Bu sayfayı yazdır

BAKIŞ, Incek Debates:

Yazan  29 Haziran 2016

‘Incek Debates’, 11 Mayıs 2016 günü, eski Dışişleri Bakanı Emekli Büyükelçi Yaşar Yakış[1], gazeteci Tülin Daloğlu ve Dr. Oktay Bingöl[2](Başkent Üniversitesi)’ün konuşmacı olarak katılımlarıyla, ‘Terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği niçin başarılamıyor’ sorusunu ele aldı. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Dr. Haldun Solmaztürk tarafından yönetilentartışmada bu başarısızlığın temel nedenleri irdelendi ve uluslararası işbirliğini geliştirmek için yollar, mekanizmalar ve yöntemler araştırıldı. Toplantıya, uzmanlardan oluşan seçkin bir grup ve Ankara’daki diplomatik misyonlardan temsilciler katıldılar. Aşağıdaki ‘Raportör Özetinde’ bu tartışmanın sonuçlarını bulabilirsiniz. Özette yer alan hususlar ve değerlendirmeler, herhangi bir konuşmacı veya katılımcının birebir görüşlerini veya tüm katılımcıların fikirbirliğine ulaştığı görüşleri yansıtıyor şeklinde algılanmamalıdır. Rapor konuya ilişkin kapsamlı bir çalışma olmayıp sadece toplantıdaki tartışmaların bir özetidir. Tartışma ‘off-the-record’ (kaynak göstererek yazılmamak kaydıyla) icra edilmiştir.

Özet

Terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği bir türlü gerçekleştirilemiyor ve büyük ölçüde siyasi amaçlara bağlı kalıyor. Türkiye (veya Türk hükümeti) ve AB ülkeleri—ve Batı, hatta uluslararası toplum—terörle mücadelede uluslararası işbirliği söz konusu olduğunda aynı fikirde olmaktan çok uzaklar.

Uluslararası toplumun terörizmin ortak bir tarifi üzerinde fikir birliğine ulaşma konusundaki başarısızlığı uluslararası işbirliğinin önündeki temel engel değildir. Fakat yine de uluslararası çabaları aksatmakta ve bu bağlamda, belli girişimlerde yer almak veya katkıda bulunmaktan kaçınmayı tercih eden hükümetlere—bir engelden çok—uygun bir siyasi mazeret vermektedir. ‘Terörizm’ ve ‘yerel direniş’ arasındaki belli bir örtüşme, konuyu daha da karmaşık ve çözümü zor hale getirmektedir.

Terörizmin yayılmasına uygun olan koşullar aynı zamanda terörizmle mücadeleyi de çok güçleştiren koşullardır: yoksulluk, cehalet, aşırı nüfus artışı, siyasi ve ekonomik sömürü, baskı, sosyal eşitsizlik algısı, siyasi ve ideolojik maksatlarla kültürel farklılıkların istismar edilmesi, küreselleşmenin etkileri vs. Uluslararası toplum bu konularda çok uzun süre sessiz kalarak sorumluluklarını yerine getirememiştir.

Türkiye terörizmle mücadelede zemin ve güven kaybetmiş, kendisini bölgedeki siyasi kararlardan ve askeri harekattan büyük ölçüde soyutlamıştır.

Giderek güçlenen ve yayılan terörizm küresel düzendeki büyük değişimin bir parçasıdır. Dünyada bir paradigma kayması vardır. Terörizmin tarifi—ve kavramsallaştırılması—önemlidir. Ancak mevcut düzen içinde birşeylerin yanlış olup olmadığını sorgulayan her bir ferdi, özellikle de gazetecileri ve analizcileri yaftalamaktan kaçınmak da o ölçüde önemlidir.

Terörizme olan ilgi, terörizm sınırları geçmedikçe çok azdır ve hemen hemen hiç ders alınmamaktadır. Küresel siyaset ve iç siyasetteki (Türkiye’de ve diğer ülkelerde) radikalleşmenin ortadan kalkması ve yumuşama uzun bir süreçte olacaktır ve gerçekleşmesi yıllar alacaktır. Terörizmle mücadelenin gerçek bir milli ve uluslararası mutabakata dayanması mutlak gereklidir. BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisi bu maksatla uygun, güçlü bir zemin sağlayabilir.

Başbakan Davutoğlu’nun görevden uzaklaştırılması Türk dış politikasının tümüyle gözden geçirilmesi için altın bir fırsat sunmaktadır. Böyle bir gözden geçirme, terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği politikalarını da içermeli, son dönemlerde yaşananlardan edinilen deneyimleri ve Yakın Doğu’da tümüyle değişmiş olan koşulları dikkate almalıdır. Hükümetlerin, orta ve uzun vadede, büyük resme odaklanmaları gerekmektedir.

Terörizmle mücadele, kapsamlı bir yaklaşımı ve insan haklarına saygı gösterilirken terörizmle nasıl mücadele edilebileceğine ilişkin bir kültürün hayata geçirilmesini gerektirmektedir.

Üniversitelere ve medyaya düşen önemli görevler vardır. Fakat sivil toplumun ve özellikle de sivil toplum düşünce kuruluşlarının medyada, genel olarak kamuoyunda ve hem iç siyasette hem de uluslararası siyasette, doğru bilgiye dayalı tartışmalara katkıları hayati önemdedir.

Terörizmle mücadelede (veya savunmada) ‘Uluslararası İşbirliği’ her geçen gün daha da moda olan bir söz olarak hep işitilmektedir. Ama yine de herkes, özellikle de siyasetçiler yokluğundan şikayet etmeye devam etmektedirler. Bu terim, güvenlik ve uluslararası ilişkiler alanında çalışan düşünce kuruluşlarındaki uzmanların da en çok sevdikleri konulardan biridir. Bu uzmanlar her zaman büyük bir heyecanla bu durumun teröristlerin işini nasıl kolaylaştırdığını anlatır ve ayrıntılı olarak açıklarlar. Irak ve Şam İslam Devletinin (IŞİD) süratle büyümesi, uluslararası toplumu korkutmaya yönelik ve medyada yaygın şekilde yer bulan taktik ve yöntemleri, Ankara ve Mogadişu’dan Paris and Nairobi’ye uzanan (sadece IŞİD’in değil, fakat PKK, Boko Haram ve El Kaide gibi diğerlerinin de) önemli eylemleri, uzunca bir süredir devam eden bu tartışmaya yeni bir ivme vermiştir.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, Türkiye’nin Batı’nın PKK’ya (şimdilerde aynı zamanda PYD/YPG’ye) karşı verilen mücadeleye, algılandığı şekliyle, ilgisiz kalmasından sürekli şikayet etmesi, Batının da Türkiye’nin yabancı terörist savaşçılara hoşgörü göstermesi hatta destek vermesinden şikayetleri, hepsi bir araya gelip zaten hassas olan bu tartışmaya yeni boyutlar katmıştır. Ancak, fili görmeden elle yoklayarak anlamaya ve tarif etmeye çalışan, sonunda da tam bir anlaşmazlığa düşen körler gibi, terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği de, son derece siyasi bir konu olarak, uygulamadan uzak bir hayal olarak kalıyor.

Türkiye ve uluslararası işbirliği arka planı

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2006 yılında BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisi (UNGCTS)[3] dokümanını oy birliğiyle kabul etmiştir. Strateji her iki yılda bir gözden geçirilir[4] ve BM üyesi ülkeler tarafından—münferit olarak veya birlikte—atılacak uygulanabilir adımlar içerir. Bu adımlar dört temel sütuna dayanır ve çok çeşitli tedbirler içerirler: 1. Terörizmin yayılmasına yol açan koşulların ele alınması, 2. Terörizmi durdurmak ve mücadele etmek için gerekli tedbirler, 3. Ülkelerin terörizmi önleme ve mücadele etme yeteneklerini artıracak, bu maksatla Birleşmiş Milletler sisteminin rolünü güçlendirecek tedbirler, 4. Terörizmle mücadelenin esas temeli olarak, herkesin insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak tedbirler. Bu strateji bir örnek model mahiyetindedir. Düzenli gözden geçirmeler alınan tedbirlerin etkinliğinin değerlendirilmesine ve değişen terörizm ortamına uygun olarak tedbirlerin de yeniden ele alınmasına imkan vermektedirler.

Avrupa Parlamentosu—Avrupa Komisyonun Türkiye 2015 İlerleme Raporuna ilişkin—Kararında[5] “Türkiye’nin terörizmle mücadele hakkının meşru olduğunu” vurgulayıp “AB’nin terörist örgütler listesinde olan PKK tarafından şiddete geri dönülmesini” kınarken, yine de Türk hükümetini “Kürt sorununa kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesi maksadıyla (PKK ile) müzakerelerin yeniden başlatılması için sorumluluğunu üstlenmeye” davet etti. (vurgu eklenmiştir). AP “IŞİD/Daiş’in yaptığı söylenen Diyarbakır, Suruç, Ankara ve İstanbul’daki terörist saldırıları” kınadı ve “Europol ile Türk güvenlik güçleri arasında daha güçlü bir işbirliğinin terörizmle mücadele için kilit önemde olduğunu” ifade etti. Daha da önemlisi, AP Türkiye’nin “yabancı savaşçılar, para ve teçhizatın, kendi toprakları üzerinden IŞİD/Daiş’e ve diğer aşırılıkçı güçlere ulaşmasını önleyecek çabalarını artırmasını” istedi ve bu konudaki endişelerini sıraladı:

Türk makamları, IŞİD/Daiş’in eylemlerini durdurmak ve önlemek için mümkün olan her tedbiri, özellikle de sınırları üzerinden yapılan yasadışı petrol ticaretiyle mücadele için olanları, almamış olabilirler. (AB Komisyonu) kaçakçılık şebekeleriyle mücadeleye daha fazla destek vermek üzere, bu konuda Türk makamlarıyla bilgi alışverişi ve yakın işbirliğini artıracak tedbirleri almalı; …yabancı savaşçıların tutuklanması ve Irak ve Suriye ile olan sınırların kontrolunda zafiyet vardır.

AP “Türkiye’nin IŞİD’e karşı Küresel Koalisyona katılmasını ve üslerini Amerika Birleşik Devletlerine ve koalisyon güçlerine açmasını” da memnuniyetle karşıladı, fakat yine de “Batılı müttefikleriyle tam bir işbirliği içinde bulunmasını ve kontrollu davranmasını” istemekten geri durmadı. Dahası, AP “Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki Kürt kuvvetlerine yönelik, IŞİD/Daiş’le mücadeleye zarar veren, barış ve güvenliği tehdit eden askeri harekatını” kınadı.

AP—ve AB Komisyonunun—raporlarındaki çok açık eleştiriler ve sert üslup, Türkiye’nin (veya Türk hükümetinin) ve AB’nin—ve de Batı, hatta uluslararası—kamuoyunun terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği alanında hiç de uyum içinde olmadıklarını göstermektedir. Bu gözlem, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle de teyit edilmektedir: “Suriye'de Daiş terör örgütüyle mücadele ettiğini söyleyenlerin hiç biri, ne bizim kadar örgüte zayiat verdirmişlerdir, ne de bizim kadar bedel ödemişlerdir. Bir yandan canlı bombalarla, diğer yandan Kilis'e yönelik saldırılarla canımızı yakan bu örgüte karşı mücadelemizde bizi yalnız bıraktılar”.[6] Yine de AB bir başka Raporda[7], Türk makamlarını (BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisi çerçevesinde mütalaa edilebilecek) bazı tedbirleri acilen almaya davet etti:

- yolsuzluğun önlenmesi için tedbirler (BMTMKS-2006, Sütun I)

- kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuatın AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi (BMTMKS-2006, Sütun I)

- Europol’la bir operasyonel işbirliği anlaşması yapılması (BMTMKS-2006, Sütun III)

- AB üyesi ülkelerin tümüyle, kriminal konularda etkin adli işbirliği yapılması (BMTMKS-2006, Sütun III)

- terörizmle ilgili mevzuatın ve uygulamanın Avrupa standartlarıyla uyumlu hale gelecek şekilde gözden geçirilmesi; özellikle de terörizmin tarifinin, tarifin muhteviyatının daraltılması ve bir orantılılık kriteri getirilmesi yoluyla daha uyumlu kılınması (BMTMKS-2006, Sütun IV).

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi reddetmek şeklinde oldu: “Kusura bakma, biz yolumuza gidiyoruz, siz de yolunuza gidin..”.[8]

‘Tarif’ açmazı

Terörizmin üzerinde uzlaşılmış uluslararası bir tarifi yoktur. Ortak bir tarif üzerinde uzlaşmaya varmak için birçok girişimde bulunulmuş fakat esas olarak birbiriyle bağlantılı iki nedenle bu başarılamamıştır: ‘terörizm’ terimi gerek siyasi gerekse psikolojik olarak bir çok anlam taşımaktadır ve bir çok ülke tarifin “halkların yabancı işgaline direnme meşru hakkının kullanılması”[9] veya "sömürge veya yabancı hakimiyeti ve yabancı işgali altındaki halkların kendi kaderini tayin ve milli bağımsızlık için meşru mücadelesini”[10] de kapsamına almasına karşı çıkmaktadırlar.

Bununla beraber, tarif olmasa da ortak bir ‘anlayış’ vardır:

...genel olarak kamuoyunda, bir grupta veya belli fertler üzerinde siyasi maksatlarla bir dehşet havası yaratmak amacıyla niyet edilmiş veya hesaplanmış cürümler, bunları haklı göstermek üzere kullanılan siyasi, felsefi, ideolojik, ırki, etnik, dini veya başka nitelikte kavramlar ne olursa olsun, hiç bir durumda meşru değildir..[11]

Uluslararası toplumun terörizmin ortak bir tarifi üzerinde fikir birliğine ulaşma konusundaki başarısızlığı uluslararası işbirliğinin önündeki temel engel değildir. Fakat yine de uluslararası çabaları aksatmakta ve bu bağlamda, belli girişimlerde yer almak veya katkıda bulunmaktan kaçınmayı tercih eden hükümetlere—bir engelden çok—uygun bir siyasi mazeret vermektedir. Esas anlaşmazlık hangi eylemlerin ‘terörizm’ olduğunda değil, fakat bu eylemlerin yöneltildiği siyasi ve ideoloik sonuçlarla ilgiidir. Bu anlamda, problem sadece ‘tarifin’ kendisiyle ilgili olmayıp, aynı zamanda genel olarak veya kabaca ‘terörizm’ denen olgunun amaca veya koşullara göre kavramsallaştırılmasıyla ilgilidir.

‘Terörizm’ ve ‘yerel direniş’ arasındaki belli bir örtüşme, konuyu daha da karmaşık ve çözümü zor hale getirmektedir.

Benzer şekilde Türkiye’de de problem iki taraflı ve daha da karmaşıktır. Türk Ceza Kanununda ve Terörle Mücadele Kanununda, şiddetin derecesi, hatta belli koşullarda ‘şiddetin’ mevcut olup olmadığı bile muğlaktır ve bu durumun gerçekten de çok sorunlu olduğu açıkça görülmüştür.[12] Fakat, örneğin Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gerçek anlaşmazlık ve uyumsuzluk, belli eylemlerin ve bu tür eylemleri yapan örgütlerin ‘meşru’ kabul edilmesinde yatmaktadır. PKK yıllardır kendi ‘terör örgütleri listesinde’[13] olmasına rağmen, AB ülkelerinin çoğu PKK’ya ve bağlı kuruluşlarına fiili koruma hatta destek sağlamışlardır. Aynı listedeki başka bir örgütün, DHKP/C’nin  bazı mensupları, 1996 yılında (Türkiye’de) üç kişinin ideolojik maksatlı öldürülmelerinden hükümlü olmalarına rağmen, Avrupa’da birden fazla kez tutuklanmışlar, fakat sonunda AB üyesi ülkelerin yetkili makamlarınca serbest bırakılmışlar ve o tarihten beri de Avrupa’da serbestçe yaşamışlardır.[14]

Öte yandan, uluslararası toplum (özellikle de Rusya Federasyonu ve Amerika Birleşik Devletleri) PKK’ya karşı hiçbir zaman, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’ne karşı olana benzer bir tutum almamışlardır. Üstelik Türkiye ile Rusya arasındaki, Suriye’deki rejime karşı savaşan ‘muhalif’ grupları tarif etmedeki keskin karşıtlık bu konuya çok güzel bir örnek teşkil etmektedir.[15]

Birbiri arkasından gelen Türk hükümetlerinin de hiç hatasız ve bu anlamda siyasi ve ideolojik hesaplardan arınmış oldukları söylenemez: Türkiye açıkça ve gizlemeye bile çalışmadan AB listesindeki ‘ortak duruş’ diye anılan kararları yok saymış, hem bu listede ‘terörist’ olarak yer alan belli kişileri misafir etmiş, hem de belli kişi, grup ve kuruluşlara destek vermiştir. Belki de Türk hükümetinin en büyük hatası PKK ile, üçüncü bir tarafın gözetiminde, bir seri siyasi müzakereye girerek PKK’ya, sonuçları itibariyle, bir cins fiili meşruiyet kazandırması olmuştur.

Bu nedenle hiç kimse tamamen masum değildir ve ‘tarif’ problemi ‘senin teröristin benim özgürlük savaşçımdır’ (veya tersi) çelişkisini gizlemek için kullanılmaktadır. Yine de, bir çelişkinin hatta iki yüzlülüğün varlığı, bu temel problemi ortadan kaldırmamaktadır ve mutlaka bir çözüm bulunmalıdır. Devletler (ve onların siyasetçileri) işbirliği yapmak yerine, kendi algılarına göre diğerlerininkilerle çatışan, maddi (basit?) çıkarları için tek başlarına hareket etmeye devam ettiklerine göre, esas soru(n) bu işin kim tarafından ve nasıl yapılacağıdır.

Terörizmin yayılmasına uygun koşullar

“Füzeler teröristleri öldürebilir. Fakar inanıyorum ki, terörizmi bitirecek olan iyi yönetimdir.”[16]

Terörizmin yayılmasına uygun olan koşullar aynı zamanda terörizmle mücadeleye büyük zarar veren koşullardır.

Uzun zamandır devam eden ‘terör’ örneklerinin—ve terörist grupların—varlığı ve bu kadar süre hayatta kalabilmeleri uluslararası toplumun onları üreten koşullarla baş etmede başarısızlığının kanıtıdır: yoksulluk, cehalet, aşırı nüfus artışı, siyasi ve ekonomik sömürü, baskı, algılanan sosyal eşitsizlik, kültürel farklılıkların siyasi ve ideolojik amaçlarla istismarı, küreselleşmenin etkileri vd. Çok uzun zaman sessiz kalarak uluslararası toplum Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Sudan’da, Myanmar’da ve başka yerlerde sorumluluklarının gereğini yerine getirememiştir.

Uluslararası toplum, baskıcı rejimleri, adaletsiz/kokuşmuş yöneticileri ve kötü yönetimi destekleyerek veya sadece görmezden gelerek de sorumluluklarından kaçınmıştır. Demokrasi eksiği, derin bir adaletsizlik ve güvensizlik duygusu dünyanın her yerinde hakimdir. İnsanlar öngörülebilirlik, anlam ve güvenlik aramaktadırlar.

Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve dini aşırılıkçılık yayıldıkça, halk dalkavuğu popülist siyasetçiler zaten mevcut olan korkuları istismar ederek kısır bir döngü yaratıyorlar ve bu da radikalleşmeyi ve terörizmi körüklüyor. Bu nedenledir ki insanlar—Batı’da da, Doğu’da da—güvenlik arıyorlar ve ‘güce’ yakın olmak istiyorlar, sonuçta da ‘Sağ’ politikalarda ve politikacılarda korkutucu bir yükseliş var.

Medya, hizmetlerini—ister gönüllü olarak, isterse istemeden—siyasetin emrine sunarak problemin bir parçası haline gelmiştir. ‘Siyaset’ tarafından, olumlu bir imaj/algı yaratmak üzere ima edilen veya doğrudan doğruya işaret edilen belli hareketler ve kişilerin yüceltilmesi, romantize edilmesi uluslararası bazı çevrelerde ve belli bir bağlamda yaygınlaşıyor. Öte yandan bu tutum sadece medya ve gazetecilerle de sınırlı değildir.[17] Aynı zamanda da, gerçekçi ve tarafsız, güvenilir haber verebilme, medyaya yönelik sınırlamalar ve kısıtlar nedeniyle her geçen gün daha da güçleşiyor.

Sözün özü

Türkiye terörizmle mücadelede zemin ve güven kaybetmiş, görünüşte IŞİD’e Karşı Koalisyonun bir üyesi olmasına rağmen, kendisini bölgedeki siyasi kararlardan ve askeri harekattan büyük ölçüde soyutlamıştır.[18]

Dünya düzeni değişmektedir. Giderek güçlenen ve yayılan terörizm küresel düzendeki bu büyük değişimin bir parçasıdır. Bu değişim doğru ve iyi niyetle anlaşılmalı ve öyle ele alınmalıdır.

Dünyada bir paradigma kayması vardır. (Bazılarına göre bu kayma yaratılmaktadır ve gereklidir.) Geliş(tiril)mekte olan Koruma Sorumluluğu Konsepti (R2P) uluslararası ilişkilere (Devletler Hukukuna) çok uzun zamandır hakim olan Westphalia Sisteminden önemli bir sapmadır. Sürekli geliştirilmekte olan bu kavramın eksiklikleri, aksaklıkları ve içerdiği küresel riskler—ilk olarak ve acı şekilde Libya örneğinde görüldüğü gibi—onun önemini ortadan kaldırmamaktadır.

Terörizmin tarifi-ve kavramsallaştırılması—önemlidir. Ancak (Türkiye’de) mevcut yaklaşımda birşeylerin yanlış olup olmadığını (ve neyin yanlış olduğunu) sorgulayan her bir ferdi, özellikle de gazetecileri ve analizcileri yaftalamaktan kaçınmak da o ölçüde önemlidir.

Belli bir milli hukuk sistemiyle bağlı olarak, seçtikleri bazı olayları ele alıp soruşturan (ve bazılarını dikkate almayan veya erteleyen) savcılar gibi, bağımsız devletlerin de gönüllü olarak aynı şekilde davranmaları beklenemez. Çıkarlar, her ne kadar herkes hep aksini söylese de, ahlaki ve hukuki faktörlerin önünde gelirler. Kuzey Suriye’deki PYD/YPG hakkında Türkiye ile ABD arasında tırmanan—ve ciddi riskler taşıyan—anlaşmazlık çok iyi bir örnektir.[19]

Belli politikaları zorla hayata geçirecek uluslar-üstü bir gücün olmadığı uluslararası ortamda tutarlılık, güvenilirlik ve uzlaşma, iç siyasete oynamaktan daha önemlidir. Karşılıklı ithamlar bugüne kadar hiçbir şeyi çözmemiştir ve liderler suçlamalardan ve sıfır-sonuçlu politikalardan kaçınmalıdırlar. 

Durum çok ümitsiz ve iç karartıcı da değildir, çünkü örneğin uçuş güvenliği, nükleer materyalin güvenliği veya kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi gibi başarıyla uygulanan uluslararası anlaşmalar vardır. Bu tür başarı hikayeleri terörizmle mücadelede işbirliğini artırmak üzere katalizör olarak kullanılabilirler.

Terörizm sınırları geçmedikçe çok az ilgi çekmektedir ve çok az, hatta hemen hemen hiç ders alınmamaktadır. Çok az sayıda yayın ve hükümetler-dışı uzman kuruluş vardır. Terörizm esas olarak iç siyasetin ana konuları yanında bir yan konu olarak ele alınmaktadır.

Terörizm ‘realitesi’ günlük siyasi resmin ve entelektüel tartışmaların büyük ölçüde dışında kalmaktadır. Ayrıca, bütün dünyada—Türkiye’de kronik halde—hemen her şeye aşırı gizlilik atfetmek ve herşeyi güvenliğe bağlamak gibi sürekli güçlenen bir tutum vardır.

Konuyu küresel bağlamda ve tarafsız olarak ele alacak, gerçek yetkilere sahip uluslararası bir kuruluş mevcut değildir. BM Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisi, üzerine yeni girişimlerin bina edileceği sağlam bir zemin sağlayabilir.

Küresel siyaset ve iç siyasetteki (Türkiye’de ve diğer ülkelerde) radikalleşmenin ortadan kalkması, yumuşama uzun bir süreçte olacaktır ve gerçekleşmesi yıllar alacaktır. Ne kadar erken başlarsa o kadar iyidir.

Terörizmle mücadelenin bir milli ve uluslararası mutabakata dayanması mutlak gereklidir. Bu her ne kadar zor, hatta umutsuz bir beklenti gibi görünse de, mutlaka başarılmak zorundadır.

Kim, ne yapabilir?

(Türkiye) Başbakan Davutoğlu’nun görevden uzaklaştırılması ve yeni hükümet (esas olarak aynı kadroyu içerse de), bu sıradışı uzaklaştırmanın arkasındaki gerçek nedenler ve koşullar ne olursa olsun, Türk dış politikasının tümüyle gözden geçirilmesi için altın bir fırsat sunmaktadır. Böyle bir gözden geçirme, terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği politikalarını da içermeli, son dönemlerde yaşananlardan edinilen deneyimleri (yani yapılan hataları) ve aynı zamanda da Yakın Doğu’da tümüyle değişmiş olan koşulları dikkate almalıdır.

Görüş farklılıkları uluslararası işbirliğini engellememelidir. Kendi milli çıkarlarının ne olduğuna karar vermek her ülkenin hükümran hakkıdır ve olduğu gibi kabul edilmeli, sorgulanmamalıdır. Hükümetlerin, büyük resme odaklanmaları, basit ve önemsiz konularda verimsiz hatta zarar veren tartışmalardan kaçınmaları gerekmektedir; uluslararası ortamda her şey görecelidir. Bugün algılandığı şekliyle kısa vadeli ‘kazançlara’ odaklanmak, onların orta ve uzun vadede tümüyle kaybedilmesi sonucunu verebilir.  

Uluslararası işbirliği için küresel düzenlemeler ve girişimler şu ana kadar büyük ölçüde başarısız olduğuna göre, bu açmazdan çıkış için bir yol bölgesel/alt-bölgesel düzenlemelere odaklanmak olabilir. Bunlara mümkün ve yapıcı olacaksa küresel (bölge-dışı) güçler de dahil edilebilir.

Terörizmle mücadele, BM TMKS’nin dört sütununa dayalı kapsamlı bir yaklaşım, fakat hepsinin üzerinde iyi yönetim gerektirmektedir. İyi yönetim, yolsuzlukla ve kaçakçılıkla mücadele, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıyı sağlamalıdır. Terörizme karşı verilen bu zor, yokuş-yukarı mücadelede işbirliği, asgari olarak üzerinde mutabakat sağlanan ortak çıkarlara ve aynı zamanda da görev alan kuvvetlerin ve kurumların profesyonellikleri konusunda karşılıklı güvene dayanabilir. İnsan haklarına samimi bir saygı gösterilirken terörizmle nasıl mücadele edilebileceğine ilişkin bir kültürün hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Bütün milli ve hükümetler-arası kurumların kendi bağlılarını, hem fertleri hem de teşkilatları eğitmek, öğretim vermek ve kontrol etmek (yetkilerini aştıklarında hesap sormak) sorumluluğu vardır. Felakete sebep olan örneklerin, güçlükle kazanılan başarıları heba etmemesi ancak böyle sağlanabilir.[20]

Üniversitelerin rolü önemlidir. Uluslararası ilişkilerin bir alt alanı olan Barış ve Çatışma Çalışmaları ‘terörizmin’ altında yatan temel nedenlerin ele alınması, etkin uluslararası işbirliğini engelleyen güçlüklerin tespit edilmesi ve bunların aşılması için yollar, yöntemler ve projelerin geliştirilmesi açısından büyük potansiyel taşımaktadır.

Medya, ahlaki—ve profesyonel—bir tutum almalı ve gerçekleri yansıtmalı, propagandanın bir aleti olmaktan kaçınmalıdır.[21] Açıklık elbette risklidir, fakat mutlaka gereklidir. Medyaya, ortamı doğru şekilde anlamak ve öyle—sorumluluğunu bilerek—aktarmak için fırsatlar sağlanmalıdır. Basın (haber verme) özgürlüğünün yapıcı hiçbir alternatifi yoktur.    

Parlamentolar genel olarak hükümetlerin fiili kontrolu altında olduklarından sivil toplumun ve özellikle de sivil toplum düşünce kuruluşlarının medyada, genel olarak kamuoyunda ve hem iç siyasette hem de uluslararası siyasette, doğru bilgiye dayalı tartışmalara katkıları, bu maksatla oynayabilecekleri rol hayati önemdedir.



[1] Em. Büyükelçi Yakış 2002 ve 2007’de Adalet ve Kalkınma Partisinden (AKP) Düzce milletvekili seçilmiştir.

[2] Dr. Bingöl, Türk Silahlı Kuvvetlerinden, 2011 yılında Tuğgeneral rütbesinde emekli olmuştur.

[3] Terörizmle Mücadele Küresel Stratejisi, terörizmle mücadelede milli, bölgesel ve uluslararası çabaları daha da etkin hale getirmek üzere Terörizmle Mücadele Uygulama Görev Kuvveti tarafından hazırlanmıştır. https://www.un.org/counterterrorism/ctitf/en/un-global-counter-terrorism-strategy

[4] Dördüncü gözden geçirme 2014 yılında yapılmıştır. http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/68/276

[6] ‘Cumhurbaşkanı Erdogan: Daiş’e karşı mücadelemizde bizi yalnız bıraktılar’. Anadolu Ajansı (AA). 8 Mayıs 2016.

http://aa.com.tr/tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-daise-karsi-mucadelemizde-bizi-yalniz-biraktilar/568751

[8] ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan AB’ye rest: Biz yolumuza siz yolunuza…’. Hürriyet, 6 Mayıs 2016. http://www.hurriyet.com.tr/abye-rest-biz-yolumuza-siz-yolunuza-40100363 Bununla beraber 9 Mayıs’ta, üç gün sonra, tam aksini ifade eden bir başka açıklaması oldu: “AB üyeliği Türkiye için stratejik hedeftir”. Bu rapora Mayıs ortasında son şekli verildiğinde ‘terörizmle ilgili mevzuatın ve uygulamanın Avrupa standartlarıyla uyumlu hale gelecek şekilde gözden geçirilmesi’—başta yolsuzlukla mücadele olmak üzere diğer konular yanında—bir kitlenme teşkil ediyor ve Vize Serbestisi sürecini tıkamaya devam ediyordu.

[9] İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri adına Suudi Arabistan’ın beyanı. 12 Ekim 2015.  http://www.humanrightsvoices.org/assets/attachments/documents/10.12.2015.saudi.arabia.terrorism.pdf

[10] Bağlantısızlar Hareketi adına İran İslam Cumhuriyeti’nin beyanı. 12 Ekim 2015.

[11] A/RES/70/120. ‘Measures to eliminate international terrorism’. 14 Aralık 2015. Md. 4. http://www.humanrightsvoices.org/assets/attachments/documents/12.18.2015.ga.res.terrorism.pdf

[12] Bazı katılımcılar 2010’lu yılların başında Türkiye’de ‘terörizmin’ böyle aşırı kapsayıcı ve muğlak tarifleri sayesinde, tartışmalı koşullarda terörizm suçlamasıyla mahkum edilen sivil toplum aktivistleri, gazeteciler, öğretim üyeleri ve üst-rütbeli subaylar örneğini verdiler. 

[14] Bir Belçika mahkemesi ancak geçtiğimiz günlerde (20 yıl sonra) 1996 suikastinin faillerinden Fehriye Erdal’ın Türkiye’de işlediği suçlardan Belçika’da yargılanacağına karar vermiştir (Şayet bulunabilirse. Raportör). http://www.hurriyetdailynews.com/turkish-dhkp-c-member-to-be-tried-in-belgium.aspx?pageID=238&nID=99639&NewsCatID=509

[16] Ban Ki-Moon, BM Genel Sekreteri.

[17] Bazı katılımcılar, genel olarak tüm Batı medyasında abartılı bir dille yüceltilen Kürt kadın savaşçılar teması örneğini verdiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkça dile getirdiği ve ‘adaletsizlik’ ve ‘ayrımcılık’ üzerine kurulu bir dünya düzenini yansıtan BM Güvenlik Konseyi’nde reform çağrısının da, bazı duygusal yönden hassas gruplar üzerinde, muhtemelen niyet edilmemiş etkileri olabilir: “..bu beş ülke içinde bir tane Müslüman ülke yok—tamamı Hristiyan, gayrimüslim. …Nedir bu yaklaşım? Adil mi? Değil! Adil bir dünya arıyoruz. Adil bir dünya için mücadele ediyoruz”. 9 Nisan 2016, AA.

http://aa.com.tr/tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-ana-muhalefet-partisinin-genel-baskanlik-koltugu-bostur/552080

[19] PKK’yla olan organik bağı çok açık olmasına rağmen, Türkiye dışında hiçbir ülke PYD’yi terörist bir yapı olarak görmemektedir. Türkiye, Ekim 2014’de, kuzey Suriye’de Kobani’de kuşatılmış olan YPG güçlerine yerdım etmek üzere Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KRG) peşmerge güçlerinin Türk topraklarından geçmesine izin vermiştir. Ayrıca Şubat 2015’te Süleyman Şah türbesinin Türkiye sınırına yakın bir bölgeye nakli için girişilen askeri harekat sırasında, Türk kuvvetlerinin PYD ile işbirliği yaptığı ve PYD lideri Müslim’in bu harekat sırasında İstanbul’da olduğu bilinmektedir.

[20] Bu konuda, Kanada Hava İndirme Alayı (Canadian Airborn Regiment) örneği verildi. Kanada hükümeti, 1993’de Somali’de ABD’nin liderliğindeki Restore Hope harekatı sırasında işlenen suçlarla ilgili bir soruşturma sonucunda (soruşturma aynı hükümet tarafından bitmeden durdurulduysa da) bu elit birliği lağvetme kararı aldı. Suçlar bir seri insan hakları ihlalleri, kuvvetin kötüye kullanımı ve Somalililerin öldürülmesini kapsıyordu. Bu olay sadece sorumlu askeri ve siyasi liderler tarafından kararlı tedbirler alma açısından değil, aynı zamanda bu tür zor görevlere gerçekte hazır olmayan birliklerin gönderilmesinin riskleri açısından da örnektir.

http://publications.gc.ca/site/eng/9.646634/publication.html

[21] Bazı katılımcılar BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin Güneydoğu Türkiye’deki durumla ilgili son raporunu, potansiyel olarak önemli bir gelişmeyle ilgili olarak medyada self-sansür uygulaması örneği olarak verdiler. ‘Need for transperancy, investigations, in light of alarming reports of major violations in south-east Turkey-Zeid’. 10 Mayıs 2016. http://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=19937&LangID=E