×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

Ulus Devletin Yükselişi ve Türkiye’nin Alması Gereken Dersler

Yazan  20 Ekim 2008
BÜLENT GÜLER - Avusturya’da yapılan genel seçimler öncesinde ırkçı lider Jörg Haider’in, ülkedeki göçmenlerin ayaklarına elektronik prangalar takılmasını önermesi, iç gündeme odaklanmış Türk medyasında pek yankı bulmadı.

Adolf Hitler'e olan hayranlığını gizlemeyen, babasının da üyesi olduğu SS'leri, 2. Dünya Savaşı yıllarında Almanların gurur kaynağı olarak niteleyen, milyonlarca Musevi'nin hunharca katledildiği Toplama Kampları'nı, Cezalandırma Kampları olarak tanımlayan Haider, geçen hafta geçirdiği trafik kazası sonucu yaşamını yitirdi.

Ünlü deterjan firması Ariel'den çağrışımla, Viyana'daki Yahudi toplumunun lideri Ariel Muzicant'ın ön adına atıfta bulunarak, "Ariel ve bir pisliğin bir arada olmasına şaşıyorum" diyecek kadar da üslubu basit ve pervasız olan Haider'in lideri olduğu parti ve o zihniyetteki partiler, son genel seçimlerde Avusturya halkının neredeyse üçte birinin oylarını almayı başardılar.

Aslında Avrupa'da ırkçıların popülaritesini artıran, sadece bu ülkedeki yabancı işçilere veya göçmenlere duyulan öfke değil.

Avrupa Birliği uygulamaları da, pek çok birlik üyesi ülkede halkın tepkisine yol açıyor.

Örneğin Macaristan, Slovakya ve Estonya gibi kapitalizmle Soğuk Savaş sonrasında tanışmış ülkelerde temel gıda ürünlerinin fiyatlarının, hayat standartlarının daha yüksek olduğu birliğin varsıl ülkeleri Almanya ve Fransa'dakine eşit düzeye ulaşmış olması, birliğin ekonomik yaklaşımlarının sorgulanmasına neden oluyor.

Ulus devlet, bazılarının iddialarının aksine önemini her geçen gün daha da artırıyor yaşlı kıtada.

Mevcut küresel ekonomik kriz sonrasında gözlenen millileştirme ve ulus devletlerin, ulusal ekonomiler üzerindeki kontrolünün artırılması çabaları da küreselleşmeyi ve kapitalizmi tarihin sonu olarak gören algılamaların büyük bir yanılsama olduğunu gösteriyor.

Ayrıca bizzat Avrupa Birliği kurumlarınca yapılan kamuoyu yoklamaları, Avrupalı'nın, Avrupa Birliği vatandaşlığı ülküsünü henüz tamamen kabullenemediğini, ulusal kimliğine öncelik tanıdığını gözler önüne seriyor.

Avrupa Birliği'nin 27 üyesinin tamamında yapılan ankete göre, birlik bünyesinde yaşayan insanların sadece yüzde 67'si, kendisini Avrupalı olarak nitelendiriyor.

Öte yandan, yüzde 92 gibi ezici bir çoğunluk, ulusal kimliğini ön plana çıkararak kendisini Alman'ım, Fransız'ım ya da İtalyan'ım vb. şeklinde tanımlamayı tercih ediyor.

Yani Avrupa'da yaklaşık yarım yüzyıldır sürdürülen üst kimlik yaratma çabaları henüz başarıya ulaşamamıştır.

Son dönemde kıtanın çekirdek ülkeleri Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa'da sağ eğilimli partilerin yükselişi, milliyetçi ve ırkçı söylemlere ivme kazandırmış; İslam'ı, Avrupa için bir tehdit olarak algılayan bakış açısının güç kazanması ise, Hıristiyanlığı Avrupalılık kimliliğinin daha etkin bir unsuru haline getirmiştir.

Son dönemde Avrupa'nın göbeğinde cami inşasına karşı yapılan, "Anti-İslam" yazan dev pankartların taşındığı ve on binlerce kişinin katıldığı devasa gösteriler, internet sitelerinde her geçen gün sayısı daha da artan Müslümanlığı ve Hz. Muhammed'i hedef alan yazılar bu olumsuz gidişatın çarpıcı örnekleridir.

Avrupa'da yükselen milliyetçilik ve ulus devletin yeniden öncül rol kazanması, birliğin beraberinde getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar, Kuzey ile Akdeniz havzasında yer alan Avrupa ülkeleri arasında gözlenen uyumsuzluklar, uluslar üstü kurumsallaşma çabalarına da ağır darbeler indirmektedir.

Bu bağlamda, birliğin iki kurucu ülkesi Hollanda ve Fransa'da halkın Avrupa Anayasası'na reddetmesi düşündürücüdür.

Avrupa Birliği ülküsünün, önünü tıkayan en önemli sorunlardan biri de birlik üyesi ülkeler arasında dış politik yaklaşımlarda gözlenen görüş ayrılıklarıdır.

Avrupa Birliği'nin lokomotif ülkeleri arasında, tıpkı Irak'ın işgali öncesinde olduğu Rus-Gürcü savaşı sırasında da çok farklı sesler ortaya çıkmıştır.

Almanya, dış ticaretinde önemli bir yere sahip Rusya'ya karşı sert bir tavır alınmasını engellerken; İngiltere, Washington ile adeta ağız birliği edercesine Tiflis'e tam destek vermiş ve Rusya'ya karşı zorlayıcı önlemlere başvurulmasını istemiştir.

Bununla birlikte, Kafkaslardaki Kriz sırasında, Irak'ın işgali öncesinden farklı olarak Avrupa'nın Atlantik'in karşı kıyısından çok daha bağımsız bir politika izlemesi dikkatlerden kaçmamıştır.

Fransa'yı Tony Blair'i aratmayacak şekilde ikinci bir İngiltere haline getirerek Amerikancılığın Avrupa'daki bayraktarı durumuna getiren Nicolas Sarkozy, Almanya ve İtalya'dan gelen baskılara boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Londra ve Paris'in, Washington yanlısı tutumları bu kez sekteye uğramış ve Rusya'ya yaptırım uygulanması önerisi kabul görmemiştir.

Rusya, elindeki enerji kozunu çok iyi değerlendirmiş; Putin ve Medvedev devlet adamlığı ciddiyetinin ve ulus devlet bilincinin tarihteki en başarılı örneklerinden birini vermiştir.

Türkiye'nin, bütün bu gelişmelerden çıkaracağı çok önemli dersler vardır. Türkiye'nin öncelikli sorunları, tam bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak ve özellikle enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmaktır.

Anayasal rejimimizin ve toprak bütünlüğümüzün koruyucusu Türk Ordusu'nu yıpratmak için, yurtdışından nemalanan bazı vatan hainlerinin yürüttüğü nifak kampanyasına asla taviz verilmemeli ve susturulmalıdır.

TÜRK GÜVENLİK GÜÇLERİ'NİN, TERÖRLE MÜCADELESİNDE ELİNİ KOLUNU BAĞLAYAN AVRUPA BİRLİĞİ'NİN DAYATTIĞI SÖZDE DEMOKRASİ SAÇMALIKLARINA SON VERİLMELİDİR!!!

Türk güvenlik güçlerinin, sorgulamalarına süre sınırı konulması, operasyon için idari makamlarının onayının istenmesi vb. uygulamalar, terörle mücadele konusunda dünyanın en eğitimli ordularından biri olan Türk ordusunun önünü tıkamaktadır.

TÜRK KARAR ALICILARI, KÜRESEL EKONOMİK KRİZ VE KAFKASLARDA YAŞANAN SAVAŞTAN SONRA GELİNEN NOKTADA DÜNYANIN TEK KUTUPLU OLMADIĞI VE ULUS DEVLETİN YENİDEN YÜKSELİŞE GEÇTİĞİ GERÇEĞİNİ ARTIK ANLAMAK ZORUNDALAR.

IRAK'IN KUZEYİNDEKİ BÖLGESEL YÖNETİM, DAHA FAZLA ŞIMARTILMAMALI VE RUSYA'NIN KAFKASLARDA UYGULADIĞINA BENZER YÖNTEMLERLE CEZALANDIRILMALIDIR.

Bu sözde yönetimin Dohuk'taki sözde askeri karargahındaki dev bir haritada Türkiye'nin doğusundaki yerleşim birimlerinin büyük bölümünün hayali Kürt devletinin sınırları içerisinde gösterildiğini gözlerimle görmüş bir gazeteci olarak Barzani'ye ve Talabani'ye zerre kadar güvenmiyorum.

Türklük bilincine sahip her yurttaş ve soydaşımın da bu konuda benle hemfikir olduğundan eminim.

TÜRKİYE, TERÖRE KARŞI SAVAŞTA EN SERT ÖNLEM VE YÖNTEMLERE BAŞVURARAK ÜNİTER DEVLET YAPISININ ASLA AŞILAMAYACAK KIRMIZI ÇİZGİSİ OLDUĞUNU DOSTA DÜŞMANA GÖSTERMEK ZORUNDADIR!!!

SON SÖZ: RUS, SAAKAŞVİLİ'YE KRAVATINI ÇİĞNETTİRİYORSA, BARZANİ'YE DE GEREKİRSE POŞİSİNİ YEDİRTECEĞİMİZİ ARTIK GÖSTERMEMİZ GEREKTİĞİ ORTADADIR. GEREĞİ NE İSE O YAPILMALIDIR.