Bu sayfayı yazdır

Şimdi Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

Yazan  12 Şubat 2023

Türkiye’nin üzerine büyük bir felaket çöktü. Afetin yıkıcı etkisi an be an gözümüzün önünde. Üstelik durumun yönetilmesinde büyük bir zafiyet gördük. Evet, henüz kayıpların bilançosunu tahmin etmek için zaman erken.

Ama afet zararının daha az olması herhalde mümkündü. Nerede büyük hata yapıldı? Bazı şeyleri acilen değiştiremezsek daha ne gibi hatalara sürükleneceğiz? Bunların hızla değerlendirilmesi, vatan hainliği, ona buna hakaret suçlaması ve hedef gösterilerek tehdit edilmeksizin düşünülmesi gerekiyor. Bu topraklar elimizdeki son vatan parçası. Başka vatan yok.

Kurumların Çökmesi veya Çökertilmesi

2017 yılında inişi iyiden iyiye hızlanan ekonomik koşulların değerlendirilmesi için benden bir sunum yapmam istenmişti. Verilerin ve yeni ihdas edilen “Varlık Fonu” gibi oluşumların değerlendirilmesine geçmeden önce, “ ekonomik sıkıntı ve krizler her ülkede olur. En büyük ülkeler bile bundan masun değil. Ama Türkiye’nin şu anda yaptığı en büyük hata yerleşik kurumlarının yapısını bozması ve liyakati elinin tersi ile iterek, bilgi ve deneyim yerine adam kayırmayı ikame etmesi” demiştim. Tabii o sırada aklımda daha çok Merkez Bankası, SPK, BDDK ve Sayıştay gibi özerk olması gereken kurumlar vardı. Hoş Kızılay gibi fevkalade köklü ve geçmişi çok eskilere dayanan bir kurumun içine düştüğü durumu da görmüyor değildim. Ama benden sadece ekonomi politikası ile ilgili bir durum değerlendirmesi yapmam istenmişti. Oysa yürütme erki olan bakanlıklar, bunlara bağlı genel müdürlükler de şahsileşmiş ve partizanlaşmıştı. Bütçeleri her yıl yasama sürecinden geçiyordu. Ama artık hesap vermez hale gelmişlerdi. Tasarrufu artmayan ülkede tüketim büyümenin tek motoru olarak kabul edildiği için kamu kurumlarında israf denetimsizce alıp yürümüş, özel sektör büyümesi de sadece inşaat sektörünün, deprem riski görüldüğü iddia edilen alanlarda yaptığı rant odaklı kentsel dönüşümün insafına bırakılmıştı. Ne tarım kaldı, ne hayvancılık. Ormanların talanı bir yana, erozyon ile mücadele gibi faaliyetler de durdu. Kıyı talanlarından öte limanların yabancılara peşkeş çekilmesi, Türk Telekom gibi fevkalade önemli alt yapı kurumlarının zararına yabancılara devri rahatsız ediciydi.  Türkiye göz göre göre savruluyordu.  Ama aşırı merkezileşen, yetkileri tek elde toplanan kararlara karşı bir şey yapılamadı. Zaten ses yükselten de saf dışı edildi ve cezalandırıldı.

İfrat, Tefrit ve Fırsat

Türkiye 1990 lı yılları terör ve ekonomik beceriksizliklere kaybetmişti. 2001 krizi patladığında, hem IMF, hem de AB uyum süreçleri ile bir kriz yönetimi sürecine girildi. Kurumsal özerkliklerin güvencesi taahhüt edildi. Bizzat AKP hükumetleri bu uygulamaları, hem IMF Stand-by kredileri dilimlerinden yararlanmak, hem de AB müzakere süreçleri için yürüttüler. O taahhütlerin yerine getirilmelerini dikkatle izledim. Hevesle, isteyerek, liyakati olan kadroları da kullanarak başarıya ulaşıldığına hepimiz tanık olduk. Ama belki bazı adımları kerhen atıyorlardı. Yağma kapılarının kendi elleri ile kapatılmasına istemeden mi göz yumuyorlardı? Orasını bilemeyiz. Ama Batıdan gelen bir başka talep daha vardı ki onu gönülden ve büyük bir kararlılıkla hayata geçirdiler. O da “siyaset üzerindeki askeri vesayetin sonlandırılması” talebiydi.  İşte bu ifrat ve tefrit sorunumuzun sonucunu bugün bir büyük afetle görmekteyiz. Türkiye asker üzerine gölge eden bilgisiz, deneyimsiz, farklı emelleri olan siyasi vesayetin ilk tahribatını, bir çıkış planı olmaksızın TSK Suriye ve Libya çöllerine sokulduğunda gördük. 3 günde girildi. Ama bakalım bu depremden sonra ne zaman Suriye’den çıkarız! Mısır-Libya yakınlaşması, bizi Libya’dan ne zaman kovalar! Ama özellikle 2016 dan sonra TSK nın elinden olaylara hızla müdahale yetkisinin alınması,  şimdi bize deprem ile daha büyük felaketleri gösteriyor. Yağma, eşkıyanın yol kesmesi, asayişin sağlanamaması, hızla toplanan yardımların, ihtiyaç sahiplerine ulaşamaması, aşhanelerin kurulamaması, enkazdan canlı veya cansız insanların zorlukla kurtarılması, sahra hastanelerinin sadece yabancılar tarafından kurulup faaliyete geçirilebilmesi, hep TSK nın yetkilerinin alınmasının sonucu. Bu militarizm değil, düzen savunusu. Oysa Türkiye’yi askeri vesayetle kınayan Batı olağanüstü olaylarda hep askeri kullanmıştır. Fransa’daki gösterilerde, salgın sırasında sokaklarda hep asker gördük. ABD deki tayfun, hortum ve benzeri afetlerde hep asker devreye girer. Bilgi ve anlatım zafiyeti olan Türkiye bunu Batıya anlatamadı, anlatmamak işine geldi. Askeri devreden çıkarmak, okullarını kapamak, dini örgütlenmelerin eline terk etmek, tersanelerini, fabrikalarını satmak, özetle “orduları terhis etmek” sonucu ağır bir tercih oldu.  Deprem bölgesinde çaresizlikle kıvranan, dirisini ve ölüsünü enkazdan çıkaramayan halk eğer yanı başında hemen Mehmetçiği görebilseydi, kendini daha güvende hissedecek, devletin yanında olduğunu hissedecekti. Yardımlar daha düzenli dağıtılacak, soyguncular idareyi ele almayacaktı. Şimdi TSK yı böylesine devre dışı bırakmak, gecikerek ve tek kişinin emriyle devreye sokmak kimin suçu? Batının mı? Batıya direnemeyenlerin mi?   İnsanların zevalinden fırsat çıkarmak ise işin bir başka acı boyutu. Bunu da toplanan veya bağışlanan nakdi yardımların kullanılması ile ilgili bir başka sorun olarak düşünmek gerek.

Felaketi Fırsata Partizanca Çevirmenin Af edilmezliği

Ayni yardımlar telaşla yapıldı ve yapılıyor. Kolilerce giyim, kuşam, gıda yardımı kamyonlarla nakledilirken hava muhalefeti bir yandan, dağıtım düzensizliği bir yandan ihtiyaç sahiplerine düzenli ulaşamıyor. Ama parasal yardımlar için büyük birer bütçesi olan Kızılay ve Diyanet İşlerinin hala IBAN numaraları vererek para yardımı istemesi, “neden bunca zaman israf içinde hareket ettiniz? Neden lüks arabalar aldınız? Neden liyakati olmayan insanları bünyenizde barındırdınız?” soruları ile insanı isyan ettiriyor. Belediyelerin parasal yardım toplaması yasak. Bu sadece muhalif belediyelere mi yönelik bir uygulama? Yoksa AKP ve MHP belediyeleri de bu kapsamda mı? Bilmiyoruz. Ancak resmi kurumların bağış istemesi, yine tek bir adamın talimatıyla. Aslında bağış gönüllü olur. Haydi, buna haklı ve zorunlu gönüllendirme diyelim. Ama yurt içi ve dışındaki kuruluşların veya yabancı misyon yardım başvurularının bile belli kurumlara yönlendirilmesinden ciddi rahatsızlık duyuluyor.   Kurumlar eski itibarlarını korusalardı böyle bir itiraz mı olurdu? Tabii bir de Katar’dan gelen 1.5 milyar dolarlık yardım kimlere gidecek sorusu acıtıyor. Belki depremin vurduğun 10 il arasında nasıl üleştirilecek diye duyulabilir. Ama tarihi henüz belli olmayan bir seçim finansmanı için kullanılacağı veya parti propagandasına yardım edeceğini düşündürmesi, Türkiye’nin 70 yıldır yürütmeye çalıştığı demokrasinin ruhunu incitiyor. TOKİ hemen deprem konutu yapacakmış. Bu bir Sosyal Devlet sözü mü? Yoksa seçim propagandası mı? TOKİ yine fay hatlarına mı ve ne kadar sürede yapılacak? Yerleştirmede öncelik kimlere verilecek? İstenen bir sene buna yetecek mi? sorusu da ayrı bir konu.

 Endişeler ve Cevaplanması Gereken Sorular

Bazı sorulara mantıklı cevap aramak zorundayız. Tabii bunun da sınırı var. Örneğin İtalya veya Amerika neden uçak gemisi gönderdi? Bunların yerine lojistik destek veya amfibi gemileri gönderemez miydiler? Bu soruya belki bu tür gemilerin içinde hastane, klinik, acil bakım ve imalathane olanakları olması, üzerlerine helikopter inip kalkabildiği için hasta ve yaralı naklini kolay yapabilmeleri cevap olabilir. Tabii eğer israf ve yolsuzluk yerine bunlar temin edilseydi ve TSK devreye geç girmeseydi kimseye bu ölçüde muhtaç olmazdık.  Öte yandan bizim TCG İskenderun, TCG Bayraktar ve Sancaktar gemilerimizin aynı işlevi göreceği bilindiği halde yabancı savaş gemilerinden sonra ve ancak depremin 5. Günü hizmete sokulması anlaşılır gibi değil. Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin hemen sahra hastaneleri kurması da düşündürücü. Bunların hepsi askeri. Neden bizim sahra hastanesi kurma yeteneğimiz kalmadı? Nerede TSK nın sahra hastaneleri ve savaş cerrahları? Nerede tam teşekküllü GATA ve savaş cerrahisi? Bunların cevabının ve hesabının verilmesi lazım.  Fay kırılması depremi tetikledi. Türkiye için nasıl bir gelecek tetiklendi? Evet, Ankara 4. derece alarm verdi ve yedi düveli bölgeye yardıma çağırdı. Ermenistan sınırı bile yardımlar için açıldı. Ben olsam bu yaz Okluk Koyu’ndaki yazlık sarayda vicdan huzuru ile kalamazdım.

  

     

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar