Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği
 Bu sayfayı yazdır

Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği

Yazan  05 Ocak 2018

Rusya’nın tarihi boyunca en önemli jeopolitik problemi bir kıta devleti olarak denize çıkış yollarının Doğu’da Vladivostok, Batı’da Baltık Denizi ve Kaliningrad, güneyinde ise Karadeniz ile sınırlı olması idi. Doğu ve Batı’daki denize çıkışlar ticarete katılım açısından çok pratik olmadığı için Karadeniz ve Türkiye toprakları her zaman hedefinde oldu. Bu yüzden Osmanlı, Ruslarla 16 kez savaşmak zorunda kaldı. İkinci Dünya Savaşı esnasında müttefiklerin Sovyetlere gerekli yardımı yapamamasında Montreux Anlaşması gereği Türkiye’nin Boğazları savaşan taraflara kapalı tutması etkili olmuştu. Stalin’e göre Türkiye, gerekirse kulağından tutularak savaşa sokulmalıydı. Savaş sona erdiğinde Sovyetlerin gözleri Türk boğazlarında idi. Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov, 7 Haziran 1945 günü saat 18’de Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul ettiğinde Sovyet taleplerini sıralamıştı1;

-Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne verilmesi,

-Boğazlarda Sovyetlere deniz ve kara üsleri verilmesi,

-Montreux Sözleşmesi’nin belirlemiş olduğu Boğazlar rejiminin değiştirilmesi.

Molotov, Boğazlar konusunda, 200 milyonluk bir insan kitlesinin Türkiye’nin iradesine bağlı olduğunu ve Sovyetlerin bu durumda Boğazların emniyetinden emin olamayacaklarını da belirterek Boğazlarda ortak savunma ve üs talep ediyordu2. Türkiye, sonrasında bütün dış ve güvenlik politikalarını Sovyet tehdidini karşılamak üzerine düzenledi ve ABD koruması altında NATO’ya girerek Batı kampına katıldı. İki kutuplu dünya istikrarı Türkiye için Yunanistan ile ilişkileri hariç genellikle güvenli bir ortam sağladı, Batı kampında olmanın avantajlarını kullanmaya çalıştı. Bu aynı zamanda Türkiye’nin sadece siyasi, sosyal ve ekonomik değil, askeri dönüşümünün de yaşandığı bir dönem oldu.

Soğuk Savaş boyunca Sovyetlerin Balkanlar ve Kafkaslardan gelebilecek taarruzlarına karşı bir milyonluk kişilik bir ordu beslemek zorunda kaldık. Karadeniz’in karşı kıyısında Sivastopol limanına demirlemiş Sovyet donanması gene en büyük tehdit idi. Sovyetler, Azak Denizi’ndeki nehir ağızlarından Hazar Denizi’ne kadar denizaltılar için gidebilecekleri düzenlemeler yapılmıştı. Coğrafi olarak dünyanın en büyük ülkesi olmasına karşın bugünkü Rusya, stratejik derinliğini ve küresel çıkarlarını sağlaması için güvenli sınırlara ve çıkış koridorlarına sahip değildir. Yüzyıllardır olduğu gibi bu arayışı daha pek çok savaşa neden olacak, nihayetinde sonunu getirecektir. Baltık devletlerinden güneye Batı sınırlarındaki tüm tampon bölgelerinin düşmesine Ruslar, Ukrayna’daki ABD kurgusu darbeye kadar tahammül ettiler. Ukrayna da düşse idi ne Karadeniz’den güneye inecek limanları kalırdı ne de 400 km. kadar kuzey doğudaki Moskova’yı füzelere karşı korumak kolay olurdu. Kırım’ı süratle ele geçirmelerinin nedeni ise tarihsel olarak Sivastopol olmadan Rus donanmasının Karadeniz’de buhar olacağı gerçeğidir. ABD, bir yandan Rusları gittikçe köşeye sıkıştırırken, denizlerde kendisine tek rakip olan gücü yakından izliyor. Türkiye ve Rusya ilişkileri son yıllarda enerji, ekonomi, turizm ve nihayet Suriye politikaları üzerinden ortak bir yakınlaşma trendi yakalamış olsa da, Türk güvenliği için en büyük tehdit hala Rusya’dır ve Kasım 2015’de görüldüğü gibi Rus saldırganlığı karşısında NATO üyeliğimiz hala en önemli caydırıcı yönümüzdür. Bu makalede, Türk-Rus ilişkilerinin askeri yönlerine odaklanacağız.

Türk-Rus Güvenlik Sorunları

Genel hatlarıyla değerlendirdiğimizde, iki ülke arası ilişkilerin esas olarak “gergin” ve “mesafeli” olduğu söylenebilir. Gerçi zaman zaman ülkeler arası ziyaretler ve ekonomik işbirliği türünden bazı antlaşmalar ile yakınlaşma dönemleri gerçekleşmiştir. Ancak tüm bunlar, Türk-Rus ilişkilerindeki genel olumsuz çizgiyi değiştirmeye yetmemiştir. İki ülke arasındaki temel sorunları şu şekilde sıralayabiliriz3;

-Boğazların Statüsüne İlişkin Sorun; Sovyet Rusya 1936 tarihli Möntrö BoğazlarSözleşmesi düzenlemelerini hiçbir zaman tam olarak kabullenmemiş, ancak yapılışı sırasında Alman (ve ikinci derecede İtalyan) tehdidi ile daha yakından ilgilenmek zorunda kaldığı için aktif olarak karşı da çıkmamıştır. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı 1943 yılından sonra Sovyetler lehine dönmeye başlayınca, bu tarihten itibaren bir yandan Türkiye üzerinde baskıya başlamış, diğer yandan da Boğazlar’ın Möntrö ile öngörülen statüsünün değişmesi gerektiği görüşünü müttefiklerine kabul ettirme uğraşı içerisine girmiştir. Nitekim bu görüş, 1945 tarihli Yalta ve Potsdam Konferansları’nda Sovyet Rusya tarafından yeniden dile getirilmiş, ABD ile çoğu Batılı ülkeden de olumlu yankı bulmuştur. Bu baskılar karşısında çok fazla direnemeyen Türkiye, 1945 sonlarında Boğazlar’ın statüsünü görüşmek üzere, içinde ABD’nin de yer alacağı bir uluslararası konferansın toplanmasını kabul etmiştir. Ancak, 1946 yılından itibaren ABD ve Sovyetler Birliği arasında hızla tırmanan Soğuk Savaş nedeniyle bu konferans hiç toplanmamıştır. Sovyet tehdidi karşısında hemen Batı Bloğu’nda yerini alan Türkiye’ye karşı Sovyetler Birliği daha fazla ileri gidememiş, hatta Stalin’in ölümünün ardından 1953 yılında Türkiye’den herhangi bir toprak ya da üs talebinin bulunmadığını açıkça deklere etmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ise daha çok kendi iç sorunlarıyla uğraşmak ve Sovyetler Birliği mirasını olabildiğince kurtarmak önceliğine sahip bulunan Rusya, Möntrö statüsünü yine kabullenmek durumunda kalmıştır. Rusya, kendi bölgeleri dâhil Orta Asya ve Kafkas petrollerinin sadece kendi denetiminde, kendi nakil hatları kullanılarak Batı pazarlarına aktarılmasını istemektedir. Bu nedenle, alternatif nakil hatlarının tesis edilmesine, avantajlı konumunu kaybetmemek için karşı çıkmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yapımına da uzun süre direnmiş ve Boğazlar’dan serbest geçiş konusunda ısrar etmiştir.

-Çeçenistan ve PKK Sorunu; Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1 Kasım1991’de Cehar Budayev önderliğinde Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti Rusya Federasyonu’ndan bağımsızlığını ilan etmiştir. Rusya ise beklendiği üzere bu bağımsızlık ilanını tanımamıştır. Çeçenistan, 1995 sonbaharında bağımsızlık savaşı başlatmıştır. Rusya’nın iddialarına göre bu savaşta Türkiye açık bir biçimde Çeçenleri desteklemiştir. Bu iddialar Türk resmi makamlarınca sürekli reddedilmiş, sorunun bir Rus iç sorunu olarak görüldüğü bildirilmiştir. Ancak bu açıklamalar Rusya’yı tatmin etmekten uzak kalmıştır. Rusya, ikinci Çeçen savaşı esnasında ve sonrasında da yine Türkiye’nin el altından Çeçenistan’ı desteklemeye devam ettiğini ileri sürmüştür. Rusya, özellikle 1990’lı yıllarda, karşılık olarak PKK kartını oynamaya başlamış ve aktif destek vermiştir. 1996 ve 1997 yıllarında Duma, bir dizi PKK toplantısının Moskova’da yapılmasına destek vermiş, hatta Türkiye’yi Kürtlere karşı soykırım uygulamakla suçlamıştır. Yine Abdullah Öcalan 1998 sonbaharında Rusya’ya gittiğinde, Duma kendisine sığınma hakkı verilmesine yeşil ışık yakmıştır. Türkiye Çeçenistan sorunu karşısında daha ihtiyatlı davrandıkça, Rusya’nın da PKK’ya destek konusunda daha pasif bir tavır takındığı görülmektedir4. Ancak, Çeçenistan ve PKK meseleleri Türk-Rus ilişkilerinde pürüzlü bir diğer nokta olmaya devam etmektedir. Ruslar, YPG ve PKK konusunda oldukça esnek rahat ederken, sadece 2011-2014 arasında Başakşehir’de 6 Çeçen komutan Rus suikastına maruz kalmıştır. Kasım 2017’de IŞİD, Rakka’dan çekilirken bünyesindeki Çeçen savaşçıları Ruslara teslim etti.

-Kafkaslar ve Orta Asya’da Güç Mücadelesi; Sovyetler Birliği dağıldıktan sonrasöz konusu bölgelerde bazı Müslüman ve/veya Türk kökenli halklar ve devletler ortaya çıkmıştır. Kafkaslarda çoğunluğu Müslüman Çeçenler, Acarlar, Abhazlar, Dağıstanlılar, Türk ve Müslüman Azeriler, Orta Asya’da ise Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar ve Kazaklar bunlar arasındadır. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında bu halklar ve onların yoğunlukta bulunduğu devletler üzerinde etki alanını genişletme arzusunda olmuştur. Türkiye, bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek için bazı kurumsal (TİKA, Türk Eximbank, TÜRKSOY gibi) düzenlemelere de gitmiştir. Tüm bu gelişmeler Rusya tarafından ise endişe ile izlenmiştir. Rusya, her ne kadar Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, aralarında Türk ve Müslüman ülkelerin de bulunduğu ardıl devletlerin bağımsızlıklarını tanısa da, eski Sovyet sınırlarını kendi “arka bahçesi” olarak görmeye devam etmiştir. Bu tutum, yukarıda da değinildiği üzere, 1992 sonlarında Yeni Avrasyacılar’ın iktidara gelmesi ve “Yakın Çevre” doktrininin kabul edilmesiyle daha da belirgin bir hal almıştır5. Öte yandan Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de genel olarak Türkiye ile bütünleşme ya da bir Türk ortak pazarı oluşturma fikrine pek sıcak bakmamışlardır. Sadece Azerbaycan Ebulfeyz Elçibey döneminde (1992-1994) bu konuda biraz daha istekli olmuş, ancak Elçibey sonrasında bu ülke de, sıcak mesajlar vermekle birlikte, Türkiye ile belli bir mesafede kalmayı tercih etmiştir.

 

Tablo 1: Türkiye İçin Hasım ve Rakip Ülkeler/Örgütler

 

Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk-Rus ilişkilerinde bir diğer önemli sorun da, Rusya’nın Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) ile öngörülen sınırlamalara uymaması sonucu ortaya çıkmıştır. Rusya Çeçen ayaklanması, Gürcü-Abhaz çatışması, Azerilerle Ermeniler arasındaki Dağlık Karabağ sorunu ve genel olarak Kafkaslardaki istikrarsızlıkları gerekçe göstererek, bu bölgede yapması gereken indirimlerden kaçınmaya yönelmiştir. 1995 sonlarında başlayan Rus-Çeçen savaşını gerekçe gösteren Rusya, AKKA standartlarına uymayacağını açıklamıştır. Rusya’nın Gürcistan ve Ermenistan ile yaptığı ikili askeri antlaşmalar çerçevesinde Rus askerleri 1993 yılında Gürcistan ve Ermenistan’a girmişlerdir. Böylece Sovyetlerin dağılmasından sonra ortadan kalkan Türk-Rus sınırı de facto yeniden kurulmuştur.

Türkiye’nin güvenlik haritası ile ilgili bir değerlendirme Tablo 1’de görülmektedir. Rusya, Türkiye için bir ‘rakip’ değil, oluşturduğu tehditler ile askeri seçenekleri gündeme taşıdığından bir ‘hasım’dır. Türkiye, Rusya’yı bölgedeki en etkin güç olarak kabullenirken, Rusya’da Türkiye’nin “Rusya’nın yakın çevresinde” bazı ekonomik ayrıcalıklar elde edebileceğini kabullenmiş durumdadır. Bu nedenle, bölgeye yönelik güç mücadelesi şu an için pasif seyretmektedir. Ancak, ileride mevcut dengenin bir devlet lehine radikal bir biçimde değişmesi, iki ülkeyi her zaman bir askeri çatışmanın eşiğine getirme potansiyeline sahiptir.

Rus Güvenlik Anlayışı ve Stratejisi

Rusya’nın karakteri stratejik düşünmesi şekli ile doğrudan bağlantılıdır. Rus güvenlik anlayışı, tarihsel çerçevesi içinde büyük güç hayali olmadan yaşayamaz. Küçük bir elit tabakanın etrafında çöreklendiği otoriter yönetim, büyük çoğunluk olan halkı yanında tutmak için sürekli hayal, düşmanlar ve gurur okşayıcı zaferler üretmek zorundadır. Bu gerçek Rusya’nın başında Putin ya da başkası kim olsa değişmez. Rusyayı yönetenler halk içinden kişiler değildir, vatandaşların hakları umurlarında değildir, ülkeyi soktukları çatışmaların diğer sonuçlarını da düşünmezler, halkın refahını geliştirmek de çok önemli değildir. Onların için önemli olan yaramaz bir halkın üstünde kendi düzenlerini kurmaktır, bu düzeni kuranlar halka uzaktır. Bu durum, 13. yüzyıldan beri Rus yöneticilerin genlerinde vardır. Bu yöneticiler, yerel Slav nüfusun akrabaları değil, 9. yüzyılda Rusya’da saltanat kuran İskandinavyalılardır (Nordik Varangiyanlar)6. Asker ticareti ticari amaçlarla Slav topraklarına geldiler. Mal mülk sahibi olmak için gelenler sonradan prens oldu. Hükümdarlar özel varlık sahibi olarak hükmetti. Vatandaş yoktu, özel mülkiyette veya devlete bağlı çalışan hizmetçiler vardı. Mülkiyet hakları ise kanuna değil, egemene hizmet etmeye bağlıydı. Moskovalı büyük prensler ve onun takipçileri, Rus Çarları, mutlak güce sahipti ve sadece kendi çıkarları için hükmederdi. Özetle devlet ne toplumun içinden çıkardı ne de yukarıdan dayatılırdı. O toplumu parça parça yutan bir yapılanmaydı7. Bu kuşatıcı devlet, Rus tarihinin merkezinde ve belirleyici aktörü idi. Bu, gittikçe artan etnik kimlikler ve çoklu sadakatle geniş bir imparatorluktu. Rus kimliğinin temelinde devlete sadakat vardı. Hükümdara göre, devlet olmazsa Rusya da olmazdı. Rus tarihi boyunca devletin korunması ve geliştirilmesi hükümdarın temel görevi idi. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası yaşanan dönemde Rus yöneticiler bu anlayışla hiçbir kural tanımadan hareket ettiler.

Avrupa’nın büyük düzlüğü karşısında ülkeyi savunmak için stratejik derinliği gerekli gördüler. Bu yüzden, 16. yüzyıldan beri sürekli yeni topraklar edinerek daha güvenli yerlere ulaşmaya çalıştılar. Bu amaçla, Uralları ve Sibiryayı aşarak 17. yüzyılın ortalarında Pasifik Okyanusu’na vardılar. 18. yüzyıldan itibaren Orta Avrupa’ya baskı yapmaya başladılar, İsveç ve Polonya’yı yendiler, Osmanlı ve İran’ın zayıflamasından istifade ile Karadeniz ve Kafkasya’ya indiler. 19. yüzyılın sonunda Orta Asya’nın zayıf devletlerini fethettiler, Japonya ve ABD’ye rağmen Mançurya’yı ilhak etmenin kenarına geldiler. Sonunda dünya karasının yaklaşık altıda biri büyüklüğünde bir devlet ortaya çıkardılar. Rusya’nın ilerlemesi Batı’da Almanya, Doğu’da Çin ve Japonya, Güney’de İngiliz İmparatorluğu tarafından durduruldu. Rus yöneticiler, mutlak güvenlik için gerekli sert gücü ekonomik ve teknolojik kapasite geliştirerek üretmek istediler. 1700’lerden beri Petro’nun Avrupalılaşması, II. Alexander’ın büyük reformları, Stalin’in endüstrileşmesi, Gorbaçov’un Perestroika’ı gibi büyük refomlar, muhafazakâr halka rağmen bu amaçla ortaya çıkan devlet projeleri idi8. Ekonomisi siyasi yapısına sıkı sıkıya bağlı Rusya, teknolojik olarak da Batılıların gerisinde kaldı. Batıya teknolojide mümkün olduğu kadar yakın olabilmek için ödünç olmak yolu seçildi. Bolşevikler, modernleşme için Batılı olmayan bir yol seçmişlerdi ama bu illüzyon da 1970’lerde ülke uzun dönemli bir durgunluğa girince öldü. Rus yöneticiler ülkenin Batı standartlarının ne kadar geri kaldığından ziyade kontrol ettikleri topraklar, jeopolitik kaymalar ve uluslararası konumları ile ilgilendiler. Ruslar, Putin döneminde bir etki bölgesi kurdular. Bu bölgeye Batının özelde ABD’nin NATO veya başka bir çerçeve içinde gelmesini tehdit olarak algıladılar. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin arkasında yatan neden buydu. Rusya’yı yönetenlerin bilinç altında yatan iç ve dış korkular yüzeye beklenmedik askeri tepkilerle çıkıyor. Rusya’nın dış müdahaleleri masraflar karşısında halkın desteğini milliyetçilik ile sağlıyor. Polonya, Finlandiya, Baltıklar, Romanya, Ukrayna ve çeşitli Kafkas ülkelerinde artan milliyetçiliği tehdit olarak gören Rus yöneticiler, iç ve dış tehditleri mutlak güvenlik için sonu gelmeyen bir talebin kaynağı olarak kullanıyorlar.

Rus stratejisinin odağında eski Sovyet alanında bir etki bölgesi yaratmak bulunmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rus liderler bu amaca ulaşmak için çeşitli kurumsal düzenlemeler denediler; Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS9), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO10) ve en son olarak da Avrasya Birliği (EAU11). Ruslardan sonra en çok ekonomik potansiyeli olan ve Karadeniz’in kuzeyinde stratejik bir konumdaki Ukrayna’nın bu örgütler içinde yer almaması ortaya büyük bir boşluk çıkarmaktadır. AB, Rusya’nın etrafındaki Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi eski Sovyet ülkeleri için mıknatıs rolü oynuyor. Rusya ya Ukrayna’yı bu örgütlerin içine almak ya da NATO ve AB gibi örgütlerin dışında tutmak istedi. Ortadoğu’daki aşırı İslamcılar Orta Asya, Rusya’nın çoğunluğu Müslüman bölgeleri olan Kuzey Kafkasya ve Ortadoğu’ya geliyor. Dünyadaki genel kanaate göre, Rusya, büyük güç olma tutkusu içinde sert güç meraklısı bir ülkedir. Modern Rusya aslında statüko oyuncusu ve en yakın sınır ötesine odaklanmıştır. Rusya’nın güvenlik öncelikleri de kaynakları da onun sınırlarından itibaren 1000 km.den öteye bir güç projeksiyonu sağlamaz12. Rusya’nın temel güvenlik öncelikleri şunlardır; sınır ötesindeki kuşağı istikrarlı tutmak, zayıf NATO, Çin’e takın olmak ve heryerde ABD’ye odaklanmak. Rusya’nın uluslararası kuralları desteklemesi ve uyması sadece üçüncü tarafların statükoyu bozması ile ilgili değil, güvenlik çıkarları gereğidir. Rusya etrafındaki güvenlik ortamını açık ve öngörülebilir gördüğü zaman, müdahale etme ihtiyacı duymaz. Ama belirsizlik doğar ve bir kriz ortaya çıkarsa güç kullanarak müdahale eder. Rusya, ABD’yi içerden vurmak, Avrupa’yı ise ABD karşısında bölünmüş tutmak stratejisi izliyor. ABD’deki Alternatif Sağ’ın ve Avrupa’daki Yeni Sağ’ın arka planında da Rusya ve özelde Rus istihbaratı var. Bütün bunlar, Rusya’nın 2003 yılında çevresinde başlayan Renkli Devrimlere bir tepki olarak başlattığı bilgi savaşı ile başladı. Avrupa’daki seçimlerin ve referandumların etkilenmesi için yürütülen kampanyalar da bu savaşın bir parçası oldu13.

Rus yöneticilerinin karşılaştıkları çelişki geleneksel Rus devletini korumak mı ya da Rusya’yı büyük bir güç olarak restore etmek arasında bir seçimdir. Bunun ikisini birlikte yapamazlar14. Yeni bir devlet kurmak bile büyük güç statüsünü garanti etmez ama bu ihtimali açık tutar. Rusya şimdi bu çelişkinin farkında olarak provakatif retorik ve eylemlerle maskeleyerek Rusya’nın dünya gücü olduğunu hatırlatmaya ve kendi halkına Rusya’nın tekrar yükselmekte olduğunu göstermeye çalışıyor. Ancak, bunlar problemi çözmüyor. Rusya düşüşte ve kendini yeniden tanımlamak gibi bir kader ile yüzleşiyor. Karşılaştığı sorunlara rağmen, Rusya önümüzdeki yıllarda önemli bir küresel güç olarak kalacak. Çıkarları için bazen yalnız kalacak bazen de bazı ülkelerle birlikte hareket edecek. Ne yapacağı belli olmayan Rusya ile ilişkilerde ülkeler, gerginlik yaşamaktan kaçınacaklar ya da bu işi başkalarının üzerine yükleyecekler. Bununla beraber, Rusya’nın potansiyeli göz ardı edilemez ve askeri seçeneklerin önünü kapatacak bir karşı güç dengesi sağlanmalıdır. Rusların kozlarını yok etmenin ve ondan istifade etmek için ona bağımlılığı azaltmak ve çıkarları için vazgeçilmez işbirliği seçenekleri sunmaktır. Tarihsel olarak Rus genişlemesi sınırları boyunca güçlü, yetenekli ve başarılı devlet yönetimleri ile önlenmiştir. Bunun için 19. yüzyılda Avrupa’da görülen büyük devlet adamları niteliğinde akıl hocalarına ihtiyaç duyuyorlar. Yani amaç duygusu ve olasılıklarla bir arada denge ihtiyacı ve sınırları bilen, kolay çare olarak, güç kullanma seçeneklerine başvurmayan ve modern silahların yıkıcı gücünün farkında olan danışmanlar15. Ülke çıkarlarını geliştirme yolunu kaybetmeden manevra kabiliyetini korumak bugünün dünyası için de önemli bir devlet adamı niteliğidir. Karşılaşılan zorluk ve davranış ne olursa olsun diğer ülkeler bu yaklaşımımızın farkında olmalıdır. Bunu yaklaşımı uygulamak için Rusya’dan daha iyi bir örnek yoktur.

Rus Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm

2008 yılında Rusya, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya bölgelerini “yumuşak ilhak” adı ile kopardı. Buralardaki Rus azınlıkları ve barışı koruma bahanesi ile müdahil olan Ruslar, beş gün içinde bölgeye hâkim oldular16. Putin, ilk iş olarak hükümet kadrolarına Rusları atadı, halka pasaport dağıttı. Rus azınlıklar, bu pasaportları alınca Rusya’nın himayesine girmiş oldular. Böylece Abhazya ve Güney Osetya’daki halkın % 90’ının Rus olduğu iddiasını ortaya attılar. 2014 yılında ise Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı örtülü işgali ve Kırım’ı ilhakı gerçekleşti ve “melez savaş” doktrini ortaya çıktı. Rusya Genelkurmay Başkanı General Valeriy Gerasimov, mimarı olduğu "Gerasimov Doktrini" olarak da adlandırılan "melez savaş" konsepti, savaş ve barışın arasında kalan gri alanda, konvansiyonel olmayan güçlerin yönlendirilmesi ve yönetilmesini öngörmektedir17. Rusya‟nın konvansiyonel savaş ile özel savaşı birlikte kullandığı “melez savaş” anlayışının, Ukrayna’daki taktik unsurları şunlardır18:

-Örtülü operasyonlar ve bilgi savaşı,

-Sürekli değişen iç bozucu faaliyet teknikleri,

-Silahlı direniş gruplarına gelişmiş konvansiyonel silahlar ve asimetrik elektronik savaş kabiliyetleri sağlanması,

-Rus birliklerinin doğrudan müdahalesi.

Putin, kendisini Ukrayna’daki Rusların koruyucusu ilan etti. Halkın organize edilmesinde pasaport yanında rüşvet, emekli aylığı tahsisi gibi hususları da kullanıldı. Halk üzerinde korkunun yayılmasını sağlandı.

Ukrayna ve Suriye’deki müdahaleleri Rusya ile mücadelede “yıpratma” stratejisine karşı şu unsurlara önem vermek gerektiğini gösterdi; özel kuvvetler için yeni roller, dolaylı hareket, hava-uzay ve bilgi faaliyetleri ile askeri olmayan yöntemler19. Rusya ile askeri mücadele şu alanlarda hazırlıklı olmayı gerektiriyor;

-Yoğun İHA kullanan ve sürekli gerçek zamanlı gözetleme yapan bir düşmanla savaş,

-Çok miktarda ve entegre karada konuşlu hava savunma sistemi ile hava desteğimizin nötralize edilmesi,

-Saldırgan elektronik harp kabiliyetleri haberleşmemizin engellenmesi,

-Gelişmiş mühimmat ile hedeflerini sürekli kaydıran ve menzilimizin ötesindeki bir topçu ateşi,

-Harekât alanında kişisel bilgileri dahi herhangi bir cihazdan alabilen ve kullanılabilen elektronik ve siber saldırı şekilleri.

Rusların, Ukrayna, Kırım ve Suriye’deki melez savaş manevraları mevcut konvansiyonel gücünün durumu, modernizasyonu, silah platformları ve mühimmatı hakkında bilgi toplanmasını sağladı. Rusya’nın silahlı kuvvetlerini dizaynı NATO’ya karşılık verme amacı kapsamında yapılıyor ancak belirli alanlardaki kabiliyetlerinin yetersizliği görülüyor. Batı ise Rusya’yı Doğu Avrupa’da yeni bir askeri oldu-bitti yapmaması için caydıracak tedbirler peşindedir. Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımları hızlı askeri modernizasyonunu yavaşlatmadı ama hala 1980’lerdeki gücünün çok gerisindedir. Rus konvansiyonel kara, deniz ve hava kuvvetleri artan şekilde büyümekte, yüksek teknolojiye geçiş sürecinde gelecek nesil platformlar edinmektedir. Rus konvansiyonel ve nükleer silahları Soğuk Savaş dönemine göre küçük bir parçadır ve özellikle şu kabiliyetleri tedarik peşindedir;

-Yeni sınıf hava-bağımsız denizaltılar,

-T-50 görünmez savaş uçakları,

- Gelecek nesil füzeler ve yüksek teknoloji ile donatılmış kara askerleri.

Modernizasyon çalışmaları içinde T-14 Armata tankları, hava savunma ve hipersonik erken ikaz, 6. nesil savaş uçakları, dikey yükselen anti-uydu füzeleri de var. Rus hava indirme birlikleri yeni modifiye edilen T-71B3M tankları ile donatılıyor ve gelecek iki yıl içinde 6 zırhlı bölüklü bir tabur teşkil edilmiş olacak. Rusya’nın diğer bir projesi Terminatör 3 adı verilen tank destekli savaş aracı.

Rus Silahlı Kuvvetleri’nin yoğun ve sıkıntılı yeniden teşkilatlanma hikâyesi önceki savunma bakanı Anatoliy Serdyukov döneminde başladı ve şimdiki savunma bakanı Sergey Shoygu ile devam ediyor20. Ukrayna ve Suriye müdahalelerinde sonra Rus Silahlı Kuvvetlerinin yenilenmiş askeri gücü ile Batıda çalışmalar yapıldı ve farklı sonuçlara ulaşıldı. Bu çalışmaları önemli kılan nedenlerden biri yeni Rus kabiliyetlerine karşı tedbirler konusunda eksiklerin belirlenmesidir. Yapılan tespitler arasında Rusların, Sovyet sonrası yaşanan travmalar, aşırı büyüme ve teknoloji sorunlarının devam ettiği bulunmaktadır.

Rusya’nın yeniden organize olmuş ve silahlandırılmış silahlı kuvvetleri hala ne yenilemez ne de iş yapmaz değildir ama kabiliyet sorunları vardır. İki konu öne çıkmaktadır. Öncelikle teçhizat, tecrübe, davranış ve güven yönünden, Rus ordusu 2008’de dönüşüm süreci başlamadan önceki ordudan oldukça farklıdır. İkinci olarak ise değişim hala devam etmektedir. Rus kabiliyetlerinin Ukrayna ve Suriye’de görülen kısa görüntüsü devam eden gelişmeleri gizlese de, Rus kabiliyetleri statik değil, hızla gelişen bir olgudur. Dolayısıyla şu an ki gelişmeler tam bir tanımlama değil, gelişen trendlerin göstergeleridir.

Rusya’da savaş yanlısı eğilim artıyor ve Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’un dediği gibi “Silahlı kuvvetlerin hazırlık seviyesi sürekli artarken bu halk tarafından da destekleniyor21.” Ordunun hazırlık seviyesi ve ateş gücünü artırma yönündeki gayretlerRusya’yı eş zamanlı iki büyük savaşa hazır tutmayı hedefliyor22. Ruslar artık sınırsız askeri güç toplama anlayışından vazgeçerek konvansiyonel, nükleer ve kovansiyonel olmayan güçleri entegre eden, çeşitli senaryolar için karışık bir alet kutusu oluşturuyorlar. Yani “göreve göre kuvvet, fazlası değil” prensibine geçiliyor. Rusya, yoğun, saldırgan ve çoklu platformlar ile askeri gücünü kullanırken zorlayıcı diplomasi ile karşı güçleri bölünmüş tutmayı amaçlıyor23. 300 km. menzilli vuruş kabiliyeti ile Rus silahlı kuvvetleri savaş alanını taktik ve operasyonel seviyede hâkimiyeti altına alabilir.

ABD-Rus Rekabeti ve Türkiye

1945 yılında Amerikalı ve İngiliz planlayıcılar Sovyetlerin Orta Avrupa’ya taarruz edecek büyük bir kara gücü üstünlüğüne sahip olduğunu düşünmüşlerdi. Bunu durdurmak için akla gelen ilk çare Nükleer Seçenek oldu ama Sovyetler de kendi nükleer silahlarını yapınca Sovyetler ve uyduları ile savaşmak için 1949’dan itibaren NATO fikri ortaya çıktı. Bununla beraber nükleer seçenek ortadan kalkmadı. 1950 ve 60’larda NATO ve Varşova Paktı’nın merkez cephe (Orta Avrupa) harekâtı için iki konu açıktı; Varşova Paktı kuvvetleri süratle NATO kuvvetleri karşısında ilerleyebilirdi ve iki tarafında elinde de bol miktarda birbirinin askeri güçlerini dağıtacak nükleer silahlar vardı. Bu varsayımlar 1970’lerde değişti çünkü öncelikle, Avrupa’daki NATO kara kuvvetlerinin gücü (özellikle Amerikan ve Alman) arttı. Diğer yandan, iki tarafta taktik nükleer silahları kullanmaktan kaçınmaya karar verdi. Amerikalılar, İsrail’in Yom Kippur Savaşı’nda Arap ordularını hassas güdümlü mühimmat ile imha etmesini örnek alarak Aktif Savunma konseptine geçtiler. Buna göre Sovyet zırhlı araçları öldürücü hassas güdümlü mühimmatla durdurulacaktı yani yıpratma savaşı yapılacaktı. Ancak, Amerikalılar bu pasif savaşı sevmediler ve askeri teknolojiyi kullanarak manevra yapacak yeni bir konsept seçtiler; Hava-Kara Savaşı. 1980’lerde hâkim olan bu konsepte göre düşmanın gerisinde yapılacak uzun menzilli topçu ve hava saldırıları, hava indirme harekâtı ile düşman taarruzlarının dengesi bozulacak ve karşı taarruz ile düşman imha edilecekti. Konseptin uygulanabilmesi için daha fazla hassas güdümlü mühimmat kullanımı, daha fazla zırh koruması, gelişmiş gözetleme ve etkin komuta ve kontrol ihtiyaçları askeri teknoloji konusunda yeni çalışmaları teşvik etmişti. Bu aynı zamanda kara ve hava müşterek harekâtı için de bir dönüm noktası idi ve Vietnam Savaşı’nda alınan dersler de kara-hava doktrininin gelişmesinde etkili oldu. Artık hava kuvvetleri, kara savaşlarında aktif rol oynayacak, kara kuvvetleri cephede savaşırken hava kuvvetler düşman gerisini vuracaktı. Stratejik bombardıman uçakları ise gerekli olduğunda nükleer savaşa veya deniz savaşlarına yardıma gidecekti.

Deniz kuvvetlerinde tarafında ise ABD donanması, 1970 ve 80’lerde Sovyetlerin, Transatlantik ulaştırma hatlarına saldırmak yerine stratejik vuruş kabiliyetlerini (korunaklı yerlerde) savunmaya odaklandığını tespit etmiş ve bu yönde iki amaçlı bir taarruz konsepti belirlemişti24. İlk amaç, korunaklı yerleri yüzey ve yüzey altı gemileri ile tehdit ederek, Sovyetlerinin kaynaklarını savunmaya harcamasını sağlamaktı. Sovyetleri paranoyak yaparak, barışa zorlamak düşünüldü ve nitekim buralara füzeler koydular. İkinci amaç, ABD uçak gemisi ve amfibi kuvvetleri ile Sovyet kanatlarında harekât yaparak (kara harekâtının yapılacağı) merkez cephedeki dikkatini dağıtmaktı. Arktik bölge, Pasifik ve Karadeniz’de yapılacak baskınlar ile NATO deniz üstünlüğü sağlanırken, Rusların başına yeni problemler açılacaktı.

Savaş nükleer alana da geçerse NATO’nun füze seçenekleri vardı. Pershing II balistik füzeleri ile Tomahawk karadan atılan seyir füzelerinin karşımı ile Varşova Paktı derinlikleri vurulabilirdi. Ancak, 1980’lere kadar hem ABD hem de Sovyet tarafı genel bir savaşın konvansiyonel olması yönünde hemfikirdi. Amerikalıların füze savaşına hazırlanması ise Sovyetleri derinden endişelendirdi. Soğuk Savaş sonrası Batılı kuvvetlerin 1991’de katıldığı Çöl Fırtınası, NATO’nun Varşova Paktı’nı muhtemel bir savaşta durdurabileceğinin kanıtı olarak görüldü. İşin ilginç yanı Batılı analizciler bu konsepte çok şüphe ile bakıyordu çünkü Varşova Paktı’nın kitlesel materyal üstünlüğü vardı. Ancak, Sovyetlerin kendi kendine dağılması ile Batı Avrupa’ya yapılacak bir Varşova Paktı saldırısı karşısında NATO’nun neleri başaracağını test etmek gerçek anlamda mümkün olmadı.

Bugünün savaş ortamında artık ülkeler için ana askeri seçenekler sınırlıdır. Bunlardan biri büyük miktarda kitlesel bir konvansiyonel (piyade, tank, top, uçak, gemi vb.) askeri güç konsantrasyonu seferber ederek bir taarruz kuvveti oluşurmaktır ama ölümcül bir savaş bataklığı demektir. Diğer bir seçenek konvansiyonel güç ile birlikte veya tek başına nükleer silahları kullanmaktır ki, nükleer savaşın kazanını olmayacağı düşüncesi ile bugüne kadar başvurulmamıştır. Bugün nükleer silahlar kuvvetlinin değil zayıfın caydırıcı vasıtası haline gelmiştir. Ukrayna ve Suriye’deki iç savaşlar ise sınırlı konvansiyonel gücün yanında savaşan vekil savaşçılar ile “melez savaş” anlayışını ortaya çıkardı. Daha önce bildiğimiz Soğuk Savaş’ın vekil savaşlarına artık örtülü veya açık şekilde arkasındaki devletin konvansiyonel gücü de destek (eğit-donat, hava saldırısı vb.) olmaktadır.

Şu anda ABD-Rusya ilişkileri Soğuk Savaş’ın sonunda beri en düşük seviyede ve hatta Soğuk Savaş döneminin bazı dönemlerinden bile düşük seviyede kabul edilebilir25. ABD’deki politikacılar tarafından Rusya tekrar düşman olarak tanımlanıyor. Rus ve Amerikan uçakları dost olmadıkları bölgesel krizlerde yan yana uçuyor. Washington, Ukrayna krizi sonrasında Moskova’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya devam ediyor. Rusya’nın Ukrayna, Baltıklar ve Doğu Avrupa’da yeni planlarından şüphe ediliyor. NATO, Ukrayna ve Doğu Avrupa’yı takviye ediyor. Öte yandan bazı Amerikalılar radikal İslam’ın asıl düşmanı olduklarını ve bunun için Rusya’ya ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar. Rusların son ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiklerine dair devam eden iç gerilim yanında, yeni başkan Trump’ın alışılmadık politika anlayışı iki ülke ilişkilerini daha da karmaşık hale getiriyor. ABD için Rusya, 30 dakika içinde nükleer silahları ile ABD’yi yok edecek bir nükleer silah deposudur26. ABD’nin Rusya stratejisi de artık ne izole etmek ne de yenmektir; Rusya’nın dâhil olduğu alanlarda bir denge sağlayarak kendi barış ve güvenliğini sağlamak, küresel tehditler karşısında işbirliği yapmaktır.

Soğuk Savaş’ın boyunca Türkiye kendi güvenliğini Batı ittifakı özelde ise ABD’nin özel koruması altında gördü. Bu güvenlik şemsiyesi karşılıksız değildi. ABD’nin de Sovyetleri çevrelemek için Türkiye’den farklı şekillerde istifade etti. Sovyetlerin Batı Avrupa’ya Almanya üzerinden beklenen taarruzuna karşılık, Türkiye kendi kendini savunmak ve mümkün olduğu kadar Varşova Paktı gücünü üzerine çekmek görevi almıştı. Türk toprakları Amerikan üslerine, istihbaratına, füzelerine açıldı. Türk ekonomisi, savunması, istihbaratı, siyasi yaşamı, eğitimi, sendikaları ABD tarafından dönüştürüldü. Türkiye’deki rejimin Batı yanlısı olması ABD’nin yakın markajında idi ve Sovyetlere yanaşan her lider bir şekilde iktidarı kaybetti. Özellikle 1964 yılında Kıbrıs sorunu ile başlayan ABD ile ilişkilerdeki soğuma Soğuk Savaş’ın sonuna kadar devam etti. 1974 ambargosu Türkiye’yi savunma alanında kendi kendine yeterli olma konusunda yeni bir başlangıç yapmasına neden oldu. 1979’daki İran Devrimi ve ardından Rusların Afganistan’ın işgali ABD’yi tekrar Türkiye’ye yakınlaşmaya itti ama 1980’de yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) ise beklentileri karşılamadı. 1990’larla birlikte Ortadoğu planları için Kürtlere yakınlaşan ve Türkiye içinde İslamcıları kurgulamaya başlayan ABD’nin niyetleri ilişkileri bugün en kötü durumuna getirdi.

NATO içinde iki müttefik olmalarına rağmen Türkiye ve ABD arasında bir askeri çatışma olma ihtimali az değil. Suriye’deki konumuna güvenen ABD, buradaki 1700 askeri ile Türkiye’nin olası bir askeri harekâtını önlediğini düşünüyor. Irak’ın kuzeyi için ise 2004 ve 2006 yılında yapılan özel anlaşmalar ile Türkiye’nin büyük ölçekli bir askeri harekâtı önlendi. Bununla beraber, Ortadoğu’da Türkiye’nin çıkarlarını hiçe sayan şantaj politikası gittikçe Türkiye’yi Rusya’ya ve Suriye/Irak’ta ABD’ya rağmen yeni askeri seçeneklere yaklaştırıyor. Bununla beraber, Türkiye-Rusya ilişkileri de konjonktürel ve zorunlu olarak işbirliğini gerektirse de, uzun zamandır dondurulmuş pek çok soruna rağmen Suriye ve Irak’ta Ruslar da Kürt kartından istifade etmek için Türkiye’yi belli bir yere kadar dikkate alıyor. Dolayısıyla Türkiye için ABD ve Rusya ile oluşan üçgende askeri matematiğin gözden geçirilmesi gerekiyor.

Türkiye-ABD-Rusya Üçgeninde Askeri Matematik

Soğuk Savaş boyunca Rusya’nın savunma bütçesi toplam bütçenin yarısı kadardı. 1990’lardaki uzun süren düşük orandan sonra 2006-2009 arasında yıllık 25 milyar dolardan 50 milyara ulaştı. 2013 bütçesi ise 90 milyar dolar olarak gerçekleşti. Soğuk Savaş dönemi Rus konvansiyonel gücü bugünkünün yaklaşık beş katı idi. 2017 rakamlarına göre Rus silahlı kuvvetleri, 798 bin aktif olmak üzere 2.57 milyon kişilik bir rezerv kuvvete sahiptir27. Gene 2017 rakamlarına göre Rusya Silahlı Kuvvetleri’nde 3 binden fazla uçak ve 1500 kadar helikoptere sahiptir. 1980’lerde imal edilmeye başlanan stratejik Su-27 savaş uçakları, Amerikalıların F-15 Eagle uçakları ile kıyaslanmaktadır. Rusya yeni uçak geliştirecek ve üretecek parası olmadığı için silahlanma yarışının son on yılını kaybetti ve ancak yeni cihaz tedarik edebildi. Zaten Rusların güçlü bir hava savunma sistemi kurmasının arkasından yatan nedenlerden biri de ABD’nin görünmez uçak ve seyir füzelerine karşı koyacak büyük ve modern savaş uçağı filosu üretecek bütçesinin olmaması idi. Ruslar havada sınırlı saldırı kabiliyetlerine sahiptir.

Rusların başarılarının teknolojik yönü de vardır çünkü ABD’nin S-400 sistemlerine karşı bir rakibi yoktur ve bu sistem gittikçe yaygınlaşmaktadır. Ruslar, 1980’lerden beri roketler, seyir (cruise) füzeleri ve hava savunma silahlarında (S-3300 ve S-400) önemli gelişmeler kaydetti. Büyük güçler elindeki teknoloji demode olmadan satmaz. Ruslar, şimdilerde 200 km uzaktaki hedeflere ulaşan S-500 hava savunma sistemlerini test ediyorlar.

S-400 uzun menzilli füzelerin kullanılma nedenlerinden birisi E-3 Gözcü AWACS gibi uçan komuta ve istihbarat uçaklarına karşı koymaktır. ABD ve müttefikleri tarafından kullanılan bu tür uçaklar Japonya’da Kadena AFB ve BAE’de el-Dafra üssünde de konuşludur ve S-400 önleyicilerine karşı hassastır, geciktirme menzili korumasını kaybetmektedirler. Yani 1960’larda dizayn edilen AWACS kabiliyetinin artık sonuna gelmekteyiz. S-400’ün balistik füzelere karşı da kullanılması Suudi Arabistan’ın ilgisin çekmektedir. Ancak balistik füzelere karşı ne kadar etkili olduğu henüz bilinmemektedir. Muhtemelen Mısır’ın aldığı silahların parası da Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tarafından ödenmektedir. Rusya böylece ABD’nin silah müşterisi ülkeleri NATO’da geleceği tartışılan Türkiye ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri pazarında güçlü bir yer edinmektedir. Bunun yeni bir örneği Rusya’nın BAE’ye (Rus hava kuvvetlerinin kraliçesi olarak bilinen) SU-35 uçakları satacağını açıklamasıdır.

 

Tablo: ABD-Rusya-Türkiye Askeri Güç Kıyaslaması (2017)

 

Kriter/Ülke

ABD

Rusya

Türkiye

Toplam Nüfus

323,995,528

142,235,415

80,274,604

Askere Elverişli Nüfus

120,025,000

47,000,000

35,010,000

Aktif Personel

1,373,650

798,527

382,850

İhtiyatlar

990,025

2,572,500

743,415

Savunma Bütçesi

587,8 milyar $

44, 6 milyar $

8,28 milyar $

Dış Borç

17,910 milyar $

514,8 milyar $

410,4 milyar $

Dış Rezervi

117,6 milyar $

365,5 milyar $

115 milyar $

Toplam Askeri Uçak

13,762

3,794

1,108

Helikopter

14,460

1,819

525

Tank

5,884

20,216

2,445

Zırhlı Savaş Aracı

41,062

31,298

7,550

Topçu

3,333

11,297

1,508

Roket

1,331

3,793

811

Toplam Savaş Gemisi

415

352

194

Uçak Gemisi

19

1

*

Kara Sınırları

12,048 km

22,408 km

2,816 km.


* TCG Anadolu planlanıyor.

Kaynak: CIA World Factbook and Global Fire Power, 2017.

 

Rusya’nın Baltık ülkelerini işgal etme olasılığına karşı NATO’da savaş senaryoları test edildi ve Doğu Avrupa için daha büyük bir hava-kara kuvvetine ihtiyaç olduğu değerlendirildi. Avrupa’da halen 30 bin Amerikan askeri var. RAND Corporation tarafından yapılan çalışmaya göre Ruslar, 60 saat içinde Rus azınlıklarını bahane ederek, Baltık ülkelerini işgal edebilir. Bunu caydırmak için hava kuvvetleri ile desteklenen (3’ü zırhlı) 6-7 tugaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir28. NATO’nun Polonya ve Almanya’da 27 Mayıs-26 Haziran 2016 tarihlerinde icra ettiği ve 10 ülkeden 5’binden fazla askerin katıldığı tatbikatta bu kuvvetler denendi. Ayrıca S-400’ler F-22 ve F-35 gibi görünmez uçakları da tespit edecek (VHF ve L çoklu bandlarını kullanan) radar sistemlerine sahiptir. Görünmezlik diyaznı düşük tespit özelliğine sahip X-band radarlarını kullanır. F-35’in görünmezlik koruması ön tarafındadır ve hedefin yolundan ayrıldığında hassas hale gelir. Halen ABD ve müttefiklerinin hava savunma sistemi temel olarak X-band’tır. Çin ve Rusya’nın görünmez uçak ve füze çalışmaları ile modası geçmektedir. Ruslar, çok etkili ve entegre bir hava savunma sistemine sahip olmakla birlikte, uçak filoları ABD ve NATO ile kıyaslandığında oldukça küçüktür.

Son yıllarda kendi gemilerini özellikle denizaltılarını üreterek deniz kuvvetlerinde atılım yapan Türkiye, kendi uçak gemisini de yapma niyetini açıkladı. Ankara, 2023’e kadar savunma alanında bağımsız olmayı hedefliyor. Türkiye hafif uçak gemisini (TCG Anadolu) üç yıl içinde tamamlamayı ve gemide dikey iniş ve kalkış yapabilen ve ABD’de üretimi devam eden son model F-35 uçaklarından altı adet kullanmayı düşünüyor. TCG Anadolu, aynı zamanda İtalya ile birlikte üretilen T129 silahlı helikopterleri ile Chinook ağır nakliye helikopterleri de taşıyacak. Uçak gemisi sınırlarının ötesinde güç projeksiyonu ve ülke dışında üslere sahip olmak demektir. Türkiye sınırlarının ötesinde yani bölgesel kullanımlar için de geçerli bu kuvvet yapısı ne kadar bölge ve ülke gerçekleri ile örtüşüyor, bu ayrı bir tartışma konusudur. Örneğin İran’ın da uçak gemisi planları var. Bu İran için çok normal sadece Körfez ve Ortadoğu bölgesi değil, Hint Okyanusu da İran’ın etki bölgesi içinde ve petrol taşıma güzergâhlarını korumak zorundadır. Şu anda Ortadoğu’da uçak gemisi ile gezen ABD’den başka iki ülke olabilir; Fransa ve Rusya. Fransa’nın Charles de Gaulle uçak gemisi 40 adet Rafale çok rollü savaş uçağı taşıyor. Rusların Amiral Kuznetsov gemisi pek çok gülünç yetersizliğine rağmen, Rusya’yı uçak gemisi olanlar sınıfında tutuyor29. Türkiye’nin diğerlerine göre daha küçük uçak gemisi ise ancak başta Yunanistan daha sonra ise Ortadoğu ve Afrika senaryolarına destek olabilir.

 

Şekil 1: S-400 Çalışma Sistemi

Gittikçe Rusya ve İran ile yakınlaşan Türkiye’nin son dönemdeki Batı karşıtı söylemleri ve politikaları NATO üyeliğini sorgulanır hale getirdi. İki ülkenin yolları Ortadoğu’da öyle ayrıldı ki ABD, Suudi Arabistan yakınlaşması yeni bir kamp yarattı. Ama bu yakınlaşma ne ABD ne de Suudi Arabistan içinde çok desteklenmiyor. ABD’li politikacılar Suudileri terörün finansörü olarak görürken, Suudi din adamları ise yakınlaşmanın camilerde yetişen terörist sayısını artıracağını düşünüyor. Sadece Türkiye değil, Ortadoğu’da S-400’ler oyun değiştirici rol oynamaya başlıyor. Türkiye’nin 2.5 milyar dolarlık S-400 anlaşmasından sonra Suudiler de S-400 uçaksavar ve füze savunma sistemi anlaşması yaptılar. Mısır’da zaten S-300VN sistemi vardı ama şimdi S-400 için görüşmelere başladılar. Ruslar, 1996’da Güney Kıbrıs’a S-300 satmak istemiş ana bunlar Yunanistan’a gitmişti. Çin, Hindistan, Ukrayna, Venezüella ve NATO üyesi Bulgaristan da bu tür sistemlere sahipler. Çünkü bu sistemler ABD’nin hava üstünlüğünü yenmenin tek çaresi ve bu yüzden NATO içinde bile olsanız sahip olmanız istenmiyor. Bununla beraber, S-400’lerin farklı özellikleri onu gerçek bir oyun değiştirici yapıyor. S-400 ile çoklu kesici füzeler ateşlenebilir. Üzerinde dört farklı füze var30; en uzun menzilli 40N6E (400 km.), uzun menzilli (48N6 (250 km.), 9M96E2 (120 km.) ve kısa menzilli 9m96e (40 km.). Bir kıyaslama yapılacak olursa ABD’nin Patriot sistemi 96 km. menzili olan tek bir çeşit kesici füzeye sahiptir. Dahası 9M96E2 15 Mah (saniyede 5.000 m.) hızla uçabilir, yerden 5 m. yüksekte bir hedefe angaje olabilir ve 20 G manevra (ters dönüş) yapabilir (bir insan özel teçhizatı ile bile 9 G’den fazlasına dayanamaz). Bu füzeler size hedef uçak veya füzeyi delmek veya etkisi hale getirmek için dizayn edilmiştir.

Türkiye, 1993 ve 1995’de satın aldığı zırhlı araçlar, Mi-8 ve Mi-17 helikopterleri ile Rusya’dan silah ve araç alan ilk NATO ülkesi oldu. Bunları AK serisi makineli tüfekler, keskin nişancı (sniper) ve tanksavar silahları takip etti. 2008 yılında Türkiye, Rusya’dan 80 adet Kornet-E anti-tanksavar almak için anlaşma imzaladı. Bunu son olarak Rusya’dan alınacak 4 füze bölüğü (her birinde 36 adet, toplam 144) S-400 füze savunma sistemi izliyor. Türkiye’nin S-400 satın alması ordusunun modernizasyonu yönünde önemli bir adım olmasının ötesinde NATO’dan kaymasının da önemli bir işaretini temsil ediyor. Bu Rusya tarafında kaydığının da temsili değil, daha çok Batı ile çıkarlarının uyuşmaması karşısında kendini küresel duruma adapte etmesi ile ilgilidir. Türkiye, Batıya olan bağımlılığını azaltmak için Çin ile de ortak projeler üretiyor. Nitekim daha önce HQ-9 sistemlerini almak istemiş ama Obama yönetimi tarafından bir şekilde engellenmişti.

Türkiye İçin Artan Rus Tehdidi; A2/AD

Savaş teknolojilerindeki gelişmeler ile birlikte bir yandan silahlar ve savunma kabiliyetleri diğer yandan da savaş konseptleri sürekli gelişmektedir. Soğuk Savaş boyunca ABD, Varşova Paktı’ndaki ulus-devletlerle yapılacak konvansiyonel savaş için üstün teknolojileri kullanan bir ordu hazırlandı. Ama bu ordu Vietnam, Irak ve Afganistan’da ayaklanmacılar ya da yamalı bohça ordular ile savaştı. Yeni durumlara uyum sağlamak için yapılan gayretler nihayette işe yaramadı. Bugün ise Çin’in gelişen kabiliyetleri ve zorlayıcı diplomasisine karşı hazırlık yapılıyor. Çin’in ‘Geçit Vermeme /Alan Bırakmama (A2/AD31)’ konseptine karşı ABD; Hava-Deniz Muharebe (ASB32) ve abluka konseptlerini geliştirdi. ASB’nin ortaya çıkış nedeni Tayvan Boğazı’nda girişilecek bir askeri çatışmada Çin Ordusu kabiliyetlerine karşı koyabilme ihtiyacıdır. Çin’in Dong Feng 21D (DF-21D) anti-gemi balistik füzeleri (ASBM), bölgeye gelecek Amerikan savaş gemileri için tehdit teşkil etmektedir. ASB, aynı zamanda, küresel deniz ulaştırma yolları üzerinde ortaya çıkabilecek tehdit ve engellemelerin berataf edilmesini amaçlıyor. Çin’in A2/AD stratejisi İsviçre peynirine benzetilmektedir; dıştaki delik gözeneklerine rağmen asıl yoğunluk içeridedir33. Güney Çin Denizi’nde Çin ve ABD, A2/AD bölgesinde savaşa hazırlanırken, hemen kuzeyde Kuril adaları bölgesinde Rusya ve Japonya arasında benzer bir çatışma bölgesi hazırlığı var. Avrasya’nın diğer tarafındaki Kaliningrad’da Ruslar NATO’nun Doğu Avrupa’daki konumuna karşı diğer bir A2/AD bölgesi oluşturdular. Diğer iki Rus A2/AD bölgesi Karadeniz ve Suriye’de özellikle Türkiye’yi hedef alıyor. Soğuk Savaş sonrası Karadeniz, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de deniz üstünlüğüne dayalı güç projeksiyonu geliştirmeye çalışan Türkiye’nin stratejisi Rus A2/AD bölgeleri ile tehlikeye girdi. Her ne kadar iki ülke ilişkileri düzelme dönemine girmiş olsa da gelecek yani bir kriz döneminde neler olacağı belirsizdir.

Modern deniz savaşının teori ve pratiği denizde kontrol sağlayacak filo kabiliyeti, güç projeksiyonu ve kara hedeflerini vurmanın sahil bölgelerinde ciddi engeller ile karşılaştığını ve büyük ve pahalı güç konsantrasyonu gerektirdiğini özellikle gemi savunması için hava savunma savaş mühimmatına ihtiyaç olduğunu gösterdi. Bu problem, limanları ve kara suları yeni Rus A2/AD bölgesi menzili dâhilinde olan Türkiye için çok daha ciddidir. Muharip savaş ihtiyaçları dışında Rusya’nın bu kabiliyetleri Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de Türk ticaret rotalarını da tehdit etmektedir. Mayıs 2014’de Rus Savunma Bakanlığı, 2.43 milyar dolarlık deniz kuvveti geliştirme programını açıklamıştı. Plana göre yeni karada konuşlu hava savunma sistemleri 2020 yılına kadar yerleştirilecekti. Ayrıca yeni yüzey muharip gemileri ve denizaltılar ile Rus Karadeniz donanması takviye edilecekti. Rusya, yeni Karadeniz stratejisinin deniz bölümünü uyguladı ama Mart 2015’de Bastion mobil sahil savunma sistemlerini (NATO’daki karşılığı SSC-5) Kırım’a konuşlandırdı. Ardından en gelişmiş hava savunma sistemi olan S-400 Triumph, yarımadaya yerleştirildi. S-400’ler; S-300V4 (SA-23 Gladyatör) ve PANTSIR S-1 silah-füze sistemlerini takviye ediyor. Kırım’da konuşlanan erken ikaz radar sistemleri, yüksek teknolojili elektronik savaş cihazları ile birlikte Karadeniz’de A2/AD bölgesi tamamlanıyor34.

Türk deniz stratejisi anavatanı savunmayı ve çevre denizlerdeki haklarını ve çıkarlarına yönelik tehditleri bertaraf etmeyi öngörüyor. Bu maksatla, Türk Deniz Kuvvetleri’nin ana görevi deniz kontrolü sağlamaktır. Diğer görevleri; güç projeksiyonu sağlamak, denizden karaya destek sağlamak ve düşman deniz faaliyetlerini önlemek olarak sıralanabilir. Türk Deniz Kuvvetleri’nin modernizasyonuna bu perspektif şekil vermekte, Mahan benzeri bir deniz vizyonu dâhilinde deniz kontrolü ve güç projeksiyonuna yönelinmektedir. Bu kapsamda, üzerinde 16 adet gemi savar füze (ASM) olan I-sınıfı görünmez fırkateynler (temel olarak Ada sınıfı korvetler), TF-2000 AAW fırkateynler35, iki adet helikopter ve F-35 taşıyıcı amfibi savaş gemisi (İspanyol Juan Carlos I sınıfı) ve hızlı muharebe destek gemileri geliştirilmektedir. Ancak, Rusların dengeyi bozmasını sağlayan modern deniz araçlarına arasında; Amiral Grigoroviç sınıfı fırkateynler gibi görünmez yüzey muharip gemileri, yenileştirilmiş Buyan M sınıfı korvetler ve yeni Varşavyanka sınıfı (Gelişmiş Kilo) dizel elektrik denizaltılar var. Rus Deniz Kuvvetleri gittikçe saldırgan ve tahmin edilemez hale gelirken, Türkiye’nin kuzey ve güneyinde iki adet A2/AD bölgesi oluşturdu (Harita). Bu bölgeler Türkiye’nin deniz ve havada manevra kabiliyetini ciddi şekilde sınırlayabilir. Bu nedenle, Türkiye deniz kontrolü sağlamak istiyorsa deniz stratejisini yeniden yazarak kendi A2/AD kabiliyetlerini kurmalıdır. Ancak, bunu yapmak hem çok pahalı ve Türkiye’nin etrafını çevreleyen dar ve yarı kapalı denizlerde deniz kontrolü oldukça zordur.

Ruslar, deniz filolarını desteklemek için karada konuşlu A2/AD sistemleri kullanma nedeni, Körfez Savaşı’nı örnek olarak düşman güçlerinin çatışma bölgesini girmesini önlemektir. Bu deniz stratejisi, füze savaşı ve sahil savunma sistemleri ile deniz filosunun hassas taraflarını kapatmayı ve sahile yakın kesimlerde etkili harekât yapmayı hedefliyor. Bununla beraber Ekim 2016’da Yemen’de füze savunması ile kıyıları savunmanın çok pahalı olduğu görüldü. Karada konuşlu hava savunma savaş (AAW), yüzey savunma savaş (ASuW) ve erken ikaz kabiliyetleri de A2/AD stratejisinin parçası olarak Rusya’nın küçük Karadeniz filosuna uzun menzilli savunma ve taarruz vasıtaları sunmaktadır. Eylül 2016’da Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov, 1990’ların sonunda Türkiye karşısında kaybettikleri Karadeniz’de üstünlüğünü tekrar ele geçirdiklerini iddia etti. Gerasimov’a göre; Karadeniz filosu 500 km.den hedefleri tanıyacak ve vuracak kabiliyetlere sahiptir. Suriye’deki hava savunma kabiliyeti ise Tartus limanından itibaren 1000 km.lik bir alanı kapsamaktadır. Kuznetsov savaş grubu taşıyıcısı, AAW ve ASuW kabiliyetleri dâhilinde uzun menzilli Bastion gemi savar seyir füzeleri (ASCM), S-300 ve S-400 yüzeyden havaya füze (SAM) sistemleri ve havada konuşlu seyir füzelerine (ALCM) sahiptir. Rusya, Beyaz Rusya ve Ermenistan ile müşterek hava savunma sistemini tamamladı.

 

Harita 1: Türkiye’yi Kuşatan Rus Askeri Varlığı

 

 

Karada konuşlu A2/AD stratejileri, sağladığı taarruz imkânları ile gemiye dayalı savunmadan daha iyi olabilir. Nitekim Türkiye A2/AD bölgesi kurmak için gerekli silahlı sistemleri konusunda bazı gelişmeler kaydetti. Bir süredir Türk savunma sanayi yerli ASM ve ALCM teknolojileri geliştiriyor. İlk kategoride 2009 yılından beri ATMACA Projesi ile yerli ASM kabiliyetlerinin yüzey gemileri ve denizaltılara yerleştirilmesi planlanıyor. ALCM ise 180 km menzilde kızıl ötesi ışınlarla otomatik hedef tanıma, hareketli hedefleri vurma kabiliyetine sahiptir. Bu füze F-16 uçaklarına entegre ediliyor ve gelecekte F-35’lerde kullanılacak. Ancak, Türkiye uzun menzilli seyir füze teknolojisine ihtiyaç duyuyor. Bunun için 300 km. menzilli sahil füzeleri, mobil lançerler, hedef tanımlama ve takip sistemlerine ihtiyaç var. Tabii bunlara uygun yüksek isabetli mühimmat (ASCM) üretimi de gereklidir. Coğrafi konumu itibarı ile Karadeniz’den Akdeniz’e önemli noktaları kontrol etmek isteyen Türkiye, uzun sahilleri ve yarı-kapalı denizlerinde karada konuşlu mobil silahlar ve sensör sistemleri ile güçlenebilir. Uzun ve kısa menzil entegre AAW kalkanı da oldukça önemlidir.

Rus tehlikesinin dışında Türkiye’nin A2/AD kabiliyetlerine yatırım yapması için başka nedenler de var. Geleceğin belirsiz stratejik ortamında NATO’nun ihtiyaçlarını ne kadar karşılayacağı şüphelidir. Bu aynı zamanda ABD’den bağımsız milli kabiliyetler demektir. Türkiye’nin çevresindeki gelişmeler Akdeniz, Kafkasya ve Ortadoğu’da kendi stratejik çıkarları için bağımsız kabiliyetler dikte etmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs ile bir savaş halinde bu ülkelerin AB’nin kanatları altına gireceği ve onların imkânlarından faydalanacağı da göz önüne alınmalıdır. Bu durumda Türkiye, güç projeksiyonu yerine karada konuşlu A2/AD bölgesi ile caydırıcı bir kalkan oluşturacak ve deniz yollarını açık bulunduracaktır. Bunu yok etmeye dayalı saldırgan güç projeksiyonu platformları sağlayamaz. Bu prestijli uçak gemileri yerine A2/AD çözümlerine yatırım demektir. Üstelik uçak gemileri ve taşıyıcı muharip grupların sahile yakın sularda güç projeksiyonundaki rolleri gittikçe modası geçmiş hale gelmektedir. Bu yüzden Türkiye, saldırgan ve pahalı kabiliyetler yerine komşu denizlerde etkili A2/AD bölgeleri kurmalıdır36.

Muhtemel Bir Türk-Rus Savaşı Nasıl Olacak?

Bir Türk F-16 uçağı, 24 Kasım 2015 tarihinde Rus SU-24 uçağını Türkiye-Suriye sınırı üzerinde düşürdü. Bu olay meydana geldiğinde Türkiye, ABD, Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte 2011 yılının başından beri Esat’ı devirmeye çalışan ittifakın üyesi olarak ve muhalif isyancıları destekliyordu. Haziran 2012’de Esat kuvvetlerinin bir Türk F-4 keşif uçağını Akdeniz üzerinde düşürmesinden sonra Ankara, Şam’a karşı yeni angajman kuralları belirlemiş ve yarım düzine kadar Suriye uçak, helikopter ve İHA’sını düşürmüştü. Rus uçağının düşürülmesi öncesi, Eylül ayında Suriye’de üs kuran Ruslar birkaç kez Türk hava sahasını ihlal etmiş, bir Suriye MİG-29 uçağı Türk F-16’ına kilitlenmiş ve bir Rus İHA’sı Türk topraklarında düşürülmüştü. Ruslar, Türkiye’nin muhalif grupları desteklememesi için hava kuvvetleri ile baskı yapıyordu. Bu gelişmeler daha sonra Türk-Rus ilişkilerinin düzelmesi ile unutulmuş olsa da Suriye ve Akdeniz gibi sınırlı bir coğrafyada muhtemel bir Türk-Rus Savaşı’nda neler olurdu sorusu cevap bekliyor. Savaşın Doğu Akdeniz’de olması Türkiye için coğrafi bir avantaj sağlardı. Ancak, Türkiye ile Rusya arasındaki bir askeri çatışma büyük olasılıkla Karadeniz’de yaşanacak ve bu savaşın gerekçesini gene Boğazlar üzerine bir anlaşmazlık oluşturacaktır. Bunun dışında Türkiye’nin Azerbaycan ile koordineli olarak Ermenistan üzerindeki bir askeri girişimi de Ruslarla bir askeri karşılaşma olasılığını ortaya çıkarabilir. Bu tür askeri senaryolar dâhilinde Rus özel kuvvetlerinin, Türkiye’deki bölücü terör örgütü mensupları ile birlikte ülkemiz içinde bazı sabotaj ve baskın faaliyetlerine girişeceği yani bir tür ‘melez savaş’ beklenmektedir. Öbür yandan Ruslar, siber savaş kabiliyetleri ile de sivil ve asker altyapımıza da zarar vermek için ellerinden geleni yapacaklardır.

Her şeyden önce Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve bu durumun Rusya’yı geniş kapsamlı bir askeri seçenekten alıkoyacağını unutmayalım. 70 yıldır olduğu gibi bugün de Rus saldırganlığı karşısında en caydırıcı yönümüz NATO üyeliğimizdir. Sınırlı bir savaşta Rus balistik füzeleri ve Türkiye’deki Amerikan nükleer başlıklarının kullanılmayacağını varsayabiliriz. Türkiye’nin Rusya’ya karşı kullanabileceği önemli silahları şunlar olabilir37;

-F-16 çok rollü savaş uçağı ve AIM-120 Gelişmiş Orta Menzil Hava-Hava Füzeleri (AMRAAM); TSK’nın elinde yaklaşık 250 adet F-16 yeni modeli var. AIM-120 ise F-16’nın kullandığı SU-24’ü vuran 50 km. menzilli füzedir.

-KORAL Karada Konuşlu Karıştırıcı; Aselsan’ın ürettiği son model elektronik savaş kabiliyetleri arasında olan bu karıştırıcı 150 km menzil içinde düşman radarlarını karıştırıyor ve düşman hava araçlarını kör haline getiriyor.

-Gür-sınıfı Denizaltılar; dünyanın en iyi dizel-elektrik denizaltıları arasında olup, Harpoon gemisavar füzeleri ve DM2A4 ağır torpidoları ile donatılmıştır. Sessizce düşman gemilerini avlayacak durum farkındalığı ve hedef belirleme sistemleri vardır.

-Ada-sınıfı Görünmez Korvetler; Deniz üstündeki gemilere karşı ölümcül küçük muhrip gemileridir. Ada üzerinde 8 Harpoon füzesi, toplar ve diğer silahlar bulunmaktadır. Görünmezlik yeteneği ile düşman deniz vasıtaları arasına sızabilir.

- SAT Deniz Komandoları; Sualtı Taarruz Timleri (SAT), TSK’nin en elit özel kuvvetleridir. Düşman hatları gerisinde yüksek değerli hedeflerine (limanlar, demirlemiş gemiler vb.) sızarak büyük zararlar verebilirler.

-SU-34 savaş uçakları ve AA-10/AA-12 Hava-Hava Füzeleri; SU-34 durum ve ateş kontrol sistemi, safhalı radarı ve güçlü elektronik karşı tedbirleri vardır. F-16’ya göre daha fazla silah taşır ve daha uzun menzilde uçar. AA-12, 100 km. uzaktaki hedefi vurabilir.

-Krasukha-4 Karada Konuşlu Karıştırıcı; Rusların en yeni elektronik savaş sistemi olarak, 300 km menzili ile geniş bandlı çok işlevli karıştırma platformudur. Kara ve hava (AWACS dâhil) radarlarını ve alçak yörünge uydularını işlemez hale getirebilir.

-Slava-sınıfı Güdümlü Füze Kruvazörleri; Etkili yüzey savaş ve hava savunma platformuna sahip orta boy savaş gemileri, batmayan gemi olarak adlandırılmaktadır. Üzerinde 16 adet P-500 Bazalt gemisavar füzesi, 64 adet S-300 hava savunma füzesi, 3D arama ve izleme radarları ve ufuk ötesi radarları vardır. Bununla beraber Gür-sınıfı Türk denizaltılarına karşı hassastır.

-Spetsnaz Komandoları; Rus özel kuvvetleri olarak hedef hatları gerisinde sabotaj, gerilla faaliyetleri ve suikastlar yapabilirler. Son olarak Ukrayna’da ve Kırım işgalinde “küçük yeşil adamlar” adı ile örtülü işgale katıldılar. Türkiye ile bir savaş halinde PKK terör örgütü ile işbirliği yapacağı dikkate alınmalıdır.

-Rusya siber savaş/psikolojik savaş kabiliyetleri; Rusya’nın nitelik ve nicelik olarak üstün siber kabiliyetleri 2007’de Estonya, 2008’de Gürcistan’da etkili oldu, 2014’den itibaren ise Ukrayna ve Suriye’de kullanılmaya devam ediyor. Türkiye, psikolojik savaşta Rusya’nın medyayı manipüle etmesine ve moral bozucu faaliyetlerine karşı hazır olmalıdır.

Sonuç

Savaş tipini coğrafya belirler. Rusların Gürcistan’ın kuzeyine çekilmesi sonrasında artık konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Topyekûn savaş çağı kapanıyor, daha kısıtlı savaş türü ortaya çıkıyor. Artık Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelecek 75’er adet Rus tugayını beklemiyoruz. Ruslar ile savaş denizde ama deniz kuvvetleri arasında değil, gemiler ile füzeler arasında olacak, silah platformları ve teknolojisi üstün olan taraf kazanacak. Bu yüzden A2/AD stratejisine özellikle dikkat çekmek istedik. Pek çok ülkenin savaş kültürü sadece kendileri için değil ve komşuları için de önemlidir. Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir39. Başarılı silahlı kuvvetler, eski silah sistemleri ve doktrinlerden kurtulup, yeni fikirlere ve personele uyum sağlayabilendir. Örneğin melez savaşta rollerin belirlenmesi, sivil güç kullanım ölçeği, konsept geliştirme, askeri süreçlere entegre edebilme önemlidir. Stratejik olarak güçlü olan silah, düşman savaşma yeteneğini yıpratacak kadar güçlü olan silahtır. Bu savaş alanına göre değişir, bazen bu stratejik ekonomik tesisleri vuracak füzedir, bazen tank bazen de gerilla olabilir. Sovyetler Birliği, stratejik füzeler ve tankların kendisi için stratejik olduğunu yanılgısı ile çöktü. ABD ise komuta kontrol, haberleşme ve istihbarata odaklanmıştı. Türkiye ise modern bir savaş sistemi için çifte bir vizyon krizi yaşıyor. Birincisi entelektüel vizyon sorunudur; Türkiye’de askeri konsept geliştirme konusunda zafiyeti vardır ve artık ABD taklitçiliği bırakılmalıdır. Pazarda bulunabilen her silah konsept geliştirmeden satın alındığı için savaş alanında büyük ateş ve manevra boşlukları yaşanacaktır. Türkiye’nin etkili savunma analizcilerine ihtiyacı vardır. Diğer sorun alanı ise yeni teknolojilerin yarattığı çözülemeyen problemlerdir. Uzaya dayalı teknolojiler, siber yetenekler, hava savunma sistemleri gibi hayati kabiliyetler dışında komuta ve kontrol sorunları, askeri istihbarat zafiyeti de kronik eksiklerimizdir. Sensörler, güdüm sistemleri ve uydu haberleşmesi ile konvansiyonel silah kullanmadan binlerce km. uzaktaki hedefleri vurabilen teknoloji üstünlüğünü yakalamalıyız.

Dipnotlar: 

1Metin Toker, Türkiye Üzerinde 1945 Kabusu, Akis Yayınları, Ankara, 1971, s.25-29; Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968, 257-264.

2Kamuran Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze Kadar), SBF Yayınları, Ankara 1983, s.144-145.

3Muzaffer Ercan Yılmaz, Soğuk Savaş Döneminde Türk-Rus İlişkileri, Akademik Fener, (2010), s.30-39.

4Mensur Akgün ve Turan Aydın , Türkiye-Rusya İlişkilerindeki Yapısal Sorunlar ve Çözüm Önerileri, TÜSİAD Yayınları, (İstanbul, 1999).

5Kemal Karpat, Türki ye ve Orta Asya, İmge Yayınları, (Ankara, 2003), s.76.

6Thomas E. Graham, The Sources of Russian Conduct, Kissinger Associates, (August 24, 2016).

7Richard Pipes, Russia Under The Old Regime, Penguen Books, (1997), p.75.

8Graham, ibid, (August 24, 2016).

9CIS: Commonwealth of Independent States.

10SCTO: Collective Security Treaty Organization.

11EAU: Eurasian Union.

12Bezrukov vd., ibid, (January 29, 2016).

13Chris Zappone, Donald Trump-Vladimir Putin: Russia's Information War Meet, SMH, (June 15, 2016).

14Graham, ibid, (August 24, 2016).

15Graham, ibid, (August 24, 2016).

16Uri Friedman, Putin’s Playbook: The Strategy Behind Russia‟s Takeover of Crimea, The Atlantic, (March 2, 2014).

17Charles K. Bartles, Getting Gerasimov Right, Military Review, January-February 2016.

18Tate Nurkin, The Next NATO, IHS Aerospace, Defense and Security, (May 29, 2015).

19 “The Future Is Being Laid Down Today: The Theory of Organizational Development of the Armed Forces Should to the Maximum Extent Possible Correspond to the Nature of Impending Wars” [in Russian],Voyenno-promyshlennyy kuryer, March 13 2013, http://www.vpk-news.ru/articles/14865.

20Keir Giles, Assessing Russia’s Reorganized and Rearmed Military, Chatham House Task Force White Paper, (May 03, 2017), 1.

21Valeriy Gerasimov, “World on the Brink of War” [in Russian], Voyenno-promyshlennyy kuryer, March 15, 2017, http://vpk-news.ru/articles/35591.

22Susanne Oxenstierna, “Russian Military Expenditure” in “Russian Military Capability in a Ten-Year Perspective—2016,” ed. Gudrun Persson, Swedish Defense Research Agency (FOI), December 2016.

23Mark Galeotti, Heavy Metal Diplomacy: Russia’s Political Use of its Military in Europe Since 2014, ECFR, (December 19, 2016).

24Robert Farley, How a War Between Russia and America Could Have Killed Millions, The Diplomat, (April 7, 2017).

25Dimitri Alexander Simes, Turkey and Trump, An Interview with Dana Rohrabacher about Russia, Foreign Affairs Europe, (June 22, 2017).

26Thomas E. Graham, The Sources of Russian Conduct, Kissinger Associates, (August 24, 2016).

27CIA.gov, CIA World Factbook and Global Fire Power, 2017 Russia Military Strength, https://www.globalfirepower.com/country-military-strength-detail.asp?country_id=russia

28Kris Osborn, Russia vs. NATO: Who Would Win in a War? Scout Warrior, (September 5, 2017).

29Paul Iddon, Why in the World Does Turkey Want an Aircraft Carrier? WarIsBoring, (July 7, 2017).

30Stephen Bryen, Russia's S-400 Is a Game Changer in the Middle East (and America Should Worry), Asia Times, (October 17, 2017).

31A2/AD: Anti-Access/Area-Denial.

32ASB: Air-Sea Battle

33J. Randy Forbes, Elbridge Colby, We'reLosing Our Military Edge Over China. Here's How to Get It Back, New America Security Center, (March 27, 2014).

34Bleda Kurtdarcan, Barın Kayaoğlı, Russia, Turkey and the Black Sea A2/AD Arms Race, National Interest, (March 5, 2017).

35Fırkateyn; Kruvazörden küçük, manevra kabiliyeti yüksek savaş gemisi.

36Kurtdarcan vd., ibid, (March 5, 2017).

37Bleda Kurtdarcan, Barın Kayaoğlu, 5 Turkish Weapons of War Russia Should Fear, National Interest, (November 26, 2015).

38Kurtdarcan vd., ibid, (November 26, 2015).

39George & Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), s.34.

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı