GÖÇ TANIMLARININ KULLANILMASINA YÖNELİK KAVRAMSAL ÇERÇEVE ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
 Bu sayfayı yazdır

GÖÇ TANIMLARININ KULLANILMASINA YÖNELİK KAVRAMSAL ÇERÇEVE ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Yazan  14 Kasım 2019

Göç ve göçmen konusu üzerinde halen, uluslararası ve ulusal anlamda sözleşmelerde yapılan tanımlar dışında, herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir kavramsal tanım bulunmamakta birlikte, bu durumun temel sebebinin, hem göçmenlerin hem de mültecilerin aynı güzergâhları kullanarak göç hareketlerini sürdürmesi, hem de ülkelerin kendi ulusal çıkarları açısından kendilerine göre yorumlamak istemelerinden kaynaklı olduğu değerlendirilmektedir.

Diğer taraftan konu ile ilgili ilgisiz birçok kişi ve kurum tarafından basın dâhil yapılan açıklamalarda kullanılan, özellikle göçmen, mülteci, sığınmacı, geçici koruma ve uluslararası koruma kavramlarında da karışıklık olduğu görülmektedir. Örneğin, literatürde özellikle göç, göçmen, mülteci ve sığınmacı devamlı olarak karıştırılan konuların başında gelmekte, mülteci, sığınmacı ve göçmen terimi ise terimin hukuksal boyutu anlaşılmadan tamamen bir karmaşa içinde kullanılmaktadır. Bu durum, göç konusunda uluslararası anlamda en önemli konumda olan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ile Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’nün görev alanlarında bile bu kurumların görev alanlarının farkının bilinmemesinden kaynaklı  sorunlar ortaya çıkarmaktadır.  

Bu hususlar göç çalışmaları ve araştırmaları içerisinde sık kullanılan ancak aynı sıklıkla karıştırılan terimler hakkında doğru ifadeler kullanılmasının önemini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.

GÖÇ ve GÖÇMEN KAVRAMLARI

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tanımına göre göç (migration)[1], “Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir devlet içinde yer değiştirmesi, süresi yapısı ve nedeni ne olursa olsun insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleridir. Buna mültecilerin, yerinden edilmiş kişilerin, ekonomik göçmenlerin, aile birleşimi gibi farklı amaçlarla hareket eden kişilerin göçüde dâhildir.”

Türk Hukukunda ise göç tanımı, “Yabancıların, yasal yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını ve Türkiye’den çıkışını ifade eden düzenli göç ile yabancıların yasa dışı yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını, Türkiye’den çıkışını ve Türkiye’de izinsiz çalışmasını ifade eden düzensiz göçü ve uluslararası korumayı[2]” olarak tanımlanmaktadır.

Hâlihazırda uluslararası anlaşmalar içerisinde müşterek olarak genel kabul edilmiş bir göçmen (migrant) tanımı bulunmamaktadır. IOM tarafından yapılan tanıma göre göçmen, “bireyin göç etme kararını, zorlayıcı dış faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve kişisel uygunluk sebepleri ile aldığı tüm durumları kapsar” olarak belirtilmektedir. Bu nedenle göçmen olarak, “bireyin hiçbir zorlamaya maruz kalmadan maddi ve sosyal koşullarını iyileştirmek, kendileri ile ailelerine ilişkin yaşam koşullarını geliştirmek amacıyla başka bir ülkeye hareket eden kişi/kişiler” için kabul edilmiştir.[3]

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ise göçmeni, “sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yolları, düzenli veya düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bir birey” olarak tanımlamaktadır.[4] Bahse konu en basit hususta bile BM örgütleri arasında tanım birliği bulunmamakta hatta bu anlaşmazlığın boyutlarında BMMYK göçmen ve mülteciler için keskin bir ayrım yaparak, mültecileri göçmen olarak görmemekte, IOM ise mültecileri göçmenlerin bir alt dalı gibi görmektedir. Bu tanımlamalara göçmen kavramının aslında uluslararası anlamda göç eden kişiye yönelik en geniş ve kapsayıcı kavram olarak düşünüldüğü görülmektedir.

Türk Hukukunda da belirgin bir göçmen tanımı bulunmamaktadır. YUKK’da bu hususa ilişkin bir tanım bulunmazken, 5543 Sayılı İskân Kanununa göre göçmen “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Yani ülkemizdeki göçmen tanımı, sadece İskân Kanununda tanımlama yapıldığı, buna karşın yeni çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda (YUKK) bu hususun düzenlenmediği dikkate alındığında, ulusal mevzuatımız Türk soyundan ve Türk kültüründen gelenlerin göçmen sayılabileceğini, bunun dışında gelenlerin göçmen sayılamayacağına işaret etmektedir.

DÜZENSİZ GÖÇMEN KAVRAMI

Sık karıştırılan kavramların arasında düzensiz göçmen (Irregular migrant) kavramı gelmektedir. Bu terim, göç ettiği ülkeye o ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan, ülkenin yasalarını ihlal ederek çıkış yapan kişiler için kullanılmaktadır.

Bahse konu bu kavram IOM tarafından, “yasadışı giriş, giriş koşullarının ihlali veya vizenin geçerlilik tarihinin sona ermesi yüzünden transit veya ev sahibi ülkede hukuki statüden yoksun kişi” olanak tanımlanmaktadır.

Son yıllarda uluslararası anlamda değişen görüşler çerçevesinde cezai bir anlam taşıması ve göçmenlerin insan hakları açısından literatürde “yasadışı göçmen” kavramı yerine “düzensiz göçmen” kavramı kullanılmaktadır. Bu terim transit ülke veya ev sahibi ülkeye meşru yollarla giriş yapan, ancak izin verilen kalış süresini aşan veya sonrasında yetki verilmeden çalışmaya başlayan kişileri de içermektedir.  

En sık karıştırılan kavramlar arasında “düzenli göç” ile “düzensiz göç (Irregular migration)” kavramları bulunmaktadır. Genel olarak düzenli veya düzensiz yapılan tüm göç hareketleri “göç” olarak tanımlama hatasına düşülmektedir. Ancak iki göç türü arasında tanımsal ve hukuki statü açısından farklılık bulunmaktadır

IOM tarafından, düzensiz göç, “Gönderen, transit ve kabul eden ülkelerin düzenleyici normlarının dışında gerçekleşen hareketlikler” olarak tanımlanmaktadır.

Düzensiz göç gönderen ülke açısından, bir kişinin uluslararası anlamda kabul gören bir seyahat belgesi olmadan uluslararası bir sınırı geçmesi veya ülkeden ayrılması için idari koşulları yerine getirmemesi

Hedef veya transit ülkeler açısından ise, sınır düzenlemeleri açısından gerekli izin ve belgelere sahip olmadan bir ülkeye giriş yapmak veya bir ülkede kalmak ve çalışmak,

hususlarını kapsamaktadır.

MÜLTECİ KAVRAMI

Uluslararası hukukta “mülteci (Refugee)” tanımı[5], “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.” olarak ifade etmektedir.

1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesinde ise mülteci “kendi menşei ülkesi ya da vatandaşı olduğu ülkenin bir bölümünde ya da tümünde dış saldırı, işgal, yabancı egemenliği ya da kamu düzenini ciddi biçimde bozan olaylar nedeniyle ülkesini terk etmeye zorlanan kişiler” olarak tanımlanmaktadır.

Türkiye, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni 1961 yılında, Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol’ü de 1967 yılında coğrafi çekince kaydı ile onaylamıştır. Buna göre Türk Hukuk Sistemi mülteciyi,  “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle” önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen statü sahibi yabancı olarak kabul etmektedir.

Coğrafi çekince çerçevesinde, Avrupa dışından gelenlerin üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci[6] statüsünde “GEÇİCİ OLARAK” Türkiye’de kalmasına izin verilmektedir. Ülkemiz Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini halen sürdürmektedir.

Göçmenler ülkelerini kendi istekleri ve bireysel kararları ile terk ederken, mültecilerin ülkelerini terk etmeleri kendi istekleri ile olmaz, ülkelerinden ayrılmaya mecbur kalırlar. Göçmenler ile mülteciler arasındaki diğer önemli bir fark ise, “göçmenler” mültecilik statüsü için gerekli olan kıstaslara sahip olmadıklarından, mülteciler için geçerli olan uluslararası korumadan yararlanamazlar. 

6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununa (YUKK) istinaden çıkarılan “Geçici Koruma Yönetmeliği”ne göre, ülkemizde bulunan Suriye vatandaşlarının hukuki statüsü mülteci değil, “GEÇİÇİ KORUNAN SURİYELİLER”dir.

YUKK açısından bunun temel nedeninin mültecilik kavramının bireysel bir statüye sahip olması ve toplu geçişler için uygulama alanı bulunmaması ile ülkemizin sözleşmeye koyduğu coğrafi çekinceye göre sadece Avrupa ülkelerinden gelenleri mülteci olarak kabul ettiği bunun dışındakileri şartlı mülteci olarak kabul ettiği düşünüldüğünde Suriyelilerin mülteci olarak kabul edilmesi de zaten hali hazırdaki mevzuata göre hukukende mümkün değildir.  

BMMYK, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1950 yılında, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra milyonlarca mülteciye yardım etmek amacıyla kurulmuştur. BMMYK dünyanın her yerinde mülteci problemlerini çözme konusunda destek sağlamaktadır.

BMMYK’nin en önemli görevi, mültecilerin kaçtıkları ülkelere geri gönderilmemelerini ve temel haklarına saygı gösterilmesini garanti altına alarak “uluslararası koruma” sağlanmasına destek sağlamaktır. BMMYK’nin tüzüğünün odak noktası “korumaktır.[7]

BMMYK uluslararası koruma sağlarken asıl görevi, Devletler’in farkındalığını sağlamak ve mültecileri ve sığınma arayışındaki kişileri korumak için kendi yükümlülükleri doğrultusunda hareket etmektir. Ülkemizde ise BMMYK mültecilerin statüsünün belirlenmesi kapsamında işlemleri GİGM’ne devretmiş durumdadır.

BMMYK (UNHCR) mülteciler ile ilgilenirken Uluslararası Göç Örgütü (IOM) göçmenlerle ilgilenmektedir. Bu iki kurum arasındaki önemli farklardan biriside Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) görev yetkilerini 1951 BM Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolünden alırken, buna karşılık Uluslararası Göç Örgütünün uluslararası anlamda kabul gören bağlayıcı bir “Görev Sözleşmesi” bulunmamaktadır. Ancak IOM’un görev anlamında kendisine destek sağlayan, 19 Aralık 2018 tarihinde New York'taki BM Genel Kurulu'nda onaylanarak yürürlüğe giren bağlayıcılığı bulunmayan “Küresel Göç Mutabakatı” bulunmaktadır.

Sonuç olarak,

Kavramsalar tanımlamaların düzgün ifade edilmesi-kullanılması göçmenlerin ülkede bulundukları pozisyonlar açısından son derece büyük bir öneme sahiptir.

Yanlış kullanılan bu terimler, göç olayının toplumsal olarak anlaşılamamasına, kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine yol açmaktadır.

Bu durumun ise,

Toplumun göç ve göçmenler konusunda kavramsal anlamda bakış açısının değişmesine,

Gelecek dönemde telafisi mümkün olmayacak sosyal, kültürel, demografik ve ulusal güvenlik sorunlarına yol açabileceği her zaman dikkate alınmalıdır.

Son olarak başta ülke menfaatleri ve terim birliğinin sağlanması açısından, özellikle ülkemizdeki Suriyelilere ilişkin olarak Suriyeli mülteci, Suriyeli sığınmacı gibi kavramların yerine, “GEÇİÇİ KORUNAN SURİYELİLER” kavramının kullanılmasının,

SURİYELİLERİN GEÇİCİ OLARAK ÜLKEMİZDE BULUNDUKLARI ve ŞARTLAR OLUŞTUĞUNDA MUTLAKA GERİ DÖNECEKLERİ algısını vermesi konusunda faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

 

[1] Göç Terimleri Sözlüğü (İkinci Baskı) No 31, Uluslararası Göç Örgütü (IOM)

[2] 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda (YUKK)

[3] Göç Terimleri Sözlüğü (İkinci Baskı) No 31, Uluslararası Göç Örgütü (IOM)

[4] http://www.goc.gov.tr/files/files/goc_tasar%C4%B1m_icler.pdf, Erişim Tarihi:01.03.2019

[5]     1967 Protokolü ile değişik Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi.

[6]     Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, http://www.goc.gov.tr/icerik3/sartli-multeci_409_546_550, Erişim Tarihi:03.09.2019

[7] BMMYK’ya göre korumak; en basit şekliyle, etkilenen insanların en temel haklarının yenilenmesi sorumluluğudur: en azından yaşama hakkı, işkence ya da ayrımcılığa maruz kalmamaları, insan onuruna ve ailelerinin korunmasına saygıyı sağlamak, kalıcı çözümler beklerken etkin ortamı da yaratmaktır.

Mehmet Zeki Bodur

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enstitü Başkanı