Bu sayfayı yazdır

“24 NİSAN 1915, SÖZDE ERMENİ SORUNU VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI” “MİLLİ ŞEHİT BOĞAZLAYAN KAYMAKAMI MEHMET KEMAL BEY”

Yazan  24 Nisan 2020

Dünya Kamuoyunda her 24 Nisan’da gündeme gelen “Tehcir”, yıllardır Ermenilerin Osmanlı Devletine aleyhine giriştikleri isyan ve eylemlere karşı devletin aldığı tedbirler, hükümetin meşru savunma ve egemenlik hakkını kullanmadır.

“Ülke içinde bir yerden başka bir yere nakil anlamını taşıyan bir çeşit zorunlu göçtür”. Savaş zamanları gibi olağanüstü durumlarında, ülke içinde, bir yerden başka bir yere zorunlu insan naklini her ülkenin yapabileceği bir işlemdir. 24 Nisan 1915’de, henüz “Tehcir”in yani “Sevkiyat Kanunu” çıkmadan önce Ermenileri silahlandıran gizli Ermeni komitelerine, Türk polisi tarafından bir iç güvenlik operasyonu yapılmış, merkezleri dağıtılmış, evraklarına el konulmuş ve 2345 terör örgütlerinin elebaşları tutuklanmış, ancak bir tek Ermeni ölmemiştir. Ermeni çevrelerin “Sözde Ermeni Soykırımı”nın yıl dönümü olarak kutladıkları 24 Nisan, işte komitecilerin tutuklandığı tarihtir. Bu tarih, 105 yıldır tekrarlanarak beyinlere kazınmakta ve Ermeni Diasporası tarafından, “Sözde Ermeni Soykırımı” olarak pazarlanmaktadır. Her yıl 24 Nisan’da, ya ABD Kongresi’nde başkan tarafından yapılan konuşmada, ya Avrupa Parlamenter Meclisinde ya da Avrupa Devletlerinin Parlamentosunda, “Sözde Ermeni Soykırımı” anısına bir kısım açıklamalar yapılmaktadır.

       

“Sözde Ermeni Sorunu”, yıllardır Emperyalist devletler tarafından, Türkiye’yi dünya siyaset arenasında köşeye sıkıştırmak ve kendi siyaset emellerini gerçekleştirmelerine zemin hazırlamak için gündemde tutulmuştur. Türkiye’yi kendi siyaset ekseninde tutmak isteyen Batılı güçler, 1878’e kadar Türkler ile Ermeniler arasında yüzlerce yıllık süren dostluğu, “Sözde Ermeni Sorunu” yaratarak her vesile ile kullanmak istemiştir. Bu tarihe kadar Ermeniler, mensubu oldukları Osmanlı Devleti’nin her alanda gelişmesi ve ilerlemesi için çalışmış, asırlardır huzur içinde yaşamış ve devlet idaresinin her kademesinde görev almışlardır. Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerde kırılma ve dönüm noktası, 1877-1878 Osmanlı-Rus (93Harbi) savaşında yaşanmıştır.  Savaş sonrasında “Sözde Ermeni Sorunu”, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi Emperyalist ülkelerce Osmanlı Devleti’nin önüne getirilmiştir. Ermenileri, Osmanlı’ya karşı kullanacak önemli bir unsur olarak görmüşler ve Doğu Anadolu’da hayali bir Ermenistan vaat etmişlerdir.  13 Temmuz 1878 Berlin Barış Antlaşması ile ”Sözde Ermeni Sorunu” uluslar arası boyut kazanmasının ilk başlangıcı olmuştur. Bu anlaşma ile Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından Ermeni Sorunu sahiplenmiş ve kullanılmıştır. Osmanlı Devleti aleyhine bilenmiş olarak 1887’de “Hınçak” ve 1890’da “Taşnak” ihtilalcı Ermeni örgütleri kurulmuştur Ortak hedefleri, büyük devletlerin desteğini alarak Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren Doğu Anadolu’da bir “Büyük Ermenistan” hayalini hayata geçirmek için Osmanlı’ya karşı isyanlara ve terör eylemlerine başlamışlardır. “Ermeni Sorunu”nun temelinde, tarih boyunca emeli olan Doğu Anadolu’da, “Altı Ermeni Vilayeti” (Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas) ”Batı Ermenistan” olarak kabul ettikleri ve yayınlarında gösterdikleri “Büyük Ermenistan Devleti” kurma hedefi oluşturmuştur. Bu hedefe ulaşmak için Osmanlı Devleti’nin karşısına “Ermeni Gailesi (Soykırım)” çıkarılmıştır. Ermenistan, Sovyetler Birliği’nden ayrılırken yayımladığı “Bağımsızlık Bildirgesi”nde, Doğu Anadolu’yu ”Batı Ermenistan” olarak tanımlamış ve toprakları üzerindeki emellerini tekrarlamışlardır.

“Sözde Ermeni Sorununu”, 1890-1910 dönemi içerisinde Türkiye’den ABD’ye göç eden 50.000’e yakın Ermeni ve burada yaşayan Ermeniler ve Türkiye ile iş yapan tüccarların etkisiyle 1915 tehcir olayından önce başlatmışlardır. Emperyalist Devletler, Türkleri uluslar arası alanda zor durumda bırakmak için “Sözde Ermeni Soykırımı” ile suçlayacak propaganda faaliyetlerine yönelmişlerdir. 1914’de; İngiltere ve Fransa, Amerika’yı I.Dünya Savaşı’na sokmayı ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalamayı hedeflemiştir. Bu nihai hedefe gidilirken “Ermeni Katliamı” propagandası vahşice kullanılmıştır. Ermeni komitecilerinin ihtilalı gerçekleştirmek için en elverişli zaman, Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’nda İtilaf devletlerine karşı savaşa girmesi olmuştur Rus ordusuyla işbirliğine girişen aşırı eğilimli Ermeni çeteleri bunu büyük bir fırsat olarak değerlendirmişler ve aleyhine girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Taşnak Ermeni Komitesi, Ermeni ahalisini isyan ettirmiş, ayaklandırmışlar, ilk defa Osmanlı Devleti’ne başkaldırmışlardır. Rus ordularının Doğu Anadolu’ya girmesi ile birlikte savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak çocuk ve kadınlar dâhil sivillere karşı acımasız şekilde katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlar, halka zulüm etmişler ve harekâtını engellemişlerdir. İkmal yollarını kesmişler, yaralı konvoyunu pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişlerdir. Rusların, Doğu Anadolu’da Bitlis, Van gibi bazı il merkezlerini işgal etmesini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte, şehirlere Ermenistan bayrağı çeken çetelerle karşılıklı çatışma yaşanmış ve her iki taraftan çok sayıda insan can vermiştir.

Bu girişimler sonucunda, savaş bölgesindeki düşman saflarına katılabilecek Anadolu Ermenilerinin düşmanla işbirliği yapmalarına ve ayaklanmalarına karşı Osmanlı Hükümeti geçici önleyici tedbirler olarak güneydeki Osmanlı topraklarına  “Geçici sevk ve iskân kanunu (Tehcir Kanunu) ”nu çıkarmak zorunda kalmıştır. 28 Mayıs 1915’de, 15 maddelik göç ettirilenlerin hangi şekilde ve şartlar altında sevk edileceklerine dair; “Savaş ve olağanüstü siyasi zaruret dolayısıyla başka bölgelere nakilleri gerçekleştirilen Ermenilerin yerleştirilmeleri, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının temini hakkında talimatname” ile usul ve kural bağlanarak iskân edilmeleri sağlanmış ve vilayetlere gönderilmiştir. “Savaş mıntıkasına yakın bölgelerde oturan Ermenililerin bir kısmı ordunun hareketini zorlaştırıcı davranışlarda bulunmakta, halka saldırmakta, asilere yataklık etmektedir.  Bu bölgelerde yaşayan Ermenilerin yerleri değiştirilecek,  Musul ve Zor Mutasarrıflıklarının kuzey kısımlarına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğusuna, Suriye vilayetinin doğusuna nakledileceklerdir”. 30 Mayıs 1915’de, Bakanlar Kurulu kararı ile savaş döneminde alınabilecek barışçı tedbirlerden biri olarak çıkarılan geçici kanunun metninde “Tehcir” kelimesi geçmemiş, “Tayin ve tahsis edilen diğer mahallere Sevk ve İskân” tabiri kullanılmıştır. Tehcir, Ermenilerin savaş sırasında Osmanlı Devletine karşı yaptıkları ihanetleri ve belirtilen gerekçeler ile çıkartılmış, Osmanlı Devleti hududu dışına çıkarılmamış, bir bölgeden, başka bir ülkenin güvenli bölgelerine nakledilmiştir. Maruz kaldığı büyük iç ve dış tehdit nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur.

“Tehcir Kanunu”, 1 Haziran 1915’te yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan Ermenilerin tümünü kapsamamış, Ermeni terör örgütlerine destek veren ve düşmanla işbirliği yapabilecek, düşman saflarına katılabilecek olanları kapsamıştır. Doğu Anadolu ve İstanbul’da o tarihlerde sıcak savaş bölgesinden uzak olanlar uygulama dışında tutulmuş ve Osmanlı toprakları olan Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan gibi bölgelere göç ettirilmiştir. Osmanlı Devleti, Ermenileri yok etmek için değil, sadece meşru müdafaa hakkını kullanmak amacıyla göçe zorlamıştır. Kanun, kalıcı değil geçici olmuş ve kendilerine 15 güne kadar hazırlık yapmaları için müsaade edilmiştir. Bir şehirde yaşayan tüm Ermeniler değil, sadece suça karışan, yaşlı ve hasta olmayan, yetim olmayan, Katolik ve Protestanlar dışındakilerle, asker ve sanatkâr olmayanlar göç ettirilmiştir. Göç esnasında devlet tarafından her türlü maddi destek sağlanmış, sağlık, beslenme ihtiyaçları genel bütçeden karşılanmış, gönderildikleri yerlerde her türlü yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını karşılanmış, kendilerine toprak tahsisi yapılmış, sanatkârlarla, ziraat ehline ihtiyaçları olan alet ve edevat temin edilmiştir. Taşınabilir mallar kendilerine ulaştırılmış, kendilerine ait olan taşınmaz malları tasfiye edilip ödenmiştir. Hasta göçmenler için gittikleri yerlerde hastaneler kurulmuş ve tedavileri yaptırılmıştır. Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yol şartlarından etkilenmesinler diye yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiştir. Bu yetimhaneler, 1917’den sonra Hıristiyan misyonerlere devredilmiştir. Aşiretlerin, eşkıyaları ve sivil halkın, muhacir Ermenilere karşı muhtemel saldırıları olabileceği düşünülerek, gerekli kolluk kuvvetleri görevlendirilmiş, görevini ihmal ya da suiistimal edenlerse divan-ı harplerde yargılanıp, türlü cezalara çarptırılmışlardır. Zorunlu göçten kurtulmak için din değiştirenler de göçe tabi tutulmuşlar, geri dönüş kararnamesinden sonra bunların kendi dinlerine dönmelerine müsaade edilmiştir. Savaş, yokluk, kıtlık, çekirge istilası gibi sebeplerle açlık tüm memlekette baş göstermiş, bunun telafisi için, Ermenilere yardım etmek isteyen milletlerarası yardım kuruluşlarına yardım için gerekli izinler verilmiştir. 1918’de tüm geri dönüş için her türlü iaşeleri, yol harcamaları devlet tarafından karşılanması şartıyla, eski yerlerine dönmelerine müsaade edilmiştir. Tehcir durumunu, Avusturya-Macaristan diplomatik belgelerinde;”Sert tedbirlerinin alınmasının suçu Ermenilerindir. Ermeniler savaş başladıktan sonra Türk memurlarına ve Türk ordusuna karşı, akla gelebilecek her türlü düşmanca faaliyetlerde bulundular. Rusların gelmesinden sonra Van vilayetinde Müslümanları acımasızca katlettiler”. Şeklinde açıklanmıştır.

1915’de, Türklerin 2 milyon kadar Ermen Soykırımı yaptıkları iddiaları büyük yalandır. Ermeni diasporasının, soykırım için iddia ettiği tarih Mayıs-Aralık 1915 dönemi olup, tehcir için hazırlanan raporlar ve diğer kayıtlar bu iddiaları çürütmüştür. 1914’de, Osmanlı Devleti’nin resmi kayıtlarda toplam nüfusu 18.520.016’dir. Ermeni nüfusu ise 6 vilayette 636.306 kişi olmak üzere toplam 1.294.851 olup, genel nüfusa oranı yaklaşık yüzde 5-6 civarındadır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Pallavicini, 28 Haziran 1913’de hükümetine gönderdiği raporda; “Ermenilerin sayısının Küçük Asya’da hiçbir zaman 1.600.000’den fazla olmadığını ve vilayetlerdeki olaylar üzerine Rusların yaptığı şikâyetlerin çok abartılı” olduğunu belirtmiştir. Osmanlı Devleti arşiv raporlarına göre, Ermeni nüfusundan tehcire tabi tutulanların sayısı 438.758 olup, bunların 382.148 kadarı tehcir bölgesine ulaşabilmiştir. Ermeni Delegasyonu Başkanı Boghos Nubar Paşa’nın 25 Ağustos 1915’de yazdığı raporda tehcire tutulan Ermeni sayısı 500 bin, 11 Aralık 1918’deki raporda ise Kafkasya ve İran dâhil olmak üzere 600-700 bin kadardır.  ATASE kayıtlarına göre ise tehcir edilen Ermeni sayısı 413.067’dir. Amerikan Halep Konsolosu Jackson, 8 Şubat 1916’da yazdığı raporda; 500 bin Ermeni’nin Suriye bölgesine geldiği ve bunların 480 bin kadarına devlet tarafından yardımda bulunulduğunu, tehcire tabi tutulanların yaklaşık 56 bin kişisi sevkiyatın durdurulduğu ve yollarda bulundukları vilayetlere yerleştirildiğin yazmıştır. 11 Eylül 1915’de Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Nathan yazdığı raporda; Osmanlı Devleti bu tehcir faaliyetini gayet intizamlı bir şekilde yaptığını, şiddete yer vermediğini ve yardıma muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir. 6 Ekim 1915’de İngiliz Lordlar kamerasında yapılan müzakerede, tehcire tabi tutulan çok sayıda Ermeni mültecinin Eçmiyazin ve Erivan’ın farklı yerlerine ulaştıklarını, 160 bin kadarının Iğdır ve Eçmiyazin taraflarına geçtiklerini, hastalık ve açlıktan dolayı günde ortalama 100 kişinin öldüğü belirtilmiştir. Osmanlı topraklarından Kafkasya’ya göç eden Ermenilerden 139 bin kadarı bulaşıcı hastalık ve açlıktan ölmüştür. Suriye ve civarına yerleştirilen Ermenilerin bir kısmı Amerika ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Suriye’ye tehcirde Ermeni kayıpları konusunda Osmanlı arşivlerinde, 30-40 bin kişinin salgın hastalık ve açlıktan öldüğü, yol boyunca eşkıya çeteleri, çapulcular ve yağmacıların 6.500-7000 Ermeliyi öldürdüğü belirtilmiştir. Anadolu, Suriye ve Kafkasya’daki Ermeni kayıplarının yaklaşık 250-300 bin civarında olduğu kabul edilmiştir. 11 Aralık 1918’de, Boghos Nubar Paşa, Fransa Dışişleri Bakanlığı Görevlilerden Elçi M. Gout’a yazdığı yazıda; ”Arzunuz üzerine, Türkiye’de tehcir edilmiş, halen tam yoksulluk içinde ve acilen yardıma muhtaç durumda olanların sayısı 600.000-700.000 olarak tahmin ediliyor.” Osmanlı Devleti’nde yaşayan 1,3 milyon civarındaki Ermenin yaklaşık yarısı tehcir edilmiş veya yer değiştirmiş ve 390.000’i, tehcirden 3 yıl sonra hayatta kalmıştır. ATATÜRK, Ermeni halkının tehcirini; “Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır”. Belgeler bu sözünü doğrulamıştır. 20 Mart 1919’de hazırlanan rapora göre 232.679 Ermeni ve Rum, evlerine geri dönmüşler ve mülkleri kendilerine iade edilmiştir. Ermeni Patrikhanesinin tespitlerine göre geri dönenlerle, tehcire tabi tutulmayanların Sevr öncesi sayısı 644.900 kadar olmuştur. Bu süreçte sadece Ermeniler kayıplar yaşamamıştır. Savaşta, Kafkasya’dan Anadolu’ya göç ettirilen 1,5 milyon Müslüman’ın ancak 700 bin kadarı Anadolu’ya ulaşabilmiştir. 1915-1920 dönemi arasında, Ermenilerce katledilen Müslümanların sayısı 530 bindir. 1912-1922’de 1.200.000 Türk, yerinden yurdundan edilmiş, göç etmek zorunda kalmıştır. 1914-1918 savaşı sürecinde, 600.000 Türk can vermiştir. Türk Hükümeti suçlanırken bu gerçekler nedense göz ardı edilmiştir. Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1910-1922 yılları arasında Anadolu’da 523 bin 955 Türk ve Müslüman’ın Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini belgelerle ortaya koymuştur. Bunlar hastalıktan, yokluktan, soğuktan ölenler değil, bizzat ve fiilen Ermeniler tarafından katledilen Müslümanlardır. Ermenilerin katliamlardan canlarını kurtarabilenler bu bölgelerden göç etmişlerdir.

1916’da İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin yazdığı “Mavi Kitap”, Ermeni iddialarına kanıt olarak gösterilmiştir. “Mavi Kitap”, yönlendirme kitabı olarak İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere yapılan, Muamele, 1915-1916” başlığı ile bir savaş propagandası olarak hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Türk Milletinin yapmadığı bir olaydan dolayı dünya kamuoyu karşısında suçlu duruma düşürülmesi amaçlanmıştır. Toynbee, 1966’da yazdığı anılarında; “Kitapların propaganda için hazırlatıldığını bilseydik yapmazdık” diyerek itiraf etmiş ve “Türkler, yerli Ermenilerin Ruslar için beşinci kol olarak çalışabileceğini keşfetmişti.  Türkler bu nedenle de Ermenileri savaş bölgesinden çıkarma kararı aldılar. Bu da bir güvenlik önlemi olarak değerlendirilebilinir. Benzer koşullarda başka hükümetlerde benzer karar aldılar. Pearl Harbour’da Japonlar ABD’ye saldırınca ABD, Japon asıllıları göç ettirdi.” ABD, kendi emniyeti için, pasifik kenarında yaşayan Japon asıllı vatandaşları, bulundukları yerlerden Wyoming, Colorado, Arkansas ve Kaliforniya çöllerine göç ettirmiş ve hiçbir suçu olmayan binlerce Japon’un hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.  Amerikalı tarihçi Justin Mc Carty; “Propaganda malzemesi olarak yazılan bu kitaptaki belgeler tamamen sahte ve düzmece. İngiliz propaganda dairesince hazırlanmış bir savaş propagandası kitabıdır. Mavi Kitap’ta olayları anlatanların dörtte birinin kimliği bilinmiyor. Kitapta belge diye sunulanlar Taşnak gazetelerinden yapılan alıntılardır. Bunlar büyük yalanlar değil, aptalca yalanlardır.” Tarihe ve gerçeğe ihanet olarak açıklamıştır. Bu kitapta; Ermeni çetelerinin Osmanlı ordusuna karşı isyanlarından, resmi görevlilerin öldürülmelerinden, ikmal ve iletişim hatlarının kesilmesinden ve Doğu Anadolu’da on binlerce Müslüman’ın katledilmesine değinilmemiştir. Türklerin Van’da topluca katledilmelerinden, 1 milyondan fazla Müslüman’ın Rus ve Ermeni tarafından topraklarından zorla sürülmelerinden hiç bahsedilmemiştir.

Emperyalizm, “Sözde Ermeni Sorunu” ile birlikte “Soykırım” iddialarını ciddi olarak 19.yüzyılda ortaya çıkartmış ve “1915 Ermeni Tehcir Kanunu”nu, 1919’dan itibaren Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanmıştır. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Antlaşması üzerine Büyük Ermenistan yeniden körüklenmiştir. İngiltere, İstanbul’u işgal eder etmez, işbirlikçi saray hükümetine “Tehciri” kırım, Ermeni tehcire karışanları da “Kırım Suçlusu” olarak kabul ettirmiştir. Padişah Vahdettin, İngilizlere yaranmak, dostane ilişkileri geliştirmek ve güvenin kazanmak için harekete geçmiş, öncelikle siyaseten düşmanı olduğu ittihatçılara savaş açmış ve İngiltere’nin ortaya attığı “Ermeni Kırımı” tezini kabul etmiştir. Osmanlı’yı savaşa sürükleyen ve Ermeni tehcirine karışan İttihatçıların tutuklanmasını istemiş ve mutlaka cezalandırılacaklarını belirtmiştir. 10 Ocak 1919’da, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta; Padişah Vahdettin’in, Sadrazam Damat Ferit’i Tom Hohler’e göndererek “Ermenilere kötü davranan savaş esirlerini cezalandırmak arzusunda olduğunu” ve yeterince enerjik davranmayan kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşan bir kabineyi kurmayı düşündüğünü” Yine, Calthorpe; “Padişah, İngiltere hükümetinin, İngiliz savaş tutsaklarına barbarca davrananlar ile kırımdan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini biliyor. İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi yakalatıp cezalandırmaya hazırdır olduğunu” belirtmiştir. 24 Kasım 1918’de Tevfik Paşa Hükümeti tehcir suçlarını araştırmak için “Tahkikat-ı Fecayii Komisyonu” kurmuş, Anadolu’da 7 bölgeye tehcir soruşturma heyetleri gönderilmesine karar vermiştir. 16 Aralık 1918’de suçluları yargılamak için “Harp Divanı” kurulmuş ve Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa, Calthorpe’a;“Ermeni kırımı konusunda bir sıkıyönetim mahkemesi kurulduğunu, suçluları yargılamaya başladığını, biraz zaman bahşedilirse adaletin yerini bulacağını” söylemiştir.

 15 Mart-7 Nisan 1919’de İngilizlerin, Damat Ferit Saray Hükümetine verdiği 61 kişilik “Kara Liste” ile tutuklamalara başlanmıştır. Tehcir kanunun gereğini uygulayan Türk yöneticileri mahkemeye verilmiş, önce delil bulunulamadığı için suçsuz bulunmuş, ancak İngilizlerin baskısıyla uygulanan “Kurban arama siyaseti” sonucunda, Türk yöneticiler hakkında yeniden soruşturma açılmıştır. Ermenileri göç ettirmeye zorlama suçu bahane edilerek vatanseverlerin yargılamaları bir “Ermeni intikam hareketine” dönüşmüştür. İngilizler, I.Dünya Savaşı’nda kendileri ile kıyasıya savaşan Türkleri soykırım ile lekeleme isteği ile masum ve suçsuz çok sayıda vatanseveri, “Sözde Ermeni Soykırımı” gerekçe gösterilerek yargılanmıştır. Ocak 1919’den itibaren İstanbul’da çok sayıda yurtsever ve Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey; “İngiliz esirlere kötü davranmak” ve “Tehcir Suçlusu” olarak tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilmiştir. Hükümetin emrini yerine getirmekten başka suçu olmayan Boğazlıyan Kaymakamı ”Milli Şehit Mehmet Kemal Bey”, böyle bir tertibin kurbanı olarak vatan haini Nemrut Mustafa Paşa'nın başkanlığındaki ve çoğunluğunu Ermeni üyelerin meydana getirdiği “Divan-ı Harp” tarafından "Ermeni tehcirinde vazifesini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu gerekçesiyle" haksız olarak katliam ve talan suçundan yargılandığı mahkemede; “Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler, memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dâhilinde sevk edilen bazı Ermeni-Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir. Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzerine kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa her hâlde bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir". Savunmasını yapmış ve idam sehpasının önünde son sözünün ne olduğu sorulduğunda halka; “Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarında budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet elbette onlara bakacaktır. Vatan uğrunda cephede ölen bir insan gibi “Şehit” gidiyorum. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Âmin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet”. Sözlerinden sonra ilk idam edilen olmuş ve vatanseverliğin bedelini ağır ödemiştir.

10 Nisan 1919 Perşembe günü saat: 17.20’de, hiç bir inandırıcılığı olmayan bu düzmece mahkemenin usulsüz kararıyla İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam gerçekleştirilmiş ve 39 yaşında gencecik büyük vatansever darağacında sallandırılmıştır. Kemal Bey'in üzerinden çıkan vasiyeti; "Merhum sevgili oğlum Adnan'ın mezarı bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem İsmet Hanım'a, defin masrafı tevdi buyrulmalıdır. Perişan zevcem Hatice'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerrefe muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyrulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam Arif Bey de aciz ve kardeşim Münir’de kimsesizdir. Bunlara da sahip olunursa memnun olurum. Türk milleti ebediyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır.  Fertler ölür, millet yaşar, inşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. Kabir taşım hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır. Millet ve Memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna Fatiha”. Tarihe bir belge olarak kalmıştır. İdam gerçekleşirken İstanbul Üniversitesi Rektörlük Köşkünün penceresinden zamanın Adalet Bakanlığı Müsteşarı İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin Başkanı Sait Molla; Cellâtlara kin ve nefretle; “Söyletmeyin bu alçak herifi. Hemen asın bu haini,  sallandırın” diye bağırmış ve tarihte nefretle anılacak kişileri arasında yer almıştır. Cenazesi, 11 Nisan 1919’da büyük bir halk topluluğunun katıldığı görkemli törenle ile kaldırılmış ve Kadıköy Mahmut Baba türbesinde oğlunun mezarı yanına, Kuşdili mezarlığına gömülmüştür.  Çok sayıda subay ve erin de katıldığı cenazeyi Tıbbiye talebeleri; "Türklerin büyük şehidi Kemal Bey" yazılı bir çelenkle karşılamıştır. Mezarının başında bir tıbbiyeli genç; “Kemal sen ölmedin sen şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin, orada büyüyecek dalların o kadar dikenli olacak ki seni bu akıbete layık görenlerin hepsini paramparça edecektir. İntikamın kesinlikle alınacaktır” yeminini etmiştir. 1973 yılında Mülkiyeliler Birliği tarafından kabri, anıt-mezar olarak yapılmış, “Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey” yazısı yazılmıştır. Türk Milleti’nin hafızasında Ermeni Komiteciliğinin ve işbirlikçi vatan hainlerinin zulmüne bir isyan sembolü olarak kazınmıştır. Emperyalizmin asılsız soykırım iddialarına karşı Türkün fedakârlığının ve kararlılığının sembol şahsiyeti olmuştur. Yüce Türk Ulusu bu haksız idamlardan sonra birlik ve beraberliğini daha çok pekiştirmiştir. Anadolu’da milli bir hareketin doğmasına sebebiyet vermiş, milli uyanışın başlamasına, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşına daha çok güvenmeye ve destek vermeye başlamıştır.

            

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün girişimiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i “Milli Şehit” olarak kabul etmiştir. Beşiktaş’ta 4 daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve tüm çocuklara maaş bağlanmıştır. Tüm şehit aileleri için 27 Haziran 1926’de;“Memleketin kurtuluşunu, geleceğini, saadetini ilerleme ve gelişmesini hayat tarzı kabul eden ve suikasta maruz kalarak şehit edilen yöneticilerin geride bıraktığı eş ve çocukları milletin ve devletin emanetindedir. Büyük idealler peşinde hayatlarını feda eden büyük insanların aile ve evlatlarının acılarını teselli etmek, onları mükâfatlandırmak, benzerlerini gayrete getirmek ve milletin şükran hislerini göstermek, kuvvetlendirmek, onların fakir fukara durumuna düşmemesi için gereğini yapmak”. Amacıyla kanun çıkarılmış, Talat Paşa, Cemal Paşa ve Sait Halim Paşa’nın yaverleri ve ailelerinde kapsayan 21 kişiye maaş bağlanmıştır. “Harp Divanı”, 11 Mayıs 1920‘de Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için idam kararı vermiş ve 24 Mayıs 1920’de Padişah Vahdettin kararı onaylamıştır. Ermeni Tehciri suçundan idama mahkûm edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’de, 5 Ağustos 1920’de idam edilmiştir. Salim Paşa Halim Paşa ve Ziya Gökalp de eski ittihatçıların tamamı Sözde Ermeni Soykırımı suçuyla yargılanıp mahkûm edilmek istenmiştir. 17 Mayıs 1919’da mahkemede Ziya GÖKALP, “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk. İngiliz politikasını ters yüz etmek isteyen Atatürk, Türklere zulüm yapmış Ermenilerin de yargılanmasını istemiştir.” Yargılamalardan bir sonuç alamayan İngilizler, 1915’te Ermeni Patrikhanesinin raporlarına dayanarak katliam ve değişik suçları işlemekten sorumlu tuttukları Bekirağa Bölüğü’ndeki 140 vatansever yöneticiyi, Malta’ya sürgüne göndermiştir.

“Malta Sürgünleri” Türk Kurtuluş Savaşı tarihinin ilginç sayfalarından birini oluşturmuştur. Malta Sürgünlerini, Ermeni Soykırımı suçuyla yargılamak istemişlerdir. 8 Şubat 1921’de, İngiliz Başsavcılığı, Malta’da bulunan 140 Türk sürgünden sadece 8’i hakkında İngiliz esirlere kötü davranmaktan yargılamak amacıyla iddianame hazırlamışlardır. Ermeni iddiaları, Malta Sürgünleri olayında önemli yer tutmuş, “Ermenilere karşı büyük bir katliam yapmak suçu” işledikleri belirtilmiştir. “Katliam” yerine “Soykırım” sözcüğünü kullanmışlar, Türk ulusunu Ermeni soyunu yok etmek suçlamasıyla yargılanmak istemişlerdir.  İngilizler; Osmanlı, İngiliz ve Amerikan arşivlerinde yapılan son derece titiz araştırmalarına ve İstanbul’u işgal ettiklerinde arşiv ve tüm belgelere sahip olmalarına rağmen “Malta Sürgünlerini”,  “Sözde Ermeni Soykırımı” ile yargılamak için sanıkları suçlayacak hiçbir belge, delil ve güvenilir görgü tanığı bulamamışlardır. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir H.Rumbold; “Şimdiye kadar bilgi toplanmasında başlıca kanal Ermeni Patrikhanesi oldu” elinde delil olmadığından Amerikan hükümeti arşivinden belge bulmak için Washington İngiliz Büyükelçiliği’nden istekte bulunmuştur. Ancak, Elçilikten; “Üzülerek arz edeyim ki bu belgelerin Amerikan belgelerinin içinde, yargılamak üzere Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.” Cevabını almıştır. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 10 Ağustos 1920’de İstanbul Yüksek Komiserliğine gönderdiği yazıda;“Malta sürgünlerinin yargılanmayacağını duyurmuştur”. İngiltere Kraliyet Başsavcısı, 29 Temmuz 1921 tarihli kararıyla, ortada böyle bir suç işlendiğini kanıtlayabilecek hiçbir delil olmadığı ve kanıtların yetersizliği nedeniyle davanın görülemeyeceğini ve sanıkların yargılanmadan serbest bırakılmalarına karar vermiştir. Bu suçtan yargılanıp hüküm giymiş olsalardı, Ermeni iddiası doğrulanmış, Türk ulusunun suçluluğu “Tescil” edilmiş olacaktır. İngiliz politikacılar bunu çok istemişler, ancak bütün uğraş ve çabalarına rağmen tek bir kanıt bulamamışlar, mahkûm edememişlerdir. İngiliz Emperyalizmin ortaya attığı “Sözde Ermeni Soykırımı” iddiası, İngiliz işbirlikçisi Padişah Vahdettin’in iddiaları kabul etmesine rağmen hukuki açıdan Ağustos 1921’de, Türk milleti aklanmıştır.

”Sözde Ermeni Soykırım” iddiasının aslı esası olmadığı Malta Sürgünleri olayında açıkça ortaya çıkmış ve belgelenmiş, ancak iddianın arkası kesilmemiştir. Bu iddialara, Tarihçi Bernard Lewis; “Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabında, 1915’de gerçekleşen “Ermeni Tehciri”ni; “Ermenilerin bağımsızlık hareketlerinin diğer azınlıklarının bağımsızlık hareketleriyle karşılaştırıldığında, Osmanlı Devleti için en ciddi tehdit” olduğunu yazmıştır. 1933’de Le Monde gazetesinde; “1915’de, Ermenililerin Osmanlılar tarafından öldürülmesinin bir “Soykırım” olmadığını “Savaşın bir yan ürün” olduğunu, aynı vatan için iki halk arasında süren kavganın soykırım ile bittiğinin kuşkulu olduğunu” belirtmiştir. 1 Ocak 1994’de ise “Osmanlı hükümetinin Ermenileri yok etme niyeti olduğuna dair güvenilir hiçbir delil yok. Türkler, Ermeni soykırımı yapmamıştır. Ermenilere doğrudan yönelik bir kin duygusu oluşturma ya da Avrupa’daki Yahudi düşmanlığı ile mukayese edebilecek ipsizleştirme kampanyası olmamıştır. Ermen tehciri tüm ülkeyi içine almamıştır. Türkler, Ermenilere karşı durup dururken eylem yapmamıştır. Bununla birlikte Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni milletini toptan yok etmeyi amaçlayan bir kararının ya da planın varlığına ilişkin ciddi hiçbir delil veya belge mevcut değildir”. Ortadoğu uzmanı Tarihçi Stanford Shaw, “Ermeni soykırımı yoktur”. Sözleri ile açıklamışlardır. Taşnak Partisi Kurucu lideri ve Ermenistan’ın ilk Başbakanı Wovannes Katchaznouni, Nisan 1923’de Parti Konferansına verdiği raporda; “Türkiye mutlaka mağlup olmalı, bölünmeli ve sonuçta yerli Ermeniler serbest kalmalıydı. Biz şartsız olarak Rusya’ya yönelmiştik. Hiçbir esas olmadan zafer heyecanı içindeydik; sadakatimize, çabamıza ve yardımımıza karşılık, Çar hükümetinin Türkiye’de kurtarılmış Ermeni vilayetlerini bize vereceğini ve Kafkasya Ermenistan’ına özerklik tanıyacağına emindik. Kendi arzularımızı başkalarına bağlamıştık; sorumsuz kişilerin içeriksiz sözlerine büyük önem vermiştik, hipnoz altındaymışız gibi gerçekleri anlamadık ve arzulara teslim olduk. Türklere karşı düşmanca tavrımız olmasaydı, sürgünün niteliği ve boyutunun aynı olacağını da kimse söyleyemez. Olayların sebebi biziz. Silahlanmamız büyük bir hataydı.  Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf Devletleri’nin bize vaat ettiği Büyük Ermenistan hayali vardı”. Olayların asıl sorumlusunun Ermeni tedhiş örgütleri olduğunu söylemiştir.

Sonuç olarak Emperyalist Devletlerin amacı, her yıl 24 Nisan’da yaptıkları Ermeni soykırımını lanetlemek değildir, Ermeni diasporası üzerinden, Türkiye’yi hizaya getirmektir. Ermeni diasporasının yıllardır yürüttüğü etkili propaganda ile “Sözde Ermeni Soykırım” iddiaları, bazı ülkelerde kabul görmüş ve hatta ders kitaplarına girmiştir. Ermeniler, tehcirin başlamasından günümüze kadar Osmanlı Devletinin kendilerine karşı yapmış olduğu muameleleri, kasıtlı bir soykırım olarak nitelemişlerdir. Türkiye’ye, bu konuda uluslararası bir dayatma yapılmış, Türk milletinin yapmadığı bir olaydan dolayı dünya kamuoyu karşısında suçlu duruma düşürülmesi amaçlanmıştır. Bazı batılı ve hatta Ermeni asıllı yazarlar bile devlete karşı ilk hareketin Ermeniler tarafından ortaya çıktığını, hükümetin de meşru savunma ve egemenlik hakkını kullanarak tehcir kararı alarak uyguladığını kabul etmişlerdir. Ancak, bazı Ermeni asıllı ve Ermeni yanlısı yazarlar ısrarla Osmanlı Devletini, sorumlu tutmuşlardır. Yayımlamış oldukları sahte belgelere dayanan iddialarla bütün ittihatçıları, özellikle de Talat Paşa’yı suçlamışlar ve ittihatçı liderleri yargılamışlardır. Osmanlı Devleti'nin kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gerçektir.

Her devlet savaş ve barış zamanlarında sınır bütünlüğünü ve kendi sınırları içerisinde kendi otoritesini yanında vatandaşlarının güvenliğini korumak zorundadır. Ordunun hareket alanını teminat altına almayı ve Müslümanlarla Ermeniler arasındaki çatışma ve karşılıklı boğazlaşmayı önlemek olmuştur. Ermeniler, her ne şekilde ve gerekçeyle olurlarsa olsunlar, savaş sırasında düşman ordusuyla işbirliğine girerek mensubu oldukları devletin milletin ordusuna, sivil halkına silah çekerek, arkadan vurarak ihanet etmişlerdir. Vatana ihanetin; nerede, hangi millete mensup olunursa olunsun, hangi hukuk kuralları içinde olursa olsun bedeli ağırdır ve ölümdür. Ermeniler, bu suçu Osmanlı Devletinin savaş halinde olduğu Rusya ile işbirliği yaparak işlemişler, karşılığında ölüm yerine daha insani duygular ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. O günün şartları içinde Osmanlı Devletinin Ermenilere karşı uygulamış olduğu tehcirin gerekçeleri doğrudur, haklıdır ve kaçınılmazdır. Rus ve Balkan ülkeleri ile yapılan savaşlar sonucunda, Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’ya önemli ölçüde göçler yaşanmış, göçler esnasında yolda acımasız saldırıya uğramışlardır. Ermenilere uygulanan zorunlu sevk ve iskan politikası, olayın gerçekleştiği dönem ve şartlar göz önünde alındığında, her yönüyle insani yönü ağır basan ve haklı uygulamadır. Ermenilerin çok sayıda Türk’ü öldürdüğü, o dönemdeki resmi belgelerde yer almasına rağmen, dünya kamuoyu bu asıl belgeleri görmezlikten gelerek siyasi amaçları için bilimsel eserlerde başvurulmayacak kaynakları temel almaktadır. 

Türkiye; tarihinden korkmamaktadır, tarihi ile yüzleşmeye hazırdır ve tarihinde utanılacak hiçbir dönemi yoktur. Emperyalist devletler ve Ermeniler iddialarında samimi, dürüstse ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyorsa tarihleri ile yüzleşmelidir. Türkiye ve Ermenistan başta olmak üzere yabancı ülke arşiv belgeleri ve tüm hususlar, Türk ve Ermeni bilim adamları ve tarihçiler tarafından oluşturulacak “Ortak Tarih Komisyonu” tarafından derinlemesine incelenerek konunun bütün çıplaklığıyla göz önüne getirilmesi gerekmektedir. Yusuf Halaçoğlu; “I.Dünya Savaşı sırasında, her iki toplumun, savaş ortamı içinde birbirilerini katlettikleri, devlet tarafından planlanmış bir katliamın olmadığı, hukuki anlamda soykırım olarak tanımlanamayacağı, dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi Osmanlı Devletleri topraklarında da bütün toplum katmanlarının trajik olaylar yaşadığı, savaş sırasında bütün dünya halklarının başına gelenlerin Ermenilerin, Türk ve Müslümanların da başına geldiği, her iki tarafın da büyük kayıplar verdiğini.” Sözü ile Ermeni tehcirinin soykırım kapsamına girip girmediğini, II. Dünya Savaşı sırasında, Almanların Yahudilere, Amerikalıların Japonlara yaptıklarının da göz önüne getirilerek mukayese edilmesinde fayda olacağını belirtmiştir.

Türk tarihinde; araştırmalar, arşivler ve belgeler gösteriyor ki, “Sözde Ermeni Sorunu ve Sözde Ermeni Soykırımı” diye olay yoktur. Osmanlı devleti tarafından Ermenilere, “Sözde Ermeni Soykırımı” yapılmamıştır. “Soykırım” iddiaları düpedüz bir iftiradır ve düşmanca propagandadır. Asılsız soykırım iddiasında bulunanların hiçbir dayanağı yoktur. Ermeniler, bu durumdan faydalanmakta ve sadece algı yönetimi ve propaganda yapmak suretiyle, dünya kamuoyunun kendi lehlerinde tutmaya devam etmektedir. Bunu da Emperyalist devletler, “Sözde Ermeni Soykırımı” anıtı dikerek gündemde tutmaya çalışmaktadırlar.  İlk Ermeni Soykırım anıtı, 21 Nisan 1968’de ABD California-Montebello şehrinde dikilmiş ve Türk Ulusunu karalayan;“Türklerin insanlığa karşı yapmış oldukları katliam ve Türkler tarafından katledilen Ermenilerin hatırasına” yazılmış ve diğer ülkelerde de benzer anıtların dikilmesine yol açmıştır. Türk düşmanlığını sembolleştiren Ermeni anıtları dünyanın dört bucağında yükselmiştir. 7 Kasım 1967’de Erivan’da,  29 Kasım 1967’de Sisernakabend şehrinde 2’nci ve 3’ncü soykırım anıtları dikilmiştir.

“Sözde Ermeni Sorunu”, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün; ”Şark Hududu, Ermeni yurdu söz konusu olamaz. Olursa müzakereler kesilir” talimatı ile 1923’te Lozan Antlaşması tarihe karışmıştır. Ancak II. Dünya Savaşı’nda “Sözde Ermeni Soykırımı ve Sözde Ermeni Sorunu” gündeme gelmiş, Emperyalist devletlerin körüklemesi ile 1964’de yeniden ortaya çıkmış, günümüzde de devam etmektedir. Emperyalistler, I.Dünya Savaşı sonrasında Sevr Antlaşması ile Türkleri, bin yıllık vatanından atmaya çalışmıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk, oyunlarını bozmuş, yaptığı devrimlerle hiçbir zaman yıkılmayacak, çağdaş, modern, uygar ve “Ulusal Egemenlik” temellerine dayanan “Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti” devletini kurmuştur.

KAYNAKÇA:

Prof.Dr.BABACAN,Hasan,“Ermeni Sorunu Üzerine Makaleler”,Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2007.

Prof.Dr.HALAÇOĞLU, Yusuf, “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları”, Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2015, İstanbul.

Prof.Dr.HALAÇOĞLU, Yusuf, “Tarih Gelecektir”, Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2007, İstanbul.

LEWİS, Bernard, ”Modern Türkiye’nin Doğuşu”, Türk Tarih Kurumu, 2007, Ankara.

MEYDAN, Sinan, “Sözde Ermeni Kırımın TANIYAN PADİŞAH”, 4 Kasım 2019 tarihli köşe yazısı, İstanbul.

ŞİMŞİR, Bilal, “Ermeni Meselesi”, Bilgi Yayınevi, Nisan 2013, Ankara.

ŞİMŞİR, Bilal, “Malta Sürgünleri”, Bilgi Yayınevi, Aralık 2012, Ankara.

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ermenilerce Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1921), Ankara.

 

Dr. Cengiz Tatar

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı