Bu sayfayı yazdır

Ulusal Çıkarları Yok Sayan Bir Kadro Terörle Mücadele Edemez

Yazan  02 Eylül 2015

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında, PKK’nın gücü iyice zayıflamış ve terör olayları minimize edilmişti. 2002 yılında şehit sayısı 7 asker/polistir.(1) PKK lideri Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının ardından toparlanmak için eylemsizlik kararı alan terör örgütü, 2004 yılından itibaren silahlı varlığını tekrar harekete geçirmiştir. Terör örgütünün şiddet eylemleri, 2007-2008 yıllarında zirveye ulaşmıştır. AKP iktidarı ile birlikte, 2002-2006 yılları arasındaki dönem terörle mücadelede açısından tümüyle kaybedilmiş yıllardır.(2) “Demokratik Açılım Süreci”,Temmuz 2009’da İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yapılan bir konuşma ile başlatılmıştır. Hükümete göre hedef, demokratikleşme yolu ile terör sorunun çözülmesiydi. 10 Mart 2009’da, Cumhurbaşkanı Gül İran’a giderken bu konuda soru soran bir gazeteciye, “yakında çok güzel şeyler olacak” diyordu.(3) Çünkü 29 Mart 2009’da yerel seçimler vardı ve bu seçimler AKP için çok önemliydi.

19 Ekim 2009’da, örgüt lideri Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nın kontrolündeki Kandil ve Mahmur kamplarından 34 kişilik bir grup, terörist kıyafetleri ile Habur sınır kapısından Türkiye’ye giriş yaptı. Teröristler, Silopi’de HDP yöneticilerinin de bulunduğu 50 bin kişi tarafından davul, zurna ve halaylarla karşılandı. Habur’da çadırda kurulan mahkemede teröristlerin yargılaması yapıldı. Sorgulama sonrası serbest bırakılan teröristler, o dönemin HDP Genel Başkanı’nın da yer aldığı 15 HDP milletvekili tarafından Diyarbakır’a gitti. Bin araçlık konvoyla Diyarbakır’a gelen grubu 50 bin kişi karşıladı. (4) Cumhurbaşkanı Gül’ün, altı ay önce “güzel şeyler olacak” dediği olay, PKK’nın bu gövde gösterisi olmalıydı. Siyasi iktidarın “Türkiye’de güzel şeyler oluyor” demesinin ardından gerçekleşen Habur olayı PKK’nın başarısı ile sonuçlanmış oldu. Oysa Habur olayına kadar geçen sürede, 7.000 asker, polis ve köy korucusu şehit olmuş, 5.500 sivil katledilmişti.(5) Habur olayı,Türk Siyasi ve Hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti.

MİT Müsteşarı başkanlığında bir heyet tarafından PKK ile “Oslo Görüşmeleri”nin yürütüldüğü ve PKK ile bir protokolün yapıldığı haberleri basında yer aldı. Protokolde, Haziran 2011 seçimlerine kadar ateşkesin sağlanması, KCK tutuklularının ve bazı Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, bölgedeki operasyonlara son verilmesi gibi maddelerin olduğu ortaya çıktı. Görüşmelere, İngiliz ve diğer yabancı temsilcilerin katıldığı yazıldı.(6) Böylece PKK, hükümet tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında, bir taraf durumuna getirilmiş ve İngiltere üçüncü göz olarak görüşmelere katılmıştır. Türkiye genel seçim sürecine giriyordu. Ulusal çıkarları elinin tersiyle iten siyasi iktidar için öncelikli konu, 12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimlerdi ve bu seçimler AKP için çok önemliydi.

1 Eylül 2013’te, Dünya Barış Günü nedeniyle HDP Diyarbakır’da bir miting düzenledi. Mitingde PKK marşı okundu, bu arada PKK’nın Suriye kolu PYD’nin eş başkanı Asya Abdullah mitinge katıldı. 8 Haziran 2014’te Diyarbakır’da bir terörist askeri kışlaya girerek Türk Bayrağını indirdi. 15 Ağustos 2014’te Lice’de bir teröristin heykeli dikildi. Heykel, ancak 4 gün sonra mahkeme kararıyla kaldırıldı.(7)

15 Kasım 2013 yılında, Nusaybin’de görev yapan askeri araçlara PKK’lı teröristler ateş açtı. Askerler karşılık verdi. Genelkurmay Başkanlığı bu konuda: “…Açılan bu ateşe, meşru müdafaa kapsamında Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçlar üzerindeki makineli tüfekler ile derhal karşılık verilmiş, unsurlarımızın karşı ateşi üzerine terörist ateşi kesilmiştir…” şeklinde bir açıklama yaptı.(8) Genelkurmayın açıklaması, yardımsever derneğinin protestosuna karşı yapılmış gibiydi. Fakat PKK, bir yardımsever derneği değildi. Bu, terörle mücadeleden sorumlu Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın terörle mücadele stratejisine katkı sağlayacak, tarihte örneği olmayan ilginç bir açıklamaydı. Çünkü 30 Mart 2014’te yapılacak yerel seçimler AKP için çok önemliydi. Seçimdeki başarının önemi, teröristlerin eylemine karşılık verilmesini bile “meşru müdafaa” gerekçesine dayandırmıştı. Sonuçta, terörle mücadele stratejisine yeni bir yaklaşım getirilmişti.  

16 Kasım 2013’te, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Başbakan Erdoğan ile Diyarbakır’da görüşmesi planlandı. Barzani, Habur sınır kapısından 50 araçlık bir konvoyla törenlerle karşılandı. Diyarbakır caddeleri Kuzey Irak Barzani yönetiminin bayraklarıyla donatıldı. Diyarbakır Valiliği önündeki “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısı kaldırıldı. Diyarbakır Belediye Başkanı, Barzani’yi “Kuzey Kürdistan’a hoş geldiniz” sözleriyle karşıladı. Barzani’nin yanında gelen Kürt Şarkıcı Şirvan Perver ile İbrahim Tatlıses beraber şarkı söylediler. Kürtçe şarkılar söylendiğinde çok duygulanan devlet protokolü hep birlikte ağladı. Erdoğan konuşmasında, “Kürdistan” kelimesini kullandı.(9) Erdoğan-Barzani görüşmesinin, başkent Ankara yerine Diyarbakır’da yapılması, önemli olduğu kadar ilginçti. Oysa üç ay önce, Temmuz 2013’te Barzani’nin çağrısı ile Kuzey Irak’ta Erbil’de Kürt Kongresi toplanmıştı. Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt temsilcilerinin katıldığı bu kongrede dört ülkede (Türkiye, İran, Irak, Suriye) bulunan Kürtlerin bir Kürt Devleti oluşturma konusu görüşüldü. Barzani, konuşmasının sonunda, "… Sayın Öcalan'ın da aramızda bulunmasını isterdim… Şehitler Ölümsüzdür. Yaşasın Kürtler. Yaşasın Kürdistan" demişti.(10) Türkiye’nin ulusal çıkarlarına tümüyle aykırı olan bu tablo ortada iken,Başbakan Erdoğan’ın Barzani’yi Diyarbakır’a davet etmesi uluslararası ilişkilerde rastlanır bir durum değildi. Ancak, 30 Mart 2014’te yerel seçimler ve 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçimleri vardı. Bu seçimler, Türkiye’yi yönetenler için çok önemliydi.  

Barzani ile görüşmesinin ardından, Diyarbakır programının ikinci gününde Başbakan Erdoğan, Bismil ilçesinde: “…Diyarbakır değiştikçe, Irak değişecek, Suriye değişecek… Biz o eski Türkiye dönemini kapattık. Yeni Türkiye, ruhuyla, özüyle kucaklaşan bir Türkiye’dir.” şeklinde konuştu.(11) Gerçekten çok değil, iki yıl sonra Türkiye, Irak ve Suriye değişecekti. 2015’te PKK, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kontrolü ele geçirecek güce ulaşacaktı. Türkiye’yi yönetenlerin izlediği “Stratejik Derinlik” ve“Sıfır Sorun Politikası” sonucunda, Irak ve Suriye fiilen bölünecek, 22 milyon nüfuslu Suriye’nin 13 milyonu evlerini terk edecekti. Türkiye’nin Suriye sınırında bir “PKK Devleti”nin tohumları atılacak, IŞİD, PKK gibi Türkiye’yi de tehdit edecek bir konuma getirilecekti. En önemlisi, Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikede olacaktı. 

30 Ağustos 2014 Resepsiyonu’nda, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, “Çözüm Süreci” ile ilgili olarak şunları söyledi: “Çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz. Kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik, gereğini de söyleriz…”(12) Genelkurmay Başkanı,“kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik” şeklindeki sözleri söylediğinde, AKP tarafından başlatılan “Demokratik Açılım” ve “Çözüm Süreci” ile PKK, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun bazı yerlerinde kontrolü ele geçirmeyi sürdürüyordu. “Alan Hâkimiyeti” de tamamen terör örgütünün eline geçmişti.Oysa “Alan Hakimiyeti”nin kazanılması için 20 yıl önce binlerce şehit verilmişti.Askerler tarafından teröristlerin yerlerinin belirlenmesine ve istihbaratın teyit edilmesine rağmen, mülki makamlar operasyona izin vermiyordu. Terörle mücadele eden Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın, “Siyasi iktidarın proje ile ilgili çizdiği yol haritasından haberimiz yok” itirafı, iş işten geçtikten sonra yapılmıştı. Bu itiraf, Türkiye’yi yönetenlerin, aslında terörle mücadelede ne kadar ciddi olduklarının bir göstergesiydi.

6-7 Ekim 2014’te, IŞİD’in Suriye’de Ayn el Arap’a (Kobani)  saldırısı gerekçesiyle, Türkiye’de halkın kışkırtılması sonucu 45 vatandaş hayatını kaybetti, 2 polis şehit oldu. 25 Ekim 2014’te, Yüksekova’da 3 asker, işlek bir caddede gündüz saatlerinde başlarından vurularak şehit edildiler. 29 Ekim 2014’te, Diyarbakır Bağlar ilçesinde pazarda ailesiyle alışveriş yapan bir astsubay, başına ateş edilerek şehit edildi.(13) Bu eylemlere rağmen PKK’ya operasyon yapılmadı. Sınır ötesi hava harekâtı da düşünülmedi.Çünkü, 7 Haziran 2015’te genel seçimler yapılacaktı ve bu seçimler Türkiye’yi yönetenler için çok önemliydi. Bu nedenle, PKK’ya operasyon öncelikler arasında değildi.

Türkiye-Suriye sınırının 37 kilometre güneyinde bulunan Türk toprağı Süleyman Şah Saygı Karakolu (Türbesi), 22 Şubat 2015’te bulunduğu bölgeden tahliye edilerek sınırın yaklaşık 200 metre yakınına, Suriye Eşmesi’ne getirildi. Suriye’deki Türk toprağının terki anlamındaki bu tahliye, Kobani’nin (Ayn el Arap) PYD tarafından ele geçirilmesi ve “Kürt Koridoru” taşlarının döşenmesi aşamasında gerçekleşti. Aslında, Süleyman Şah Türbesi’nin taşınmasıyla, ABD, İsrail ve PKK’nın Suriye kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı Kürt Koridoru’nun önündeki engellerden biri, Türkiye’yi yönetenler sayesinde kaldırılmış oldu. Stratejik öngörü böyle bir şeydi ve PKK’nın kolu PYD’ye Türkiye-Suriye sınırında Kürt Devleti’nin kurmasına ön ayak olunmuştu. Çünkü, 7 Haziran 2015’te genel seçimler vardı ve bu seçimler iktidar için çok önemliydi.

7 Haziran 2015 genel seçim sonrası, terör olaylarının hızla artması nedeniyle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,  Ağustos 2015’te NTV canlı yayınında, Genelkurmay Başkanı’nın belki de söyleyemediği, güvenlik kuvvetlerinin PKK’nın eylemlerine sessiz kalışını şöyle açıkladı: “Halkın şöyle söylediğini biliyorum ‘Üzerinde silah olan bu PKK’lı teröristler karakolun önünden geçiyor. Asker de onlara hiç bir şey yapmıyor.’ Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi vardı, terörün tekrar hortlamaması ve siyasi görüşmelerin sonuca ulaşması.”(14) AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay da Habertürk’te: “Devlet ‘Çözüm Süreci’nde operasyon yapmazken, PKK yığınak yapıyordu. PKK 2,5 yıllık çözüm süreci boyunca silahı bırakmadığı gibi aksine daha çok palazlandı. İnsan kaçırmak, haraç kesmek, karakol kurmak, vergi daireleri oluşturmak gibi faaliyetlerde bulundu…” şeklinde itiraflarda bulundu.(15) Bu sözler, gerçekte Anayasa ile Türk Ceza Yasası’nın rafa kaldırıldığının itirafıydı.

Türkiye’yi yönetenler, “Türkiye’nin güvenliği, toplumun refah ve mutluluğu” demek olan ulusal çıkarları işte böyle korudular. “Çözüm Süreci”ni, ülkenin güvenliğinden sorumlu makamlarla bile paylaşmadılar. Ülkenin güvenliğinden sorumlu makamlar da, iş işten geçtikten sonra bir şeyler söylemeğe çalıştılar. “Çözüm Süreci”nde, stratejik hata yaparak toplum, meclis ve ordu (emniyet güçleri) dışlandı. “Çözüm Süreci”, anahtarı İmralı’da olacak şekilde, iktidarda kalmanın bir kozu olarak yürütüldü. Ancak, “Çözüm Süreci”nin, “Ulusal Çıkarlar”a aykırı olduğu ve Türkiye’yi bölünme noktasına getirdiği gerçeği gizlenemedi.

PKK terör örgütü, “Çözüm Süreci” döneminde, operasyonların durması sayesinde Türkiye’ye en az 80 bin silah ve 63 ton patlayıcı madde depoladı. Suriye iç savaşında modern tanksavar silahları (Milan) elde ederek Türkiye’ye getirdi.(16) Bu silahlar getirilirken, güvenlik ve istihbarat birimlerinin sessiz kalma gerekçesi, Türkiye’nin milli güvenliğinin korunması yerine, tek kişi iktidarının sürdürülmesinin sağlanması ile açıklanabilirdi. AKP iktidarı, Barzani’yi destekleyerek, Kuzey Irak’ta bir Kürdistan’ın oluşmasına katkıda bulundu. İzlediği ihtiras dolu Suriye politikasıyla, Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kolu PYD’nin bir Kürt devleti oluşturmasının önünü açtı. “Çözüm Süreci” ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da devletin egemenliği tartışılır duruma getirildi. IŞİD, PKK gibi Türkiye’yi de tehdit edecek bir konuma getirildi. En önemlisi, Türkiye’yi yönetenler, PKK terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi kabul ederek PKK’yı meşrulaştırdı. Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye atılmış oldu. Sonuçta, iktidarda kalma ihtirası uğruna ulusal çıkarları elinin tersi ile iten bir kadronun, terörle mücadele etme azim ve kararlılığında olamayacağı gerçeği tekrar ortaya çıktı.

Önümüzdeki süreçte, İmralı ile bir anlaşma yapılarak PKK eylemlerinin geçici olarak durdurulması hedeflenmekte ve 1 Eylül Dünya Barış Günü böyle bir fırsat için kollanmaktadır. PKK, eylemlerini dondursa da, bölgede kontrolünü pekiştirmek ve gücünü artırmak için geçmişte olduğu gibi çalışmasını sürdürecek ve kaybeden yine Türkiye olacaktır. Ancak, seçim birinci önceliklidir ve önemli olan seçimden başarılıyla çıkmaktır. Çünkü 1 Kasım 2015’te genel seçimler yapılacaktır ve bu seçimler Türkiye’yi yönetenler için çok önemlidir.

 

(1) Aktif haber, 17 Ağustos 2011.

(2) Alaettin Parmaksız, PKK Gerçeği, s.130;  Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.142. 

(3) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.153.

(4) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.154-156.

(5) Alaettin Parmaksız, PKK Gerçeği, s.33.

(6) Akşam Gazetesi, 24 Nisan 2013; CNN TÜRK.com, 18 Eylül 2012, saat 15.17.

 (7) Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2015; Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 8 Ağustos 2015.

(8) Hürriyet Gazetesi, 15 Kasım 2013.

(9) Hürriyet Gazetesi, 16 Kasım 2013.

(10) Hürriyet Gazetesi, 23 Temmuz 2013.

(11) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.179. 

(12) CNN TÜRK. Com, 30 Ağustos 2014, 21.06.

(13) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye, s.166.

(14) Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 7 Ağustos 2015.

(15) Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 7 Ağustos 2015.

(16) Prof. Dr. Ümit Özdağ, 21. Yüzyıl Enstitüsü, Seçime Giderken PKK Ayaklanması, 26 Ağustos 2015.