21. Yüzyıl Dergisi'nin Ağustos Sayısı Çıktı

İkinci Çaldıran Savaşı mı?

Orta Doğu’da Sünni-Şii Gerilimi ve Ankara

 

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*

Orta Doğu’nun birçok coğrafyasında Sünni-Şii çatışması yayılma eğilimi içindedir. Bu çatışmanın jeopolitik boyutu, yükselen İran merkezli Şii dünyasının etkisizleştirilmesi merkezlidir. Tarihi ve politik boyutunu ise “yönetici Sünniler” ile “ezilen Şiiler” arasındaki gerilim oluşturmaktadır. Bahreyn’de azınlıktaki Sünni hükümet, Şii çoğunluğun (yüzde 75) taleplerini güç kullanarak engellemektedir. Suudi Arabistan’ın doğusundaki petrol alanları üzerinde yaşayan Şii azınlık, (yüzde 10) Vahabi krallığın baskısı altında her an ayaklanma potansiyeli ile yaşamaktadır. Yine Kuveyt’te Şii azınlık (yüzde 30) baskı altındadır. Irak’ta ise on yıllarca ezilen Şii çoğunluk (yüzde 65) şimdi Sünni azınlığı ezmekte ve dışlamaktadır. Katar’daki Şii azınlık (yüzde 16) rahatsızdır. Arap dünyasında ezilen Sünniliğin temsilciliğini “üstlenen” El-Kaide ise adı Ali olanların kafasını kesmektedir. Özetle, Orta Doğu’da bir bölgesel iç savaş Sünni-Şii ekseninde gelişmektedir.   

Sınırlarının hemen yanında gerçekleşen bu sürecin Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildir. Nitekim Reyhanlı katliamı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, Türkiye’de bir Sünni-Alevi gerilimi zemini oluşturmak için atılmış çok ciddi ve tehdit edici bir adımdır. Ancak yine Başbakanın Reyhanlı katliamında yaşamını yitiren yurttaşlarımızdan “Sünni şehitler” diye bahsetmesi, bahsettiği tehlikeye körükle gittiğini göstermektedir.

Hizbullah’ın Suriye’de Esad rejimine destek politikası, Sünni dünyada temelleri uzun zaman önce atılmış kutuplaşmayı ve radikalleşmeyi hızlandırırken, Ankara’da Yeni Osmanlıcılıktan bahsedilirken, Irak’ta El Kaide’nin Irak Ordusu’na “Kahrolsun Safeviler” diye saldırılar düzenlemesi, Sünni-Şii çatışmasına tarihsel bir derinlik katmaktadır. Bu makalenin konusu, Sünni-Şii geriliminin nedenlerini ve Türk dış politikası üzerindeki etkilerini incelemektir.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Orta Doğu’nun Bölünmüşlüğünde Şiî-Alevî Türk Dünyası

 

   Bilgehan Atsız GÖKDAĞ*

Din, yerinde kullanıldığı zaman bütünleştirici, kullanılmadığı zaman ise ayırıcı bir unsurdur. Dinîinançlarını kendi yayılmacı politikalarının merkezine oturtan devletler, din üzerinden kanlı savaşların da fitilini ateşlemek istemektedir. Özellikle Orta Doğu’da dinîbölünmüşlük had safhadadır ve bu durum bölge Türklüğünü de derinden etkilemektedir. Irak’ta son on yıldır süre giden kaos ortamında Şiî-Sünnî çatışması ve bunun neticesi olarak neredeyse her gün onlarca kişinin öldürülmesi Türkmenlerin yaşadığı yerlere de ateş düşürmektedir. Son yıllarda Suriye’deki iç savaş da yine mezhep farklılığına dayandırılmak istenmektedir.

 

Milattan önce 3000’li yıllardan itibaren takip ettiğimiz Türk milleti geniş bir alana yayılarak buralarda çok sayıda devlet kurmuştur. Böylesine bir tarihîderinlik ve coğrafîgenişlik içinde Türkler, kendi geleneksel ve millîdinlerinin dışında evrensel karakterli büyük dinlerle de karşılaşmış ve bu dinlerin mensupları haline gelmişlerdir. Miladî8. yüzyıldaki Uygur Devleti’ne kadar Türkler, sihir yönü öne çıkan bazı totemik ve şamanistik inançlara meyilli olmuşlardır. Esasen 8. yüzyıla kadar Türklerin tabiat kuvvetleri ve atalar kültü etrafında oluşturdukları inançları ve bağlı olarak ritüelleri vardı. Bozkır Türklerinin asıl dini ise Kök Tengri inancıydı. Bu inanca göre yaratıcı ve tam iktidar sahibi olan Tanrı, en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almaktaydı. Türkler, Miladın ilk yıllarından itibaren Budizm, Manihaizm, Zerdüştlük, Musevîlik ve Hıristiyanlığın Nesturîkoluyla temas halindeydi. Özellikle Uygur Türkleri arasında Budizm, Maniheizm ve Nesturilik yaygınlaşmıştı. Hazar Türkleri Musevîliği ve Hıristiyanlığı benimsemişler, Bulgar Türkleri 9. yüzyılda Hıristiyan olmuşlardır. 10. yüzyıldan itibaren büyük kitleler şeklinde İslam dinine giren Türklerin büyük bir bölümü günümüzde de mezhep farklılıkları bir yana Müslüman’dır. Ancak nüfus itibarıyla bazı küçük Türk gruplarının farklı dinleri benimsediğini de görmekteyiz.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Suriye İç Savaşının Gölgesinde Lübnan Hizbullah’ı

 

Yasin ATLIOĞLU*

Mart 2011’de başlayan Suriye ayaklanmasının kısa sürede militerleşmesi ve silâhlı çatışmaların ülke çapına yayılması bölgesel manada önemli sonuçlar doğurdu. Birçok bölgesel aktörün Suriye’deki uzun süreli krize müdahil olması karmaşık ilişkiler ağıyla örülmüş ittifaklar ve iki kutuplu siyasî bir cepheleşme ortaya çıkardı. Bu iki kutuplu siyasî cepheleşme temelde bölge devletlerinin dış siyaset tercihleri ve çıkarları bağlamında şekillenmekle birlikte tarafların zaman zaman başvurdukları mezhepsel söylem ve çatışmanın mezhepsel nitelikteki unsurları İslâmî tarihindeki Sünnî-Şiî rekabetinin sıklıkla dile getirilmesini kolaylaştırdı. Suriye’deki iktidar mücadelesinin mezhepsel kimlik üzerinden açıklanıp açıklanamayacağı tartışmalı bir mesele olsa da, bu ülkedeki çatışmanın tarihsel bağları olan küçük komşusu Lübnan’daki mezhepsel dengeler üzerinde derin etkiler yarattığı aşikârdır.

Suriye’deki silâhlı çatışmalara Lübnan kaynaklı Selefi grupların ve El-Kaide uzantısı Sünnî radikal örgütlerin katılması ve buna karşılık Lübnanlı Şiî Hizbullah’ın Suriye’deki kriz boyunca oynadığı siyasî ve askeri rol, son aylardaki gelişmeler ışığında Lübnan’ı mezhepsel bir çatışmanın eşiğine getirdi. Haziran ayının ilk günlerinde Suriye’deki muhalif silâhlı grupların önemli ikmal hatlarından biri olan Lübnan sınırındaki Kuseyr kentinin Suriye Ordusu ve Hizbullah militanları tarafından ele geçirilmesi ve ardından Lübnan’ın Sayda kentinde Selefi Şeyh Ahmed Esir’in silâhlı adamlarıyla Lübnan Ordusu arasındaki çatışmalar gerilimi en üst seviyeye çıkardı. Suriye Ordusu’nun Kuseyr’deki zaferi, ülke içinde rejim ve muhalefet arasındaki askeri güç dengelerinde önemli değişimlere zemin hazırladığı gibi kriz boyunca ihtiyatlı bir siyaset izlemeyi tercih eden Hizbullah’ı çatışmanın doğrudan tarafı haline getirdi. Bu makalede, Hizbullah’ın Lübnan içinde ve bölgesel düzeyde mevcut konumu ve gelecekte oynayabileceği olası roller, tarihsel arka plandan hareketle, Suriye’deki iç savaş ve bölgesel Sünnî-Şiî gerilimi bağlamında ele alınmaktadır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Bilirkişi Görüşü

Diyanet İşleri Başkanlığı Eski Başmüfettişi ve 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Abdülkadir SEZGİN ve Başkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Menderes ÇINAR, Orta Doğu’da mezhep odaklı politikaları ve Şii-Sünni çatışmasını besleyen sebepleri Arap Baharı’na kadar uzanan bir yelpazede, dini ve akademik bakış açılarından 21. Yüzyıl Dergisi’ne değerlendirdiler. 

 

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Tarikattan Devlete Şiiliğin Merkez Üssü: İran

 

 

Hakan BOZ*

 

Bugün Orta Doğu’da yaşanan mezhep odaklı çatışmaların tarihsel bir derinliği bulunmaktadır. Farklı mezheplere mensup kesimler arasındaki toplumsal kırılmalar, küresel oyun kurucular tarafından dikkatle incelenmekte ve söz konusu ayrılıklar Orta Doğu’daki bölgesel çıkarlar adına körüklenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, bölgede özellikle İran merkezli Şii ekseninin nüfuzunu kırmak için Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin içinde bulunduğu Sünni ittifakı desteklemekte, bilhassa Suriye’de yaşanan iç savaş, Orta Doğu’nun birçok ülkesine Sünni-Şii çatışmasının yayılması riski taşımaktadır. Bu çerçevede makalede, Orta Doğu’yu adım adım sarması beklenen mezhep odaklı rekabetin daha iyi anlaşılabilmesi için İslam’ın iki itikadi mezhebinden biri olan Şiiliğin tarihsel gelişimi ve İran’ın konumuna tarihsel bir projeksiyon tutulacaktır. Makalede, Şii ve Sünni kaynaklarda Şiiliğin doğuşu hakkındaki bilgilere yer verildikten sonra, Şiiliğin dönüm noktaların biri olan Safevilerin tarikattan devlete dönüşüm süreci irdelenerek, İran’ın Şii dünyası için nasıl bir merkez üssü haline geldiği anlatılmaktadır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Mısır’da ‘Dejavu’: Mübarek Sonrası Geçiş Sürecinden Mursi Sonrası Geçiş Sürecine

 

İrem AŞKAR KARAKIR*

Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Sisi liderliğindeki ordunun yönetime el koyması ile 2011 devriminin ardından belirsizlikler ve siyasi gerilimlerle geçen 28 ayın sonunda Mısır, yeni bir geçiş süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Bu yazı, göreve gelişinin birinci yıldönümü olan 30 Haziran 2013’de Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin istifasını talep eden milyonlarca kişinin katıldığı gösterilere müteakip, ordunun 3 Temmuz 2013 tarihinde yönetimi yeniden ele geçirmesiyle birlikte Mısır’da yaşanan güncel gelişmeleri incelemektedir. Bu gelişmelerin ülkedeki siyasi reform sürecini ne şekilde etkileyebileceği yönünde öngörülerde bulunmaktadır. Ayrıca, Mısır’da yaşanmakta olan sürecin Orta Doğu geneline yansımaları ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası toplumun başlıca aktörlerinin Mısır’daki gelişmelere yaklaşımı analiz edilmektedir.

Demokratik seçimler sonunda yüzde 52 oranında oy alarak işbaşına gelen Mursi’nin silahlı kuvvetler tarafından devrilmesi, olan bitenin askeri bir darbe mi yoksa yönetimdeki rejimin uyguladığı politikalara karşı duyulan yaygın memnuniyetsizliğin tetiklediği bir halk devrimi mi olduğuna ilişkin önemli bir tartışmayı beraberinde getirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu tartışmaların, Mısır’da yaşanmakta olan sürecin nedenlerini, ülkedeki ve bölgedeki olası yansımalarını anlama çabasının önüne geçmesine izin vermemesidir. Mısır’da Temmuz 2013 itibari ile Mübarek sonrası geçiş dönemi sona ermiş, Mursi sonrası geçiş dönemi başlamıştır. Tüm belirsizlikler ve zorlu engellere rağmen, şimdiki süreç ilk dönemden alınabilecek dersler ışığında birtakım fırsatlar sunmaktadır.  Burada kritik olan, bu noktaya nasıl gelindiğinin etraflıca masaya yatırılması ve yeni dönemde, Mısır’daki başlıca kurumların ve siyasi grupların, daha önce yapılan hataları tekrarlamaktan kaçınmasıdır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Adalet ve Kalkınma Partisi Döneminde Türk Dış Politikasının

‘İslamileşme’si ve ‘Orta Doğululaşma’sı

 

 

Bülent ŞENER*

 

Din faktörünün bir devletin dış politikasına etkisi konusunda bugüne kadar pek çok araştırma yapılmış olmasına rağmen, dinin dış politika yapım süreçlerinde gerçekten “belirleyici bir unsur” mu olduğu, yoksa sadece uygulanmak istenen politikalarda “meşrulaştırıcı bir araç” mı olduğu konusunda tartışmalar mevcuttur. Bu nedenle de dinin dış politikaya etkisi konusunda, Uluslararası İlişkiler disiplininde üzerinde uzlaşılmış genel bir kabulden söz etmek mümkün değildir. Bununla birlikte bu konudaki görüşler kabaca iki grupta toplanabilir:

 

1) Dinin de tıpkı ideolojiler gibi bir devletin dış politikasında belirleyici rol oynadığını iddia eden görüşler,

 

2) Dinin, bir çok ülkede ve özellikle de İslam dünyasında mevcut dış politikaları meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığını iddia eden görüşler.

 

Konuya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, dinin bir ülkenin ulusal/toplumsal kimliğinin önemli belirleyicilerinden birisi olduğu gerçeği yadsınamaz. Bu nedenle de din, ulusal gücün unsurlarından olan “ulusal karakter”in ve “ulusal moral”in de bir motifidir. Dolayısıyla, bir devletin dış politikası ne kadar laik olursa olsun, bir devletin toplumunun dinsel akideleri ne kadar zayıf olursa olsun, dinin dış politikada az ya da çok belirli bir etkisi vardır. Nitekim tarihsel sürece de bakıldığında,  “ulus-devlet” öncesi dönemde (1648 Westphalia Barış Antlaşması öncesi dönem) toplumsal kimliklerin temel belirleyicisinin din olduğu görülürken, “ulus-devlet”lerin ortaya çıkmasından sonra da din, bütünüyle uluslararası sistemi terk etmemiştir. Özellikle Fransız Devrimi sonrasında ve 19. yüzyılda din, devletlerin dış politikalarında kullandıkları bir araç haline gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise uluslararası ilişkilerde “etnik” ve “dinsel” kimliklerin daha fazla görünür olması ve kimliğe dayalı tehdit ve çatışmaların yükselmesiyle birlikte din faktörünün uluslararası politikadaki ağırlığı yeniden artmaya başlamıştır.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Türkiye ve Mısır Üzerinden "Siyasal İslam" Projesini Anlamak

 

Ali Bilgin VARLIK*

31 Mayıs 2013'de "Gezi Parkı" olayları patladığında, bazı yorumcular bunu "Türk Baharı" olarak nitelendirdiyse de bu tanımlama hemen hemen herkes tarafından reddedildi. Öyle ki "çapulcular" sözcüğünden sonra bütün tarafların üzerinde anlaştığı birkaç konudan biri bu olmuştu. Gerçekten de bu adlandırma çok ciddi ölçüde hatalıydı. Bir şeyin adını doğru koyabilmek için, nesnel olunamıyorsa, herkesçe bir taraflılıkla 'öznesine'; o işi yapana, nereden gelip nereye gittiğine -zaman ve mekân boyutuna- bakmak gerekir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'deki "baharın" 2002 seçimlerinde yaşandığını söylediğinde, ben bu yorumun, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) seçmenlerine haksızlık olduğunu düşünmüştüm, ama buna itiraz edilemezdi, çünkü tanımı bizzat öznenin kendisi yapıyordu.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

90 Yıllık Büyüme Dalgası

 

Bahar AŞCI*

 

Son yıllarda ekonomik büyümeyi uzun dönemli tarihsel boyutla irdeleyen ve birleşik büyüme teorisi (unified growth theory) veya kapsamlı büyüme teorisi (grand growth theory) adıyla yayınlanan birçok çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalara göre, ekonomik büyümenin dinamiklerini anlaşılabilir yapan olgu, tarihsel bir perspektiften büyüme verilerini analiz edebilmektir. Dolayısıyla kısa dönemli değil, bazen çağları kapsayan analizler yapmak gerekebilir. Bu teorilere göre mevcut büyüme teorileri sadece sınırlı dönemler için açıklayıcı olurken, tarihsel evreleri açıklamaktan yoksundur. Bu nedenle özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler tarihsel ekonomik geçmişlerinden dersler çıkartıp kendilerine bir yol haritası çizebilmek için mevcut büyüme teorileri yerine tarihsel analizler yapan büyüme teorilerini tercih etmelidir. Türkiye de gelişimini henüz tamamlayamamış bir ülke olduğu için tarihsel verilerini incelemelidir. Bu nedenle bu çalışmada cumhuriyetin kuruluşundan günümüze ülkemizin büyüme rakamları tarihsel büyüme teorisi kapsamında incelenmiş ve ekonomik dalgalanmalar anlamlandırılmaya çalışılmıştır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Doğu Akdeniz’de Paradigma Değiştiren Enerji Satrancı

 

Filiz KATMAN*

Tarih boyunca enerji ve su kaynaklarına erişim ve hâkimiyet, savaşların ve çatışmaların önde gelen nedenlerinden biri olmuştur. Akdeniz, bu açıdan da kendisini çevreleyen coğrafyadaki enerji talebiyle enerji arzının tam kalbinde yer alması nedeniyle mücadele sahası olmaya devam edecektir. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ile beraber diğer doğalgaz ve petrol boru hatları ile su kaynakları, dünyanın içinde bulunduğu enerji ve doğal kaynakların paylaşımı sorunu açısından bakıldığında, Akdeniz’in enerji açısından önemi bir kez daha anlaşılacaktır. 2011 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile İsrail arasında Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama çalışmalarına yönelik imzalanan anlaşma, Akdeniz’in enerji açısından önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Rusya’nın Yeni Dış Politika Konsepti ve Bölgesel Politikalar:

Atlantik, Avrasya ve Asya-Pasifik

 

Sabir ASKEROĞLU*

Rusya’ya göre, Batı’nın dünya ekonomisi ve siyaseti üzerindeki tarihsel üstünlüğü düşüş yaşamaya devam etmektedir. Uluslararası alanda güç ve yükseliş elde etmenin yeni coğrafyası Asya-Pasifik olmuştur. Dünya siyasi ve ekonomik sahnesine yeni oyuncuların çıkmasıyla ve Batılı oyuncuların alışılmış pozisyonlarını korumaya çalışmasıyla, küresel rekabetin artması ve daha da kızışması söz konusudur. Bu durum da uluslararası ilişkilerde istikrarsızlığın artmasına zemin hazırlamıştır. Böyle bir zeminde, yaşanan uluslararası değişimlerden bağımsız olarak bir “güvenlik adasının” kurulması olanaksızdır. Rusya’ya göre bu durumda yapılması gereken ve olası istikrarsızlıklardan korunmanın tek ve güvenilir yolu, evrensel güvenlik ilkesine, eşitlik ve bölünmezlik ilkeleri temelinde Atlantik, Avrasya ve Asya-Pasifik alanlarının koşullarına uygun olarak uyum sağlanmasıdır. Bu çalışmada, Rusya’nın söz konusu küresel değişimde Atlantik, Avrasya ve Asya-Pasifik bölgelerine yönelik izlediği ve izleyeceği politikaları “yeni dış politika konsepti” çerçevesinde incelenmiştir.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

 


*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Prof. Dr., Karadeniz Araştırmaları Merkezi Başkanı

*Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

*Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

*Dr., 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi, Bilimsel Danışman

*Dr., 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Başkan Yardımcısı, İş Geliştirme ve Stratejik Yönetim Merkezi Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Yrd. Doç. Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi, Enerji Politikaları ve Piyasaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Rusya-Slav Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display