Bu sayfayı yazdır

Yunanistan savaş yerlerinde

Yazan  22 Ekim 2018

Türkiye kendisine katma değer yaratmayan aksine enerjisinin boşa harcanmasına neden olan, ana tehdit ve sorunlara odaklanmasını engelleyen, kendi kontrolünde olmayan gündemle meşgul ediliyor.

Bunlardan birisi Suudi gazetecinin akıbeti. Manşetlere bu olay çıkarılınca sahne gerisinde ne olduğu gözden kaçırılıyor. Nitekim Kaşıkçı olayının Türkiye-ABD-S.Arabistan üçgeninde İran hedefli yeni bir ortaklığın oluşabileceğinin işaretleri geliyor. 

Ziyaretinin asıl amacı Kaşıkçı olan Pompeo'nun Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı ile görüşmesine katılanlara bakıldığında bunu görebilirsiniz. ABD'nin Suriye özel temsilcisi James JEFFREY de orada. Ne olup bittiğini de onun açıklamalarında gizli.

Bakın ne diyor: "Türkler, Başkan Trump tarafından çarpıcı şekilde BM Genel Kurulu'nda ortaya konulan Suriye'deki ana hedeflerimiz konusunda bizimle hemfikir. Bu hedefler İran'ın Suriye'den tamamen çekilmesi, çatışmaları hafifletmek ve siyasi süreci yeniden canlandırmak".

O zaman soralım:

Türkiye Suriye konusunda ABD ile büyük oranda hemfikir mi? Değilse Jeffrey'i niye yalanlamıyorsunuz?

Suriye'nin dörtte birini kontrol eden PKK/PYD'ye silah, eğitim, askeri, siyasi, ekonomik destek veren ABD'nin bu politikası Suriye sorununun küçük bir bölümü mü?

Büyük oranda hemfikirsek bu küçük parça için de ikna olup hemfikir olmaya yani ABD'nin kurduğu yapıyı kabullenmeye hazır mısınız?

Menbic'teki oyalama bunun anahtarı mı? Sahada hiçbir şey değiştirmeyeceği bilinmesine rağmen, Türk askerinin Menbic sınırları içine girmeyeceği belli olmasına rağmen ortak devriyeye başlanacak olmasını niye olumlu bir gelişme gibi pohpohluyorsunuz?

***

Biz Kaşıkçı olayının magazin boyutuyla oyalanırken Ege ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'ye yönelik kuşatma ve Türkiye'nin direncini kırmaya yönelik karşı saldırılar artarak devam ediyor.

Türkiye'nin dün Barbaros Hayrettin Paşa gemisini Doğu Akdeniz'de sismik araştırma faaliyetlerine başlatması, Fatih gemisini de gönderecek olması Yunan-Rum ikilisini harekete geçirdi. Hatta Yunanistan savaş yerlerini donattı, savaş pozisyonuna geçti dersek abartmış olmayız.

Dışişleri Bakanlığı geminin faaliyete başladığını duyurduğu açıklamasında Yunanistan'ın da bölgede bir tırmanmaya neden olacak davranışlardan uzak durması için uyardı.

Türk tarafı tek bir açıklamayla konuyu geçiştirirken Barbaros'un araştırma bölgesine intikali Yunanistan'ı alarma geçirdi. Yunan medyası neredeyse anlık haber ve yorumlarla konuyu gündemin tepesine taşıdı.

Yine Yunan medyasına bakılırsa Yunan Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı gününü gecesini karargahta harekat merkezinde geçirdi. Barbaros gemisini takip için daha fazla Yunan deniz ve hava unsurları bölgeye gönderildi.

Dün akşam saatlerinde Yunan fırkayetninin Barbaros gemimizi taciz ettiği, Türk savaş gemisinin karşılık verdiği medyaya yansıdı. Yunan medyası hemfikir olmuşçasına Yunan fırkateyninin taciz yapmadığını Türklerin provokasyon yaptığını yazdı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının açıklamasında ise Yunan gemisinin taciz yaptığı açıkça ifade ediliyordu.

Ancak burada devletin işleyişi bağlamında Enerji Bakanlığının bu açıklamasına dikkat çekmek gerekiyor. Dış politika ve savunma/güvenlikle ilgili bu içerikte, böyle bir açıklamayı niye Enerji Bakanlığı yapar? Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarına ne oldu? Genelkurmay nerede?

Yunan tarafı savaş yerlerine geçmişken Türk tarafında kimin ne iş yapacağı, hedef-yetki ve sorumluluklarda karmaşa görüntüsü var ki bu çok tehlikeli.

Önümüzdeki haftalarda Rumların Kıbrıs güneyindeki sahalarda Exxon-Mobile şirketiyle başlatacağı sondaj çalışmalarına Türkiye'nin muhtemel müdahalesi halinde büyük krizlerin çıkabileceği öngörüsüyle alternatifler hazırlayan, İsrail, Mısır, ABD, Fransa ve AB'yi yanına alan Yunan-Rum ikilisine karşı Türkiye'nin hiç de hazırlıklı olmadığını görüyoruz.

Türk kamuoyunun Ege ve Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimiz konusunda hiç bir şekilde bilgilendirilmediği, kamuoyu oluşturulmadığı maalesef bir gerçek.

Yunan-Rum tayfası bu konuyu milli dava hale getirmişken, sadece münhasır ekonomik bölge ilanlarıyla değil eşzamanlı olarak Kıbrıs'ı da Girit gibi ilhak etmeye koşar adım giderken, Türk hükümetinin ısrarla Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs konularını içeride gündem maddesi yapmamaya çalıştığı görülüyor.

Halbuki üç maymun oynamayı bırakıp Kıbrıs'ın Girit, Ege'nin Yunan gölü olmasına izin verilemeyeceğine, Ege-Akdeniz'deki haklarımızdan vazgeçilmeyeceğine ilişkin tutumun Türk medyasında, kamuoyunda, Bakanlıkların açıklamalarında artık milli bir dava olarak sürekli çığlık haline gelmesinin zamanı çoktan geçiyor bile.