ülkemizin çinko rezervi 2.294.479 ton metal çinkodur. Çinko metal tüketimi yılda 60 bin ton civarında olup, bunun 10 bin tonu geçici ihraç yoluyla yurtdışına gönderilen cevherlerden geri dönen metalle, bir bölümü hurdadan kazanılmakta, geri kalan 20-30 bin tonu ithalatla karşılanmaktadır. AR-GE çalışmaları teşvik edilerek çinko-kurşun yatakları içerisinde yan ürün olarak bulunan gümüş, altın ve gibi değerli metaller ile indiyum, galyum, talyum kadmiyum ve germanyum gibi ileri teknoloji hammaddelerinin kazanılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Kurşunca zengin yataklarda gümüş, çinko bakımından zengin yataklarda kadmiyum metalleri de yüksek oranlarda bulunmaktadır. (Hakkâri’de 40 milyon ton yeni kurşun-çinko rezervi bulunduğu Hakkâri Üniversitesi Müh. Fak. tarafından açıklanmıştır). Metalürji, kimya, refrakter ve döküm sanayinde kullanılan krom cevheri ülkemizde ne yazık ki uzun yıllardır iyi değerlendirilememiştir. 2012 yılında 2.133.000 ton krom ihracatı ile G.Afrika’dan sonra en fazla ihracat yapan Türkiye çıkardığı krom cevherinin tamamına yakınını hammadde olarak satmaktadır (bu satıştan elde edilen gelirin 420 milyon dolar olması ise büyük bir zafer gibi takdim edilmektedir).Türkiye krom rezervleri %20 üzeri Cr2O3 olan 26 milyon tondur (ancak bu rezervin üzerinde bir rezerv bulunmaktadır). G.Afrika’nın krom rezervi ise 3-(5.5) milyar ton civarındadır. Görüldüğü gibi Türkiye krom rezervlerinin yaklaşık yüz elli kat daha büyük rezervlere sahip bir ülke dahi kromlarını çok daha dikkatli kullanırken bizler çıkardığımız kromun tamamına yakınını ham cevher olarak satmaktayız. Diğer taraftan uzun yıllar yüksek tenörlü krom cevherleri işletildiğinden artık düşük tenörlü cevherler işletilmeye başlanmıştır. Ferrokrom tesislerinde üretilen ve bütün dünyada aranılan ferrokrom ürünümüz de kapasite artırımı ve yeni tesislerin yapılması enerji fiyatlarının yüksekliğinden dolayı yapılamamaktadır. Alüminyum üretimi boksit cevherinden yapılmaktadır. Boksit rezervlerimiz 87.375.000 tondur (%55 Al203 25.667.000 metal Al). Bu sektörde ham alüminyum ihtiyacının büyük bir kısmı ithalat yolu ile karşılanmaktadır. Birincil alüminyum üretimi 2011 yılında 56.000 ton ( kapasite 63.000 tondur), tüketimi ise 897.889 tondur. Alüminyum üretim kapasitesi 1,4 milyon ton, ithalat 3,3 milyar dolar, ihracat 2,5 milyar dolardır. Yüksek enerji maliyetleri, hammadde ve üretim teknolojilerinin ithalata dayalı olması sektörün en büyük problemidir. Yarı mamul ürünlerdeki artış külçe talebini artıracak, ithalata dayalı tüketim de artacağından bu enerji fiyatları karşısında sektörün zorlanacağı çok aşikârdır. Diğer taraftan dünya alüminyum pazarının önümüzdeki on yıl içinde iki kat artacağını da unutmamak gerekir. Kısacası alüminyum sektörünün sorunları çok ciddidir. Türkiye’nin yüz akı olan bu sektörün korunması ve canlandırılması şarttır. Yıllardır üzerinde fırtınalar koparılan altın madenciliği aslında sorunlu başlamıştır. Meselinin bu hale gelmesinde yabancı şirketlerin sorumluluğu çok fazladır. İlk adımları yanlış atmışlardır. Dünya altın rezervi 49.000 (90.000) ton civarındadır. Ülkemizde varlığı tespit edilmiş altın rezervi ise 700 ton civarındadır (6500 ton gibi hayali bir rakam hiç kimseyi yanıltmamalıdır). Önce yanlış bilinen ve düzeltilmesi gelen bir konuyu dile getirelim. Altın aramacılığı sırasında siyanür asla kullanılmamaktadır. Altının zenginleştirilmesi gravimetrik, flotasyon ve en çok kullanılan siyanür liç metodu ile ayrı tesislerde yapılmaktadır. 2011 yılı dünya altın üretimi 2.818.4 tondur. Türkiye’de 2001 yılında 1.4 ton, 2005’de 5 ton ve 2011’de de 25 ton altın üretimi yapılmıştır. Diğer taraftan 2011 yılı altın ithalatımız 80 ton olup, karşılığı ise 7 milyar dolardır. Altın madenciliği yapılacak yerlerde yöre halkının bilinçlendirilmesi, çevreyi koruyacak tedbirlerin alınması ve fayda-maliyet hesaplarının çok iyi yapılması şartıyla bu madencilik de yapılabilir. Cam sanayinde, deterjan, kimya, tarım, enerji, metalürji, otomotiv ve inşaat sektörlerinde, uzay ve hava sanayinde, seramik ve polimer yapımında ve nanoteknolojide kullanılan bor madeninde, %72 lik bir rezerv payı ile dünyanın en büyük bor yataklarına sahip bulunmaktayız. Yaklaşık 3.052.568.000 ton (B203 bazında935.800.000 ton) bor rezervimiz bulunmaktadır. Türkiye’nin 2002 yılındaki Pazar payı %30 iken, 1998 yılında başlayan yatırım hamlesi daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve 2011 yılındaki pazar payı %47’ye yükselmiştir. Bor madenleri konusunda alınacak daha çok yol bulunmaktadır (bor konusunda ayrı bir makale yazılacaktır). Dünya trona (doğal soda) rezervi 45 milyar ton civarındadır. Bu rezervin 38-40 milyar tonu ABD’de de, 900 milyon tonu (250+650) tonu da ülkemizde bulunmaktadır. Trona bazı proseslerden geçirildikten sonra doğal soda külüne dönüştürülerek kullanılmaktadır. Beypazarı trona yatakları 1979 yılında MTA tarafından bulunmuştur. 1998 yılında yatırım çalışmalarına başlanılmış ve tesisi 2009 yılında işletmeye açılmıştır. Bu tesiste yılda 2 milyon ton trona işletilerek 1 milyon ton doğal soda külü üretilecek ayrıca 100 bin ton sodyum bikarbonat ve 30 bin ton da kostik soda elde edilecektir. Trona yatırımı çok sancılı başlamış akıl almaz engellerle karşılaşılmış fakat neticesi mükemmel olmuştur. Madencilikte ülkemizin yüzünü güldüren en önemli faaliyetlerden biri de sorunları olmasına rağmen mermer ve doğal taş sektörüdür. Ülkemizde yaklaşık 5.161 milyar m3(13.934.000.000 ton) mermer rezervi bulunmaktadır. Bu da dünya mermer rezervlerinin %40’ına tekabül etmektedir. İşletilebilir mermer rezervi 3,8 milyar m3 olup ayrıca 2,7 milyar m3 traverten ve 995 milyon m3 de granit rezervlerimiz mevcuttur. Bu kaynaklarımız 2100 mermer ocağında, 1500 fabrikada ve yaklaşık 7500 atölyede değerlendirilmektedir. 2012 yılında 7,9 milyon ton ihracat yapılmış ve 1.903 milyar dolarlık döviz girdisi gerçekleştirilmiştir. Avrupa’da doğal taş rezervlerindeki azalma ve ülkemizdeki rezervlerin daha da artma ihtimali olması sebebiyle ülke mermerciliği daha ileri noktalara taşınabilir. Ancak ülkemizde her ne hikmetse her konuda olduğu gibi mermerde de bir ithalat hayranlığı almış yürümüş durumdadır. Ayrıca sektörün irili ufaklı sorunları da buna eklenince mermer sektörü bir türlü daha hızlı hareket edememekte ve markalaşamamaktadır. Dünya kömür rezervi taş kömür+linyit 860.938 milyar tondur. Bu rezervin 195 milyar tonu linyit geri kalan rezervin 411 milyar tonu taş kömürü ve 261 milyar tonu da alt bitümlü kömürlerdir. Ülkemizdeki taş kömürü rezervi 1.126.548.000 ton, linyit rezervleri de 13.300.000.000 tondur. 2011 yılında ülkemizde 72,5 milyon ton linyit, 2,6 milyon ton taş kömürü ve 0,9 bin ton asfaltit olmak üzere 76 milyon ton üretim yapılmıştır. Taş kömürü ve linyit üretimimizde geçen yıllara nispetle büyük düşüşler gözlenmektedir. Bunun önemli sebeplerinden biri doğalgaz kullanımıdır. Ülkenin taş kömürü talebi 32 milyon ton, linyit talebi ise 115 milyon ton civarlarındadır. Aradaki fark ithalat yolu ile karşılanmaktadır. 2012 yılında kömür ithalatına ödenen miktar 4,2 milyar dolardır. Diğer taraftan bu ülke de hala çimento fabrikalarında ve sanayinin bazı kısımlarında petrokok kullanılmaktadır. Petrokok içindeki çok zararlı maddelerden dolayı tehlikeli atıklar sınıfında yer almaktadır. ABD ve Suriye’den yılda 1,5 milyon ton ithalat yapılmaktadır (tonu tahminen 20-30 dolar). Güneş enerjisi panellerinde, rüzgâr türbinlerinde, LCD televizyonlarında, dijital kameralarda, şarjlı pillerde, cep telefonlarında, hibrid arabalarda, paslanmaz çelikte, katot ışını tüplerinde, lazerlerde, cam ve seramik sanayinde ve de petrol katalizörü olarak kullanılannadir toprak elementleri (NTE) ülkemizde bastnazit, flüorit ve barit yatağı olarak ve ortalama %3.14 tenörlü 4 milyon ton NTE cevheri şeklinde bulunmaktadır. Bu yatak Sivrihisar Kızılcaören (Beylikahır) mevkiinde ve dünyanın önemli cevherleşmeleri arasında yer almaktadır. Cevherde %0.212 tenörlü Th02, %37.44 tenörlü CaF2 ve %3.14 tenörlü NTE (Ce02, La203, Nd203) toplam 30,6 milyon ton kompleks cevher bulunmaktadır (muhtemel rezerv bu rakamın çok üzerindedir). Toryum, kompleks cevher içindeki bastnazit ve monazit mineralleri içinde yer almaktadır. Bu cevherleşme 1959 yılında MTA tarafından bulunmuş o tarihten bu yana da yerli yerinde durmaktadır. Ayrıca Malatya Sofular ve Isparta Aksu’da da NTE cevherleşmelerinin varlığı bilinmektedir. Ülkemizde özellikle rezerv yönünden fazla olan endüstriyel hammaddelerde de (barit 35.001.304 ton, bentonit 250.543.000t, feldspat 239.305.500t, fosfat 70.500.000t, kaolin 89.063.370t, manyezit 111.368.020t, perlit 5.690.027.600t, pomza 1.479.556.876m3, potas (alünit) 4.000.000t, sepiyolit 13.546.450t, sodyum sülfat 16.536.000t, zeolit 344.148.875t) durum pek iç açıcı değildir. Görüldüğü gibi madenciliğimiz kelimenin tam anlamıyla darmadağınık bir yapı arz etmektedir. Hızla kalkınmakta olduğumuz ve dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmek için büyük çabalar sarf etiğimiz bugünlerde sanayinin önemli girdileri arasında yer alan madenlerin, enerjinin ve birçok mamul maddedeki ara mal ithalatında adeta patlama yaşanmaktadır. Bunun sebebini üretmeyen bir ekonomide aramak gerekmez mi? Hızlı kalkınmada enerji ve ara mallarda dışa bağımlılığımız devam ettiği ve kalkınma hızı da % 5 ve üzerinde olduğu müddetçe açıkların artacağı ve iki yakamızı bir araya getiremeyeceğimizi artık herkes bilmektedir. Büyüme dengeli olduğu takdirde sonuçların iyi olacağı bir vakıadır. Yapılacak olan, ülkenin kendi kaynaklarını kullanmaya başlayıp üreten bir iktisadi yapıyı yeniden kurmak olmalıdır. İthal ikameci ekonomik politikaların terk edilip,  ihracata dayalı bir modelin ülkeyi bu hale getirdiği açık seçik ortadayken, hem ekonomik hem de siyasal politikaların gözden geçirilmesi gerekemez mi? Yıllardır süren dış ticaret ve cari açık, Türkiye’nin kalkınmasının önündeki engeller değil midir? Ülkenin kendi öz kaynakları yerli yerinde dururken, bu ülkede her türlü imalatın yapılacağı sanayileri kurmak varken her yıl milyarlarca dolar bedel ödeyerek dışarıdan bir şeyler almanın mantığı var mıdır? Türkiye’nin enerji, maden ve ara mal ithalatı her geçen yıl giderek artmaktadır. Kullandığımız enerji, maden ve mineralleri, ara mallarını her yıl artan ölçülerde daha fazla bedel ödeyerek ithal etmek yerine, maden arama ve işletme faaliyetlerini teşvik ederek kendi yeraltı zenginliklerimizden karşılayabiliriz. Bunun için de fabrika yapan fabrikalar yapmak mecburiyeti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Sürdürülebilir kalkınmada doğal kaynakların varlığı çok önemlidir. Zengin doğal kaynaklara sahip ülkeler bu kaynaklarını çok dikkatli kullanmaktadırlar. Kısacası asla ve asla bu kaynakları bizim yaptığımız gibi har vurup harman savurmamaktadırlar. Türkiye kendi kaynaklarını en elverişli şekilde kullanmalıdır. Bu ne demektir? Ülkemize uzun yıllar yetecek olan madenlerimizin hammadde olarak satılmaması, mamul madde olarak yani, nihai ürün olarak ihracatının yapılması kısacası bu ürünlerin kâr getirici bir şekilde satılması, belirli bir dönem içinde kullanılabilecek madenlerin de (yani rekabet şansımız olmayan madenlerin) ham olarak satılmayarak üretimlerinin ülke içinde gerçekleştirilmesi, ülkede bulunmayan ya da az bulunan madenlerin de belirli oranlarda madencilik dış ticaret dengesi korunarak ithalatlarının yapılmasıdır. Türkiye bu ve buna benzer akılcı madencilik politikalarıyla çok uzun yıllar ve nesiller boyu madencilikte dışa bağımlı olmaktan kurtulabilir. Diğer taraftan yanlış madencilik yatırımlarından kaçınmak şarttır. Bu yanlışlıkta bilimsel çalışmaların dikkate alınmaması ve siyasi baskıların var olduğunu unutmamak gerekir. Yanlış yere kurulan tesisler ile Uludağ Volfram, Mazıdağ Fosfat ve Cumaovası Perlit Tesisleri bunun en güzel örnekleri arasında bulunmaktadır.

Netice itibariyle, bu ülkedeki madenlerin sahibi bu topraklarda yaşayan Türk Milleti olduğunu dikkate, alarak çağdaş bir hukuk anlayışı içinde kurallara, kaidelere, ilkelere uygun ve devletin sürekli denetiminde Anayasanın 168. Maddesinde yazılı olanların hayat geçirilmesi için:

1.      Madencilik faaliyetleri siyasi görüşler, ideolojik anlayışlar ve şahsi çıkarlara dayalı bir şekilde bürokrasinin, siyasilerin, ilgili bakanların emir, talimat ve yönetmelikleriyle değil, tek bir kanunla düzenlenmeli ve yürütülmelidir. 2. Çok uzun yıllardır devam eden (30-35 yıl) hukuki, kurumsal, arama politikaları, üretim, teşvik ve finansman ve de çevre ile ilgili bütün sorunlar hazırlanacak kanundaki çözüm yolları ile sorun olmaktan çıkarılmalıdır. Madencilik ruhsatları herkese verilmemelidir.3. Madencilik sektörünün yaklaşık %90’ı özel sektörün elinde bulunmaktadır. Özel sektör maden aramacılığından pazarlamaya dek bütün faaliyetlerini MTA, ETİ, TKİ, TTK ve diğer madencilik sektörlerindeki bilimsel ve teknolojik anlayışla yürütmelidir. Bilimsel kriterleri uygulayan ve fakat çağdaş bir yönetim anlayışıyla yapılacak madencilik faaliyetlerinden müspet sonuçlar alınacağı inkâr edilemez. Devletin bu faaliyetleri sürekli, denetlemesi de devlet olmanın bir gereğidir. Maden kaynaklarının tükenen kaynaklar olduğu bilindiğine göre işletilmekte olan cevherler bitmeden önce yani cevherin ömrü kritik bir noktaya gelmeden önce, yeni arama faaliyetlerine başlanmalıdır. Madenci kazandığını madencilik faaliyetlerinde değerlendirmelidir. Diğer taraftan madencilik faaliyetleri sırasında yapılacak fizibilite çalışmalarının ülkenin çıkarları doğrultusunda değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Mevcut maden yatağının kişilerin çıkarları için heba edilmemelidir. 4. Yabancı sermayenin devlet ya da özel sektörle işbirliği yasalar çerçevesinde gerçekleşmelidir. Ancak madeni ülkeden alıp götürmek uygulamasının artık sona erdirilmesi, yani madenlerimizin talan edilmesinin önlenmesi gerekmektedir (altın cevheri konusunda başımıza gelenler unutulmamalıdır). Özel sektörün ülkemize getireceği yeni üretim ve proses teknolojileri devlet tarafından desteklenmeli ve teşvik edilmelidir. Ayrıca hem kamuda hem de özel sektörde, AR-GE faaliyetlerine kaynak ayrılması konusuna da özel önem verilmelidir. Bu çalışmalar üniversitelerle birlikte yapıldığında daha bilimsel sonuçlara ulaşılacağı unutulmamalıdır. 5. ABD, Japonya, Çin ve AB ülkeleri sanayileri için gerekli olan kritik madenlerin neler olduğunu belirleyerek bazı madenlerinin kullanımını ileri dönemlere bırakmışlardır. Bu kaynakları şimdilerde nasıl tedarik edecekleri yönünde çalışmalarını sürdürmekte ve bu ülkelerle de stratejik ortaklıklar kurarak ve anlaşmalar yaparak ülkelerinin sanayileşmesini garanti altına almaya gayret göstermektedirler. Türkiye, bu fiili durumu dikkate alarak büyük madencilik stratejisini hazırlamalıdır. 6. Bugüne dek yapılan özelleştirmelerin sancılı olduğu bilinmektedir. Yapılan özelleştirmeler sonrası birkaçı dışında tesisler yenilenmemiş, yeni yatırımlar yapılmamıştır. Özelleştirme piyasa ekonomisi ilkelerini yani, özel mülkiyet, serbest girişimcilik, rekabet ve piyasalarda etkinliği sağlamak diye anlatılmaktadır. Madencilikte özelleştirmenin bu ilkeleri yerine getirdiğini söylemek oldukça zordur. 2002 yılında 700 milyon dolar olan maden ihracatımız, 2012 yılında 4,2 milyar dolar olmuştur (bu ihracatın 1,9 milyar dolara yakın kısmı mermer ihracatı, yaklaşık 850 milyon doları da bor satışıdır). Yani özelleştirilen ve özel sektörün elinde bulunan madenlerin satışından ülkeye 1,3 milyar dolar civarında bir döviz girdisi olmuştur. Bu rakamlar madencilik konusundaki özelleştirmelerin doğru yapıldığını mı göstermektedir? 7. Ülkedeki bütün madencilik faaliyetlerinin aramadan pazarlamaya dek denetlenmesi konusunda bir reforma ihtiyaç bulunmaktadır. Zira madencilik faaliyetlerindeki denetimler uzun yıllardır netice alıcı bir şekilde yapılamamaktadır. Yani devlet madenciliğin gücünü, kimin ne yaptığını ve neler yapacağını tam anlamıyla bilmemektedir. Bu sebeple denetim mekanizmasının ciddi şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizin maden kaynaklarının daha düzenli çalıştırılması, daha çok gelir getirici olması, gelecek nesilleri zorda bırakmayacak bir şekilde kullanılması ve toplumun tümünün çıkarları gözetilerek işletilmesi, bugüne dek bir türlü çözülemeyen meselelerin bir kalemde ortadan kaldırılması, madencilik sektöründe kökten bir değişikliğe gidilmesine, ciddi reformlar yapılmasına ve neticesinde sektöre kurumsal bir yapı kazandırılmasıyla ile mümkün olabilir.

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı