Demokratik Açılımın Türkiye’nin Kültür (Azınlık) politikalarına Getirdiği Bir Yenilik Var mı?

Yazan  29 Kasım 2013

Kısa bir süre önce en son yenilikleri içine alan demokratik paket açıklandı ve tek millet ve tek kültür algılamasını kaybetmek üzere olan her kesim tarafından dinlendi. Satırbaşları ile incelendiğinde paketin en önemli özelliğinin Kürt açılımına ilişkin özel maddeler yerine farklı kültürlere negatif haklar verilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle bu husus çok önemlidir. Çünkü demokratik özgürlüklerin kısıtlanmadığı bir ulus devlet iddiası ön plana çıkarıldığı ve ayrımcılığın şiddetle kınanacağı ve cezalandırılacağı ifade edildiği bir ortamda negatif hakların verileceğinin açıklanması, farkında olmadan/olarak ayrımcılık yapmaktan öteye gitmemektedir. Dolayısı ile temel eksiklikler ve alınması gereken tedbirler konusunda daha çok yol alınması, bu alanda öne çıkan uluslararası donelerin çok iyi incelenmesine gerek vardır.

Demokratik Açılımın ve Yeni Paketin Temel Eksiklikleri

Türkiye’nin güncel verilerle donanmış ve günümüzde özellikle Avrupa Birliği devletlerinin uygulama alanına koymuş oldukları kültür politikalarının da dikkate alındığı yeni bir kültür politikasına ihtiyacı yoktur. Çünkü zaten 1923’te imzalanmış olan Lozan Antlaşması’nın 39-47. maddeleri bu hizmeti görmektedir. Ama günümüzde gelinen noktada ve özellikle 1990 sonrasında bütün dünyada etkili olan mikro milliyetçilik rüzgârı ile yeni bir anlam kazanan çok kültürlülük algılamasına göre temel esaslar değişmeden genel topluma hitap eden güncellemeye ihtiyaç vardır.

Genel çerçevede bakıldığında Türkiye, kuruluş felsefesini herkesin ulus kimliğine sahip kılınması ve bu kimlik altında yaşayan bütün topluma pozitif haklar verilmesine dayandığı açık bir şekilde görülmektedir (burada pozitif haklardan kastedilen, ayrımcılığa yer vermeden her farklılığa farklılık gözetmeden hakların eşitlik ilkesine dayandırılarak verilmesidir. Tam tersi olan negatif haklar ise, farklılıklara özel haklar verilmesidir ki, günümüzde seçilen yol ayrımcılığa ve bölünmeye yol açacak negatif haklar verilmesi yoludur).

1923 yılında pozitif haklar verilmesi ile ulus devlet kimliği yani “Türk Etnik Ulus Kimliği” yaratma projesi, Avrupa’daki emsalleri ve bu dönemin genel siyasi atmosferi dikkate alındığında inanılmayacak kadar ileri bir seviyedir (Bu dönemde Avrupa’da ulus devlet kimlikleri kan dökerek, zorunlu göçler yaptırılarak ve üstün ırka asimile edilerek yapılmış, bu uygulamalar milyonlarca Avrupalının yerlerinden edilmesine sebep olmuştur).

Fakat ne yazık ki günümüzde, 1923 yılında arka planında pozitif haklara dayalı Türk Ulus Etnik Kimliğine dayandırılarak oluşturulan Türk kültür politikası eleştirilmekte, Türk kimliğinin savunulması ırkçılıkla bağdaştırılmakta ve farklılıklar ile bölünmüşlüğe giden ve negatif ayrımcılığı tetikleyen bir politika oluşturulmaya gayret gösterilmektedir. Bunun da en büyük sebebi, bütün bu çalışmaların arka planının boş olmasından kaynaklanmaktadır.

Açıklanan demokratik pakette yakın vadede Türkiye’nin birliğine ve bütünlüğüne çok zarar verebilecek maddeler mevcuttur. Bunlar bilindiği üzere ana başlıkları ile şunlardır.

- İlköğretim okullarından “Andımızın” kaldırılması(Ulus devlet kimliğinin ve Türk ulusu algılamasının genç neslin hafızalarına hiç aktarılmaması mı hedeflenmiştir?)

- Q,W,X harflerinin Türk alfabesinde yer bulması(Değiştirilecek yer isimlerinin ve kamuda iki dilliliğin önünün açılması mı hedeflenmektedir).

- Farklı dil ve lehçelerde eğitim verecek özel okulların açılmasına imkân verilmesi (Türkiye’de meşrutiyet dönemi ve sömürgecilik anlayışından kendisini kurtaramamış ülkeler mi model alınmıştır?)

- Köy isimlerindeki yasakların kalkması(Devlet içinde yeni bir devletçiğin oluşumunun önü mü açılmak istenilmektedir?)  

 Bu maddelerdeki eksiklik tek maddede toplanabilir. Bu da; Teorik arka plandan yoksun yeni bir kültür/azınlık politikası yaratmaya çalışarak, esas olarak negatif haklar üzerinden binlerce yıllık birikime sahip Türk ulus devlet kimliğini parçalamaya çalışmaktır (ki, birçok araştırmacı, yazar ve bilim adamı demokratikleşmeyi savunarak isteyerek veya istemeden, ama genellikle bilgi eksikliğinden kaynaklanarak bu hakların Türkiye’de toplumsal barışın oluşmasına yardımcı olacağına inanmakta ve savunmaktadır).

Teorik Bir Arka Plan Nasıl oluşturulmalıdır?

Bu konuda öncelikle dünyadaki uygulamalara bakılmalıdır. Bu noktada da iki ileri uygulama alanı göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki Birleşmiş Milletler (BM)’dir. BM insan hakları bildirgesine bakıldığında burada daha çok ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı çıkıldığı görülür. Ulus devletlerin içinde yaşayan farklı kültürler için Milletler Cemiyeti döneminin başarısız uygulamaları dikkate alınarak bildirgede bilinçli olarak negatif haklara yer verilmemiştir. 1970’in başından itibaren bu platformda azınlık ve farklı kültür grupları için çok sayıda çalışma yapılmış (ünlü Helsinki toplantıları), fakat azınlık tanımı, standart bir azınlık uygulaması ortaya konulamamıştır. Yani BM’nin üye devletleri, bu kavramlar üzerinde fikir birliğine ulaşamamıştır (Her ne kadar akla ünlü ikiz sözleşmeler gelse de sözleşmeyi tam anlamı ile uygulayan bir devlet mevcut olmadığı hatırlanmalıdır). Bir diğeri de Avrupa Birliği tarafından geliştirilen “AB Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık Diller Şartı” ve AB ülkelerinin bu sözleşmelere göre hazırladıkları kendi azınlık politika raporlarıdır. Sözleşmelerin yaptırımları önemlidir. Üye ve Aday ülkeler sözleşmeye göre devlet raporları ile azınlık politikalarını beyan etmelidir. Türkiye’de aday olması nedeniyle bunu yerine getirmelidir, fakat şimdiye kadar bundan kaçınmıştır. Halbuki bu raporu hazırlaması önemlidir, çünkü yukarıda bahsedilen teorik arka plan bu rapor ile oluşturulabilecektir. Azınlık Çerçeve Sözleşmesine gelinirse sözleşmenin iki aşamalı hazırlandığı görülmektedir. İlki Sözleşme metni, ikincisi de Açıklayıcı raporudur. Açıklayıcı rapor, özellikle devletlerin kendi politikalarını hazırlarken dikkat edecekleri esasları belirginleştirmektedir.

Açıklayıcı raporun giriş kısmında; devletlerin özellikle kendi bünyelerine uygun olarak azınlık politikalarını geliştirebilmeleri için azınlık tanımı yapılmasından bilinçli olarak kaçınıldığı ifade edilmektedir. İlerleyen bölümlerde, açıklanan demokratik pakette yer alan maddelerde yapılan hatalara vurgu yapan önemli esaslar sıralanmıştır.

Bunlardan ilki, bu hakların bireysel nitelikte olduğu ve baskı ile bir grubun veya topluluğun bu haklara yöneltilemeyeceği ifade edilir. İkincisi, bu haklardan göçmenlerin yararlanmayacağı belirtilmiştir. Negatif haklardan yararlanacaklar sadece belli bir bölgede yoğunlaşmış olan başat toplumdan tamamen farklı bir kültüre sahip otokton gruplardır. Üçüncüsü, coğrafi anlamda dağ, tepe, köy isimlerinin değiştirilmesi/farklı bir dil ile kaydedilmesi, devlet topraklarında bir karışıklığa sebep olmayacaksa geçerli olacaktır. Dördüncüsü, resmi ve idari alanlarda ikinci bir dilin kullanılması (ki askeri, belediye, devlet ve yargı bu kapsama alınmıştır), karışıklığa sebep olabileceği nedeniyle uygun görülmemektedir. Dördüncüsü, farklı bir dilin öğretimi isteğe bağlı ve yeterli sayı oluşması (baskı olmadan konusu ifade edilmiştir) şartı ile seçmeli ders olarak, farklı bir dilde eğitim ise isteğin oluşması ve yeterli sayıda yoğunluğun oluşması şartına bağlanmıştır. Örneğin Çekoslavakya ayrıldıktan sonra Slovakya Cumhuriyeti’nin güneyinde önemli sayıda Çek, Çek Cumhuriyeti’nin kuzey sınırında da önemli sayıda Slovak kalmış ve karşılıklı anlaşmalarla üniversite seviyesinde eğitim verilmesi uygulamasına başlanmıştır. Fakat burada önemli bir durum vardır. Her iki ülkenin söz konusu sınırlarında ciddi rakamlara ulaşan farklı gruplar yerleşik yani otoktondur.

Bunlar teorik bir arka planın oluşturulmasında önemli veriler ve köşe taşlarıdır. Örneğin Kürtçe eğitim verilmesi konusunda Türkiye genelinde isteğe bağlı koşulu esas olmak üzere böyle bir yoğunluk oluşturan bir toprak parçası yoktur. Pratik olarak özel okul uygulaması çözümün bir parçası olabilir ama hangi derslerin Kürtçe olacağı ve bu dersleri kimlerin vereceği sorusuna cevap vermek neredeyse imkânsızdır. Çünkü Çek ve Slovak uygulamaları bu konuda örnek teşkil edemez. İkinci resmi dil, yer adlarının değiştirilmesi, kamuda Kürtçe başta olmak üzere diğer dillerin kullanılması içinde bir model geliştirmek mümkün değildir. Çünkü buna örnek verilebilecek bir Avrupa veya dünya devleti de yoktur. (Belçika akla gelse de, bu devletin sayısal ve nitelik olarak iki ana kurucu unsurdan teşkil ettiğini unutmamak gereklidir, İngiltere ve İra konusu daha çok Katolik ve Protestan içerikli dini bir özelliğe sahiptir, çok gündeme gelen İspanya ise model değildir, çünkü burada kimin başat ve otokton olduğu muğlaktır).

Bu açılardan bakıldığında Türkiye’nin kültür politikasının oluşturulmasında dikkate alınacak hususlar şunlardır. Öncelikle AB sözleşmeleri çok iyi etüt edilmelidir. Ardından da herhangi bir Avrupa ülkesi dikkate alınmadan Türkiye, Lozan Antlaşmasına sadık kalmak koşuluyla günümüz ihtiyaçlarını dikkate alarak 21. Yüzyıl Türkiye’sinin üniter devlet ve ulus devlet kimliğini bozmayan bir teorik arka plan hazırlamalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nirengi noktaları şunlardır.

  • Türkiye bir mozaik değildir.
  • Türk kimliği baskı ve zorlama ile bütün topluma kabul ettirilmemiştir.
  • Alt kimliklerin hepsi zamanında Anadolu’dan göç etmiş ve Osmanlı’nın son döneminde geriye dönüş yapan, yaparken de önceden yaşadıkları yerlerin kültürel özelliklerini de yanlarında getiren topluluklardır.
  • Türkiye’de Kürtler ülkenin her yanına dağılmışlardır, Güney Doğu Anadolu’da dahi yoğunluk oluşturmazlar. Bu nedenle de İran, Irak ve Suriye’deki gibi baskı altında hiçbir zaman kalmamışlar, tam aksine Türkiye sınırları içinde bütün toplumla kaynaşmışlar ve ayrılmaz bir bütün oluşturmuşlardır.
  • Bir ulus devletin tek kimliği ve tek resmi dili vardır. Bu bütün ulus devletler için geçerlidir.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye ve Türk kimliği çok köklüdür. İçinde çok sayıda kültürel zenginliği barındırmaktadır. Devlet yönetimlerine düşen en önemli görev bu zenginliklerin yaşatılmasıdır. İçinde yaşadığımız çağ buna uygun politikaların uygulama alanına konulmasını gerektirir. Fakat esas önemli olan husus şudur ki, kültürel zenginlikler yaşatılacak derken bütün toplumu birleştiren kimliğin yani Türk kimliğinin zedelenmemesidir.

Kaynakça

T. Robert Gurr, Barbara Harff, Ethnic Conflict in World Politics, 1994.

Hugh Miall, Minority right in Europe,2004.

J. Jackson Preece, lusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus devlet Sistemi, 2001.

La Convention-Cadre pour la Protection des minorités National

La Convention-Cadre pour la Protection des minorités National et Rapport Explicatif

http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/minorities/1_AtGlance/PDF_MapMinorities_bil.pdf

Geographical Reach of The FCNM

Charte Européenne des Langues Régionales ou Minoritaires

  

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display