21. Yüzyıl Dergisi'nin Mayıs Sayısı Çıktı

 

PKK’ya Teslim Noktasına Nasıl Gelindi?

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*

Devletimizin geleceği açısından hayati öneme sahip günlerden geçiyoruz. Önümüzdeki birkaç sene içinde gerçekleşecek gelişmeler çocuklarımızın nasıl bir Türkiye’de yaşayacağını belirleyecek. Konu, sadece PKK terörünün sona ermesi amacı doğrultusunda terör örgütü ile müzakereler sonucu üniter-milli devlet yapısını federal yapıya dönüştürerek uzlaşmak değildir. Onun ötesinde, Kuzey Irak ve Suriye’nin kuzeyinin, Irak ve Suriye’nin parçalanması sonucunda federal devlet yapısı haliyle Türkiye ile birleşmesi ve iki milletli bir devlete dönüşmesidir. Böylece Büyük Kürdistan, Türkiye çatısı ve koruması altında kurulduktan sonra 20-30 senelik bir birlikteliğin ardından, ilk sert kırılmada Sivas’a kadar olan bölgeyi kopararak ayrılma zeminine kavuşacaktır. 

Yaşanan gelişmeleri algılama konusunda aydın kamuoyu ikiye bölünmüş durumdadır. AKP hükümetinin de desteklediği, liberal ve kendilerine muhafazakar diyen aydınlar, Abdullah Öcalan ile yapılan müzakereleri sevinçle karşılıyorlar. “Nihayet anaların gözyaşları dinecek” diyorlar. Öte yandan milliyetçi, vatansever aydınlar, gelişmeleri endişe ve tepki ile izliyorlar; ülkemizin bir bölünme sürecine girdiğini ileri sürüyorlar.                  

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Çözüm Sürecinin Altı Temel Sorunu

Emre USLU*

Devlet PKK ile müzakere yapıyor. Müzakereler belli bir noktaya doğru ilerliyor. İçeriğinde birçok belirsizlik olmasına rağmen günü geldikçe bazı bilgiler kamuoyu ile paylaşılıyor. Bu yöntem süreci dışarıdan izleyenler açısından rahatlatıcı görünse de, süreci ve aktörleri bilenler açısından aslında bir gerilim filmine benziyor. Gerilim filmi diye tanımlıyorum zira ”çözüm süreci” diye tanımlanan bu süreç sadece sonuç odaklı düşünülemez. Halkın çoğunluğu, sonuçta barış olacak iyi olacak şeklinde bakabilir. Ancak PKK ile barış süreci denilen süreçte taraflar aslında süreçlerde kazanır veya kaybederler. Bir anlamda sonucu belirleyecek şey sürecin kendisidir.  Dolayısıyla sürecin gidişatını analiz etmeden sonuçta barış olacak iyi olacak demek yanılgıdır.

Barış sürecine destek veren çevreler ve hükümet kanadı insanları bir umuda, barış umuduna, odaklayıp süreci tartışmaktan uzak tutmaya çalışıyorlar. Oysa ”barış”ın çeşidi, biçimi, türü de önemlidir. Kısa vadeli bir barış bazen uzun vadeli bir savaş ve yıkımın habercisidir. Buna en güzel örnek Berlin Anlaşması’dır. Berlin Antlaşması, Türkiye’ninAvrupa’dan tasfiyesini hazırlayan büyük dönüm noktası oldu. Bu nedenle makalede, bu süreçte ”barış geliyor ne gam” vurgusunun ötesine geçilip ”barış süreci” ve muhtemel kazanım ve kayıpları değerlendirilmeye çalışılmıştır.  

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

 

Devlet ve Terör Örgütü Müzakeresi

Halil İbrahim CANBEGİ*

Terör örgütlerinin gerçekleştirdikleri eylemler bir ülkenin başına gelebilecek en talihsiz olaylardandır. Yarattığı sosyolojik, ekonomik ve siyasi problemler nedeniyle terör sorunu ülkelerin gündemini sürekli meşgul etmektedir. Bu noktada her birey/kurum kendi siyasi, milli ve rasyonel algıları paralelinde geliştirdiği stratejinin terör sorununa çare olacağını düşünmektedir. Terör sorununu çözmeye matuf tezlerin genelde “terörle etkin mücadele” ve “terörle müzakere” biçiminde iki başlık altında yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Devletin terör örgütüyle mücadele ederek terörün bitirileceğini öne sürenler kadar; devletin terör örgütünün sebep olduğu problemleri bu örgütle müzakere ederek minimize edeceğine dair iddialara sahip olanlar da mevcuttur. Zira günümüzde bu iddiaların teori aşamasından pratiğe döküldüğünü görmek mümkündür. Bu çalışmada devlet ve terör örgütü müzakeresinin sonuçları ve olası bir müzakerenin çerçevesi ele alınacaktır.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Diyarbakır’ı Kaybettik, Çünkü Ankara’yı Kaybettik

Ceyhun BOZKURT·

Biz Diyarbakır’ı maalesef kaybettik. Ancak Diyarbakır’ı kaybetmemizin nedeni, Ankara’yı kaybetmemiz. Ankara’yı yeniden kazanırsak, Diyarbakır’ı da yeniden kazanırız. İnsanların gözü Ankara’ya bakıyor.

Türkiye'nin ve belki de dünyanın en güzel ve tarihi kentlerinden biri olan Diyarbakır'ın adı, PKK terörünün başlamasının ardından son 30, özellikle de son 10 yıldır örgütle birlikte anılır oldu. İnsanların, bu kentle ilgili algısında "terör, silah, korku" ifadeleri öne çıkar hale geldi. Bu algının oluşmasında siyasal iktidarların etkisinin büyük olduğunu ancak Diyarbakır'a gidince netleştirebildik. Bu netlik, makalede de aktarıldığı üzere, bir vatandaşın Diyarbakır analizinde geçen bir siyasi değerlendirme ile oluşmuştur.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Özel Röportaj

Prof. Dr. Solovey Tatyana Dmitriyevna

Moskova Devlet Üniversitesi, Etnoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Solovey Tatyana Dmitriyevna, Rus Milliyetçiliği, tarihsel kökeni ve güncel siyasi yansımalarına ışık tutacak değerlendirmeleriyle 21. Yüzyıl Dergisi’nin sorularını yanıtladı.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Terörizmle Mücadelede Sri Lanka Örneği:

”Tamil Kaplanları”

Doç. Dr. Emruhan YALÇIN*

Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları (TEKK)” veya kısaca “Tamil Kaplanları”, Sri Lanka'da Tamil etnik grubunun yaşadığı bölgenin bağımsızlığı için mücadele eden ayrılıkçı terör örgütüdür. Tamiller Hindistan'ın güneybatısındaki Tamil Nadu eyaletinde ve Sri Lanka'nın kuzeyinde yaşayan etnik bir gruptur. TEKK, kurulmasından itibaren Sri Lanka'nın kuzeybatısında bağımsız bir devlet kurmak için hükûmete karşı kanlı bir mücadele yürüttü. Bu mücadele, dünyadaki en uzun süren silahlı çatışmalardan biri olan Sri Lanka “İç Savaş”ına dönüştü.

 “Sri Lanka” ve “Tamil Kaplanları” ülkemizde son yıllarda ayrılıkçı PKK sorununa çözüm arayışları çevresinde ele alınmaktadır. Sri Lanka modeli” olarak adlandırılan ve Sri Lanka devletinin, azınlık Tamillerin ulusal hakları için mücadele ettiğini savunan silahlı ”Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları”na yönelik 2008-2009 yıllarında büyük bir askerî operasyon yaparak örgütü yenilgiye uğratmasını özetleyen model, Türkiye'de gündeme gelmiştir. Bu makalede bu model incelenmeye çalışılmıştır.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Avrupa Birliği Perspektifimiz Niçin Hala Önemli?

Semih İDİZ*

Yüzeysel açıdan bakıldığında Türkiye-AB ilişkilerinde durum gerçekten parlak görünmüyor. AB’nin kendisi de bir “var oluş mücadelesi” içindeymiş gibi bir görüntü veriyor zaten. Hal böyle olunca, hem bizde,  hem de Avrupa’da önce Avro’nun, ardından AB’nin çökeceğine inananların sayısı hiç de az değil. AB’nin içinde de bu izlenimi pekiştiren gelişmeler de yaşanıyor tabii. İngiltere Başbakanı David Cameron’ın Muhafazakar Parti’nin tekrar seçilmesi halinde AB üyelik meselesini referanduma taşıma vaadi somut bir örnektir.

Özetle, Türkiye’nin üyelik yolunun önüne aşılması zor görünen duvarların dikilmesi ve Avrupa’da yaşanan ve birçok üye ülkede insanları fakirleştiren kriz bizde bazılarını kolaylıkla “Bizi zaten istemeyen bir birlik dağılıyor, biz hala üye olmak için uğraşıyoruz” türünden eleştirel düşüncelere sevk edebilir.

Sonuçta, Fransa’nın münferit –üstelik AB’nin “konsensüs” kuralını da yok sayarak – üyelik müzakere fasıllarının en önemlilerine “tam üyeliğe götürür” gerekçesiyle koyduğu vetolar, Nicolas Sarkozy’nin sahneden çekilmesine rağmen kalkmış değil. Bu konuda elbette ki beklentilere yol açan açıklamalar oldu, ancak Paris’in meseleyi yavaştan aldığı da bir gerçek.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Kazakistan Büyükelçisi Sayın Zhanseit Tuimebayev ile Özel Röportaj

“İyi kurulmuş bir entegrasyon, dinamik küreselleşen dünyanın şartlarında istikrarlı ve uzun vadeli devlet gelişimi için anahtar rol oynayan etkin araçlardan biridir. Bu hem Avrasya entegrasyon süreci hem de Türk dili konuşan devletlerin birliği olan Türk Konseyi için de geçerlidir. Bu süreçte her ülkenin kendi politikası ve ileriye dönük düşünceleri vardır ve bunlara sadece saygı duymamız gerekir. Temennim odur ki, tüm Orta Asya ülkeleri bir gün ortak birentegrasyon yapısında yer alacaklardır.”

 

Kazakistan’ın Türkiye Büyükelçisi Zhanseit Tuimebayev, 21. Yüzyıl Dergisi için, Orta Asya’daki işbirliği süreci ve Avrasya Birliği’nden, Kazakistan dış politikasına, Kazakistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerden Kazakistan’ın ‘2050 Stratejisi’ne kadar uzanan değerlendirmelerde bulundu. 

 

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Federasyon, Yerelcilik, Özerklik Üzerine

Nilgün CERRAHOĞLU**

Türkiye’de uzunca süredir devletin yeniden yapılandırılması konuşuluyor… Bazen açık, bazen üstü kapalı olarak yürütülen bu tartışma, kâh başkanlık sistemi çerçevesinde, kâh Kürt dilinin kullanımı ile Kürt sorunu, kâh yeni anayasa önerileri kapsamında ortaya atılıyor. Ve sürekli bölük pörçük, kenarından köşesinden sürdürülüyor. Çoğu defa ağızlarda gevelenerek ifade edilen meramın her halükârda yerelleşme yönünde atılmak istenen adımlar olduğu anlaşılıyor...

İspanya, 1970’ler sonu ile 1980’ler başında Avrupa’da yaşanan en büyük yerelleşme reformunu gerçekleştirdiği için bu bağlamda çok özgün bir örnek teşkil ediyor. Ülkenin demokrasiye geçiş süreci kapsamında bu örneği yerinde izlemiş olduğum için, İspanya tecrübesinden çıkarılacak derslerin bizim için önemli olduğunu düşünüyorum. Adı konmadan tartışılan, bu yüzden tam neyin tartışıldığı her zaman pek belli olmayan, Türkiye’nin “devlet reformu” projeleri konuşulurken, İspanya’nın dünü ve bugününe bakmakta yarar var. İspanyollar hangi niyetle yola çıktılar ve bugün “yerelleşmede” nerelere vardılar? İspanya’ya yaptığım son gezide kavramaya çalıştığım başlıca konulardan biri de bu oldu. Beklemediğim ölçüde çarpıcı saptamalarla karşılaştım. Değerlendirmeler tersine dönmüş desem yeridir.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Stratejik Operasyon Kalesi: Kerkük

Yrd. Doç. Dr. Tuğçe VAROL SEVİM*

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin 2003’de gerçekleştirdiği Irak harekâtı neticesinde Kürtlerin Irak içerisinde ABD müttefiki haline gelmesi ile birlikte Kerkük, büyük ölçüde Kürdistan yönetiminin kontrolüne geçmiştir. Yakın bir geçmişe kadar Türk dış politikasının “Kırmızı Çizgileri” dâhilinde bulunan Kerkük’ü Kürdistan yönetim alanının dışında bırakma politikasındaki gevşeme nedeniyle şehrin fiili kontrolü tartışmalı bir hale gelmiştir. Kentin çoğunluğunu oluşturan üç grup arasında rekabet artmakta, Kürtler olaya uluslararası meşruiyet kazandırma ve sempati kazandırma açısından Kerkük için “Kürtlerin Kudüs’ü” benzetmesini kullanmaktadırlar. Bu bağlamda Kürt tarafı ilk aşama olarak 2005 yılında yapılması planlanan ama ertelenen Irak Anayasası’nın 140’ıncı maddesinde belirtilen sorunun referandumla çözüm aşamasını desteklemektedir. Diğer yandan, soruna etnik boyut yanında enerji boyutu da eklenmiştir. Hali hazırda Kürdistan Yerel Yönetimi (KYY) ile Merkezi Bağdat Yönetimi arasında KYY yetki alanı içerisindeki hidrokarbon rezervlerinin nasıl yönetileceği meselesi Kerkük’ü de yakından ilgilendirmektedir.

Sahip olduğu enerji rezervleri nedeniyle hem Erbil yönetiminin hem de Bağdat yönetiminin vazgeçmek istemediği Kerkük iki tarafın da kaderini etkileyecek nitelikte bir sorun haline dönüşmüştür. Kendi bölgesinde Merkezi hükümete sormaksızın uluslararası enerji şirketleri ile anlaşmalar imzalamaya başlayan KYY’nin Kerkük enerji rezervlerine hayati derecede ihtiyacı bulunmaktadır. Kürdistan bölgesinin elindeki tek gelir kaynağı olan enerji rezervleri nihayetinde sınırlı olduğundan daimi bir bağımsızlık gerçekleştirebilmesi için enerji sahası alanını da genişletmesi gerekmektedir. Diğer yandan ülkenin toprak bütünlüğünü ve ekonomik geleceğini kurmaya çalışan Maliki yönetimindeki Bağdat Hükümeti de KYY’nin yetkilerini aşan anlaşmalar imzalamasına ve Kerkük üzerinde hak iddia etmesine itiraz etmektedir. Bütün bunlar neticesinde Kerkük, tarihi bir hesaplaşma ile büyük enerji şirketlerinin oyunları arasında geleceğini belirlemeye çalışmaktadır.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Obama’nın İkinci Döneminde ABD’nin Orta Doğu Politikası

Prof. Dr. Hasan KÖNİ*

Batılı devlet adamları ve siyaset analizcileri Arap Baharı’nın, Arap halkının sosyo-ekonomik  taleplerine diktatörlük rejimlerinin cevap vermeyişi sonunda çıktığını ileri sürüyorlar. 21.yüzyılın yeni iletişim tekniklerini, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının, Batının sivil toplum kuruluşlarının bu ülkelerdeki çabaları sonucu gelişen insan hakları ideallerini bir yana bırakırsak, Arap baharında Batılı ülke  askeri güçlerinin ve müttefiklerinin niçin bu kendiliğinden gelişmesi gereken halk hareketlerine, bazen askeri bazen parasal, destek sağlamalarının nedenini pek anlamak mümkün olmuyor.

Acaba Batılı ülkeler, Orta Doğu’ya insancıl müdahale veya son dönemlerin moda olan uluslararası terimi, sivilleri koruma hakkı gibi düşüncelerle açık veya kapalı bir biçimde askeri güç kullanırken; “iyi yönetişim(good governance)” teriminin arkasına yerleştirdikleri, kendi kültürel deneyimlerinin bir yansıması olan; evrensel insan haklarına uyum sağlanması, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisini yerleştirip kendileri gibi demokratik olmadıklarını ileri sürdükleri Arap topluluklarına demokrasi getirmek için mi bu ülkelere müdahale etmektedirler. Batılı ülkeler gerçekten bu ülkelere kendilerine benzer bir biçimde  refah ve demokrasi getireceklerine inanmakta mıdırlar. Askeri müdahaleler sırasında imzaladıkları insancıl savaş anlaşmalarının hükümlerine gerçekten sadık kalarak savaş dışında kalan Müslüman ahaliye, kadın ve çocuklara karşı olumlu davranışları var mıdır? Demokrasi getirebileceklerine gerçekten inanarak  insancıl bir amaçla mı müdahale etmektedirler? Yoksa yakın zamanlarda belirtildiği gibi sözde insancıl müdahale  Irak petrolleri, Afganistan işgali Orta Doğu ve Asya enerji alanlarına yerleşme planlarının bir yönü müdür? Güçlü Neo-con  olarak adlandırılan sağ eğilimli Musevi lobisinin Orta Doğu’da iki devletli bir çözüme razı olmayacağı Amerikan  yönetimi tarafından hesaplanarak  İsrail’in Orta Doğu’daki  rakiplerini  belli bir zaman süresi içinde tek tek dengesizleştirme planının bir parçası mıdır? Acaba, eski Amerikan Dışişleri Bakanı Condolezza Rice hangi amaçla Orta Doğu’da bazı sınırların değişeceğinden bahsetmiştir? Orta Doğu’da Amerika’ya veya Batılı ülkelere  enerji mamulleri satışını reddeden herhangi bir ülke bulunmadığına göre sınırların değişmesine, Arap Baharı’nın desteklenerek sonradan hoşlarına gitmeyecek sonuçların oluşmasına neden gerek duyulmuştur?

Maalesef  Orta Doğu’daki karmaşa ve çatışma halen  sürdüğü için ileri sürülen bu stratejik görüşlerin hangisinin tam olarak doğru olduğunu veya hepsinin birden uygulanmak istenip istenmediğini şimdilik tam olarak tespit etmek mümkün olmamakla beraber aşağıda belirteceğimiz gibi bazı yazarların analizlerinde gerçekler kısım kısım ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında uluslararası kamuoyu, Amerikalılar da dahil olmak üzere, bu tür müdahalelerin başarılı olamayacağına artık inanmaktadırlar. Irak savaşının her dönemi fiyaskolarla dolu olduğu için askeri stratejistler, diplomatlar, politikacılar Irak savaşının onlara ne öğrettiğini tartışmaktadırlar. Günümüzde Suriye’deki gelişmeleri ve Batılı devletlerin tutumlarını Irak’ta edinilen deneyimler ışığında incelemek gerekmektedir.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 

Cumhuriyet, Milli Din, Derin Tarih…

Zülküf SARITEPE*

Ülkemizde tarihe olan ilgi son yıllarda artmaya başladı. Buna bağlı olarak gazetelerdeki tarih köşelerinin hacmi büyüdü. Televizyonlarda tarih programlarının sayısı yükseldi ve yayımlanan tarih dergilerinin adedi son yıllarda arttı. Tarihi olayları geniş kitlelere ulaştıran vasıtaların en önemlilerinden birisi de şüphesiz tarih dergileridir.

Geniş okuyucu kitlesi arasında ilgi gören popüler tarihçilik, profesyonel tarihçiliğin bütün ülkeyi saran tarih bölümü merkezli kurumsallaşmasına rağmen, tarihi bilgi ve kanaatlerin toplumlaşmasında ondan daha etkili bir konumdadır. Popüler tarihe duyulan ilgiye paralel olarak, popüler, güncel tarih mevzularını kapak konusu yapan tarih dergilerine olan ilgi de her geçen gün artmaktadır.

‘Milli Din Duygusu ve Öz Türk Dini’ kitabında içeriği hiçbir Müslüman Türk’ün kabul edemeyeceği fikirler barınmakta, hak dinimiz İslam’a hakaretler edilmektedir.

Devamı 21.Yüzyıl’da…

 


*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Taraf Gazetesi Yazarı

 

*Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset ve Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Öğrencisi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

·Araştırmacı-Yazar

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Terörizm ve Terörizmle Mücadele Merkezi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Gazeteci-Yazar

**Gazeteci-Yazar

*İstanbul Aydın Üniversitesi, İİBF Öğretim Üyesi; 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi, Merkez Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*İstanbul Kültür Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Devletler Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Bilimsel Danışman, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display