Türk Ordusu’na Nasıl Kıydınız?

Yazan  05 Ağustos 2016

Bu sitede son yayımladığım yazının başlığı “Evet FETÖ’yü mutlaka yok edelim ama TSK’ya kıymayalım!” idi. Amacımız FETÖ’nün yok edilmesi için mücadele edilirken yanlış bir hal tarzının seçilmemesi, TSK’nın dolayısıyla Türkiye’nin belinin bükülmesi, diz çöktürülmesiyle sonuçlanacak, ani, fevri, üzerinde ortak akılla mutabık kalınmamış değişikliklerin yapılmaması için uyarmak, tehlikelere dikkat çekmekti. Çünkü, 15 Temmuz’un hemen ertesinde yazdığımız yazılarda ve katıldığımız TV programlarında 15 Temmuz’da yaşananların bir darbe yapmaktan çok TSK’nın hedefe alınmasını sağlayacak etki odaklı bir harekat olduğunu, darbeyi başarıya ulaştırmaktan ziyade yaratılacak algıyla Türkiye’nin “ağırlık merkezi (bel kemiği)” olan TSK’yı etkisizleştirecek, savaşamaz hale getirecek tedbirler almaya zorlamak olduğunu ifade etmiştik. Böyle bir gelişmenin ise zaten içeride ve dışarıda büyük beka tehditleriyle karşı karşıya olan Türkiye’yi başka güçlerin (NATO-ABD) yardımına muhtaç haline getireceğini, bunun da Türkiye’nin egemenliğini, bağımsızlığını yok edeceğini ifade etmiştik.

Ancak belki de olayın sıcaklığıyla ve de 15 Temmuz’un arkasındaki güçlerin tam da yaratmak istediği algının etkisiyle muhalefet partileri dahil toplumun büyük kesimi ve tabi ki Hükümet bunu göremedi. Hükümet bilerek veya bilmeyerek 15 Temmuz’un gerçek hedefini göremedi ve darbenin önlenmiş olduğunu bunu da tamamen halkın yaptığı fikrini işledi. Yanlış bir hal tarzıyla FETÖ ile mücadele etmeye yöneldi. Nitekim iktidar bu yaklaşımın işine yaradığını da gördü ve demokrasi nöbeti adı altında konuyu sıcak tuttu. Ama halkın, belediyelerin çöp kamyonu ve iş makineleriyle askeri üslerin giriş çıkışlarını tutarak Türk Ordusunu kışlalarına hapsettiği görüntüler tüm TSK’yı şüpheli konuma soktu. Böylece iktidarın “15 Temmuz, TSK içine yuvalanmış asker kıyafetli FETÖCÜ teröristlerin işi, TSK bunun dışındadır” söylemlerinin aksine tüm TSK darbeciymiş algısı oluştu.

Bu algılar iktidarın TSK’yı bir daha darbe yapamaz hale getirmek için sözde yeniden yapılandırma adına OHAL kapsamında KHK’ler çıkarmasını da kolaylaştırdı. Jandarma ve Sahil Güvenlik tamamen İçişleri Bakanlığına bağlandı. Kuvvet Komutanlıkları Milli Savunma Bakanına bağlandı, Genelkurmay ile bağlantısı kesildi. Genelkurmayı Cumhurbaşkanlığına bağlama çalışması devam ediyor. Askeri Liseler ve Harp Akademileri kapatıldı, Harp Okulları yeni kurulacak Milli Savunma Üniversitesinin birer fakültesi haline getirildi. Harp Okullarının bu sene mezun vermemesine, tüm öğrencilerin başka üniversitelere aktarılmasına karar verildi. Genelkurmay Başkanı olmak için Kuvvet Komutanı görevi yapma şartı kaldırıldı. Başbakan Yardımcıları ve ilave Bakanlarla YAŞ’ın yapısı değiştirildi, sivil bir kurum haline getirildi. Cumhurbaşkanı ve Başbakana Kuvvet Komutanları ve ast birliklerine doğrudan emir verme yetkisi sağlandı.

İşte bizlerin daha ilk günlerde yaptığımız uyarıları göremeyenler bu KHK’lerin yayımlanmasıyla olayın başka bir yöne gittiğinin farkına varmaya başladılar. Çünkü adeta Türk Ordusunun dağıtılmaya başlanması gibi değişikliklerin hayata geçirildiği görülüyordu. İşte o KHK’lerin TSK’yı Ordu olmaktan çıkarıp “sivilleştirdiği” sonuçları:

– FETÖCÜlerin TSK’ya sızmasının sebebi TSK’nın yapılanmasıymış ve TSK’nın yapısı darbeye yapmayı destekliyormuş savlarından hareketle yapılan ani ve fevri düzenlemeler sorunun gerçek nedenlerinin ortaya çıkmasını engellemiş, toptancı kolaycı yaklaşımları öne çıkarmış, yeni mağduriyetler yaratılırken TSK’nın darbeci bir organizasyon olduğu yönündeki algıları maalesef güçlendirmiştir.

– TSK’nın en üst karargahı ve TSK’nın komutanın bulunduğu Genelkurmay ile Kuvvet Komutanlıklarının bağı kesildi. Genelkurmay Başkanı Kuvvetlere emir veremez hale getirildi. Genelkurmay sadece MSB’ye tavsiyelerde, önerilerde bulunabilecek bir pozisyona getirildi.

– Yeni durumda Genelkurmay Başkanı en kıdemli asker statüsündedir ancak en yetkisiz konumdadır. Genelkurmay karargahı kağıttan bir karargah haline dönüştürülmüştür.

– Kuvvet komutanlarının Bakana bağlanmasıyla Bakan otomatikman Komutan statüsüne ve Kuvvet Komutanlıklarını sevk ve idare etme yetkisine kavuşmuştur. Bunun yanında Genelkurmay Başkanı olmak için Kuvvet Komutanı olma şartının da kaldırılmasıyla subaylar ve general/amiraller arasında terfiler ve atamalar için siyasi bağlantılar, yakınlıklar kurmanın yani askerin siyasetin içine çekilmesinin önü açılmıştır.

– Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Bakanın doğrudan istediği seviyedeki birliğe, komutana emir verme yetkisiyle TSK’da emir komuta birliği yok edilmiştir. Kuvvet komutanlıkları adeta 7 kocalı Hürmüz durumuna düşürülmüş, her kafadan bir ses çıkar, kimin sesi kuvvetliyse onun dediği olur ortamı yaratılmıştır. Bu durum Ordu içinde anlaşmazlıkların, çatışmaların yaşanmasına yol açabileceği gibi genelde TSK’ni savaşamaz bir ordu haline dönüştürecektir.

– Kendi içine sızan teröristleri temizleyememekle, darbecilere ortam yaratmakla, kendi halkına ve kurumlarına ateş açtırmakla suçlanan TSK, 15 Temmuz sonrasında üslerinin de belediye araçlarıyla kapatılıp kendi kışlalarına da hapsedilmesiyle emir komuta birliğinden sonra bir diğer Harp Prensibi olan Moral prensibinde de alt üst olmuştur.

– Yeniden yapılandırılma adı altında parçalara ayrılan, bölük pörçük hale gelen TSK teşkilat ve organizasyon yapısıyla bir diğer Harp Prensibi olan Sadelik de kaybedilmiştir. Böylelikle binlerce yıllık askeri tecrübelerle kanla belirlenen Harp Prensipleri birer bire yok sayılmış, TSK dağınık bir yapı haline sokulmuş, manevra yapamayacak savaşamayacak konuma getirilmiştir.

– Cumhurbaşkanı Anayasadaki sorumsuzluk konumuna aykırı ve Anayasadan kaynaklanmayan bir yetkiyle, ciddi sonuçları olabilecek şekilde askere doğrudan emir verme yetkisine sahip olmuştur.

– Askeri Liselerin ve Harp Akademilerinin kapatılması ve Harp Okullarının fakültelere dönüştürülmesi TSK’nın insan gücüne büyük darbe vurmuştur. Askeri okulların bu sene mezun vermeyecek olması okullardaki tüm öğrencilerin sivil okullara/üniversitelere aktarılacak olması TSK’nın geleneksel, esas subay kaynağının en az 5 yıllık kesintiye uğrayacak olması demektir. Böylece söz konu okullardaki eğitim öğretimin yanı sıra nesilden nesile aktarılacak askeri kültür, milli ruh ve seciyenin aktarılması da kesintiye uğrayacaktır. Bu, binlerce yılda oluşmuş Türk Ordusunun milli ruh ve kültürünü, bilgi birikimini heba etmek, köküyle bağını koparmaktır. Kurmay olmayanlar general olamıyorlar, yurtdışı göreve gidemiyorlar söylemiyle Harp Akademilerini kapatmak popülist bir söylemdir. Sorun Harp Akademileri değil general ya da yurt dışı görev seçimindeki kriterlerin belirlenmesindeki sorundur. Bu kriterler sorununu düzeltmek yerine Harp Akademilerini kapatmak işi bilmemektedir. Tabi bu durum Harp Akademileri eğitiminde aksayan bazı hususların düzeltmemesi anlamında değildir. Diğer taraftan, MSB Üniversitesinde yüksek lisans eğitimiyle kurmaylık eğitimi verileceğini söylemek Harp Akademilerinin dünya ülkelerinde sahip olduğu itibarı, Osmanlı İmparatorluğu ve TC’deki ilerici öncü rolünü kavrayamamak demektir. Ayrıca artık bir fakülte konumuna sokulan Harp Okullarından subay, lider, komutan yetiştirileceğini düşünmek veya söylemek askeri stratejiyi, askeri kültürü, Harp Tarihini anlamamak, kavramamak demektir. Bütün bunlar da bir Ordunun asıl gücünü oluşturan zabitan heyetinin gücünü yok saymak, Ordu’nun gücünü yok etmek demektir.

– Gücün tek elde toplanmasını önlüyoruz, gücü dağıtıyoruz, silahlı kuvvetleri sivil irade altına alıyoruz diyerek Jandarmanın Sahil Güvenliğin İçişleri Bakanlığına bağlanması aslında İçişleri Bakanlığı makamını yeni güç merkezi haline getirmiştir.

– 15 Temmuz’un, FETÖ’nün sızmalarının ve örgütlenmesinin önceden haber alınamamasında MİT’in başarısızlığının ortaya çıkmasıyla birlikte istihbaratın yeniden yapılandırılması kapsamında iç istihbaratın İçişleri Bakanlığı nezdinde toplanacağına dair yeni yapılanma haberleri gelmektedir. Jandarma, Emniyet ve Sahil Güvenlik yanında iç istihbaratın da İçişleri Bakanlığında toplanması yukarıda bahsettiğimiz şekilde İçişleri Bakanlığı makamının gücüne güç katacak, uygulamaya geçildiğinde yeni güç merkezi olduğu ortaya çıkacaktır. Bu durum darbeyi önlemek adına yapılan düzenlemelerin belki de yeni darbelerin önünü açabilecek bir yapılanma oluşmakta olduğunu göstermektedir.

– TSK’nın sözde bu yeniden yapılanması gerçekleştirilirken ortaya çıkan görüntü ve yapılan açıklamalar TSK Komuta Heyetinin görüşlerinin alınmadığını ortaya koymaktadır. Halbuki TSK mensupları ve TSK bir kurum olarak askeri okullar, terfi ve görev tanımları, teşkilat ve organizasyon yapısı bağlamında değişiklik yapılması gerektiğini biliyordu, bu ihtiyacı hissediyordu. Bu alanlarda muhtelif çalışmaların olduğu da biliniyor. Yaşanan tecrübelerden elde edilen ve bu konuda akademik çalışmalar yapan muvazzaf ve emekli askerlerin bireysel çalışmaları olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla iktidarın acele etmeden TSK’nın görüşlerini de alarak, konu üzerinde çalışan görevde veya emekli sivil-askeri personelin katılımıyla yapılacak çalıştaylar, arama konferanslarıyla ortak aklı yansıtan bir çözüm bulunması pekâlâ mümkündü. Ancak iktidar bunu tercih etmedi. Böylece hem kurumsal bir çözümü dışladı hem de mevcut Komuta Heyetini yok sayarcasına bir davranış içine girdi. Bu Türk Milletinin gözünde Türk Ordusunun ve Komutanlarının itibarını düşürecek bir algı yaratmıştır. Komuta Heyetinin ise kendilerinin yok sayıldığı, kendilerinin nezdinde TSK’nın önemsizleştirildiği ve genleriyle oynandığı izlenimi verilen düzenlemelere rağmen hiçbir şey olmamış gibi görevlerini sürdürebiliyor olmaları da dikkat çekicidir. Yapılan bu düzenlemelerin Komuta Heyetinin içine sinip sinmediği, gönül rahatlığıyla destekleyip desteklemediklerini bilmek istemekteyiz.

–Diğer taraftan TSK’nın yapısında olumsuz yönde köklü değişiklikler olurken TSK Komuta Heyetinin sergilediği sessiz görüntüyü Cumhurbaşkanının MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanının görevde kalıp kalmayacağına ilişkin sorular üzerine verdiği “dere geçilirken at değiştirilmez” cevabıyla birlikte düşündüğümüzde Komuta Heyetinin normal süreçten önce değişebileceği izlenimi vermektedir. Genelkurmay Başkanı olmak için Kuvvet Komutanı olma şartının kaldırılması da bu izlenimi kuvvetlendirmektedir. OHAL sürecinin bitmesiyle bu sürecin tamamlanacağını söylemek makul bir tahmin olabilir.

–Darbecilerin yeni kalkışmalar yapmasına müsaade edilmemesi gerekçesiyle askeri üslerin önlerinin kapatılması, 15 Temmuz’a karışan askeri üslerin kapatılacak olması, askeri hava üslerinden uçakların kalkışına müsaade edilmemesi, askeri birliklerin kışlalarından operasyonlara çıkmasının engellenmesi özellikle PKK terörüyle mücadelede çözüm sürecindekine benzer ortam yaratmış, PKK hareket serbestisi kazanmış, alan hakimiyetini genişletmiştir. Son günlerde artan terör saldırıları PKK’nın 20 Temmuz 2015 Suruç saldırısı sonrasında başlattığı terör sarmalının benzerini bu sefer 15 Temmuz 2016 darbe girişimini kullanarak başlattığını göstermektedir. Ayrıca, Türkiye genelinde OHAL ilan edilmişken FETÖ’ye yönelik yapılan KHK’lerin benzerinin PKK için yapılmaması anlaşır değildir. Çünkü PKK’nın da aynı FEÖ gibi bir çok devlet kurumunda yandaşının destekçisinin bulunduğu, bağlı/bağlantılı kuruluş ve şirketlerin bulunduğu bilinmektedir. Terörle mücadele toplu kapsamlı bir mücadele gerektirir. Ayrıca FETÖ’nün PKK ile bağlantılarının olduğuna ilişkin raporlar medyaya yansımaktadır. Dolayısıyla OHAL kapsamında PKK’ya yönelik mücadeleye de hız verilmelidir.

Yukarıdakiler bizim 15 Temmuz hemen sonrasından itibaren yaptığımız tespitler, öneriler ve uyarılardır. Özeti şudur: TSK dağınık, morali emir komuta birliği yok edilmiş, Harp Prensipleri yok sayılarak savaşamaz bir Ordu haline getirilmiştir. Türkiye’nin ağırlık merkezini yani bel kemiğini oluşturan TSK’nın bu derecede etkisizleştirilmesi aslında Türkiye’nin içeride ve dışarıda karşılaştığı tehditlere karşı koymasını zorlaştırmaktadır. Böyle bir Türkiye içeride gittikçe artmakta olan terör saldırılarıyla baş edemeyeceği gibi dışarıda arkasında kuvvet kullanma tehdidi bulunmayan dış politikasıyla en ufak bir sonuç alması, başarı elde etmesi Türkiye’nin menfaatlerinin korunması mümkün olmayacaktır. Bu durum Türkiye’yi yabancı güçlere muhtaç hale getirmekte ve onların politikalarına mahkum etmektedir. Yabancı güce muhtaç Türkiye’nin ise Suriye’nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, Karadeniz’de kendi menfaatlerini koruması da mümkün olmayacaktır. Gelişmeler de bu yöndedir. Bu da 15 Temmuz’da yapılan etki odaklı harekatın Türkiye’nin bu muhtaç duruma düşürülmesini garanti almak üzere TSK’yı hedef alarak yapıldığının da bir kanıtıdır. KHK’ler bu haliyle yasalaşırsa bu Türk Ordusu’na kıyıldığının resmileşmesi olacaktır. Bu yanlıştan mutlaka dönülmelidir.

Bunlar bizim uyarılarımızdır, bizim söylememiz uyarmamız bunlar olmayacak anlamına gelmemektedir. Çünkü benzer tespitler, biraz da sevinerek, yabancı uzman kişi ve kuruluşlarca da yapılmaktadır. Yabancılara göre “Türk Ordusu artık kırık dökük bir ordudur ve savaşma yeteneği çok azalmıştır.”. Türkiye’deki PKK açılım politikalarının mimarı olarak bilinen Henry Barkey’e göre ise “Türkiye artık ABD ve NATO’ya çok muhtaç durumdadır.”. Bu tespit ve değerlendirmeler gülünüp geçilecek, hafife alınacak hususlar değildir. Türkiye’yi yönetenler bizleri dikkate almıyorsa yabancıların bu raporlarını tespitlerini dikkate almalıdır.

İşte bu sonuçlara yol açan KHK düzenlemelerini yapan iktidar geçen 14 senede yaptığı düzenlemeler, izlediği politikalar ve gerçekleştirdiği işbirlikleri için “aldatıldık” diyerek “hatalar yaptığını” itiraf etmişti. Dolayısıyla şimdi yaptıklarının da hatalı olması büyük ihtimaldir. İşte şimdi iktidarı yeni hatalar yapmaması konusunda yine uyarmaya çalışıyoruz. Çünkü bu sefer bu düzenlemelerin uygulamaya geçmesiyle birlikte yaşanacak sorunlar ve sonuçlar, ki bu savaşamayacak bir ordu ve tehditlere boyun eğmek zorunda kalacak bir Türkiye’dir, aldatıldık, hata yaptık itirafları yapmaya bile fırsat bırakmayacaktır. Çünkü sonunda elimizde ne TSK ne de T.C. kalmayabilir. Bu nedenle iktidar, yapılan uyarılara ve önerilere kulak vererek iş işten geçmeden, KHK’ler TBMM’de görüşülürken ortak aklın vardığı sonuçlar ve en ufak bir şüpheyi bile dikkate alarak değişikler yapmalıdır.

Bunun öncesinde ya da eş zamanlı olarak, 26-30 Ağustos Zafer Haftası kutlamaları ile 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinin Ordu-Millet elele ruhuyla gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Aksi tutum yani “15 Temmuz’da halkımız travma yaşadı meydanlarda tören alanlarında uçak tank görmek istemiyor” gibi TSK’yı bağrından çıktığı milletinden koparacak bir yaklaşım olur ki bu durum yukarıda uyarısını yaptığımız tehlike ve tehditlerin hızlanarak yaşanmasına yol açacaktır. Bu da Türk Ordusu’na kıymak yani Türkiye’yi feda etmek demektir.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display