Bu sayfayı yazdır

Gecikmiş bir Uygulama ve Ata Emaneti Hatay

Yazan  28 Şubat 2023

Hatay’a bir gidişimde Anavatana katılmasının 64. yıl dönümü kutlanıyordu. İnsanında büyük bir vatan sevgisi, gururu ve coşkusu vardı. O sırada henüz mülteci akınına uğramamıştı.

Ama kendi başına bir dünya gibiydi. Ovasından nehrine, dağının zirvesinden lacivert körfezine muhteşem bir coğrafya, zahteri, defnesi ile hoş bir rayiha, beziri ile bir gizli zenginlik, oruku, aşuru ve künefesi ile doyumsuz bir lezzet, her köşesinde tarihin, hoşgörünün solunduğu efsunlu bir yerdi. Şimdi aynı Adıyaman, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Malatya için olduğu gibi Hatay’dan geriye kalan acı, ıstırap ve enkaz karşısında insanın yüreği yanıyor nutku tutuluyor. Bu vatan hepimize armağan ve emanet. Ama Hatay Ata’nın vasiyeti ve son emaneti

Hatay Hak ile Yeksan Olunca

İşte o çok dilli, çok dinli hoşgörü şehri Hatay, tam anlamıyla hak ile yeksan yani yerle bir oldu. Deprem büyük; bir büyük tarihi yok etti. Ama insan hatası ve suçu daha büyük. Ya müteahhitlerin, imar izni veren yönetimlerin, imar affı çıkaran siyasetin günahı? Birçok dini inancı bünyesinde toplamış bu uygarlıklar beşiği şehir için buna da ancak günah-ı kebair yani en büyük günahlarda biri denilebilir. Her ilçesi afetten nasibini almış olan Hatay’da bir tek Erzin, iki katlı evleriyle ayakta. “Belki fayın bu kısmı henüz kırılmadı” diye endişe içinde yaşıyor Erzin. Zemini bazalt dense bile onlar,  yeraltı suyu olduğunu düşünüyorlar. Kurutulan Amik gölünün intikamı buraya da uzanır diye diken üstündeler. Korku ölümden beter. Ama işte vatan bildikleri toprakları bırakıp çıkmayı da akıllarından çıkarmıyorlar. Suriyeliler ne yapıyor belli değil. Ama tabii Hatay’dan kaçan da var. Keşke Hatay hayatta kalan yerli halkını başka şehirlere kaybetmese! Çünkü Hatay 29 Haziran 1939 resmen anavatana katılmış olsa bile geçmişin ve buradaki 20 yıllık Fransız işgalinin unutulmadığı bir yerdir. Hatırlanacak olursa 20 Ekim 1998 yılındaki Adana Mutabakatına(veya Seyhan Karakol Anlaşmasına) kadar Suriye’nin ısrarlı “bereketli hilal” iddialarının en önemli hedefi olmuştur. Ayrıca Suriye iç savaşından sonraki dönemde resmi sayılara göre yaklaşık 350 bin Suriyeli mülteci tarafından tavattun edilmiş olan Hatay’da şimdi depremle belki mülteciler de bir yerlere savruldu. Ama orada bir nüfus bileşimi değişimi söz konusu olmuştu. Rusya’nın da askeri ve sivil varlığı ile karada ve denizde limanları ve üsleri ile hemen sınırın ötesinde olduğunu da unutmayınız. Bu nedenle şimdi sınır boylarındaki tüm illerimiz için ve özellikle geçmiş toprak taleplerinin odağında bulunan Hatay için devlet ciddiyeti ile koruma gerekmektedir. Bu bir ulusal güvenlik konusu olarak değerlendirilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Acelacele Konuttan önce, Askeri Bölge Düşünülmeliydi.       

Bu başlığın ilk kısmı bir felaketten oy devşirmek için atılan bir adım. Oysa ikinci kısmı sınır bölgelerinde büyük bir felaketin ardından hemen düşünülmesi gereken bir tedbirdi. Bizim şimdi birçok maddesi üzerine bir Cumhurbaşkanlığı vesayeti konmuş olan 2565 sayılı bir Askeri Güvenlik Bölgeleri Kanunumuz var. Bu kanunun1. Maddesinin b fıkrası, “ yurt savunması veya yurt ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunan veya kısmen dahi tahripleri veya devamlı olarak ya da geçici bir zaman için faaliyetten alıkonulmaları halinde, milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilecek(diğer askeri tesis ve bölgeler ile) kamu veya özel kuruluşlara ait her türlü yer ve tesislerin etrafında, güvenlik bölgelerinin, kurulması, kaldırılması ve gerektiğinde genişletilmesine ilişkin esas ve yöntemleri” düzenliyor. Depremden zarar gören tüm sınır yerleşim yerlerinde ve özellikle Hatay’da böyle bir askeri bölgenin ivedilikle kurulması gerekirdi. Bu Hatay’ın tamamında olmasa bile, kanunun 52. Maddesinin b fıkrasında ifade bulduğu gibi, “Kara sınır hattı boyunca ve lüzum görülen kıyılarda otuz ila altı yüz metre derinlikteki sahalarda” birinci derecede güvenlik bölgesi olmalıydı. Kanunun diğer maddeleri zaten gereğinin nasıl yapılacağını açıklıyor. Buna 6. Maddenin a ve b fıkralarında zikredilen “bölge içindeki taşınmaz malların kamulaştırılması ve bölgeye buradaki görevlilerle, yetkili komutanlığın izin verdiği T.C. uyruğundaki diğer görevlilerden başkasının giremeyeceği ve oturmayacağı” konuları da dâhil. Kanun oldukça esnek. Madde 7 kara sınır hattı boyunca ve kıyılarda tesis edilen birinci derece kara askeri yasak bölgelerinde kamulaştırma yapılmasının zorunlu olmadığını” zikretmekte. Ama bir büyük afet sonrasında, hele mülkiyete taalluk eden evrakın enkaz altında kaldığı bir durumda, Genel Kurmayın böyle bir önleme başvurulması talebinin değerlendirilmesi önemli. Bunun mutlaka hala gündeme gelmesi gerekir. Acele konut yapımı çok yakındaki seçimde oy devşirmek ve fırsatçılara para kazandırmak için güdülen kısa vadeli bir amaç. Oysa güvenlik bölgesi ilanı uzun vadeli ve rant devşirme endişesi olmayan bir kararlılık olacak.

Askeri Güvenlik Bölgesinin Derecesi ve Karar Erki

Askeri bölgenin hangi koşullarda birinci veya ikinci derece olacağı ve kapsamı herhalde sınır bölgelerimiz ve Hatay için zaten önceden belirlenmiş olmalı. 2565 sayılı kanunun 9. Maddesi ikinci derece kara askeri yasak bölgelerinde uygulanacak esaslarda “Türk vatandaşlarının bölgede oturmalarının, seyahat etmelerinin, zirai faaliyetlerinin, meslek ve sanatlarını icra etmelerinin serbest olduğu” da belirtilmiş. Milli güvenliği sağlamak bakımından, gerekli görülecek ikinci derece kara askeri yasak bölgelerinde; “bölgede oturanlar dışındaki Türk vatandaşlarının bölgede oturmalarının, zirai faaliyetlerinin, meslek ve sanatlarını icra etmelerinin bile sınırlandırılabileceği” de kayıt altına alınmış. 9. Maddenin b fıkrası “yabancı gerçek ve tüzelkişilerin bu bölgelerde taşınmaz mal edinemeyeceklerini” de hükme bağlamış. Ancak maalesef bu iki fıkra ve devamında yer alan “bölgedeki yabancılara ait taşınmaz malların tasfiyesine karar vermeye, tasfiye şekil ve şartlarını tespit” yetkisi Cumhurbaşkanı’na bırakılmış.

Tabii Türkiye’nin bu afete devlet olarak gösterdiği gecikmeli tepki nedeni ile 9. Maddenin c fıkrasındaki  “yabancıların izin almadan geçici dahi olsa bölgeye giremeyeceği, oturamayacağı ve taşınmaz mal kiralayamayacağı” hükmü havada kalmış durumda.  Yine de herhalde sarsıntıların tamamen durmasını takiben, bu hükmün de çalışır hale gelmesi ve özellikle Hatay için söz konusu gerekir.

Yazının başlığında olduğu gibi, Hatay bize Ata’nın armağanı olan, kutsallığı ise kendine özgü veya “nev’i şahsına münhasır” bir emanet. Vatana katılan son vatan parçası. Gecikmiş veya bazı maddeleri zorunluluk nedeni ile işlevsiz hale gelmiş olan 2565 sayılı “Askeri Güvenlik Bölgesi” ilanının ivedilikle gündeme alınmasını ve uygulanmasını öneririm.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar