Dünyanın Geri Dönülmez Yolu İklim Krizi ve İklim Göçleri
 Bu sayfayı yazdır

Dünyanın Geri Dönülmez Yolu İklim Krizi ve İklim Göçleri

Yazan  27 Ocak 2023

Yazan: Duhan Alptürk İNCE

Tarih boyunca insanoğlu birçok farklı sebeple kitlesel olarak bir yeden başka bir yere hareket halinde olmuştur. Özellikle daha iyi yaşam koşulları ve kaynak kıtlığı sebebiyle yaşanan göçler; tarih boyunca beraberinde birçok kültürel, ekonomik, siyasal ve fiziksel sorunu beraberinde getirmiştir. Göç kavramı özellikle son yıllarda ülkemizin önemli ölçüde etkilendiği bir olgudur. Bölgesel yaşanan savaşlar sonucunda ülkemiz milyonlarca farklı milletten insanın göç rotası haline gelmiştir. Bu süreçte ülkemizin jeopolitik konumu, sahip olduğu doğal kaynaklar ve yabancılara karşı takındığı ılımlı politika etkili olmuştur. Özellikle son birkaç yılda sınır komşumuz olan Suriye’de yaşanan iç savaş sonucunda milyonlarca Suriyeli geçici koruma statüsü ile ülkemize gelmiş ve sığınmacı olarak yaşamını sürdürmektedir. Bu süreçte savaş ortamının belirsizliği sonucunda kalış süresi belli olmayan sığınmacılarla ilgili birçok farklı ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal sorun meydana gelmiştir. Sayıca çoğunluğa sahip olan Suriyelileri sonrasında ülkesinde Taliban kontrolü başlayan Afganlar, iç karışıklık ve baskı ortamından kaçmak isteyen Pakistanlılar ve Gana, Nijerya, Somali, Sudan vb. gibi refah seviyesi düşük olan üçüncü sınıf ülke vatandaşları takip etmiştir. Bu insanlar daha iyi bir yaşama sahip olmak için veya kendi ülkesindeki baskıdan kaçmak için ülkemize gelmişlerdir. Bu gelişler kitleler halinde sınırlardan geçiş şeklinde olduğu gibi üçüncü şahıslar vasıtasıyla yasa dışı yollardan da gerçekleşmektedir. Bu şekilde ülkemize gelen sığınmacılar ve kaçak göçmenler sebebiyle ülkemizde demografik değişimler meydana gelmiş ve milli ekonomimizde önemli yükler oluşmuştur. Ayrıca ülkemize gelen göçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin farklı ve yetersiz oluşu, sosyal yapılarının ve yaşam tarzlarının farklı oluşu, bizim örf adet ve geleneklerimize uygun hareket etmemeleri bizim toplumumuza entegrasyonlarını zorlaştırmaktadır. Bu göçmen grupların ülkemizde iş ve çalışma hayatına girmeleri, kaçak ve sigortasız şekilde çalışmaları ülkemizde önemli istihdam sorunları yaratmaktadır. 

Göçmenlerin sürekli ve hızlı şekilde artan nüfuslarının beraberinde sağlık, ulaşım, eğitim, altyapı ve diğer hizmetlerde aksamalara yol açması ve bu sebeplere proaktif olarak gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, toplumsal bir çatışma ortamı yaratabileceği göz ardı edilmemelidir.

Ancak artık dünyamızda göç konusunda yeni ve etkili bir sebep oluşmaktadır. Bu yeni göç sebebi, kaçınılmaz ve göz ardı edilemeyecek boyuta ulaşan iklim krizidir. Dünyamız insanoğlunun plansız ve acımasız yıkımı, toplumların her geçen gün artarak önlenemeyen bir hale gelen tüketim hastalığı ve kişilerin sonu gelmeyen para hırsı sebebiyle çok ağır hasar almaktadır. Bu hasar sonucunda en net etki doğaya endüstriyel ve bireysel sebeplerle salınan karbonun sebep olduğu iklim sorunlarıdır. Dünyamız küresel ısınma denen bir sürecin içerisinde her geçen gün artan atmosfer ısısı ile büyük bir yıkıma doğru hızla ilerlemektedir. Son yıllarda yaşanan sıcaklık artışlarının 1880’li yıllardan beri yaşanan en yüksek sıcaklıklara sebep olduğu bilinmektedir. Özellikle Paris Anlaşması ile belirlenen kritik 1,5 derecelik sıcaklık artışı artık dünyamız için uzak olmayan bir tahmin olarak görülmektedir. Son araştırmalara göre 1,5 dereceye önümüzdeki 5 yıl içerisinde ulaşma ihtimalimiz yüzde elli seviyesine yükselmiş durumdadır.

Peki iklim krizi neden bu kadar önemli?

Dünya genelinde yaşanan ve son zamanların popüler konusu haline gelerek herkesin konuştuğu iklim krizi neden bu kadar önemli haline geldi sorusunun cevabı aslında dünyamızda yaşanan değişimlerle bağlantılıdır. Dünyamız uzun yıllar belirli bir denge içinde yaşamını sürdürdü bu denge hem dünya üzerindeki canlılıkta hem de atmosferimizdeki gaz miktarlarında etkili oldu. Öncelikle gelişen teknoloji ve sağlık sistemi ile insan ömrü uzadı. Bebek ölümlerinin engellenebilmesi, grip gibi geçmişte ölümcül olan birçok hastalığın basit tedavilerle iyileştirilebilir hale gelmesi ve uzayan insan ömrü ile insan nüfusu hızlı bir artış trendine girmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra literatüre “baby boomers” olarak geçen büyük bir nüfus patlaması yaşanmıştır. Bu dönem çok hızlı bir nüfus artışı yaşanmıştır. Artan nüfus ile dünya kaynakları hızla tüketilmeye başlanmış ve endüstriyel tüketim büyük hız kazanmıştır. Bu da sınırlı kaynaklara sahip olan dünyamız için kaynak kıtlığı sorununu ve tüketimde adaletsizliğini beraberinde getirmiştir. Kaynak kullanımının yanında 19.yy’da başlayan sanayi devrimi ile dünyamız hızlı bir sanayileşmenin içine girdi ve bireysel üretimden toplu üretime geçiş ile büyük fabrikalar kurulmaya başladı. Artan üretim ve sanayi ile beraber atmosfere salınan karbon miktarında önemli artışlar yaşandı. Atmosferde aşırı ve kontrolsüz biriken karbon basit anlamda dünyamız çevresinde birikerek bir katman oluşturdu ve dünyamızda sera etkisi yarattı. Bu sera etkisinin sonucu olarak dünyamız hızlı bir sıcaklık artışının etkisine girerek ısınmaya başladı. Artan bu sıcaklık artışları birçok sağlık, iklim, tarım ve teknolojik sorunu beraberinde getirdi. Bu sorunlardan en önemlisi olan ve ülkemizi yakından ilgilendiren küresel ısınma etkisi ise bozulan doğa koşulları ve artan sıcaklıklar ile artık yaşanmaz hale gelen bölgelerden başlayan daha yaşanılabilir bölgelere karşı göç akınlarıdır. İklim krizinin en büyük etkisi olan ve bölgeselden küresele etkileri artarak devam eden iklim göçleri artık kaçınılmaz bir hale gelmektedir.

Günümüzde popülerleşen ve kolaylaşan göç

Bireylerin kitleler halinde sosyal, ekonomik, siyasi vb. nedenlerle bölgeler arası hareket etmesi günümüzde yaygın olarak görülen bir durumdur. Hatta artık göç yolu birçok gelişmemiş ülkede yaşayan bireyler ya da bulunduğu yerden mutlu olmayarak başka bir yere gitmek isteyen bireyler için kolay kaçış yolu olarak kullanılan bir hale gelmiş durumdadır. Bireyler daha iyi ülkelere kendi imkanları ile (eğitim, iş, vatandaşlık yolu vb.) değil göç ederek gitmeyi daha kolay görmekte ve aslında gerçekten ihtiyacı olan zor durumdaki insanlar için planlanan düzenlemeleri suistimal ederek ülkeler arası güveni sarsmaktadır. Bunun birçok örneğini son yıllarda güçlü şekilde hem ülkemizde hem dünyamızda sıkça görmekteyiz.

Ancak iklim göçleri kaynak sorunu temelli göçler olacağı için ayrı bir sınıfta değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü insan yaşamının devamlılığı için kitleler halinde yeni kaynak aranması çok kolay ve masum bir süreç olmayacaktır. Yaşamak için başka ülkeleri istila etmekten kaçınmayacak bir kitle gelişmiş medeniyetler için büyük bir tehlikedir. Çevresel sorunlara bağlı olarak gerçekleşen ve ormansızlaşma, su sorunu, çölleşme, doğal afetler ve iklim bozulmaları ile hızlanan bu göç hareketine iklim göçü denmektedir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli raporlarını incelediğimizde yaşanan bu göç dalgalarının ve potansiyelinin beklediğimizin çok üzerinde olacağını görmekteyiz. Bu durumun temel sebebi küresel ısınmaya bağlı olarak değişen iklim koşullarıdır.  

İklim göçleri kaynak kıtlığı, tarım arazilerinin kaybolması, buzulların erimesine bağlı su yükselmeleri, su kıtlığı, şiddetli kasırga, volkanik patlama gibi doğal afetler gibi sebeplerdir. Şimdiye kadar Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Filipinler, Bangladeş gibi kasırga bölgelerinde doğa olayları kaynaklı göçlere tanık olduk. Bunların yanında buzulların erimesi ile kıyılarda artan su seviyesi ada ülkelerinde ve kıyı şeridi ülkelerde önemli göçlere sebep oldu. Hollanda gibi gelişmiş ülkeler bu su yükselmelerinden teknolojileri sayesinde korunabilmekte ve kıyı şeritlerine kurdukları setler ile su yükselmelerinden korunabilmektedir. Ancak Bangladeş gibi gelişmişliği yüksek olmayan bölgelerde artan su seviyesine bağlı olarak tarım arazilerinin kaybolması, yeraltı sularının deniz suyu ile karışması gibi sorunlar oluşmakta ve insanlar verimsizleşen kıyı şeritlerinden iç bölgelere doğru göç etmek zorunda kalmaya başlamışlardır. Hatta ada ülkeleri bu durumdan daha fazla etkilenmiş ve Tuvalu gibi tamamen ada ülkesi olan bölgelerde nüfusun beşte birine denk gelen göç hareketleri görülmüştür.   

Önümüzdeki süreçte; sera gazlarının salınımının artışı, nüfus artışları ve dağılımı, iklim değişikliği, meteorolojik değişimler gibi sebeplerle bazı etkiler oluşacaktır. Yaşanacak göç dalgaları ile ilgili bazı sorular oluşmakta ve bu konuda nasıl bir politika izleneceği düşünülmektedir. Cevaplanması zorunlu kılınan sorular şunlardır;

  • Yaşanan iklim değişikliği sebebiyle ne kadar insan göç etmek zorunda kalacaktır?
  • Bu süreçte hangi demografik grup göç etmek zorunda kalacaktır?
  • Göç etmek zorunda kalacak bu kitleye yeni yaşam alanları bulunabilecek mi?
  • Bulunacak bu yeni yaşam alanlarında yaşayan insanlar ile göç eden bu yeni grubun entegrasyonu nasıl sağlanacak?
  • Yaşanacak göçler geçici bir süre için mi olacak yoksa kalıcı bir göç mü yaşanacak?
  • Yeni göç alan bölgelerdeki kaynaklar nasıl kullanılacak veya bu kaynakların bölünmesi nasıl sağlanacak?
  • Göç alan bölgelerdeki kaynakların yüksek nüfus tarafından kullanımı yeni bir kaynak kıtlığına sebep olacak mı?
  • Göç edenler kaynak kıtlığı sebebiyle yeni gittikleri bölgelerde saldırgan bir tutum izlerse ya da kaynak bol bölgelerde kalıcı olmak adına istila faaliyetine girişirlerse nasıl bir önlem alınacak?
  • İklim değişikliğine dayalı göçlerde göç olgusu nasıl değerlendirilecek, özellikle savunma, güvenlik, nüfus ve kültürel açıdan etkileri nasıl olacak?

Bu sorular iklim göçleri ile ilgili cevaplanması gereken hayati sorulardır. Ayrıca iklim göçmenlerinin hukuki niteliği de kesin olarak oturtulamamış bir kavramdır. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi Madde 1’de mülteci kavramı şu şekilde tanımlanmaktadır: İşbu Sözleşmenin amaçları bakımından “mülteci kavramı” 1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır (UNHCR, 1951). Sözleşmeye göre başka bir ülkeye göç edecek olan insanların statüsü mültecilik altında açıklanmış ve sebepleri belirtilmiştir. Görüldüğü üzere bu sebepler arasında iklim konuları bulunmamaktadır. Bu sebeple iklim göçmenlerinin ya da iklim mültecilerinin kavramsal çerçevesi oluşturulmalıdır. Bu konuda ilk çalışmalar 1976 yılında Lester Brown tarafından yapılmış ve 1985 Birleşmiş Milletler Çevre Programı raporunda tanımlanmıştır.

İklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleşen göç hareketleri üç şekilde incelenmektedir. Birincisi; beklenmedik şiddetli doğa olayları sonrasında yaşanan geçici yer değiştirmelerdir. İkincisi; yaşanan doğa olayları ve değişen çevre koşulları sebebiyle yaşanan daimi yer değiştirmelerdir. Üçüncüsü ise; doğa olayları ve iklim değişikliği sebebiyle daha iyi bir ülkeye ve refah düzeyine doğru hareketlenen yer değiştirmelerdir. Ancak yukarıda bahsedilen mülteci sebeplerinde çevre sorunlarının geçmemesi bu göçmenleri mülteci statüsünde değerlendirmeyi imkansız kılmaktadır. Bu sebeple yaşanan göçlerin hukuki altyapısı şaibeli bir hal almaktadır. Şu anki göçmenler ancak iklime bağlı olarak aşırı düzeyde bozulan kamu düzeni bahane edilerek mülteci sınıflandırmasına girebilmektedir. Ancak bu da her ülke tarafından kabul edilebilir bir durum değildir.

İklim göçlerinin beraberinde gelen güvenlik sorunu

Büyük çaplı göç hareketlerinde en önemli konu hem göç edenin hem de yanına göç ettiğinin güvenliğinin sağlanmasıdır. Özellikle kötü şartlardan gelen insanların geldikleri yeni bölgedeki yerleşiklere karşı oluşturacağı güvenlik sorunları ülkelerin çözmesi gereken birinci öncelikli konulardır. Sadece insan hakları altında kontrolsüz şekilde plansız yapılan göç hareketlerinin etkilerini günümüzde hem ülkemizde hem dünyada sıklıkla görmekteyiz. Gelen göçmenler geldikleri toplumda uzun süre hukuk düzeninin olmadığı bir sistemde vahşi bir toplumsal düzen içinde yaşadıkları için yeni yerleştikleri toplumdaki kurallar bütününe uyum sağlamakta sorunlar yaşamaktadırlar.

Göçmenler bulundukları bölgeden yaşanan kaynak çatışmaları sebebiyle kaçtıkları gibi yeni gittikleri bölgelerde de kaynaklar üzerinde çatışmalara sebep olabilirler. Göçmenler yeni bölgelerde eski bölgelerinde yaşadıkları sorunları yaşamamak için agresif ve sahiplenici bir tutum yakınabilirler. Aynı şekilde yeni bölgenin yerleşik halkı da ellerindeki kaynakları paylaşmak istemeyebilir ve yeni gelenlere karşı sert bir tutum takınabilirler.

İklim değişikliğine bağlı yaşanan toplumsal sorunlar en çok Afrika ve Pasifik bölgelerindeki ülkelerde görülmektedir. Bu ülkelerde otoritenin zayıf olması, kurumsal altyapının yetersiz planlanması, ülke içi gerilimin yüksek olması gibi sebepler iklim etkilerinin güçlü olarak meydana gelmesine sebep olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre 2050 yılına kadar 200 milyondan fazla kişinin iklim göçmeni olacağı tahmin edilmektedir. Tabi bu tahminler yapılan anlaşmalar çerçevesinde belirlenen hedefler doğrultusunda yapılmaktadır. Bu sebeple bu tahminler olumlu senaryolar üzerinden gerçekleşmekte ve beklenen rakamların gerçekte çok daha fazla olacağı beklenmektedir.

İklim göçmenleri konusunda en keskin örneklerden biri Çad Gölü çevresinde yaşayan insanların sorunlarıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar iki büyük sorun sebebiyle göç etmek zorunda kalmakta ve büyük çaplı şiddet eylemlerine maruz kalmaktadırlar. Bu insanlar ilk olarak bölgedeki güvensizliğin ana kaynağı olan Boko Haram terör örgütünün tehdidi altında yaşamaktadırlar. Bu örgüt bölge halkı üzerinde kendi sert rejimini kurmakta ve şiddet eylemlerine devam etmektedir. Halkın yaşadığı diğer önemli sorun ise Çad Gölünde yaşanan iklim sorunlarıdır. Çad Gölü artan sıcaklık ve gölün yanlış kullanımı sebebiyle son 50 yılda yüzde 90 oranında küçülmüş ve artık kullanılamaz bir hale gelmiştir. Bölge halkının yaşamının bu göle bağlı olması sebebiyle gölün verimsizleşmesi ile 2,5 milyon insanı etkileyen bir insanlık krizi ortaya çıkmıştır. Yaşanan kriz sonucunda 2,5 milyon kişi göç etmek zorunda kalmış ve 200.000 kişi gölün çevresindeki Nijer, Kamerun, Çad ve Nijerya gibi ülkelerde mülteci konumuna geçmiştir.    

Peki ülkemiz…

Ülkemiz dünya çapında yaşanabilecek bu iklim göçlerinden ilk etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Çünkü bölgemiz su kıtlığı olan bir bölgedir ve yapılan araştırmalar önümüzdeki elli yılda bölgedeki etkin su kaynaklarının büyük çoğunluğunun ülkemizde kalacağını göstermektedir. Ayrıca ülkemizin sahip olduğu verimli tarım toprakları, kaynak kıtlığı yaşayan birçok göçmen grubu için ülkemizi hedef haline getirmektedir.

Ayrıca ülkemizin son yıllarda göçmenlere karşı yardımcı tutumu ve sağladığı sosyal haklar ülkemize karşı göç hareketlerini hızlandıran ve insanları Türkiye’ye göç etmek konusunda cesaretlendiren bir etki göstermektedir.

Ülkemiz ivedilikle yaşanabilecek göç dalgalarına karşı önlem planlarını hazırlamalı ve buna uygun politikalar gözetmelidir. Bu politikalar Türk milletini ve göçmenleri düşünen, oluşabilecek sorunlara karşı önlemlerin düşünüldüğü politikalar olmalıdır.

Dünya çapında yapılacak en etkili müdahale “ülke içi sorunlara uluslararası yardım ilkesi” kapsamında göçmenlerin kendi ülkeleri içinde yeniden iskanının sağlanması ve bu sayede iklim krizinden korunmaya çalışılmasıdır. Diğer bir yöntem “uluslararası külfet paylaşım ilkesi” kapsamında iklim krizini küresel bir sorun olarak ele almak ve bu sorunun asıl sebebinin gelişmiş ülkeler olduğunu kabul ederek gelişmemiş ülkelere ve iklim krizinden en çok etkilenen ülkelere karşı ortak yardım fonları kurularak yardım sağlanmasıdır.

İklim mültecileri başta hem sorunu ortaya çıkaran hem de yaşanacak göçlerden toplumsal olarak en çok zararı görecek olan gelişmiş ülkelerin ortak sorunudur. Bu sebeple ortak bir konsorsiyum ile iklim krizi ele alınmalı; iklim mültecilerinin hukuki durumu, yaratabilecekleri güvenlik sorunları, çatışma sorunları, oluşabilecek toplumsal sorunlar ve sosyal sorunlar hakkında etkili ve somut bir rejim oluşturulmalıdır.