Bu sayfayı yazdır

Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması

Yazan  03 Kasım 2014

2000 yılında dünyada görünür petrol rezervleri 860 milyar varilken, 2014 Haziran ayı itibariyle rezervler 1.687 trilyon varile (238,2 milyar ton) yükselmiştir. Dünyada halen petrole ihtiyaç duyulduğu için Okyanuslarda, Kutuplarda, Sibirya’da, Batı Afrika açıklarında, Karadeniz ve Akdeniz’de, Amazon Ormanları’nda petrol aramaları yapılmaktadır. Ne var ki, hidrojen enerjisinden enerji elde edilmesi, toryumun nükleer enerji santrallerinde kullanılmaya başlanması ve 2020’den sonra füzyon enerjisi üretimine başlanması ile birlikte petrole olan bağımlılık azalabilir. Bu enerji kaynaklarının sisteme uyum sağlaması zaman alacağından petrol savaşlarının da daha uzun yıllar devam edeceği bir vakıadır. Geçek şudur: Dünyanın neresinde bir huzursuzluk, çatışma ve savaş varsa orada enerji ve maden kaynaklarının birileri tarafından istilası söz konusudur. Bunun en canlı örneği Ortadoğu’da cereyan eden olaylardır. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Akdeniz’de bulunan hidrokarbon rezervleri dünyaya tahminen 40-50 yıl yetecek büyüklüktedir. Bu enerji kaynakları sebebiyle bu kaynakların bulunduğu ülkelerde veya çevresindeki ülkelerde daha uzun yıllar sürecek karışıklıklar, huzursuzluklar, iktidar kavgaları ve nihayet savaşların olması kaçınılmaz bir neticedir.

Ülkemizde ortaya atılan Kürt Meselesi, Ilımlı İslam ideolojisi, Yeni Osmanlıcılık tartışmaları, Enerjideki yanlış özelleştirmelerin sıkıntısının halka doğrudan yansıması ve Dış Politikadaki eksen değişikliği toplumu huzursuz etmekte, toplumun değişik katmanları arasında gerginlik tırmanmakta ve uygulanan iktisadi politikalar halkı fakirleştirmektedir. Gemi azıya almış yeni muhafazakâr zengin bir sınıf sayesinde orta sınıf ortadan kalkmış ve toplumda yoksul sayısı yirmi milyonu geçmiştir. İktidara her yönüyle bağlanmış medya, üniversiteler, STK’lar ile güçsüz muhalefet ve sendikalar ise meseleleri uzaktan karnından konuşarak seyretmektedir. İşte bu hususları dikkate alarak bu makaleyi kaleme aldım.

 İki Figür

Birkaç hafta önce bir televizyon programında ülkemizde 6-7 Ekim 2014 olayları tartışılıyordu. Bir siyasi parti tarafından yandaşlarına verilen sivil itaatsizlik talimatı sonrası ülkede 42 vatandaşın hayatını kaybettiği olayların analizi yapılıyor, bunun çözüm süreci ile olan ilişkisi değerlendiriliyordu. Bir ara iktidara yakınlığı ile bilinen bir konuşmacı barışın sağlanması gerektiğini dile getirerek, bu noktada iki figürün önemli olduğunu ifade etti. Bu iki figürden birinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, diğerinin de bir talimatıyla bu itaatsizliği durduran Öcalan olduğunu söyledi. İnsanın kanını donduran bu söylem, Türk Devleti’ne, Bayrağına, Milletine, Cumhuriyete, Sayın Cumhurbaşkanına hakaret değil de nedir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı ile bir terörist nasıl olur da barışın mimarları olarak gösterilebilir? Nasıl olur da yan yana konabilir? Böylesine bi-perva davranışların sebebi nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için yapılması gerekenler düşünülüp dile getirilecekken söylenenlerin tutarsızlığı insanı ciddi endişelere sevk etmektedir. İnsanın gönül gözü kapanınca aymazlık kendiliğinden geliyor. Tuhaf olansa, bugüne dek hiç kimsenin bu konuda parmağını kıpırdatmamasıdır.Kendini ülkenin en entelektüel insanı olarak gören ve belki de kendini ulema yerine koyan bu kişinin bu söylemi doğru mudur? Çok yazık, Türk Devleti’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret ediliyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Adalet neredesin! Devlet neredesin! İktidarın yazarları-çizerleri neredesiniz? Yarın bir gün birileri çıkıp da Sayın Cumhurbaşkanı’nın adı geçen teröristi ziyaret etmesini isterse hiç şaşmamak gerekir!Zira birileri yine televizyonlarda şunu korkusuzca söylemektedirler. Şartlar müsait olduğunda Öcalan af edilebilir. Ancak 6-7 Ekim olayları bu zemini şimdilik ortadan kaldırmıştır…Dikkat ederseniz toplum yavaş yavaş buna da hazırlanmaktadır. İngilizce-Türkçe sözlükte "figure; rakam, numara, adet, boy, pos, resim, suret" olarak tanımlanıyor. Günlük hayatımızda bizler figürü; resim, şekil, olarak kullanmaktayız. Cumhurbaşkanına hakaret eden gazeteci, militanları sokağa dökme çağrısı yapan parti başkanı, milletin anasına küfreden işadamları, rüşvetle çalkalanan milletin meclisi, kazanmak için vatandaşın sırtına basarak onların ölümüne sebep olan taşralı zengin. Asırlara sığmayan Türk Devleti bu hallere mi düşmeliydi? İki figürmüş…

Üç Mesele

Türkiye son aylarda, yıllarda ve uzun yıllardır üç mesele ile adeta boğuşmaktadır. Bu üç halin neticesi şimdilerde ülkemiz için pek olumlu görünmemektedir. Ama millet olarak topyekûn bu üç meselenin çözümü konusunda birlikte hareket edildiği takdirde birilerinin istediği neticeler gerçekleşmeyebilir.

Çözüm Süreci:Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu’sunu, Irak’ın kuzeyini, İran’ın KB’sını ve Suriye’nin Kuzeyini içine alan ve yaklaşık dört yüz bin km2’lik bir alanda bir Kürt Devleti kurulması için 1974 yılında faaliyete geçen Marksist-Leninist ideolojiyi savunan Kürdistan İşçi Partisi, 1978 yılında Lice’nin Fis Köyü’nde 1. Kongresini yaptıktan sonra Pkk terör örgütü olarak sahneye çıkmıştır. Kck yani Kürdistan Topluluklar Birliği ise, Pkk’nin sivil yapılanmasıdır. Pkk ortaya çıktıktan sonra Marksist-Leninist ideolojiye uygun olarak ve de bağlı kalarak Türkiye’de silahlı eylemlere başlamıştır.2002 yılına gelindiğinde 7.Kongrelerinde örgüt Demokratik Siyasal modeli benimsediğini açıklamıştır. Aslında bu modelin iki önemli ayağı bulunmaktadır. Birincisi bağımsız Kürdistan, ikincisi Öcalan’ın serbest bırakılmasıdır. Ne var ki, örgütün sürekli hareket halinde kalması içinde ülke çapında ’’Sivil İtaatsizlik’’ kararı yürürlüğe sokulmuştur. Bu arada bölgede daha geniş bir alanda faaliyetlerin yürütülmesi için de Pdk, Pjak, Pyd, Ypg vd. gibi örgütler kurulmuştur. Görüldüğü gibi2005 yılında ortaya atılan ’’Kürt Açılım Süreci’’ sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış bölgedeki bütün Kürt terör örgütleri bu fikirden güç alarak Büyük Kürdistan hayalleri ile yaşamaya başlamışlardır. 17 Mayıs 2005 Kck Sözleşmesi’nden bazı maddeleri aktararak durumun vahametini görmeye çalışalım: ’’ M.3- Semboller: Amblemi yirmi bir ışından oluşan sarı güneş içinde kırmızı yıldızdır. Bayrağı yeşil zemin üzerinde, içinde kırmızı yıldızın yer aldığı yirmi bir ışınlı sarı güneşten oluşur. M.4-f / Siyasetin demokratikleşmesi temelinde Kürdistan üzerinde egemen olan devletleri köklü bir reforma yönelterek, küçülmelerini ve demokrasiye duyarlı hale gelmelerini sağlamak. M.4-h / Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirerek, Kürt kimliğinin her düzeyde kabulünü ve Kürt dilinin, edebiyatının, sanatının ve kültürünün gelişimini sağlamak. Anadili öğrenme, konuşma ve anadilde eğitim yapma özgürlüğünü esas almak, tüm kültürlerin, dillerin eşitliğini ve geliştirilmesini benimsemek. M.4-k / Demokratik konfederalizm önderliğinde ülkeye, halka ve özgürlüklere yönelen saldırılara karşı meşru savunma duruşu temeline mücadele etmek.’’GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ DEMOKRASİDEN ANLADIKLARI TÜRKİYE’NİN KÜÇÜLMESİDİR. Çözüm Süreci işte bu maddeler ve diğerleri kabul edildiği takdirde çözüm süreci olabilir. Çünkü Kck Sözleşmesi hayal edilen Kürdistan’ın anayasasıdır. Bu sözleşmeyi Türk Halkının çözüm süreci karşısında tutunacağı tavır sebebiyle yediden yetmişe okuması, bilmesi şarttır. Zira istenen Türkiye’den toprak alarak Kürdistan’ın kurulmasıdır. Konuşulanlar zaman geçirmedir, teferruattır…

Böylesine önemli hazırlıkların yapıldığı, ülkenin kanunlarının çiğnendiği, vergi toplandığı, milis teşkilatlarının kurulduğu, belediyelerin ele geçirildiği, kantonların kurulduğu, nüfus cüzdanlarının sorulduğu, Kürdistan’a hoş geldiniz denildiği, buralarda uzun süre kalmayın ikazlarının yapıldığı bir ortamda askere, emniyet güçlerine birçok durumu görmezden gelin denildiği, yani kamu düzeninin çözüm süreci uğruna terk edildiği bir ortamda meydana gelen 6-7 Ekim olayları sonrası hala birilerine çözüm süreci devam edecektir demenin akıl ve mantıkla bağdaşır bir yanı var mıdır? Vatandaşın cevabını aradığı soru şudur: GD ’da şu anda kamu düzeni acaba kimin elindedir? Peş peşe gelen şehit haberlerinin de bir ikaz olduğunun farkında olamamanın sebebi nedir? GDoğu ’da paralel bir devlet almış başını gidiyor. Farkında değil misiniz? Başbakan Yardımcısı söylenmesi gerekeni söyledi. Arkasında durulması gerekir. Çözüm Sürecinde, çözüm sona ermiştir. Ancak bir siyasi parti GD’daki yandaşlarına güç vermek için süreci devam ettirmek istemektedir. Zira emin olunuz halk artık bu teranelerden sıkılmaya başladı.Şimdi sormak gerekir. Niçin Türkiye üzerine böylesine çirkin olaylar oynanıyor? Türkiye’ninyargısı, ordusu ve emniyet güçleri niçin zayıflatılmaya çalışılıyor? Cumhuriyetin DNA’larıyla neden oynanıyor? Yapılmak istenen nedir? Malum güçlerin çıkarlarının önünde Türkiye bir engel midir?Peşmerge kimdir? ABD patentli bir gücün topraklarımızdan geçerek başka bir ülkenin toprağına ayak basması normal diplomatik bir hareket midir?

İslam Devleti:Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD’nin Küba, Vietnam, Afganistan ve Irak’taki işgal girişimlerinden ders almadığı açıkça görülmektedir. Verdiği kayıpların yanı sıra, her girişim sonrası halkların direnişleri daha da güçlü hale gelmiştir. Mesela, 1961 Domuzlar Körfezi Çıkarması sonrası C. Guevara’nın Başkan Kennedy’ye yazdığı mektuptaki şu ifade çok anlamlıdır: ’’ Sayın Başkan, Domuzlar Körfezi Çıkartması için teşekkür ederiz. Küba Devrimi şimdi daha da güçlendi.’’ Ne var ki, dünya şunu da çok iyi bilmektedir. ABD çıkarı olduğu her yere girer. O ders almaya değil, ders vermeye gider…  ABD ve NATO güçlerininEl-Kaide’nin liderini bulmak maksadıyla Afganistan’ı işgali karşısında Afganistan’ın özgürlüğü için mücadele veren ve Sovyet işgaline karşı kurulan Taliban ve El-Kaide’nin dünya çapında güçlü hale gelmesinin sebebi ABD ve NATO’dur. Bugün için El-Kaide ile organik bir ilişkisi bulunmayan IŞİD, 2003 yılında ’’Cema’at el-Tevhid vel-Cihat’’ adıyla Ürdün’lü Ebu Musab Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. 2006’da Ebu Ömer el- Bağdadi’nin liderliğinde Irak İslam Devleti kuruldu. Örgüt 2013 yılında Irak Şam İslam Devleti adını aldı. Şu andaki lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’dir. Örgütün hedefi, Irak, Suriye, Ürdün ve Filistin’i içine alan Arap, Kürt ve Türkmen’lerin ve daha birçok etnik grubun yaşadığı coğrafyada şeriata dayalı bir devlet kurmaktır. Sünni Vahhabi-Selefi anlayışına inanan Işid, Suriye’de, Carablus, Mumbuç, Telabiyad, Rakka, Deyr Ez-Zor, Irak’ta, Telafer, Musul, Tikrit, Felluce yerleşim yerlerini işgal etmiş ve Mezopotamya’ya hâkim olmaya başlamıştır.Bölgedeki petrol yatakları ve rafinerileri de örgütün eline geçmiştir. Bu örgütün Türkiye’yi ilgilendiren yanı örgüte Türkiye tarafından yardım yapıldığı iddialarıdır. Türkiye’nin silah yardımında bulunduğu ve örgüte asker sevkiyatının Türkiye üzerinden yapıldığı iddiaları günlerce kamuoyunu meşgul etmiştir. Yine Işid’in Türkiye’ye petrol sattığı da basın yayın organlarında yer almıştır.ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Türkiye’nin Suriye’de bulunan bütün terör örgütlerine finans desteği sağladığını dahi dile getirmiştir. Musul’u tek kurşun atmadan Irak ordusunun elinden alan Işid’e karşı şimdi Pkk’nin Suriye’deki kolu Ypg savaşmakta ve Rojava’yı kaybetmemeye çalışmaktadır. Türkiye’nin terör örgütlerine yardım etmesi asla ve asla düşünülemez. Zira Türkiye işgal altında olan bir ülke değildir. Din ahlak, terbiye ve insan sevgisine dayalı bir öğreti, aynı zamanda Tanrı’ya yönelmede bir yol göstericidir. Şeriata dayalı bir örgüte bırakınız yardım etmeyi, ülkede dahi şeriattan bahsetmek yanlışın ötesinde ülkeyi bölmek anlamına gelmektedir. Türk Halkı’nın bir İslam Devleti arzusu, özlemi ve isteği yoktur. Böyle bir zihniyet 21. Yüzyıl Türkiye’sine hiç ama hiç yakışmaz. Şayet din elden gitti gidiyor düşüncesiyle şeriat isteniyorsa ortada halkın anlamadığı bir husus ortaya çıkmaktadır. Acaba Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dini 2002 yılının sonuna dek Şamanizm miydi?Dini öğütleri şamanlar ve kamlar mı veriyordu? Şimdi vatandaş soruyor: Musul’un işgaline dünya niçin seyirci kaldı? Türk Konsolosluğu’ndaki 49 çalışan 101 gün neden rehin olarak kaldı? Süleyman Şah Türbesi’nin güvenliği tam olarak sağlanmış mıdır? Bir taarruz olursa misli ile cevap verilecek midir? Işid’in arkasındaki güçleri Türk Devleti bilmekte midir? Peşmerge’lerin Türkiye’den Ayn el-Arap’a (Kobani) geçmeleri sonrası Işid Türkiye’ye saldırırsa Türkiye hiç kimseyi dinlemeden Güneyinde ’’Güvenli Bölge’’ kuracak mıdır?Türk Halkı Kürtçü’lükten sonra şimdi de bölgedeki Arap’çılık ve dini devlet arayışlarından huzursuzdur. Peki, Ortadoğu’daki bu olayların sebebi nedir? Türkiye niçin sürekli rahatsız edilmektedir?

Sosyal Olaylar:Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bir araştırmasında gelir dağılımındaki adaletsizlik çok açık bir şekilde görülmektedir. Araştırmaya göre ülkemizde yaşayanların %21’5i 1900 TL’lik aylık kazanca sahiptir. %78,5’i ise 1900 TL’nin altında bir gelire sahiptir.Bu %78,5’in %61,2’sinin kazancı ise 1200 TL’nin altındadır. Açlık sınırının 1.190,4 TL, yoksulluk sınırının 3.876,37 TL olan bir ülkede refah, mutluk ve huzurdan bahsedilebilir mi?  BDDK’nın bilgilerine göre, 53.713.463 kişin bankalarda 10.000 TL’si, 308.792 kişinin de 250.000-1.000.000 TL arasında parası bulunmaktadır. Ayrıca 32 adet dolar milyarderimiz vardır. Tahminen 20 milyon kişi de aylık maaşları ile yaşadığından bankalarda parası ve başka bir geliri yoktur. Günlük, haftalık ve aylık yaşamaktadırlar. Türkiye Şili ve Meksika’dan sonra gelir eşitsizliğine sahip üçüncü ülkedir (Dünyada 10 yılda dolar milyarderi sayısı 3 kat artarken Türkiye’de artış 10 kattır). Pazar yerlerinden, çöplüklerden, sebze ve meyve toplayan insanlar varken, Ulus’taki halden 2-3 TL vererek çorbalık tavuk kemiklerini alan işçi, memur, emekli bulunurken, işçi, memur, emekli açlık sınırındayken bu toplumun gelişmesi mümkün müdür? Yönetenler hadiselerin ülkeyi nereye götürdüğünün farkında değillerse, kendilerine söylenenleri tartmak için, sıkıntıları çevresindekilerde değil uzakta aramalıdırlar. Bakıp ta görmek için merkezden çevreye kısa birkaç adım atmaları yeterli olacaktır. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi için önce öncelikle adil bir vergi sistemini kurmalısınız. Kuramazsanız, çöküşü engelleyemezsiniz. Üretime yönelik yatırımlar, katma değeri yüksek ürünler üretilmesi, kamuda sosyal harcamaların sıfıra indirilmesi, tasarrufun her kesimde yaygınlaştırılması, ihalelerde şeffaflık, rüşvet, suiistimal ve yolsuzluk yapanların adalet önüne çıkarılması, piyasa denetimlerinin artırılması ve öz kaynaklara tarımda, hayvancılıkta, enerjide, madencilikte daha çok önem verilmesi bir nebze de olsun gelir dağılımını düzeltebilir, halkın devlete güveni de yeniden tesis edilebilir.  Halk bu sıkıntılarla boğuşurken TBMM’ndeki gayrı ciddilikten ve yapılan bazı kötü işlerin üstünün örtülmesinden dolayı rahatsız, Işid, Pkk, Kck, Pyd, Peşmerge ve bunlarla birlikte anılan terör olaylarından dolayı da huzursuz ve gergindir. Halk, Türk Devleti’nin istemediği bir savaşa zorlandığının farkındadır ve öfkelidir. Türk askerine ve emniyet güçlerine yapılanlar bardağı taşırmak üzeredir. Vatandaşı itidale sevk etmek zorlaşıyor. Netice itibariyle gerilim artıyor, tansiyon yükseliyor. Türkiye’yi yönetenler halkı ciddi şekilde barış ve huzur içinde yaşamaya çağırmalıdırlar. Halk, Türk-Kürt diyerek toplumu 36 parçalı bir mozaik olarak görmemekte, Müslüman- Hıristiyan-Musevi dinlerine göre birbirine yaklaşmamakta, Sünni-Alevi diye ayrım yapmamaktadır. Halk devletine saygıda kusur etmemektedir. Ancak bir lokma bir hırka anlayışını halen sürdüren fakir halk, son on yılda alın teri ile kazanmayan muhafazakâr yeni sınıfa diş bilemektedirler.Soru şudur: Türkiye gerçekten büyüyor mu? Büyüyorsa kimin için büyümektedir? Halk fakiridir, halk ezilmektedir. Yeni sınıf, dini ve milli değerlerin manevi gücüne sığınarak vurgun ve talan düzeninde istediği şekilde yaşamaktadır. Bu insafsız düzenin sorumluları kim veya kimlerdir?

Enerji Kaynakları

Sayın Cumhurbaşkanı Letonya’daki konuşmasının bir yerinde şu ifadelere yer vermiştir: ‘’Bunların derdi insan değil, petrol. Batının şirketleri oralara sahip.’’ 1936 yılında Churchill Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada: "Baylar, şunu iyi biliniz ki, bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir" diyerek emperyalizmin nerede petrol varsa her zaman orada olacağını açıkça dile getirmiştir. ABD Dışişleri Bakanlarından H.Kissinger ise: "Petrol Arap’lara bırakılmayacak kadar önemli bir şeydir." ifadesiyle Ortadoğu coğrafyasında her zaman bulunacaklarını açıkça ifade etmiştir. İşte bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Petrol konusunda bu ifadeler, emeller, hedefler yıllardır ortada dururken bütün Ortadoğu’yu allak bullak eden "Çözüm Süreci" nereden çıktı? Batının petrol konusundaki emellerinin farkına yeni mi varılmıştır? Bu coğrafyanın kara parçasında 109,4 milyar ton belirlenmiş petrol ile 80,1 trilyon m3 doğalgaz rezervleri bulunmaktadır. Bu rezervler, dünyaya tahminen 30 yıl yetebilecek büyüklüktedir. Ayrıca milyarca ton kömür, demir, bakır, fosfat, kükürt, alüminyum, mermer, asfaltit ve uranyum bulunduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Diğer taraftan İsrail’in ve Kuzey Rum kesiminin sürekli olarak desteklenmesi, korunması ve her zaman yanlarında yer alınmasının sebebi nedir? Tabiidir ki, petrol ve doğalgaz. Doğu Akdeniz, petrol ve doğalgaz bakımından çok büyük rezervlere sahiptir. Şu anda kamuoyunu pek meşgul etmese de için için Doğu Akdeniz’de bir kavga olanca hızıyla devam etmektedir. İsrail, Filistin sınırları içindeki açık denizde, Mısır, Nil Deltası’nda petrol ve doğalgaz yatakları bulmuştur. Gazze Şeridi’ne yakın Marine-1, Marine-2 ve Mari-B kuyuları İsrail tarafından işletilmektedir. Mavi Marmara Gemisi bu bölgelere yakın bir yerde saldırıya uğramıştır.

Doğu Akdeniz’de Tunus-Libya, Mısır-Girit, Mısır-Kıbrıs, Lübnan-İsrail arasında hidrokarbon rezervlerinin bulunabileceği jeolojik olarak tespit edilmiştir. Bu havzada tahmin edilen petrol miktarı 7,1 milyar varil (yaklaşık1 milyar ton), doğalgaz ise 227 trilyon m3’tür (karadaki rezervin 2,8 katı). Diğer taraftan, Mersin Çanağı, İskenderun Çanağı, Antalya Çanağı, Teke Çanağı, Leviathan (Levant) ve Nil Deltası’nda zengin hidrokarbon yatakları bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’de kıyı şeridi en uzun ülke Türkiye olup 200 millik bir Münhasır Ekonomik Bölge’ye sahiptir. Rumlar, Kıbrıs Adası güneyindeki 200 millik bölgeyi 13 kısma ayırarak bölgede petrol ve doğalgaz aramaları yapmaktadırlar. Özellikle 3. ve 12. bölgelerdeki rezervlerin Avrupa’ya tahminen yüz yıl yeteceği tahmin edilmektedir. (Ş.1) Batının niçin sürekli Rum’ların ve Yunanistan’ın yer aldığı bu neticeden dolayı anlaşılmaktadır. Yapılan çalışmalar sonrası Leviathan, Nil, Herodot ve Kıbrıs Adası çevresinde 30-60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi olduğu ifade edilmektedir (bölgedeki hidrokarbon yatakları ayrı bir makale konusudur).Türkiye’nin bu rezervlerde tapusu da vardır, hakkıda…Doğu Akdeniz’de böylesine zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunması başta ABD ve AB ülkelerinin Ortadoğu coğrafyasına hâkim olma iştahlarını kabartmıştır. Bu sebeple BOP ile başlayan süreç Ortadoğu ülkelerini şimdilerde içinden çıkılamaz duruma getirmiştir.

Kısa bir siyasi yorum yaparak Türkiye’nin bölgede siyaseten ne durumda olduğunu açıklamaya çalışalım: Türkiye bütün meselelerini sonuna dek diplomatik yollardan çözmelidir. Hamleye karşı hamle yaparak. Savaşın her durumda ülkeyi derinden etkileyeceği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir. Hamasi sözlerle gençlik galeyana getirilebilir, ama devlet asla yönetilemez.Türkiye’yi Yeni Osmanlıcılık, İslami Devlet Anlayışı veya Pan-İslamik akımlarla maceraya sürüklemenin bir anlamı yoktur. Tesir altında kalmadan devleti çağdaş anlayışlar içinde yönetmek gerekir. Coğrafyamızda yaşanan olaylara gelince: Ne yazık ki, bu coğrafyada ABD’nin haberi olmadan gerçekten bir kuşun dahi uçamadığı bir tablo ile karşı karşıyayız. ABD’nin İran’ın bölgedeki hâkimiyetini ancak Sünni bir güçle kıracağı gerçeği herkesçe bilinmektedir. BOP ile ortaya atılan Ilımlı İslam modeli bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yürürlüğe konmuş ve bu projede Türkiye başat rol üstlenmiştir.Gelişmeler bölgede Sünni ve Şii birer Arap Devleti ile Irak’ın kuzeyinde küçük bir Kürt Bölgesi’nin olacağını göstermektedir. Ne var ki, Türkiye Çözüm Süreci denilen Kck’nin anayasasında yer alan maddelerin gerçekleşmemesi konusunda oldukça ciddi uğraşlar verecektir. Türkiye günlük, aceleci ve İslami değerleri ön plana çıkaran politikalarıyla yalnız kalmaktadır. Zira hiçbir devlet Türkiye’yi artık ağabey olarak görmemektedir. Türkiye’nin Mısır’da Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler, Hamas ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile iyi ilişkiler kurması, Filistin’e ve Gazze’ye sahip çıkması bölgede çok güçlü bir Sünni otoritenin varlığını görünür hale getirdiğinden dolayı ABD, İsrail, İran, Irak Merkezi Hükümeti, Suudi Arabistan ve Suriye bu durumdan rahatsız olmuşlardır. Zira Türkiye Akdeniz’e komşu ülkelerle ne kadar iyi ilişkiler içinde olursa Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz yataklarına o kadar kolay ulaşacaktır.Türkiye’nin İsrail ile olan sıkıntılı ilişkileri sebebiyle İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’a yaklaşarak, 2010 yılında İsrail ile GKRY arasında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalamıştır. Mısır’da Mursi, 2012 Nisan ayında İsrail ile imzalanan doğalgaz anlaşmasını ve 2003 yılında GKRY ile imzalanan MEB anlaşmasını 2013’de feshetmiştir.Sonra Mısır’da olanlar… Bütün bu olayların perde önünde kim vardır dersiniz? ABD’nin haberi olmadan bu coğrafyada hiçbir devletin adım atamayacağı ne acı bir durum değil mi? Daha derin stratejik yorumları siyaset bilimcilerine bırakarak, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon varlığı konusunda Türkiye’nin neler yapması gerektiğine kısaca değinelim:

1. Türkiye kendi MEB’deki alanı tamamıyla çalışmalıdır. 2. Sahildar ülkelerle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır ile MEB anlaşmaları imzalanarak birlikte arama, araştırma ve sondajlı faaliyetlere başlanmalıdır. 3. Kıbrıs’ın çevresi ve Kıbrıs-Mersin arasındaki bölgede sondajlı faaliyetler süreklilik göstermelidir.Bu alan potansiyel hidrokarbon alanlarıdır. 4. Girit’in güneyi, Kuşadası ve Edremit Körfezi ve kuzeye doğru Saroz Körfezi’ne kadar olan alanda çalışmalar sürekli yapılmalıdır. 5. Bu işlerin dört başı mamur yürütülmesi için kurumlar arasındaki çekişmelerin bir tarafa bırakılması sağlanmalıdır. MTA, TPAO ve Üniversitelerden meydana gelecek büyük bir ekip ve sağlanacak donanım ile Türkiye bunu yapabilecek bilimsel ve teknik güce sahiptir. Siyasi manevralar iktidara kalmaktadır.

  Karada 109,4 milyar ton, denizde 1milyar tonun üzerinde toplamda 110-120 milyar ton petrol ve karada 80,1 trilyon m3, denizde 227 trilyon m3 toplamda 300-310 trilyonm3doğalgazın bulunduğu bir hidrokarbon alanı Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. İşte Türkiye’nin başındaki bütün meselelerin temelinde, kendi topraklarında şimdilik bulunmayan petrol ve doğalgaz yataklarının komşu ülkelerde ve Ortadoğu ile birlikte çok büyük bir alan olan Doğu Akdeniz’de bulunmasıdır. Türkiye buradaki, Afrika’daki, Orta Asya ve Kafkas’lardaki kaynaklara ulaşmada çok büyük bir engel olarak görüldüğü içindir ki, başına bu olaylar gelmektedir.

 

                                       (Ş.1. Kaynak: www.usakanalist.com)

 

NOT: Ermenek’teki maden kazasının tek sebebi vardır. İHMAL. İhmalin üç önemli sebebi bulunmaktadır. Birincisi, bütün maden ocaklarında denetim yapan elemanların gördüklerini yazamamalarıdır. Bunun da iki sebebi vardır: 1. Yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmamak, 2. Kendilerine yapılan baskılar. İkincisi, bu denetim raporlarının görev veren yöneticiler tarafından incelenmemesi, takibinin yapılmaması. Üçüncüsü, maden sahiplerinin gereken tedbirleri almamalarıdır. Şayet bütün ocaklar A’dan Z’ye karış karış denetlenmezse bu olayların önüne asla geçilemez. JMO ve MMO birer STK kuruluşu olarak her zaman bu konuları çok ciddi olarak takip etmektedirler. İlgililere her daim yardımcıolabilirler. Ucuz enerji elde etmenin maliyeti insan hayatının sona ermesi mi olmalıdır? Birileri çok zengin olacak diye… Türkiye’de yaklaşık 750 maden ocağının(250 adedi kömür ocağıdır) yarısından fazlasında üretim orta çağ şartlarında yapılmaktadır. Bu durum bürokrasi tarafından çok iyi bilinmektedir. Bu problemler ilgili Bakanlara raporlar halinde acaba iletiliyor mu? Bürokrasi STK’ların çalışmalarını dikkate alıyor mu? Gelelim 50 kişiye. Sayın Bakan yerden göğe kadar haklıdır en az 50 kişinin devreye girdiğini söylemekle. Bunlar kimler midir? Kimse açık açık söyleyemiyor. Ama gerçek şudur: Bu 50 kişi içinde, 1. Siyasiler (milletvekilleri, iktidar partisinin yeni ve eski yöneticileri) 2. Bürokratlar, 3. Hatırı sayılı kişiler, iş adamları, 4. Eş-dost bulunmaktadır.

Soma’dan sonra, Ermenek’te de fakirliği gördünüz değil mi?

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı