İran: İyi Bir Satranç Oyuncusu
 Bu sayfayı yazdır

İran: İyi Bir Satranç Oyuncusu

İran’ın kendisinden nükleer programının özünü oluşturan “uranyum zenginleştirmeyi” durdurmasını isteyen BM milletlere verdiği cevabın çok ustaca bir “hayır” olduğu her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor.

BM Güvenlik Konseyi üyeleri kendi aralarında bölündüler. Çin ve Rusya İran'ın teklifinin görüşülmesi gerektiğini söylüyor. Fransa, ancak uranyum zenginleştirmeyi durdurduktan sonra İran ile görüşeceğini açıkladı. ABD ise cevabın yetersiz olduğunu ancak inceleneceğini açıkladı. İngiltere'de muhtemelen benzer bir tutum alacak. Nükleer satranç devam ediyor. Ancak bu makalenin konusu daha çok son iki yazımda değindiğim ve gittikçe daha fazla çevrede seslendirilen bir tezin gözden geçirilmesi olacak.

Tezi tekrarlayalım. ABD, Irak'ta bir çıkmaz içinde ve Büyük Orta Doğu Projesini yeni bir eksene oturtmak istiyor. Bu eksen Orta Doğu genelinde yükselen şia ile gerileyen ve panik içinde olan sunnilik arasında tüm Orta Doğu'yu kapsayan bir savaş, bir anlamda İslam'ın iç savaşı. Bunun için ABD, İran'ın Irak'ta olağanüstü güçlenmesine izin verdi. İran'ın Irak'ta gerçekleştirdiği güçlenme doğal olarak suni Arapların baskısı altında bulunan bütün azınlık durumunda olan şii Araplarda da bir mezhep bilinci artışına da neden oldu.

Şiiliğin ve İran'ın yükselmesi karşısında panik içinde olan Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler, bu paniklerinin bir göstergesi olarak İsrail-şiive İran'ın uzantısı olarak gördükleri Hizbullah savaşında İsrail'in yanında yer alarak, Hizbullah'ı ağırşekilde suçladılar. Bu tezi incelerken ilk tahlil etmemiz gereken husus İran'ın Irak'ta ABD tarafından bilinçli olarak mı geliştirildiği yoksa bu sürecin İran'ın ABD'ye rağmen mi geliştirilmiş olduğunudur?

Her şeyden önce ABD'nin Irak'ta yenildiğini söyleyenler yanlış bir tespit yapmaktadırlar. Çünkü, ABD'nin Irak'a gelirken hedefi, Irak'ın bölünmesi veya her an bölünecek kadar zayıf bir Irak'ın ortaya çıkması idi ise ABD bu hedefe ulaşmıştır. ABD, Iraklı suni Arapların direnişini Irak'ın parçalanmasının gerekçesi olarak kullanmıştır ve kullanmaktadır. Ve hiçbir zaman bu direnişi gerçekten kontrol altına almak için gereken çabayı harcamamıştır. Çünkü, ABD direnişe karşı savaşı askeri olarak kazansaydı, Irak'ın politik olarak bölünmesini izah etmek mümkün olmazdı.

Öte yandan ABD Irak'ın bölünmesi sürecinde Sunniler ile birlikte Şiileri de karşısına alsaydı Irak, ABD için askeri ve politik olarak bir felakete dönüşürdü. Çünkü, Şiiler Irak nüfusunun % 65'ini oluşturmaktadırlar. Sunni ve şii Arapların toplamı % 80'e yaklaşmaktadır. % 80'i karşısına alan ABD'nin direniş ile başa çıkması mümkün olmazdı ve Irak'tan yenilerek geri çekilmek zorunda kalırdı. Bu anlamda ABD'nin Irak'ta Kürtlerin aktif, Şiilerin ise en azından pasif desteğine ihtiyacı vardı. Şiileri kontrol eden İran'da ABD'nin istediği pasif desteğin verilmesi karşılığında Irak içinde kendisini ABD ile muhtemel bir savaşa karşı koruyacak ileri savaş hatlarını inşa etti.

İran'ın son üç yıl içinde Irak içinde gittikçe artan egemenliği ABD'nin izin vermesinden çok Tahran'ın güçler dengesini mezhep merkezli olarak kendi lehine çok ustaca kullandı adeta İran-Irak sınırını ortadan kaldırarak Irak'a nüfuz etti. ABD'nin İran'ın ilerlemesini durdurmak için yapacağı her girişim İran'ın şii güçleri ABD'ye karşı kullanması sonucunu dolayısıyla şiilerle sunniler arasında bir yakınlaşmayı sağlayacaktı.

Ulaşılan noktada direniş daha doğru ifade ile suni direniş bir mezhep taassubu içindeAmerikan ordusundan daha çok artık Şiilere yönelik saldırıları bir iç savaş niteliği kazanmış olan Irak'taki istikrarsızlık ABD'nin çok mutsuz olduğu bir durum değil. Ancak Tahran'dan ve etkili olduğu çevreden gittikçe daha fazla Irak'taki suni-şii çatışmalarından ABD ve İsrail'in tahriklerinin sorumlu olduğuna dair sesler yükselmeye başladı.

Ve Tahran bir yandan jeopolitik olarak Şiiliğin güçlenmesinin, bir yandan nükleer gerilimin petrol fiyatlarını yükseltmesinin ortaya çıkardığı ek gelirlerin keyfini çıkarıyor. Ancak, İran'ın ve Şiiliğin yükselmesinden rahatsızlık duyan suni Arap dünyasının kendisine karşı bir cephe oluşturmasını da istemiyor.

Bütün bu gelişmeler karşısında sizce Türk milliyetçileri ne düşünmeli, ne düşünüyorlar?

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü