Bu sayfayı yazdır

Çaresiz Stratejiler

Yazan  25 Haziran 2014

Postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerinde çalışmalarıyla bilinen ünlü düşünür Jean Baudrillard’ın, "Çaresiz stratejiler sıradan stratejilerin tam merkezinde mi üretilmektedir?"  sualine, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllardır devam eden terörizmle mücadelesini referans alarak cevap aramanın etkileyici bir zemini olduğu düşünülmektedir.

Stratejinin ruhunda olayların varılmak istenen hedeflere, durum ve şartlara göre yönlendirilmesi vardır. Şimdi herkesimce bilinen bu mücadelenin yaklaşık otuz yıllık serüvenini basitçe tahayyül edildiğinde, terörizmin; "üç-beş çapulcudan demokratik özerkliğe ve bölünmeye geldiği" gün gibi ortadadır. Bu dönem içerisinde gelişen olayların kimin inisiyatifiyle, kimin amaçları doğrultusunda yönlendirildiği, önyargısız olarak sorgulandığında;terör örgütünün daha ağırlıklı olarak öne çıktığı görülmektedir. Her şeyden önce, terör devlet ve milletler için bedende yüksek ateştir ve yaşamsal bir sorundur. Gerekli tedbirlerin alınması stratejik liderliğin uhdesindedir. Başta basın ve yayın organları olmak üzere hayatın her alanında, bıkkınlık verircesine duyulan bir nakarat vardır ki o da," terörle bir yere varılmaz " yalanınaözellikle sorumluluk mevkiinde bulunanların itibar etmesi oldukça düşündürücüdür. Bazı düşünür ve yazarlar," bal gibi varılır " diyerek, dikkat çekmek istemişlerse de sesleri cılız kalmıştır.

Bu çetrefilli soruna nereden bakılırsa bakılsın,"büyük strateji"eksikliğinin varlığı apaçık ortadadır. Büyük strateji devlet ve milletlerin kaderidir. Üzerinde ulusal fikir birliği oluşmuş bir büyük stratejinin, politika tarafından uygulamaya konulması, yaşamsal değerdedir. Bunu görmezlikten gelerek veya hafife alarak, hiçe sayarak atılacak adımlar sıradandır ve hedef yerine, boşluğa götürür ki orada telafisi mümkün olmayan kayıplar vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük stratejisi olmuş olsaydı, millî gücün tüm unsurları bahse konu soruna yönlendirilerek kangrenleşmesine fırsat verilmeden, aklın ve bilimin ışığında gerekli tedbirler alınabilirdi. Maalesef sorun büyük ölçüde askerî güce havale edilerek ve " uzun soluklu bir mücadele " yanılgısıyla, zaman ve kaynaklar heba edilmiştir. Yanılgının temelinde, mücadelenin doğasını ve karakterini anlamamaktan kaynaklanan stratejik teori eksikliği veya yokluğu bulunmaktadır. Bu konu; bugün de aynı problemlerle devasa bir hâl almışken, " çözüm süreci " olarak başlatılan bu dönemde, getirilen tedbirlerle daha da içinden çıkılmaz bir mecraya girmiş bulunmaktadır. Bu sıradan stratejilerin tabii sonucu, çaresiz stratejilerin ise başlangıcıdır.

SEÇENEKSİZ KALMAK BİR STRATEJİ OLABİLİR Mİ?

Devlet ve milleti her ne olursa olsun bir adım atmaya,bir süreci başlatmaya mahkûmane bir durumla yüz yüze getirmek çaresizliğin ta kendisidir. Bu konuda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, 15 Mart 2013’de Dicle Üniversitesi’nde yapmış olduğu konuşmada :" …Türk’üyle, Kürt’üyle, Boşnak’ıyla, Arap’ıyla her bir milletiyle yürüyeceğiz ya da bizi lime lime edip küçük parçalara ayırmaya çalışacaklar. " söylemini" kadim değerlerden hareketle yeni bir siyaset anlayışı " olarak sunması ve bunu " önce ülkemizde sonra bölgemizde sonra da bütün dünya da egemen kılmaktır " ütopyasını, hedef olarak göstermesi"çaresiz stratejiler"konusunda incelenmesi gereken ironik ve paradoksal bir örnektir.

Stratejinin gücü ve kalitesi, tercih zenginliği ile doğrudan ilgilidir. Seçeneksizlik zayıflıktır ve ölümcül etkilere gebedir. Her şeyden önce, kaderin karşı tarafa rehin edilmesidir. Kaderleri rehin tutulanların başkalarının alınyazısını değiştirmeye kalkışmaları, diplomatik tuluatta yer bulabilir, ancak bu durum stratejide çaresizlikle sıfatlandırılır.

Çözüm sürecinde sıkça dile getirilen: " Şimdiye kadar, bu iş silahla çözülemedi...Kimse ölmüyor, şehit gelmiyor…Terörün maliyeti hesaplanırken, eğer olmamış olsaydı her aileye bir ev bir araba vb." söylemler, Türk milletinin bölünme ve yıkıcılığa karşı direnç gösteren, savunmacı akılları hedef alınarak, çaresizliği bir kader olarak kabul etmelerine yönelik son derece tehlikeli ve sinsi yaklaşımlardır. Bunlar hile ve aldatmaya yönelik birer yem ve tuzaktır.

BU SORUN AŞILABİLİR Mİ?

Bir kesim " Atı alan Üsküdar’ı geçti. " derken, diğer kesim ”İslam kardeşliği ile bir fırsatın yakalanabileceği veya bir süre daha idare edilebileceği… " görüşünde olabilirler. Ancak PKK’nın stratejisini anlamadan atılan veya atılacak adımlar, taktik düzeyde kalır ve stratejik yanılgıya zemin hazırlar.Yıllarca, bu mücadelede başarı/başarısızlık kıstasını; şehit/ölü ve dönem içinde meydana gelen olay sayıları ile açıklama yöntemi, son derece basit ve sığ anlayışın ifadesidir.Oysaki büyük strateji olmuş olsaydı, PKK’nın stratejisi ve politik hedeflerine odaklı bir eylem planı ile hareket edilebilirdi. Bundan yoksun olarak, kısa vadeli ve küçük hesaplara dayalı bir anlayışla başlatılan sözde çözüm süreciyle tılsımlı sonuçlar beklemek boşunadır.

Sanki PKK demokratik konfederalizm temelinde özerklik hedefinden vazgeçmiş, silah bırakarak koşulsuz sınır dışına çekilmiş, sürecin iplerini elde bulunduranlar Orta Doğu’ya yönelik stratejilerinin varsayımlarını değiştirmişler gibi bir delaletle sahnelenen aymazlık oyununa bel bağlayanların hüsranı kaçınılmazdır. Bir defa, bu süreç stratejik anlayıştan yoksundur. Terör örgütünü çözmeye odaklı eylem planıyla hareket etmesi gerekirken, milleti bir arada tutan değerleri hedef alarak, millî ve üniter devleti tasfiye etme amaçlıdır. Buna karşılık örgütün stratejisi, psikolojik ağırlıklı ve de saldırgandır. Bu saldırganlık fiziki ve fikrîdir. Amaç, Türkiye Cumhuriyeti’nin psikolojik zayıflıkları üzerinde oynayarak, zihinsel yıkımın sağlanmasıdır. Ardından fiziksel yıkımın gelmesi kaçınılmazdır. Bu dönemde, PKK terör örgütünün askerî, siyasi ve psikolojik kazanımları ile paralel devlet ve millet inşası faaliyetlerini basite indirgeyerek görmezlikten gelmeye yönelik davranışlar tarihi ve stratejik bir yanılgıdır.

Mevcut anlayış ve tutum devam ettiği müddetçe, çözüm süreci her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kaybeden Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.                      

 Ergüder Toptaş

1960 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. 1977 yılında Işıklar Askerî Lisesinden, 1981 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev yapmıştır. 1988-1990 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1997 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi, 2006 yılında ise Millî Güvenlik Akademisi eğitim ve öğretimini takip etmiştir. (E)Tümgeneral Toptaş’ın strateji, jeopolitik, harp ve mücadele konularında yayınlanmış üç kitabı ile birçok makalesi bulunmaktadır.