Bu sayfayı yazdır

Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış

Yazan  21 Ocak 2015

            Türkiye'de halkın yönetimi ve devlet aygıtının işleyişi halkın hür iradesiyle seçilmişlerin, TBMM’de kurdukları hükümet eliyle gerçekleşmektedir. Bir ya da birkaç siyasi partinin kurduğu hükümet programı o siyasi partilerin siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel anlayışını da yansıtmaktadır. Türkiye 1980’li yıllara dek milli karakteri önde olan hükümet programlarını uygularken, 1980 sonrası değişen dünyaya ayak uydurarak daha küreselleşmeye başlamış ve bir çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye de bu yapının tabii neticesi olarak kendi kaynaklarını kullanmaktan uzaklaşmaya başlayan politikaların esiri olmuştur. Bu iktisadi durumun neticesi olarak da dış ticaret dengesi bozulmuş, cari açık artamaya başlamış, enerjide dışa bağımlılık %74’lere yükselmiştir. Enerji faturasının altında adeta nefes alamaz duruma gelen Türkiye 2014 sonu itibariyle elektrik enerjisi üretiminde kendi öz kaynaklarının %52’sini değerlendirebilmektedir. Son günlerde petrol fiyatlarının düşmesi gelişmekte olan diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye için de olumlu neticeler verebilir. Ancak 45 doların da altına düşmesi muhtemel fiyatlar hiçbir zaman rehavete kapılmamıza yol açmamalıdır. Dünya'da değişen teknolojik eğilimler enerji alanına da girmiş, gelişmiş ülkeler bu konudaki faaliyetlerini çok ileri seviyelere taşımışlardır. Güneş enerjisi, füzyon enerjisinin gücünden faydalanma, toryumun NS’de kullanımı konularında çok önemli gelişmeler kaydedilmektedir. Bizim gibi ülkeler ise değişen bu eğilimleri ancak bilim adamlarının yazdığı makalelerden ve kendi çaplarında yaptıkları çalışmalardan ancak duyabiliyoruz, öğrenebiliyoruz. Zira AR-GE yatırımlarına ayrılan pay hala %1’ler civarında olup, inovasyon için gerekli ortamın da devlet tarafından oluşturulduğunu da söylemek bugünlerde pek mümkün görülmemektedir.

            Türkiye’nin yönetimini elinde bulunduran iktidarların 1965-2014 yılları arasındaki hükümet programlarında enerji konusunda yazılanlardan bazılarını programlardan aynen alarak nasıl bir yol aldığımızı görmeye çalışalım:

            ‘’I. Demirel Hükümeti (27.10.1965-03.11.1969)

            Petrol politikamızın temeli, memleketin petrol ve petrol ürünleri ihtiyacının bir an önce tamamen milli kaynaklarımızdan karşılanması, petrol ithalâtı yüzünden dışarıya ödenmekte olan büyük meblağların tasarrufu ve Türkiye’nin kısa zamanda ham ve işlenmiş petrol ile petrol ürünleri ihraç eden bir ülke haline gelmesidir… Petrol sanayii artıklarının değerlendirilmesi için Petrol Kimya ve suni gübre endüstrisi yatırımlarına öncelik verilecektir. Petro-boru hattının inşaatı, kısa zamanda tamamlanarak, karayolu taşımasıyla sınırlanmış bulunan yerli petrol üretimimiz, süratle artırılacaktır… Madenciliğimizin inkişafı her şeyden önce, mevzuatın mükemmelliği ve tatbikatın pürüzsüzlüğüne bağlıdır… Memleketin sanayileşmesinin ana maddesini teşkil eden elektrik enerjisi politikasının esası istikrar ve emniyet olacaktır. Bu arada elektrik enerjisi tarifeleri gözden geçirilecek ve ucuz elektrik isteyen sanayi kollarının, bu tarifelerin tespitinde durumu göz önünde tutulacaktır. Zengin olan su potansiyelimizden elektrik istihsalinden faydalanmak esastır. Bu faydalanmada taşkınların önlenmesi, sulama suyu toplanması imkânları veren projelere öncelik verilecektir. Memleketin muhtelif bölgelerinde birbirleriyle irtibatsız santraller yerine daima, büyük kapasiteli bölge santralleri inşası cihetine gidilecek ve bu santrallerin birbirlerine yüksek gerilimli enerji nakil hatları ile irtibatlandırılması sağlanacaktır. Münferit projeler yerine enterkonnekte sistemin genişletilmesi esas olarak alınacaktır. Ancak sistemin kısa zamanda gidemeyeceği yerlerdeki elektrik ihtiyaçları için ileride sisteme bağlanabilecek nitelikteki termik ve hidrolik santraller de inşa olunacaktır. Mahdut olan termik enerji kaynaklarımızın rasyonel bir şekilde kullanılması şarttır. Bu sebeple, katı yakıtın ticari kıymeti olmayanlarla linyitlerimiz ve petrol artıklarının kullanılmasına önem verilecektir. Elektrik enerjisinin üretim, nakil, dağıtım ve tüketimi ile ilgili sanayi kollarının memleket içinde yerleşmesine çalışılacaktır. Bu mevzuda özel teşebbüs ile işbirliği veya onun desteklenmesi ana prensibimiz olacaktır.’’

            ‘’I. Özal Hükümeti (13.12.1983-21.12.1987)

Enerji ve maden konularında gelişmenin hızlanması için fertlere ve fertlerin meydana getireceği kuruluşlara, devletin tespit edeceği esaslar dâhilinde yatırım ve işletme hakkı verilecektir… Sayın milletvekilleri, enerji, sulama kara ve demiryolu, liman, yurt içi ve yurt dışı haberleşme; kara, hava, deniz ulaştırması gibi temel alt yapı yatırımlarını devletin asli görevleri arasında telakki ediyoruz… Enerji, sanayileşmenin, kalkınmanın ve medeniyetin can damarıdır. Başta kömür, hidrolik, petrol olmak üzere, tabii gaz, nükleer, güneş, jeotermal gibi bütün enerji kaynaklarından en iyi ve en süratli şekilde faydalanılmasını sağlayacak tesisleri    kuracağız.’’

            ‘’T. Çiller Hükümeti (25.06 1993-05.10.1995)

            Türk Ekonomisinin gelişmesi için temel girdi olan enerjinin; ucuz, güvenilir, bol, kaliteli ve çevreyi kirletmeden üretilmesi için gerekli bütüntedbirler alınacaktır.Bu kapsamda öncelikle yap-işlet-devret modeli desteklenecektir. Özellikle elektrik enerjisi üretim tesislerinin mümkün olduğunca büyükbir kısmının yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılması sağlanacaktır.Enerji dağıtımının özelleştirilmesi çalışmalarına hız kazandırılacaktır.Civar ülkelerle yapımına başlanmış olan elektrik şebekelerinin irtibatlandırılması çalışmalarına devam edilecektir.Fert başına düşen elektrik üretimi (1150 kWh/kişi) şu anda dünya ortalamasının yarısı seviyesindedir. Hızla sanayileşen bir toplum olaraken kısa sürede dünya ortalamasını yakalamak zorundayız.’’

            ‘’N. Erbakan Hükümeti (28.06.1996-30.06.1997)

            Altyapı sektöründe; Yap-İşlet-Devret modeli başta olmak üzere yeni finansman modelleri uygulamaya konulacaktır.Enerji darboğazının giderilmesi için ucuz ve hızlı üretimi gerçekleştirici tedbirler alınacaktır.Uluslararası yüksek teknolojiyi, sağlıklı çevreyi ve halkın güvenliğini ön planda tutan nükleer santraller kurulacaktır.Elektrik enerjisi talebinin önümüzdeki yıllarda kesintisiz ve emniyetli şekilde karşılanabilmesi için enerji yatırımlarının süratle devreye sokulması sağlanacaktır. Bunun için elektrik enerjisinde 2000 yılında toplam kurulu güç kapasitesinin 28 bin MW'a, üretim kapasitesinin 140 milyar KW-Saat’e yükseltilmesi hedeflenmektedir.Yerel yönetimlerle işbirliği içine girerek çöp santralleri kurulacak, böylece temizliğin yanında az da olsa enerji üretilecektir. Yurt içi ve yurt dışında petrol arama faaliyetlerine hız verilecektir.Madencilik sektöründe verimli işletmeciliğin gerçekleştirilmesi amacıyla gerekli imkânlar sağlanacaktır.Devlet, kömür ve diğer maden işletmeciliğinde gerekli sosyal ve teknik altyapı düzenlemelerini yapacak, uygun olanlar özelleştirilecektir.Bakü-Ceyhan Petrol Boru hattının yansıra uluslararası doğalgaz projelerine özel önem verilecektir.’’

            ‘’I. Erdoğan Hükümeti (14.03.2003-29.08.2007)

            Enerji kaynaklarının tümünden en etkin ve verimli bir şekilde yararlanılacaktır. Enerji darboğazının oluşmaması için, maliyet ve fiyatlamayı da dikkate alan bir planlama yapılacak, çevreci nükleer enerji kaynakları da devreye sokulacaktır. Yurtdışı enerji kaynakları ve bunun imkânları, ekonomik kriterler gözardı edilmeden çeşitlendirilerek değerlendirilecektir.

            Hükümetimizin enerji politikasının temelinde, ulusal çıkarlarımızı koruyarak, enerji arzının güvenliğini ve devamlılığını sağlamak, serbest rekabete dayalı bir enerji piyasası oluşturmak ve duyarlı olduğumuz çevreyi ve insan sağlığını korumak bulunmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye’yi bir enerji köprüsü haline getirebilmek için hükümetimiz azami çaba içinde olacaktır. Yeraltı kaynaklarımızın zenginliği, ülkemize mukayeseli bir üstünlük sağlamaktadır. Hükümetimiz, zengin yeraltı kaynaklarımızın ülke gelişmesine arzu edilen bir düzeyde katkıda bulunması için, ulusal çıkarlarımızı öne çıkararak, etkin bir madencilik programını süratle uygulamaya koymak isteğindedir.’’

            ‘’III. Erdoğan Hükümeti (06.07.2011-28.09.2014)

            Enerjide dışa bağımlılığın yüzde 74’ler seviyesinde olduğu ülkemizde, petrol ve doğal gazın neredeyse tümü, kömürün ise beşte biri ithal edilmektedir. Bu nedenle uluslararası enerji fiyat hareketleri Türkiye’nin cari açığını doğrudan etkilemektedir. Cari açığın GSYH’ye oranı 2008 yılında yüzde 5,7 iken 2010 yılında yüzde 6,5 olarak gerçekleşmiştir. Enerji fiyat etkisinden arındırıldığında ise bu oranlar sırasıyla yüzde 1,8’e ve yüzde 4’e gerilemektedir. Özellikle son dönemlerde hızlı büyüyen ve yüksek teknolojiye dayalı sektörlerin girdi kullanımındaki dışa bağımlılığı, cari açıktaki artışın bir diğer nedenidir. Cari açığı daha düşük seviyelere indirmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payının artırılmasına ve nükleer santrallerin kullanılmasına yönelik başlatılan çalışmalara kararlılıkla devam edilecektir.’’

            ‘’Davutoğlu Hükümeti (29.08.2014-… )

            Türkiye’nin hızlı büyüme dönemlerinde yaşadığı yüksek cari açığın altında bazı yapısal nedenler bulunmaktadır. Enerjide dışa bağımlılığın yüzde 74’ler seviyesinde olduğu ülkemizde, petrol ve doğal gazın neredeyse tümü, kömürün ise beşte biri ithal edilmektedir. Bu nedenle uluslararası enerji fiyat hareketleri Türkiye’nin cari açığını doğrudan etkilemektedir. 2011 yılında yüzde 9,7’ye kadar yükselen cari açığın GSYH’ye oranı 2013 yılında yüzde 7,9’a gerilemiştir. 2014 yılında cari açığın yaklaşık yüzde 6 düzeyine kadar gerilemesi beklenmektedir. Enerji fiyat etkisinden arındırıldığında cari açık 2011 ve 2013 yıllarında ise sırasıyla yüzde 5,4’e ve yüzde 3,7’ye gerilemektedir. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasına ve sanayide hammadde ihtiyacının karşılanmasına yönelik maden, enerji hammaddeleri ve jeotermal kaynak arama yatırımları için ayrılan kaynakları son dönemde önemli oranda artırdık. Cari açığı daha düşük seviyelere indirmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payının artırılmasına ve nükleer santrallerin kullanılmasına yönelik başlatılan çalışmalara kararlılıkla devam edilecektir.’’

            Hükümet programları dikkatle okunduğunda; 1965’de kendi kaynaklarını kullanma ilkesi ile başlayan enerji yatırımları önerileri, 1983’de fertlere ve fertlerin meydana getirdiği kuruluşlara, yani özel sektöre verileceği, 1993-1997 arasında yap-işlet-devret modeli ile (daha önceki yıllarda başlamıştı) elektrik enerjisi tesislerinin yapılacağı ve enerji dağıtımının özelleştirileceği, 2003-2014 arasında ise Türkiye’nin bir enerji köprüsü haline geleceği, enerjide dışa bağımlılığın % 74’lere yükseldiği, yenilenebilir enerji kaynakları ve NS’lere önem verileceği yazılıdır. Türkiye’nin 1960 yılında kurulu gücü 1272,4 MW, üretimi 2815 GWh’tir. 1965-1980 arasındaki toplam kurulu gücü 1491 MW’tan 5118,7 MW’a ve üretimi de 4953 GWh’ten 23.275,4 GWh’e yükselmiştir. 1980 sonrası, ihracata dayalı yeni iktisadi politikalarla bütünleşen Türkiye’de devlet her alanda olduğu gibi enerjide de yatırımlardan vazgeçemeye başlamıştır. Cumhuriyetin 75. Yılında kurulu güç 23.352 MW, üretim 111.000 GWh’a, 2002 yılında kurulu güç 31.846 MW’a, üretim de 129.000 GWh’a yükselmiştir. 2014 sonu itibariyle Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücü 69.516,4 MW, üretimi de 250.400 GWh’tir. 2003-2014 arasında kurulu güç %118 artarken üretim %93 civarında artış göstermiştir. Bu oranlar 1990-2002 arasında da hemen hemen aynıdır. Kurulu güç % %95, üretim de %125 civarında olmuştur. Görüldüğü gibi son yıllarda uygulanan politikalar enerji yatırımlarında önemli bir sıçrama yapmamıştır. Bu sıçrama yerli kaynakların tamamının ve de NS’lerin devreye girmesiyle olabilir. 2023 yılında 110.000 MW güç ve 450.000 GWh’lik bir üretim planlamasının olduğu bilinmektedir. Bunun gerçekleşmesi için yılda yaklaşık 5.000 MW’lık bir gücün devreye alınması gerekmektedir. Verilen sözlerin tutulabilmesi için yine dışa bağımlı kaynaklarla kurulacak santrallerle bu güce ulaşabilmek mümkündür. Burada önemli olan bugüne dek sürdürülen enerji politikalarının artık değiştirilmesi, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla enerji hayatımıza yön verilmesidir. Ayrıca enerji milli bir mesele olarak ele alındığı takdirde,  TBMM’de oluşturulacak ortak bir enerji politikası bağımsızlığımızı da teminatı olacaktır. Her Siyasi Parti, her Enerji Bakanı ve önüne gelen bürokrat kendi düşünce yapısına ve de çıkarlarına göre hareket etme kabiliyetinden kurtulacak, bütün çalışmalar kurallarla gerçekleşecektir. Bu gerçekleşebilir mi? Şimdilik zor görünen bir öneri dahi olsa aklımızın bir köşesinde bulunması faydalı olur görüşündeyim.

            Türkiye’nin yeni dönemdeki enerji politikalarına geçmeden önce, önümüzdeki 20 yılda dünya enerjinin gelişimini, IEA’nın tahminlerinden aktaralım; 2012’de 12,7 milyar ton eşdeğer petrol olan dünya birincil enerji talebi, 2035 yılında uygulanan enerji politikalarına göre %47 oranında artışla 18,7 milyar TEP, uygulanacak yeni politikalar çerçevesinde ise %35 oranında artış ile 17,2 milyar TEP’e yükselecektir. Bu dönem içinde enerji sektörüne dünyada yapılacak yatırımın tutarı ise 40 trilyon dolar civarında olacaktır. 2023 yılında Türkiye’nin birincil enerji talebi 218 mtep olacaktır. 2023 yılına kadar yapılacak yatırımın miktarı da 120 milyar dolar civarında olacaktır. Dünyada elektrik üretimin kaynaklara göre dağılımında fosil kaynaklar %81 gibi bir orana sahiptir. Bu oran ülkemizde % 61 civarındadır.  2013 sonu itibariyle Norveç’te kişi başına yıllık enerji tüketimi 27451 kWh, Kanada’da 16020 kWh, ABD’de 14798 kWh, AB ortalaması 6750 kWh iken Türkiye’de bu miktar 3210 kWh’tir. 2023’te bu miktarın 5500-6000 kWh olması hedeflenmektedir.

            ETKB Sayın T.Yıldız’ın 2015 yılı bütçesi konuşmasında bazı alıntılarla enerji politikasının bundan sonraki seyri konusunu açmaya çalışalım:’’…HEDEFLERİMİZ. Arz güvenliğimizi sağlamaya yönelik olarak;

            2023 yılında elektrik enerjisi kurulu güç kapasitemizin 110 bin MW’ın üzerine, toplam elektrik enerjisi üretimimizin ise 416 milyar kWh seviyelerine yükseltilmesi,

            2023 yılına kadar iki nükleer güç santralin işletmeye alınması ve üçüncü nükleer güç santralin ise inşasına başlanması,

            Bilinen linyit ve taşkömürü kaynaklarının 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmiş olması,

            2019 yılı sonuna kadar yerli kömürden üretilen elektrik enerjisi miktarının yıllık 60 milyar kWh’e çıkarılması,

            2020 yılına kadar yurtiçi ve yurtdışı ham petrol üretimimizin tüketimi karşılama oranının yüzde 13,6’ya çıkarılması,

            2020 yılına kadar toplam doğal gaz depolama kapasitesinin 5,3 milyar Sm3 ’e ve toplam geri üretim kapasitesinin 115 milyon Sm3 /gün’e çıkartılması,

            2016 yılına kadar kaya gazı, metan hidrat vb. geleneksel olmayan kaynakların ve kaya petrolünün üretilebilir olduğunun ve potansiyelinin ortaya konulmasına ilişkin çalışmaların tamamlanması hedeflenmektedir.

            Yenilenebilir enerji kaynaklarımıza ilişkin;

            2023 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi içindeki payının yüzde 30’a çıkarılması,

            2019 yılı sonuna kadar yenilenebilir enerji kaynaklı elektrik üretim santrallarının toplam kurulu gücünün 46.400 MW’a çıkarılması,

            2023 yılı kadar teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelimizin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması,

            Rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 2023 yılına kadar 20.000 MW’a çıkarılması,

            Jeotermal enerjisinden elektrik üretimi açısından kurulu gücün 2023 yılına kadar 1.000 MW’a çıkarılması hedeflenmektedir.’’

            Takip edilecek bu politikaların elinde bulunan kaynaklarına gelince: Türkiye’nin yenilenebilir kaynaklarının toplam kurulu güç potansiyeli 136.600 MW, 20.000-25.000 MW gücünde kömür ve kurulmakta olan iki NS’in kurulu gücü de yaklaşık 10.000 MW gücündedir. Bu güç, Türkiye’nin doğalgaz ve ithal kömüre dayalı santrallerin kurulmasını belirli bir zaman içinde yavaşlatmaya yetecek bir güçtür. Zira yeni kurulacak yenilenebilir santraller, yeni nesil NS ile füzyon enerjisine dayalı santrallerle ve hidrojen enerjisi ile ilgilenildiği ve santraller kurulduğunda daha güçlü bir enerji politikası takip edilebilir. 2023 yılına dek kurulacak olan 110.000 MW Kurulu güç için gereken 120 milyar dolar için istenilen çalışmalar da mutlaka yapılmıştır. Ancak halkın sırtına yeni yükleri gelmemesi en büyük temennimdir.

            Enerji Politikalarında yenilenebilir kaynaklara önem verilmesi, enerji arz ve güvenliğine, kaynak çeşitliliğine dikkat edilmesi ve de ucuz enerji üretilmesi politikaların esasını teşkil etmelidir. Ortaya konan hedeflerde yerli kaynaklara önem verileceği vurgulandığı halde doğalgaz ve ithal kömüre dayalı santrallerin kurulmasına hala devam edilmektedir. Zira dünyadaki petrol, kömür ve doğalgaz rezervleri bitene dek bu kaynakların kullanılması kaçınılmaz bir gerçektir. Çok Uluslu Şirketler bu konuda direnişlerini sonuna dek sürdürmek azmindedirler. Diğer taraftan sektörde devletin ağırlığı giderek azalmaktadır. Elektrik kurulu gücünde 2002’de özel sektörün payı %32, bugün için %65’ler civarındadır. Enerjide %74 dışa bağımlı olan Türkiye, petrolünün %92’sini, doğalgazının da %98’ini ithalat yoluyla karşılamaktadır. Burada hemen şu soruyu sormak gerekir: Dışa bağımlı ve oldukça pahalıya alınan bu hammaddeler, yüksek maliyetli elektrik enerjisine çevrildiği sürece halkın ucuz enerji kullanabilme imkânı olabilir mi? Fransa, İtalya, Avusturya, Yunanistan, Finlandiya ve İrlanda’da elektrik üretimi kamunun elinde bulunmaktadır. Almanya’da ise belediyelerin ve özel sektörün elindedir. Devletin doğrudan bekasıyla ilgili olan enerji meselesinin tamamıyla özel sektöre terk edilmesi bir süre sonra sektörün yabancıların eline geçmesine sebep olabilir mi? Devlet bu konuda çok dikkatli olmak mecburiyetindedir.Bir tarihte, yapılan doğalgaz alımlarıyla ilgili olarak  ‘’Al ya da öde-Take or pay'’çerçevesinde anlaşmalar yapılmış ve almayı taahhüt etmesine rağmen kullanamadığı doğalgaz için Türkiye Rusya, İran ve Azerbaycan'a üç yılda 2 milyar 999 milyon lira ödeme yapmıştır… Değişik anlaşmalar değil mi? Türkiye’nin unutmaması gereken önemli bir husus da, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %57’si (%48,4’ü Ortadoğu ülkelerinde), doğalgaz rezervlerinin %75’i (%43’ü Ortadoğu ülkelerinde) ülkemiz çevresinde ya da biraz uzağındaki bir kuşakta yer almaktadır. Türkiye bu sebepten dolayı komşu ülkelerle dostane münasebetlerde bulunmak mecburiyetindedir.  Diğer taraftan, sürekli engeller çıkarılmasına rağmen hala ısrarla girmek istediğimiz AB’nin enerji politikasının temel amacı şu üç maddede özetlenmiştir. Topluluğun rekabet edebilirliğine katkı sağlamak, enerji arz güvenliğini temin etmek, sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunmasına katkıda bulunmak. AB Bakanlığı Fasıl 15’te AB’nin Enerji Politikalarında üye bütün ülkelerin uymak mecburiyetinde olduğu şu görüşlere yer vermiştir:’’… AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, kalitenin artırılması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmeyi sağlayıcı düzenlemeleri içermektedir. Buna göre, elektrik ve doğalgaz sektörlerinde piyasaya erişim, organizasyon, işleyiş, ihalelerde uygulanan prosedürler ve yetkilendirme usulleri gibi konular ortak kurallarla düzenlenmektedir. AB mevzuatına göre hak ve yükümlülükler bakımından işletmeler arasında ayrımcılık yapılamaz. Elektrik ve doğalgaz sektörlerinde sağlanan serbestleşme, özel sektörün de bu alanlarda altyapı yatırımları yapmasını, dağıtım, taşıma, pazarlama hizmetlerinin rekabete açılarak gelişmesini sağlamaktadır. AB’nin sera gazı emisyonlarının % 80’inden enerji sektörü sorumludur.  Sürdürülebilir bir enerji politikası için iklim değişikliği ile mücadele, AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. Komisyon, Avrupa Konseyi’nin onayıyla, 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi öngörülen enerji alanına ilişkin üç önemli hedef belirlemiştir: Enerji verimliliğinin % 20 artırılması, Enerji arzında yenilenebilir enerji kaynaklarının payının %20’ye, ulaşım sektöründe kullanılan biyoyakıtı oranının en az %10’a çıkarılması, Sera gazı emisyonlarının % 20 düşürülmesi.’’

            2023 yılında 218 mtep, 2030 yılında 316 mtep değere yükselecek olan birincil enerji talebini Türkiye, kendi kaynaklarının tamamına yakınını kullanarak ve enerjideki gelişmeleri de takip ederek uygulamaya geçtiği takdirde dışa bağımlılıktan büyük ölçüde kurtulabilir. Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor. Türkiye enerji alanında yenilikleri ne kadar yakından takip etmektedir? Özellikle yüksek teknoloji alanındaki yeniliklerle ne kadar iç içedir? Bilim adamlarının kısıtlı imkânlarıyla yaptıkları akademik çalışmaları bir tarafa bırakacak olursak üretime yönelik çalışmaların takibi konusunda devlet ve özel sektör neler yapmaktadır? 2015-2030 yılları arasında enerji alanında enerjide yenilikler ardı ardına gelecektir. Gelişmiş ülkelerin bu konuda yaptığı çalışmaların hızla devam ettiğini ifade ederek bu yeniliklerin neler olduğundan kısaca bahsedelim:

            1. Güneş enerjisi ile ilgili teknolojik gelişmeler bu sektördeki bilimsel çalışmaları ve yatırımları artırmaktadır. Güneş enerjisinden daha ucuz elektrik enerjisi elde edilmesi dikkatle araştırılmaktadır. Sadece Çin’in 2014 yılında güneş enerjisi için 23 milyar dolar yatırım yaptığı bilinmektedir.

            2. Hidrojen birim kütle başına en yüksek enerjiye sahip bir yakıt türüdür. 1 kg hidrojen 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Bugün için hidrojen enerjisinden uzay çalışmalarından faydalanıldığı bilinmektedir. Önümüzdeki yıllarda tüm enerji alanlarında kullanılacak bir noktaya gelmesi beklenilen hidrojen enerjisi ile ilgili olarak ABD, Japonya, Almanya, Brezilya’da çalışmalara devam edilmektedir. Bu çalışmalarda özellikle otomotiv sanayinin önde gelen firmalarını yatırım yaptığı da bir vakıadır. Hidrojen enerjisi hidrojen üretimi, depolanması, iletimi ve enerji çevrimi aşamalarından meydana gelmektedir. Güneş enerjisi kullanılarak elde edilecek hidrojen bitmeyecek bir enerji kaynağı olacaktır. Diğer taraftan bugün için atık sulardan metallerin arındırılması, kâğıt hamurunun ağartılmasında ve tekstil atıkların indirgenmesinde kullanılan bor hidrür, aynı zamanda çok iyi bir hidrojen taşıyıcısıdır.

            3. Bor cevheri enerji alanında da kullanılmaktadır. Bu konuda özellikle ABD’de de bilimsel ve teknolojik çalışmaların yapıldığı uzun yıllardır bilinmektedir. Enerji alanında bor; a. Hidrojen taşıyıcısı olarak (sodyum borhidrür, amonyum boran), b. Doğrudan yakıt olarak (elementer bor), c. Enerji nakillerinde iletken olarak (mağnezyum bor), d. Güneş pillerinde verim artışı sağlamak maksadıyla, e. Güneş ve lityum iyon pillerinde, f. Nükleer atıkların depolanmasında (kolemanit cevheri ) kullanılmaktadır. 

            4. Füzyon, iki hafif elementin çok yüksek sıcaklıklarda birleşerek, kaynaşarak yeni bir elementin meydana gelmesi anında açığa çıkan enerjidir. Daha açıkçası, hidrojen, helyum, lityum gibi hafif atomlar ve izotoplarının birleşmesiyle güneşin yer kürede elde edilmesidir. ‘’Karbonsuz nükleer füzyon santralleri kurulması ile birlikte gelecekte çok daha tehlikeli olacak küresel karbon emisyonları ve global karbondioksit salınımlarının sınırlandırılması projeksiyonları büyük oranda sağlanacaktır. Söz konusu doğa dostu karbonsuz nükleer füzyon güç santralleri bilimsel araştırmaları doğrultusunda atom fizikçileri ve plazma fizikçileri tarafından Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktör (International Thermonuclear Experimental Reactor – ITER) geliştirilmektedir. Fransa, Avrupa Birliği AB, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Hindistan, Japonya, Rusya Federasyonu ve Güney Kore’nin de finansal katkılarıyla inşa edilecek nükleer füzyon santrali ITER maliyeti 22 milyar dolar civarındadır. Fransa’nın güneyinde Cadarache kenti yakınlarında kurulmakta olan ITER termonükleer tesisi, konvansiyonel nükleer fisyon reaktörleri işletilmesi sonucu hâsıl olan ve dünya kamuoyunun yoğun tepkisine yol açan yüksek aktiviteli uzun yarı ömürlü nükleer atıklar üretmeyecektir. Termonükleer reaktörler, klasik uranyum yakıtlı nükleer güç santralleri NGS elektrik üretimleri sırasında oluşan nükleer atıklara kıyasla nükleer atık yönetimi kapsamına girmeyen sadece çok kısa yarı ömürlü radyoaktif maddeler meydana getirmektedir. Bu yazıda termonükleer füzyon reaktörü tasarımı safhasından inşaat safhasına doğru bir geçiş süreci yaşayan yeşil, doğa dostu ve çevreci perspektifler aynı zamanda küresel elektrik arz güvenliği temini açısından can alıcı öneme sahip dev temiz enerji kaynağı karbonsuz nükleer füzyon projesi ITER santrali yapımı sorunları ele alınmaktadır.’’ (Fizik Müh. Odası/Eylül2014)

            5. Toryum cevherinden yakıt elde edilmesi sırasında, uranyum cevherine göre daha az plütonyum ve diğer elementler üretildiğinden, toryum, nükleer santrallerin için önem arz eden bir yakıt olarak belirlenmiştir. Yakıt çevriminin henüz tam olarak çözülmemesinden ötürü bugün için toryumla çalışan ticari ölçekli santraller bulunmamaktadır. Ancak santrallerin ilk örnekleri İngiltere, Almanya ve ABD’de uzun zamandır denenmektedir. %0,24 tenörlü 380.000 ton toryum cevherine (ThO2) sahip Türkiye bu çalışmaların da dışında kalmamaya özen göstermelidir. NS’lerin bugünlerde kurulmasının, ileride toryumun değerlendirilmesi bakımından önemli olacağı unutulmamalıdır.

            Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz enerji yatırımları bakımından çok yoğun bir bölgedir. Bugün itibariyle elektrik kurulu gücün %10-12 bu bölgede olup, yılda 27 milyar kWh elektrik üretecek ve 1,8 milyon hektarı sulayacak olan GAP bu bölgededir. Türkiye’de 2013 yılında petrolün %99’u GD Anadolu Bölgesi’nden çıkarılmıştır. Ülkenin maden varlığının da yaklaşık %10-15’i bu bölgededir. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz petrollerine ulaşmanın yolunun da GD Anadolu’dan geçtiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı