Vicdani Ret’çiliği Toplum Vicdanı Kabul Edebilir mi?

Şiddeti gittikçe artan terör eylemlerinin ve Ekim ayı sonunda yaşanan talihsiz bir depremin acıları henüz sarılmamışken bedelli askerlik ve ardından vicdani ret tartışmaları gündeme gelmiştir.

Bir insan hakkı olarak gündeme gelen "Vicdani Ret" bireylerin politik, ahlaki ve dini görüşleri sebebiyle zorunlu askerliği reddetmesidir.[1] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel hak insani olarak görülen vicdani ret uzun bir aradan sonra ülke gündemine oturmuştur. 1994 yılında Osman Murat Ülke'nin açtığı davaya dayanan bu tartışma Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Türkiye'yi AİHM'nin kararını uygulamaya zorlaması ile hızlanmıştır. 1995 yılında vicdani reddini açıklayan Savaş Karşıtları Derneği Başkanı Osman Murat Ülke 7 Ekim 1996 tarihinde tutuklanmış, daha sonra Türkiye'yi AİHM'ne şikayet ederek 2006 yılında 11 bin Euro tazminata mahkum etmiştir. Avrupa Konseyi vicdani ret hakkının Türkiye ve Azerbaycan'da tanınmamış olduğunu belirterek AİHM'nin kararının bağlayıcı olduğunu Türkiye Cumhuriyeti makamlarına vurgulamıştır.

Elbette her ülkede zorunlu askerlik sistemi uygulanmadığı için vicdani ret gibi bir tartışma da doğal olarak hükümsüzdür. Ancak zorunlu askerliğin olduğu ülkelerin bir kısmı vicdanı reddi kabul etmiştir, ki bunların içinde Avrupa ülkeleri de bulunmaktadır. Vicdani reddin kabul edilmiş olmak hiçbir devlet hizmetine tabi olunmaması anlamına da gelmemektedir. Örneğin İtalya, Finlandiya, Belçika gibi ülkelerde vicdani ret söz konusu iken bazı Avrupa ülkelerinde son yıllarda zorunlu askerlik hizmeti kalkmıştır. Avrupa'nın aksine ABD'de vicdani ret dini inançların da ötesinde ancak belli savaşlarda yer almayı reddetmek bu kapsamda görülmemektedir.

Askerlik her ülke ve her millet için aynı anlamı ifade etmemektedir. Hatta kimi ülkeler için bir ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. AB üyesi ülkelerin birliğin ekonomik ve siyasi yapısından dolayı zorunlu askerlik ihtiyacı yoktur. Hatta, AB'nin kuruluş amacı zaten üye ülkelerin birbirleriyle olan geçmişe dayalı husumetlerin ortadan kaldırılması olduğundan zorunlu askerlik ihtiyacı görülmemektedir.

Öte yandan, askerlik bazı ülkeler için bir güvenlik meselesidir. Ortadoğu coğrafyasında Avrupa ile Asya arasında sıkışmış bir Türkiye'nin de en hayati meselelerinden birinin güvenlik olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Osmanlı'nın yıkılış dönemlerdindeki Kafkas Savaşı, Balkan Savaşı ve İstiklal Savaşı'nda Türk halkının asker ihtiyacının daim olduğu görülmüştür. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti her zaman için Batı'nın deyim yerindeyse gözünün kaldığı topraklar üzerinde, çatışmalı Ortadoğu coğrafyasında varlığını sürdürmektedir. Arap Baharı'nın etkisi ile iç çatışma ihtimalinin her geçen gün artmakta olduğu Suriye, her an bir müdahale ihtimali ile diğer yanımızda duran İran ve 2015 yılına az bir zaman kala ilişkilerin tekrar askıya alındığı Ermenistan'ın yanı sıra kaderi belirsiz Irak Türkiye'nin güvenliği için uzun vadede birer tehdit olarak görülebilir. Böyle bir coğrafyada yaşamanın bedeli elbette Finlandiya veya Belçika gibi daha sakin bir coğrafyada yaşamaktan daha farklı olacaktır. Bu nedenle dış güvenlik bağlamında vicdani ret tartışmaları kabul edilebilir gözükmemektedir.

Vicdani ret tartışmalarının aslında en önemli noktalarından bir tanesi de Türk milletinin dokusu, yapısı ve tarihi gereği orduya duyulan saygı, güven ile askerliğe atfedilen toplumsal değerdir. Türk ordusu'nun tarihi toplumsal bellekte Mete Han'a dek uzanmakta, 2000 yıllık bir tarihi, kurulan imparatorlukları simgelemektedir. Bu tarihsel süreç içinde ordu askerlik ile özdeşleştirilerek Türk kimliğinin gurur verici bir öğesi olmuştur. Çünkü, toplumsal bellekte Türklerin Anadolu'ya gelişi de, İstanbul'u, Hicaz'ı ve Avrupa'nın doğusunu fethetmesi de bu askerler ile gerçekleşmiştir. Daha da önemlisi işgal edilmiş Anadolu topraklarını yine bu halk, kadın-erkek her biri birer asker olarak kurtarmıştır. Dolayısıyla askerlik bir meslek olmanın ötesinde Türk kimliğinde bir başarı unsurudur. İstiklal Savaşı sonrasında askerlik verilen mücadele gereği hem daha önemli bir yer edinmiş hem de erkekler kadar kadınlar için de manevi bir önem kazanmıştır. Askerlik bir açıdan erkek çocukların olgunlaşıp sosyal hayata katılabilecek duruma gelip gelmediklerinin test edildiği bir hayat okulu olarak algılanmaktadır. Halk arasında askerliğini yapmayana kız verilmemesinde kısmen bu duygu ve anlayış rol oynamaktadır. "Askerliğini yapınca adam olur" ve "Her Türk asker doğar" sözleri Türk kimliğinin içinde bir asker çekirdeğinin varlığını göstermektedir. Bu çekirdek askerlik görevi yerine getirilerek kimlikte bütünleşmektedir. Bu nedenle de zaten askerlik yapamayacak durumda dahi olan erkekler genellikle rahatsızlıklarını gizlemeyi ve ısrarla bu hizmeti yerine getirmeyi istemektedirler. Türk ulusunda erkeklerin çeşitli meslekleri vardır. Ancak her erkeğin yaşadığı ortak bir yaşantısı vardır. O da askerlik görevidir. Her Türk erkeği bu bağlamda askerdir. Askerlik toplumda Peygamber ocağı olarak bilinir. Bu ocağın içinde olmak toplumsal bellekte kutsal sayıldığı için ordu da ulvi bir kurum olarak görülmektedir. Türk ordusunda askerlere Mehmetçik denmesi de tesadüfi değildir. Çünkü Mehmet ismi Hz. Muhammed'in Türkçe'deki karşılığıdır. Dolayısıyla bir yerde Mehmetçikler peygamberin de çocukları ve askerleri olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede her Türk kadını da bir asker anası, karısı veya kardeşidir. Bu da erkekler kadar kadınları da askerlik hizmetine bağlayan ortak bir kader olmuştur. Asker yolunu gözleyen anneler kadar asker yolunu gözleyen nişanlılar da halk türkülerinde, ağıtlarda yerini almıştır. Kısacası, askerlik görevi toplumun tümünü biraraya getiren, paylaşılan bir durumdur. Ayrıca, askerlik belli bir dönem içinde toplumun farklı sosyo-ekonomik kesiminlerinden gelen genç erkekleri biraraya getirerek bu gençlerin yeni bir ufuk, kültür, sosyal hayat ve gelenek tanımalarına yardımcı olmaktadır. Zorunlu askerlik görevi Türk erkekleri açısından ayrı bir öneme de sahiptir. Genellikle kültürel olarak anneleri, kardeşleri ve eşleri tarafından el üstünde tutulan erkekler belki de ilk defa hayatta kalma, kendi kendini idame ettirme başarısını askerlik yaptıkları süre boyunca göstermektedir.Tüm bu sebeplerden dolayı askerlik Türk toplumunun hem tarihi belleğinde hem de gönlünde çok kıymetli bir yere sahiptir.

Askerlik kurumunun toplum nezdinde bu denli önemli olmasından dolayı vicdani ret tartışmaları toplumda karşılık bulamayacaktır. Bu kadar manevi değeri olan, hayatın bir evresinde her erkeğin ortak "mesleği" olan askerlik bazıları tarafından reddedildiğinde ortaya bir kabul sorunu çıkacağı aşikardır. Askerliğini yapmış birisi ile vicdani retci karşı karşıya geldiğinde vicdani retcinin kendisini psikolojik olarak ezik ve mahcup hissetmesi kaçınılmazdır. Vicdani reddin bir başka yönü de bireylerin bir gruba dahil olma ihtiyacı ile ilgilidir. Askerlik yapan erkeklerin ortak askerlik anıları vardır. Bu anılar aracılığı ile ortak bir aidiyet, ortak bir kimlik oluşturulur. Bu, Türk askeri, Mehmetçik kimliğidir. Vicdani retci bir birey askerlik hizmetini tamamlamış bir grubun içerisinde kendini yalnızlaştırılmış hissedecektir. Çünkü ortak, paylaşılan bir anı olmayacaktır. Bu grup ve toplum psikolojisinin bir gerçeğidir. Daha da önemlisi, kültürümüzde bu denli yeri olan, sosyal hayatın belli bir evresinde mihenk taşı olan askerlik vicdanı ret karşısında toplum vicdanında daima üstte olacaktır. Erkeklerin çocukluk dönemlerinden beri bir gün büyüdüklerinde asker olacakları onların zihninde bir hayal olarak yaşamaktadır. Toplum vicdanı tüm bu değişkenler etkisinde vicdani reddi kabul edemeyecektir.



[1] Vicdani Ret Nedir?, Barış İçin Vicdani Ret Platformu, http://www.barisicinvicdaniret.org/?page_id=70, erişim tarihi: 17 Kasım 2011.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display