Bu sayfayı yazdır

‘Liberal uluslararası düzenin dağılması, uluslararası ilişkileri ve Türk dış politikasını nasıl etkiliyor?’

Yazan  17 Mayıs 2017

İncek Tartışmaları, 19 Nisan 2017 günü, ‘Liberal uluslararası düzenin dağılması’ konusunu ele aldı. Konuşmacılar: Em. Büyükelçi Osman Taney Korutürk, gazeteci Tülin Daloğlu ve Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi).

Liberal uluslararası düzenin, demokratik kurumlara, entegre piyasalara, hukukun üstünlüğüne ve açık sınırlara dayanan temel yapısı halen duruyor, ancak bu yapı son 25 yılda önemli ölçüde zayıfladı. Harap haldeki eski binalar gibi, bir sonraki depreme artık dayanamayabileceğinin işaretlerini veriyor. Ve uzunca bir süredir öngörülen—devasa büyüklük ve şiddetteki—deprem, güçlü otoriter hükümetler ve anti-liberal siyasi akımlar dalgası şeklinde başlamış bulunuyor. "Sistemik ekonomik güçlükler, artan mezhepçilik, etnik ayrımcılık, milliyetçilik, ulusal ve uluslararası kurumlara karşı genel bir güven kaybının" baskısı altında bu kurumlar güç kaybederken, uluslararası hukuk giderek daha fazla ihlal ediliyor, yerleşmiş normlar göz ardı ediliyor. Yabancı düşmanlığı, derin bir güvensizlik duygusu ve otoriterlik artarken, halklar giderek daha fazla, zaten hazır bekleyen ‘güçlü liderlere’ özlem duyuyorlar. Bu liderler; ırkçı inançlarını, temelsiz komplo teorilerini ifade etmede, bağımsız yargı fikrini, basın özgürlüğü, güçler ayrımı, hatta ‘demokratik’ bir toplumda 'muhalefetin' rolünü sorgulamada tereddüt etmiyorlar. 

Popülist sağcı partiler—ve onlarla özdeşleşmiş ideolojiler—bütün Avrupa’da, Avusturya, İsveç, Finlandiya, Hollanda ve Fransa'da tabanlarını genişletiyorlar. Hatta Polonya, Macaristan, Rusya ve Türkiye'de iktidara geldiler. Bu ülkelerin her birinde, ülke içindeki bir tür ‘demokrasideki’ ve / veya uluslararası alanda liberal normlara uygun hareket etmedeki gerilemenin doğası ve derecesi elbette farklıdır. Ancak hem sağ, hem de sol kanattaki revizyonistler liberal düzene meydan okuyorlar ve hatta ona karşı işbirliği imkanları arıyorlar. İç açıcı olmayan bu tablo, şimdi Trump Başkanlığındaki ABD’nin de eklenmesiyle daha da belirginleşti.

Freedom House'a göre, dünyada popülizm ve milliyetçilik artarken özgürlük azalıyor: "Daha endişe verici olan, geçen yıl 67 ülkede siyasal haklar ve sivil özgürlüklerde düşüşler yaşandı. Önceki yıllarda, bu düşüşler büyük oranda, otokratik liderlerin ya da diktatörlerin yönettiği ülkelerle sınırlıydı". Ama 2016'da, gerileme yaşanan ülkeler listesinde öne çıkanlar köklü demokrasiler, yani daha önce Özgür olarak derecelendirilmiş ülkelerdi. Türkiye (Gambiya ile birlikte) 10 yıllık dönemde özgürlüklerde en büyük düşüş yaşayan ikinci ülke oldu, -28. Karşılaştırma için, Rusya ve Ukrayna'da düşüşün -12, Suriye'de ve Afganistan'da bile yalnızca -10 olduğuna bakılırsa durum daha iyi anlaşılır. Son olarak, ABD hala Özgür olarak derecelendirilmiş olmakla beraber, şimdi ‘izlenmesi gereken ülke’ olarak anılıyor.

Özet

Liberal uluslararası düzen, sadece uluslararası ilişkilerde 'liberal' ilkelere idealist bir bağlılık değil, belli kurumlara, kurallara, normlara ve uluslar arasındaki etkileşimde teamüllere uygun davranışlara saygı anlamındadır. Düzen çok boyutludur ve her boyutun kendi uluslararası kurumları ve kuralları vardır. Liberal düzen ‘değerlerin’ yerine ‘çıkarları’ koymaz, çıkarları liberal ilkelere ve liberal uluslararası düzenin kurumlarına dayanarak savunur.

Yeni bir ‘düzene’ sadece izin verme veya sınırlama amacıyla değil, ama uluslar ailesine, hiçbir ulusun tek başına başa çıkamayacağı küresel ölçekteki sorunlarla birlikte mücadele etme gücü verecek bir kolaylaştırıcı olarak ihtiyaç vardır. Bu nedenle, tanımı gereği, 'eski' liberal olmayan liberal uluslararası düzene tek alternatif 'yeni' bir liberal uluslararası düzendir. Yeni liberal düzenin değerleri ile demokratik değerler arasında bir ilişki vardır.

2017 Fransa başkanlık seçimleri, Avrupa'daki bir seri tarihi seçimlerin en sonuncusudur. Demokratik ülkelerde önemli oranda çoğunluklar hala liberal bir uluslararası düzeni destekliyorlar. Bununla birlikte, liberal düzenden memnun olmayan liderler, aynı görüşleri paylaşan başka liderlerle işbirliği kurmaya çalışarak, yeni bir güçler arası rekabet ve çatışma riski taşıyan aşağı doğru bir sarmal yaratıyorlar.

Güçlenmekte olan liberalizm-karşıtı uluslararası düzene karşı çıkmak ve gerçekten liberal bir düzenin kurulmasını teşvik etmek için, sadece ‘demokratik’ değil fakat aynı zamanda yetkin ulusal ve uluslararası ‘liderlik’, başarının anahtarıdır. Yetersiz liderlik, yetersiz danışmanlık yapılarıyla ve evet-efendimci bürokrasi ile birlikte gelir ve yaşar. Bu nedenle, 'liderlik', tam bir medya ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ile takviye edilmelidir.

Liberal mücadele, sadece siyasetçileri ve siyasi partileri değil, aynı zamanda sivil toplumu—özellikle de sivil toplum düşünce kuruluşlarını—medya organlarını, akademik çevreleri, sosyal hareketleri ve platformları ve toplumsal küreyi de kapsayan uluslararası koalisyonlar, sınırları aşan ittifaklar gerektiriyor.

Türkiye bir dönüm noktasındadır. Türkiye’deki yönetim, küresel liberalizm-karşıtı cepheyle aynı çizgiye gelerek Türkiye'yi onların arkasına takıyor, Türk dış politikasını başkalarının önceliklerine ve tercihlerine tabi kılıyor. Bu, Türkiye’nin ulusal çıkarları için de, dünya için de iyi değildir.

Türkiye gibi, dünya da 1960'lardan bu yana yaşanan en ciddi küresel siyasi krizin pençesindedir. Tam da demokratik rejimler anti-demokratik alternatifler tarafından tehdit edilirken, liberal uluslararası sistem de, tek taraflılık, korumacılık, kısa vadeli çıkarlar ve popülizm üzerine kurulu illiberal alternatifler tarafından tehdit ediliyor. Bununla beraber, kendi yapısal, içsel zayıflıkları da, daha da görünür hale gelmiştir. Bu arada, demokratik güçler, demokrasiye ve gerçek bir liberal uluslararası düzenin ortaya çıkmasına karşı olan güçlü tehditle mücadele etmek için bütün dünyada seferber oldular. Demokrasinin—ve liberal uluslararası düzenin—geleceği daha parlak ve ümit verici olarak görünüyor.

Liberal uluslararası düzen korunmaya değer mi?

Tartışma (en azından bazı çevrelerde) liberalizm kavramına çok büyük ve tutkulu bir bağlılığın—ve sadakatın—mevcut olduğunu açıkça gösterdi. Bununla birlikte, liberal uluslararası düzenin daha da tartışılmasına ve 'liberalizm' kavramının, ne olduğu ve ne olmadığının uluslararası bağlamda yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır.

Her şeyden önce, liberal uluslararası düzen, sadece uluslararası ilişkilerde 'liberal' ilkelere idealist bir bağlılık değil, 1940'ların ortalarından beri oldukça geliştirilmiş ve artık yerleşmiş belli kurumlara, kurallara, normlara ve uluslar arasındaki etkileşimde teamüllere uygun davranışlara saygı anlamındadır. Liberal uluslararası düzen çok boyutludur—politik, ideolojik, askeri, ekonomik, güvenlik—ve ‘düzeni’ hayata geçirmek üzere, her boyutun kendi uluslararası kurumları ve kuralları vardır. Bu kurumlar arasında Birleşmiş Milletler, NATO, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması, Trans-Pasifik Ortaklığı (Trump yönetiminin Ocak 2017'de bu anlaşmadan çekilmesinden sonra iyice zayıflamıştır) sayılabilir. Ayrıca, küresel sorunların üstesinden gelmek üzere, iklim değişikliği üzerine Paris Anlaşması, İran nükleer anlaşması (Joint Comprehensive Plan of Action) gibi tarihi anlaşmalar da vardır. Ve normları ve belirli bir kültürü vardır; uluslararası kurumlar ve fikir birliğine dayalı müzakereler yoluyla çalışmak, çok taraflı girişimlere tek taraflı olanlardan daha fazla öncelik vermek ve her şeyden önce uluslararası hukuka saygılı olmak gibi..

İkinci olarak, liberal düzen ‘değerlerin’ yerine ‘çıkarları’ koymaz, fakat çıkarları liberal ilkelere ve liberal uluslararası düzenin kurumlarına dayanarak savunur. Son tahlilde, 'illiberal' olarak adlandırılabilecek politikalar, liberal 'değerlerden uzaklaşmayı gerektirse de—taraftarları için—ulusal çıkarların korunmasına, farklı değerler sistemine dayanarak da olsa, daha iyi hizmet edeceklerine inanılır.

Dolayısıyla, 'liberal uluslararası düzen korunmaya değer mi' sorusunun cevabı, tamamen, sistemin algılanan çıkarlara hizmet etmek üzere nasıl çalıştığının, nasıl değerlendirildiğine bağlıdır. Evrensel olarak geçerli bir cevap yoktur, çünkü değerlere bağlıdır ve çıkar odaklıdır.

Raporun tümü, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü üyelerine açıktır.