< < Küresel Terör, IŞİD ve Sonrası
 Bu sayfayı yazdır

Küresel Terör, IŞİD ve Sonrası

Yazan  25 Haziran 2014

Giriş

ABD güvenlik politikalarının 1940’lardan beri iki temel amacı vardı[1]; (1) Siyasi ve ekonomik olarak liberal dünya düzeninin geliştirilmesi. (2) Komünist güçlerin çevrelenmesi ve caydırılması. Buna 11 Eylül 2001 sonrası iki hedef daha eklendi; (3) Ortadoğu petrolüne garantili nüfuz. (4) Terörizmle küresel mücadele. 1974 yılında petrol fiyatları fırlayınca, Suudi kraliyet ailesi ile ABD arasında Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in öncülüğünde bir gizli anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre OPEC, petrolü sadece dolar üzerinden satacak, bunun karşılığında ABD Suudi Arabistan’a silah verecek ve Kral ailesini iktidarda tutacaktı[2]. Daha önce altın ile desteklenen dolar artık petrol ile desteklenecek, petrol almak isteyen her ülke FED’ten para satın almak zorunda kalacaktı. Bu borç paralar sadece kâğıt üzerinde verilmişti; ama yüz milyarlarca dolar bu yolla ABD bankalarına gitmeye devam etmektedir. Bu paraların gerçek olarak ya da başka şekillerde alınması için IMF’ye finansal polis görevi verildi. 1980’lerdeki Anglo-Amerikan gerilim stratejisi İran-Irak savaşını istim üstünde tutarak silah satmayı öngörüyordu. Savaş bittiğinde Saddam’ı tuzağı düşürmek için Bağdat’a gelen Amerikalı iş adamları borçlarının yapılandırılması karşılığında petrol kaynaklarının büyük kısmını özelleştirmesini istediler. Beklendiği gibi Saddam planı reddedince Kuveyt’e 1990’a kadar verilen rolü değiştirip, petrol fiyatlarını düşürterek, gelirlerini azalttıkları Irak’ın karşısına borçlarını ödemesi için diktiler. CIA, Kuveytli El Sabah ailesini işgalden birkaç saat önce kaçırırken, her nedense ülkesinin işgal edilmekte olduğunu söylemeyi unutmuştu. Çöl Fırtınası harekâtının masrafları Almanya, Japonya, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a ödetildi. Sadece Suudi Arabistan, Amerikalı askerlerin genelev paraları ile ilgili kısmını ödemekte biraz nazlandı. ABD, bu savaştan 19 milyar dolar net kar sağladı. Yükselen petrol fiyatlarını ödemek için diğer ülkelere yine Batı dolarları gerekliydi.

Bush rejimin ana düşüncesi hükümet olarak yönetmek değil, işleri daha etkin ve üstün gördükleri (geldikleri yer olan ve temsil ettikleri) özel sektöre sözleşmelerle bırakmaktı. Clinton gibi Bush da içi boş hükümet anlayışı ile savaştan hastalıklarla mücadeleye kadar her şeyi özel sektöre karlı hale getirmeye niyetliydi. 90’ların kamu şirketlerini satma anlayışının yerine Bush, yeni dönemde terörle savaşını çerçeve olarak kullanacaktı. Bu savaş için her zaman her yerde bulunma ihtiyacı öngörüldü ve bu da gözetleme, müdahale, işgal, yeniden inşa gibi pek çok kabiliyetin özel sektör için karlı yatırım alanı hale getirilmesi demekti. Böylece ana vatan güvenliği, özelleştirilmiş savaş ve felaket sonrası yeniden inşa görevleri altında bir “felaket kapitalizmi” doğdu ve ülke içi ve dışında özel sektörün önü açıldı. “11 Eylül her şeyi değiştirdi” sloganı özel sektörün çıkarlarına hizmet eden sihirli bir meşruiyet aracı oldu. İstihbarat bütçesinin %70’i,savunma bütçesinin ise üçte biri özel şirketlere gidiyordu. Yeni kurulan Anavatan Güvenlik Bakanlığı, büyük ölçüde dışarıdan (özel sektörden) hizmet edinme üzerine kuruldu. Özel sektöre teslim edilen bakanlık ve istihbarat teşkillerinin gerekçesi “Anavatan güvenliği, hükümete bırakılmayacak kadar önemlidir” şeklinde açıklanıyordu.Temel mantık kamu ve özel sektör çıkarları arasında bir fark olmadığı idi. Dick Cheney ve Donald Rumsfeld’e göre de Lockheed, Halliburton, Carlyle ve Gilead için iyi olan ABD ve hatta dünya için de iyi idi.Küresel terörle mücadeleyi planlayanlar (Amerikalı jargonu ile) dejenere ve idiot Amerikan başkanları ve bürokrasisi değil, üçüncü kuşak neo-muhafazakarları manipüle eden aristokrat büyük aile ağları yani küresel sermayedir. Bu mücadele Mayıs 2014 sonunda açıklanan strateji ile yeni bir döneme girdi. Bu makalede, yeni sürece geçişi ve Ortadoğu’yu bekleyenleri analiz edeceğiz.

Küresel Teröre Ne Oldu?

11 Eylül 2001 sonrası Afganistan ve Irak’ın 2003’te işgali, Arap Baharı ve devam eden Latin Amerika’dan Afrika ve Orta Asya’ya operasyonların temelinde “felaket kapitalizmi” yani küresel terörle mücadele adı altında küresel sermayeye yeni para kanalları açılması vardı. Uzun savaş; zaman, yer ve hedef bakımından sınırsızdı. Anavatan güvenlik endüstrisinin ilk harcaması İngiltere’ye 4.2 milyon, ABD’ye 30 milyon (her 14 kişiye bir tane) güvenlik kamerasının yerleştirilmesi oldu[3]. Washington'un Irak için oyun planı; şok ve terörize ederek tüm ülkenin alt yapısını çökertmek, ülkeyi yağmalamak ve sonra sınırsız ucuz ev eşyası ve çöp yiyecek ithal ettirmekti. 11 Eylül 2001 ile yaşanan patlama ile Lockheed, Boeing, Northrop, General Dynamics ve Raytheon her yıl satışlarını %10 artırdılar. 2005 yılında bu beş şirketin karı bir önceki yıla göre %25 (12.94 milyar dolar) arttı[4]. Taşıyıcı savaş gemileri, ana uçaklar, yüksek teknolojili uzay silahları gibi pahalı ve prestijli işlerden büyük paralar kazanmaya başladılar. Özel askeri şirketler bu dönemde savaşın diğer yüzü haline geldi. 60 yıldan fazla bir süredir, “sürekli savaş” Amerika’nın dünyanın tek süper gücü olma statüsünü sağladı. Büyük hükümet ile büyük iş dünyası arasındaki ilişki artık liberal, muhafazakâr veya kapitalist değil “şirketçi” idi. Bu sistemin temel işlevi saldırgan milliyetçiliğin gerektirdiği güvenlik harcamalarını gerekçe göstererek, büyük miktarda kamu gelirinin özel teşebbüse aktarılması, hatta borç patlamasının göze alınması idi. Şirketçi devletin diğer özellikleri saldırgan gözetleme ve dinleme, kitlesel hapis, sivil özgürlüklerin kısıtlanması ve işkence idi. Eğer Amerikalı bir çokuluslu şirket yabancı hükümet ile özelleştirme konusunda anlaşmazlığa düşerse, bu şirketin şikâyeti üzerine Amerikalı politikacılar konuyu ekonomik olmaktan çıkarıp, siyasi veya jeo-stratejik bir konuma sokuyorlardı. Mesele baskıcı ve diktatör bir rejimin ABD politikalarını göz ardı eden, anti-Amerikancı eğilimleri haline geliyordu[5]. Kamuoyuna ise diktatörün baskısı altında ezilen fakir bir ülkeyi kurtarmaya yönelik müdahale yalanı söyleniyordu.

            ABD’nin Afganistan’da 13 yıldır devam eden savaşı, 3.5 trilyon dolar harcandıktan sonra kukla bir başkan ve uyuşturucu ile geçinen bir ülke dışında bir şey üretmedi. Afganistan’da ülke inşası; gülünç, Irak’ta ise tam bir fiyasko oldu. Kabil’e sıkışmış kukla başkan, kendisini Taliban’a satıp gitmeye çalışan Obama’yı ülkesini ziyaretinde kabul etmedi.Irak ve Suriye istikrarlı ve laik birer ülke iken terör bataklığına dönüştürüldü. Libya, Tunus ve Mısır’ın durumu eskiden çok daha kötüdür ve gelecekleri karanlıktır. Türkiye ise şantajla ikna edilerek bölünmektedir. ABD’nin küresel terörle savaşı seçilen ülkelerde terör örgütlerini kullanarak asla bitmeyen bir savaşa, ekonomik ve sosyal olarak çökertmeye ayarlanmıştır. ABD’nin Ortadoğu politikası Vahabizm’in kullanılması üzerine kuruldu. Müslüman ülkeler, terör üretmek için başvurulan halk ayaklanmaları ve iç savaşlara insan kaynağı olarak görülüyor. Radikal İslamcı örgütlere silah, insan ve para bulunmaktadır.Suudi Arabistan’ın ürettiği ve işsiz kalan İslamcı militanlar bir gün bir İsrail uçağını düşürdüğünde bakalım ne olacak? 2011’de Arap hareketlerinin arkasındaki halk; demokrasi ve ekonomi isterken gelinen aşamada, Ortadoğu’da radikal İslam yükseldi ve mezhep çatışması potansiyeli tehlikeli boyutlara geldi. Ortadoğu’da iki türlü liderlik söz konusudur; iç muhaliflerini ve komşu ülkeleri arkasından bıçaklayan Brütüs, dış güçlere karşı Valerian yaklaşımı. Valeri, savaşta yenildikten sonra Pers Kralı Şapur'a atına binmesi için taburelik yapan esir düşmüş ilk ve tek Roma İmparatoru idi.

            ABD hükümeti Afganistan ve Pakistan’da El Kaide’nin yenildiğini açıkladı ya da en azından Obama böyle düşünüyor. Afganistan’da ABD asker sayısı yıl sonuna kadar 9.800’e azaltılacak ve 2016’a kadar bu sayı ABD elçiliğinde kontrolünde olacak birkaç yüz kişilik bir birliğe dönüşecek. Bu dönemde Afgan güvenlik güçlerinin eğitilerek, kendi kendini savunacak bir Afganistan bırakılacağı illüzyonu ile resim boyanıyor. İşin aslı 28 Mayıs 2014 tarihinde West Point’teki konuşmasında Obama, ABD’ye en yakın ve en önemli tehdidin terörizm olduğunu söylemesine rağmen Afganistan’a giderken açıklanan El Kaide’yi yenmek stratejisinden artık vazgeçiliyor. Obama’ya göre artık El Kaide tehdidi bu çekirdekten yani merkezi El Kaide’den değil onun uzantılarından ya da yolundan giden diğer radikal gruplardan geliyor[6]. Bu yüzden ABD, El Kaide’yi yenmekten vazgeçti ve bu işi küresel ve sürekli bir oyunun parçası haline getirdi. El Kaide, Libya’dan sonra Suriye ve Irak’ta ABD’nin dostu oldu. Artık ABD, yeni strateji ile terörün iki yakasında da kendine örgütler edinerek, bunları çarpıştırıyor, Amerikan çıkarları için kullanıyor. ABD için Suriye’de Esat’a karşı savaşan IŞİD ve El Nusra bunun en yakın iki örneği, IŞİD şimdi Irak’a dönerek Maliki ve İran’ın yola getirme görevi aldı. IŞİD’in babası olan Irak El Kaidesi/Irak İslam Devleti’ni kuran Zerkavi 2006 yılında, şimdiki lideri El Bağdadi ise2009 yılında Obama tarafından serbest bırakıldı ve IŞİD, Irak’ın yarısını yutarken ABD’nin sessiz kaldı. Üç hafta önce Obama, 5 El Kaide/Taliban teröristini daha serbest bıraktı. Şüphesiz, bunlar yakın zamanda yeni hedef bölgelerinde farklı örgütlerle ortaya çıkacak, ABD tarafından kendilerine verilen görevlerin peşine düşecekledir. Kısaca, bugün El Kaide bağlantılı diye yaftalanan örgütlerin lider kadrosu ABD’de yetiştirilmektedir.

Tablo: En Çok Saldırı Yapan 10 Terör Örgütü (2012)

Kaynak: Anthony H. Cordesman, Sam Khazai: Iraq in Crisis, CSIS, (May 2014), p.75.

            ABD, 2003 yılından beri aslında kendi ürettiği terör örgütlerini şimdi açıkça destekleyerek, kendi çıkarları için kullanmaya devam etmekte, bunun içinde müttefiklerini taşeronluğa ikna (co-optation stratejisi) etmektedir. ABD için terörle mücadele, çıkarlarının bulunduğu coğrafyalarda terör yolu ile istikrarsızlıklar yaratarak, birbirine kırdırmak için taraflara silah, para ve eğitim vermek ve el konulan doğal kaynaklar ile bu parayı fazlası ile telafi etmektir. Peki küresel teröre ne oldu? Küresel terörün geldiği aşama ve yeni mücadele stratejisi için şu tespitleri yapabiliriz;

- El Kaide ne öldü ne de saklanmaktadır. Her ne kadar örgüt artık doğrudan bir yere saldıramıyor ya da eylemleri oldukça sınırlanmış gibi gözükse de zaten çok az sayıda kişiden oluşan (çekirdek) beyin takımı büyük ölçüde hayatta ve bir yerlerde yeni planlar yapıyorlar.

- Terör örgütü kategorileri (El Kaide-Diğer, İslamcı-Laik, Şii-Sünni, Hıristiyan-Müslüman) ve teröre destek vermeden din, mezhep ve etnik konum birbirine karışmıştır. Şii İran, Sünni Azerbaycan’a karşı Hıristiyan Ermenistan ile işbirliği yaparken, Afganistan’da Sünni Taliban’ı desteklemektedir. Irak’ta laik Baasçılar, El Kaide ve uzantıları ile işbirliği yapmaktadır.  Libya’da olduğu gibi ABD, Suriye’de laik bir rejimi devirmek için küresel mücadele olduğunu iddia ettiği Sünni Cihatçılara ve El Kaide’ye üç yıldır yardım etmektedir.

- Terörizmin kaynağı halkın şikâyetleri değil, (İslamcı, milliyetçi, totaliter) ideolojidir ve teröre çözüm arayan siyasiler ekonomik ve sosyal sorunların çözümü ile sonuç alacakları yanılgısından kurtulmalıdır. Örgütlerle görüşmeler yapılarak da çözüm bulunamayacağı anlaşılmıştır.

- Terör ile mücadele de sıra yeni stratejilere gelmiştir. Terörle mücadelenin gerçek başarı kriteri askerinle dağ tepe gezmek değil, insan istihbaratı ve gerçek zamanlı istihbarat olduğu iyice netleşti. Hedefin bir saat önce nerede olduğunu değil, iki saat sonra nerede olacağını bilmek gerçek istihbarattır[7]. Bunu beceremeyen istihbarat servisi, zayıf bir teşkilattır.

            IŞİD Ne Yapabilir?

            Irak’ta önce “Irak El Kaidesi” ve onun öncesinde Ebu Musa El Zerkavi’nin kurduğu Cemaat el-Tevhit ve Cihat örgütü vardı. Örgütün Anbar ve Musul’da hücreleri bulunmakta idi. 2004 yılında kurulan “Irak’taki El Kaide (IEK)”, “Irak İslam Devleti” olarak da tanınmaktaydı ve işin içine Suriye de karışınca 2013’de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adını aldı. 2004-2006 yılları arasında Sünni ayaklanmanın zirve yaptığı dönemde IŞİD, El Kaide ile aynı bölgelerde aktifti. 2007’de ABD ile şiddetlenen mücadele döneminde Irak Sünni Arap hareketi olan “Uyanış” ortaya çıktı. Selefi cihat muhalif grupları ise her kesimden teröristler barındırıyordu. ABD, bu grupların bir kısmını Irak güvenlik güçleri içine entegre ederek, IŞİD’in önünü açtı. Bu kişilerle yakın ilişkiler kurarak El Kaide görünümlü çakma örgütlerin nüvesi hazırlandı.2011 yılında IEK, Suriye’deki El Kaide uzantısı, El Nusra’nın yanında çatışmalara katılmaya başladı. El Nusra’nın liderlerinden bir kısmı zaten IEK’ten gelmişti. Ancak, Ocak 2014’den beri IŞİD, Suriye’deki daha ılımlı isyancı gruplar ve El Nusra ile de savaşmaktadır. Şii Maliki yönetimi ile Sünniler arasında özellikle 2012’den sonra artan gerginlik bu rakamın hem süratle artmasına hem de yeni yapılanmalara yol açtı. IEK, 2012 yılında Irak içinde de pek çok saldırı gerçekleştirdi. IEK’in Pakistan’daki asıl El Kaide ve Yemen’deki“Arap Yarımadası El Kaidesi” ile yakın bağlantıları tespit edilemedi. Batı Suriye’deki çatışmalarda yıpranan IŞİD, Rakka ve Deyrozor bölgelerine odaklandı. Deyrozor, IŞİD’in Batıdan ve Irak’ın kuzeyine özellikle Anbar’a bağlantısının sağlayan ikmal yolunun kontrolü için önemli idi. Bu yolla IŞİD, tecrübeli yabancı savaşçılarını ve Suriye ordusundan ele geçirdiği araç ve mühimmatı Irak’a taşıdı. Iraklı Şii militan grupların Suriye’de meşgul olması da IŞİD’in Irak’ta boş bir bölge yakalamasını kolaylaştırdı.

Suriye ve Irak’ta savaşan IŞİD, milliyetçiliği ve kabileciliği reddediyor, 1916’da Skyes-Picot Anlaşması ile çizilen ve Osmanlının Ortadoğu topraklarını parçalayan sınırları tanımıyor. Sünni, tamamen İslamcı bir devlet ve halifeliğin geri getirilmesini istiyor. Buraya kadar her şey AKP retoriği ile aynı.Suriye ve Irak’ta aynı savaş yapılıyor. Üstelik rejime karşı savaşan gerçek güç ikisinde de IŞİD. IŞİD, hem Bağdat’ı zorluyor hem de Suriye’de geniş bir bölgeyi kontrolünde tutuyor. Son iki yıldır Suriye’ye odaklanan IŞİD’in köklerinin olduğu Irak’a dönmesi hem su ve petrol gibi doğal kaynakları ele geçirmek, hem daha fazla yabancı destek hem de yeni cihatçı edinme imkânı sağladı. IŞİD, Suriye’de küçük köyleri ele geçirerek, adını duyurmaya, prestij sağlamaya çalışıyordu. Bu pazarlama stratejisi onların daha çok cihatçı ve Arap olmayan savaşçı kazanmasına yardım etti. Liderleri Bağdadi’nin sloganı “kalıcılık ve genişleme” idi. Irak’taki El Kaide lideri Ayman el-Zevahiri’nin çağrısı üzerine bazı unsurları ile Suriye’den Irak’a çekildiler. Irak’taki Sünni ağırlıklı coğrafya onların daha çok eleman devşirmesine yardımcı oldu. Sünniler, Maliki’ye kızgın olmasına rağmen çoğunluğu IŞİD’e katılmayı şimdiye kadar reddetti. Ancak grup psikolojisi ile ya da kimlik arayışı ile katılanlar Musul’a kadar gittiler. IŞİD içinde eski Baasçılar ve çoğu Anbar bölgesinden kabile savaşçıları bulunmaktadır. Musul’u ele geçirenler Suriye’de eğitilmişti ve içlerinde önemli miktarda yabancı savaşçı vardı. 2 milyon nüfusu olan Musul’da 30.000 kişilik iki Irak Tümeni, 800 kişilik IŞİD elemanı karşısında arkasını dönüp kaçtı. Yol kenarına üniformasını bırakıp, kılık değiştiren askerlerin “Biz buraya maaş almak için geldik, ölmek için değil” dedikleri yabancı basına yansıdı. Musul’un işgali Ortadoğu’da halifelik kurmak isteyen IŞİD için moral ve taktik bir zafer oldu. Musul’u ele geçirince görüldü ki IŞİD’in hedefi Maliki yönetimi idi.

IŞİD, Musul’u ele geçirdiğinden beri yüzlerce twitter hesabını kullanarak sosyal medya yolu ile halifeliği nasıl kuracağının propagandasını yapmaktadır. Yeni pazarlama stratejisinin amacı da daha fazla cihatçı ve para bulmaktır. Musul’daki merkez bankası şubesini basarak 400 milyon dolar ele geçirdi. Ele geçirdiği askeri araç ve teçhizatı Suriye’deki IŞİD unsurlarına gönderecek bir ulaşım hattı kurdu. Bu da yeni çatışma bölgesinin uzun süredir ele geçirmeye çalıştığı Deyrezor olacağını göstermektedir[8]. Deyrezor’un ele geçirilmesi Suriye’de Rakka’dan sonra bu bölgenin de petrolünün kontrolüne geçmesi demektir. IŞİD gittiği yerde dini kurallar dayatırken, ortakları ile işbirliği geçicidir ve aralarında şimdiden pek çok sorun vardır. IŞİD güçlü bir konvansiyonel güç değil, Bağdat’ı alması beklenemez. Şu ana kadar hep gerilla taktikleri kullandı ve asla bir konvansiyonel güce angaje olmak istemedi. IŞİD’in Irak’taki toplam gücü 6.000 kişiden fazla değil ve bunların çoğu kendi askeri değil, Maliki rejimine kızgın Sünni silahlı militanlardır. IŞİD, ele geçirdiği hapishaneleri boşaltarak 2.000-3.000 kişi içinden yeni eleman kaynağı daha bulduğu söyleniyor. IŞİD operasyonunun en görünen amacı Nuri Maliki’nin yeni reformlara zorlanmasıdır. IŞİD bu savaşı kazanamaz çünkü örgütü bunu yapmak için çok küçük ve Şii Araplar harekete geçtiler. Bununla beraber yapılan hesaplara göre, Irak hükümeti kaybettiği yerleri geri alamayacak ve Sünni Arap bölgesine yönelik yeni tavizler vermek zorunda kalacaktır[9]. Maliki’nin IŞİD’in genişlemesini önlemek için Batıdan yardım isteği cihatçı kanatlara Sünni Arap ülkelerinden daha çok yardım gitmesi sonucunu vermektedir. IŞİD’in genişlemesi Suriye’den Türkiye ve Ürdün sınırlarını tehdit edecek hale gelebilir. Mesele Batı ve Arapların IŞİD’i ne zaman defedeceklerine ya da rafa kaldıracaklarına karar vermeleridir.

            CIA’nın Temmuz 2013 rakamlarına göre Irak’ın nüfusu 31.858.000 ve %97’si Müslüman olan nüfusun %60-65’i Şii, %32-37’si Sünni, %7 Hıristiyan ve %3 diğer şeklindedir[10]. Kasım 2010’da ABD ve İran’ın desteği ile yapılan Erbil Anlaşması ile Maliki’nin Başbakan, Talabani’nin Cumhurbaşkanı olması, Temsilciler Konseyi Sözcülüğünün ise Irakiye listesinden Osman el Nujelfi’ye verilmesi kararlaştırılmıştı. 19 maddelik anlaşma ile taraflar Irak Anayasası ve Irak’ın federal yapısının korunmasına olan yükümlülüklerini teyit ettiler ancak Maliki, siyasi güç dengesini kendi lehine değiştirmeye devam etti. 2012’de anlaşma geçerliliğini yitirdi ve 2013’den itibaren Şii, Sünni ve Kürt gruplar arasında gerginlik artmaya başladı. IŞİD, bu dönemde Felluce, Ramadi, Anbar gibi şehirlerin bir kısmını ele geçirdi. Ocak 2014’de Maliki, Kürt bölgesinin petrol konusunda bağımsız hareket etme isteğini engellemek için %17 gelir payını kesti. Türkmen ve Hıristiyan nüfusa ilişkin yeni şartlar öne sürdü. Barzani, 75.000 kişilik milis gücünü 2 tümen halinde teşkil edip, masraflarını Irak yönetimine yüklemek istiyor. Kerkük ve Musul’a ilave olarak Araplar ile Kürtler arasında Ninova, Selahaddin, Diyala ve Tameem tartışmalı bölgelerdir.  Kerkük’ten güneye Kürtlerin hayali olan pek çok bölgeyi Maliki’nin ordusu boşaltmış olmasına rağmen, Kürtler daha fazla ileri gitmiyor. Kürt gruplar Bağdat yönetimi ile bağlarını süratle koparmaya çalışıyorlar. GALLUP tarafından 8-22 Ekim 2012 tarihlerinde yapılan anket ile Kürt Yönetim Bölgesi’nde halkın %87’sinin bölgesel otonomi isterken, Irak’ın geri kalanında merkezi yönetimin devam etmesi isteyenlerin oranı %76 idi[11]. Şu anda Bağdat yönetiminin önceliği başşehri ve güneyin petrol kaynaklarını korumaktır. Irak’ın ortasından batıya doğru bir Sünni kuşak oluşurken IŞİD’in konumuna göre mezhep savaşının tarafları belli olacaktır.

            Suriye ve Irak’ın Geleceği..

            2011 yılından beri ABD, Suriye’de Esat’ı devirmek için El Kaide iç içe silahlı muhalif grupları destekledi ve başarısız oldu. Bu destek silah ve eğitim vermek, bunları açıkça destekleyen ülkelere üst düzeyde siyasi arka çıkmak şeklinde oldu. Desteklenen muhalif gruplar Suriye’ye ABD’nin istediği laik, liberal demokrasi hariç her belayı getirebilecek, Sünni İslamcı bir yönetim için savaşıyorlardı. Ancak, çatışmaların başladıktan sonra Mart 2011’de yapılan anketler, Şubat 2012’de yeni anayasa için referanduma katılım ve Mayıs 2012’deki parlamento seçimleri Suriye halkının çoğunluğunun Esat’ın başta kalmasını istediğini gösterdi. NATO, geçen yıl muhalefete olan desteğin %10’a kadar düştüğünü tahmin etmekte idi. Buna karşılık Suriye’deki muhalif militan gruplar bölündükçe küçüldü ve gittikçe El Kaide benzeri cihatçıların kontrolüne girdi. Obama, 2012 yılında askeri müdahale için kimyasal silah kullanımı “kırmızı hattı”nı çekince, isyancı gruplar sahte kimyasal saldırılar yaptılar. Suriye’de şimdiye kadar hükümet ve isyancı taraftan 150.000’den fazla kişi öldü, milyonlarca kişi göç etti ya da yer değiştirmek zorunda kaldı. Amerikan istihbaratına göre Suriye’de 26.000 radikal İslamcı var ve bunların 7.000’i dışarıdan geldi[12]. Suriye’deki çatışmalar iki şekilde bitecek. İlk senaryoya göre, Esat muhalif güçler karşısında askeri kazanımlarına devam ederse zamanla bu muhalif gruplar bazı tavizler karşılığı hükümetle barış yapacaklar. Ancak, dış güçler bu muhalif grupları desteklemeye devam ettiği için bu barışın gelmesi zor gözüküyor. İkinci senaryoya göre ise ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile Türkiye’nin içinde olduğu dış güçler ile Esat’ı destekleyen Rusya, Çin ve İran arasında yapılacak diplomatik görüşmeler ile Suriye içinde siyasi güç paylaşım konusunda bir anlaşmaya varılıp, taraflara bu barış dikte edilecektir. ABD, halen birinci senaryonun peşindedir ve bu politika hem iç savaşta ölenleri artırmakta hem de El Kaide’ye hayat alanı sunmaktadır. İkinci senaryo ise Rusya, Çin ve İran ile müzakere edileceğinden ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına uygun görülmemektedir.

            Suriye’den sonra Irak için de bölünme senaryoları konuşuluyor. Irak’taki durum 2006’da yaşanan çatışmaların zirve yaptığı durumdan daha karmaşık ve kötüdür[13]. Irak’taki merkezi yönetimlere 1990 yılından beri ülkenin tamamını kontrol etme imkânı verilmedi. Adından başka hiçbir yeri devlet olmayan Irak, ABD tarafından zamanı gelince bölünmek için kurgulanmıştı. ABD, Irak’ta Şii, Sünni ve Kürtler arasında federasyona dayalı bir denge kurmuştu. Şiilere bırakılan yönetim 2010 yılında Sünnilerin Irakiye listesine üstün gelmemesine rağmen ABD’nin desteği ile iktidarı tutma devam edince Sünnilerin sisteme olan inancı kayboldu. Kürtlere verilen ayrıcalıklar ve başından beri kendi emelleri için petrole ve tartışmaları bölgelere ilişkin ihtirasları zaten federal sistemin sürekli şantaj altında yaşamasına neden oldu. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Arapların Sünni kesime yakınlığı, Türkiye’nin merkezi yönetim yerine Kürtlerle işbirliği yapması federasyonun işleyişini daha da zora soktu. Özetle ülke içi ve dışındaki aktörler meseleyi sıfır toplamlı olarak gördü ve herkes gündemini takip etmeye çalıştı. Taraflar isimler üzerinde anlaşamadığı için Irak’ın dört yıldır savunma ve içişleri bakanı yok. Kültür bakanı, savunma bakanlığına da vekalet ediyor. Nisan 2014 seçimlerinden Maliki güçlenerek çıktı. Ancak yakın zaman önce yapılan seçimi Şiiler kazanmasına rağmen Maliki tek başına hükümet kuracak çoğunluğa sahip değildir çünkü Şii dini lider Ayetullah el Sistani ile arası bozuktur. Ülkenin bölünmemesi için ilk olasılık Maliki’nin kendi yerine Sünniler ve Kürtler tarafından da kabul görecek başka bir Şii lidere yönetimi bırakmasıdır ancak Maliki, yönetimi hemen bırakmayacak ve İran kartını daha açıktan oynayacaktır.

Türkiye’nin zırvalayarak Esat’ın gitmesi için ısrar etmesi; 2011’den beri Suriye’de hem savaşın uzamasına hem de IŞİD gibi radikal İslamcı militanların güçlenmesine yaradı[14]. Bugün artık Esat’ın gitmesini isteyecek koşullar ortadan kalktı. Suriye’de Batı çıkarlarına hizmet eden ve donatılan IŞİD’ın, Irak içinde Batılılar tarafından tehdit olarak gösterilmesi kamuoyunun hafıza kaybına güvenen bir aldatmacadır. Her ne kadar ABD bu örgüte karşı mesafeli duruyor gibi olsa da üç yıldır Suriye’deki muhalifleri donatan, silah ve eğitim veren CIA’nın örgüt ile yakın bağları vardır. Tüm bölgeyi havadan ve karadan istihbaratı ile denetim altında tutan ABD’nin IŞİD’in harekâtını sürpriz olarak karşılamasına inanmak saflık olur. El Kaide’den daha büyük tehdit olması gereken IŞİD, Suriye’de Rakka ve Deyrezor’u, Kürtlerde PYD ile kuzeyde bir parçayı kopararak Suriye’nin bölünmesinin sınırlarını çiziyorlar[15]. IŞİD’in ele geçirdiği şehirler Sünni kabilelerin kendilerine destek olduğu ve önceden ordu birliklerinin terk ettikleri idi. Bu nedenle ABD’nin IŞİD’in ele geçirdiği yerlere yapacağı hava saldırıları Sünni halkın üzerine yapılmış olacaktır. IŞİD’i durdurabilecek tek güç İran olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da bölgesel bir savaş tuzağı için beklenen hareket olabilir. ABD’nin planı ise 2006 yılında olduğu gibi gene İran ile doğrudan ya da dolaylı olarak öncelikle bir mutabakata gitmektir. Bağdat’taki yönetimin güç paylaşımı konusunda yerel Sünni Arap liderlerin de razı olacağı bir anlaşmaya varılırsa, IŞİD temelsiz kalacak ve Kürtler de kendi yoluna gitmekten alıkonacaktır. Görüldüğü gibi ABD’nin Irak üzerinden İran ile yeni bir anlaşma niyeti bulunmaktadır. ABD’ye göre; aksi takdirde Kürtler tüm tartışmalı bölgeleri ve petrolü ele geçirip, kendi yollarına gideceklerdir. İlginç olan ABD’nin böyle bir durumda ile Kürtlerin Türkiye ile sıkı bağlarını koruyacağını düşünmeleri yani Kürtlerin yapacaklarına onay vereceğimizi düşünmeleridir.

            ABD ve Bölgesel Dengeler...

            ABD, eğer Irak’ın bütünlüğünü savunsa idi Sünni Araplar ve İran’a yakın durur, Kürtleri dizginlerdi. Irak, ABD’nin hala vazgeçemediği Suudi müttefikliği nedeni ile Pakistan’a dönüşmektedir[16]. Amerika, Ortadoğu’da bir dönüm noktasına geldi ve üç konuda politika değişikliği beklenmektedir[17]; Esat’a karşı IŞİD dâhil Sünni radikal grupların desteklenmesinden vazgeçilmesi, İran ile Ortadoğu’ya yönelik ilişkilerin daha uyumlu hale getirilmesi ve Suudi Arabistan’ın Sünni silahlı grupları desteklemesine artık bir dur denilmesi. Geçen yıl Felluce’de çatışmalar yeniden başladığında Maliki ABD’den sipariş edilen F-16’ların daha çabuk gelmesini, daha fazla (helikopterler için) Hellfire füzesi, hedef istihbaratı için yardım istedi ama ABD sadece verecek gibi yaptı[18]. Maliki, 2011 yılında Amerikan askerlerinin eğitim maksatlı olarak bile ülkede kalmasına müsaade etmemişti. Şimdi Obama sadece bu tür küçük bir birliğin Irak’a gönderilmesine onay verdi. ABD, İran ya da başka bir ülkenin askerleri ya da militan grupları kendi çıkarlarını tehdit ederse Pakistan, Yemen ve Libya’da olduğu gibi yaptırım uygulanacağı tehdidinde bulunmaktadır[19].İran ise bir kaç aydır muhtemelen bu cihatçı hareketi bekleyerek, Irak sınırının kuzeyi boyunca askeri varlığını artırıyordu. İran, Irak’a destek olarak 2.000 kişilik bir askeri birlik yanında kendisine bağlı üç örgütü görevlendirdi;  Kataib Hizbullah, Asaib Ahl al-Haqq ve Liwa Abu Fadl al-Abbas[20]. İran, Maliki’nin ordusunu Şii unsurlarla örtülü şekilde takviye etmekle birlikte şimdilik mezhep savaşının büyümemesi için ihtiyatlı davranıyor. Buradaki kritik soru Sünni nüfusun cihatçılara ne kadar destek vereceğidir. İran, şu sıralar Maliki’ye daha fazla destek vermek yanında ABD ile ortak bir yaklaşım için beklemektedir. ABD ise şimdilik bir yerlere daha fazla mühimmat vermek ve IŞİD’i belirli bir bölgede tutmak peşindedir[21]. İran’ın Irak’ta savaşa girmesi, bölge haritalarının artık geri dönülmeyecek şekilde yırtılmasını başlatacaktır.

            Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez’in Arap ülkelerinin IŞİD’e yoğun destek verdiğinden kimsenin şüphesi yoktur. Suudi Arabistan’ın kâbusu İran-ABD yakınlaşmasıdır ve bunu bozmak için Irak’taki diğer Sünni örgütleri de desteklemekte, İran’ı köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır. IŞİD’in saldırısı başlamadan kısa süre önce 3 Haziran 2014 tarihinde Soçi’de Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ile Suudi muadili Saud el-Faysal biraraya geldiler ve görüşmenin içeriği ile ilgili çok az bilgi sızdı. Görüşmede Suriye’de güç paylaşımı konusunun ele alındığı, Esat’ın iktidarda kalmasına Suudilerin razı olduğu ama bunun ötesinde gizli bazı anlaşmalar yapıldığı ifade ediliyor. Bunlardan birinin ortak çıkarları gereği petrol fiyatlarını düşürmemek (varilini 100 doların üzerinde tutmak) hakkında olduğu tahmin ediliyor. Diğer pazarlık konusu ise Sünni cihatçı hareketin İran ve ABD’yi devreye sokması ve iki ülkeyi birbirine yakınlaştırması halinde yeni oyunun kurallarını öngörüyor[22]. Öte yandan Barzani, aynı tarihlerde Paris’te İran Ulusal Direniş Konseyi’nden Meryem Radjavi ile buluştu[23]. IŞİD’in saldırıları nedeni ile Maliki, Irak’ın Batısındaki kuvvetlerini çekince Ürdün sınırı da hassas hale geldi. Ürdün’de oldukça fazla miktarda Selefi ve cihatçı unsur var ve IŞİD’in de bu ülkede uzantısı bulunmaktadır. IŞİD, zamanı gelince Suriye’den sonra kurucusu El Zerkavi’nin memleketi olan Ürdün istikametine de yeni bir cephe açmak için kullanılabilir[24]. Görüldüğü gibi Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor.

            Maliki’nin gitmesi isteniyor ama seçimleri yeni kazandığı için bunu yapmak zor ve bu yüzden anayasa değişikliği yapılarak üçüncü dönemde de seçilmesinin önlenmesi düşünülüyor. Anayasa değişikliği ile Sünnilere ve Kürtlere kendi federal devletlerini kurmak için referandum hakkı da düşünülüyor[25].Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin bağımsız bir devlet kurması pek çok nedenle mümkün değildir[26]. Öncelikle Kürtler henüz devlet olacak bir olgunlaşmaya ve kurumsallaşmaya ulaşamamışlardır. Güneyde İslamcı bir devlet ile komşu olmak ve artacak göç KYB’nin işine gelmez. Böyle bir devlet kurulsa bile Barzani’nin KDP’si ile Talabani’nin KYP’si ayrı birer yönetim kurmak isteyecekler, daha başlangıçta iki devlete bölüneceklerdir. Öte yandan bir yıldır petrol anlaşmazlığı nedeni ile Bağdat’tan yardım alamayan KYB, %75’i kamuda çalışan işgücünün maaşını ödeyemez durumdadır ve bankalar nakit sıkıntısı içinde olduğundan ekonomik çöküşü önlemek için ülkenin en büyük telecom’u olan Asiacell’den 130 milyon dolar borç istedi[27]. Kurulacak devlet petrol üretimini ele geçirse ekonomik özgürlük uzaktadır. Kürtler, ABD ve İran tarafından teşvik edilmelerine rağmen IŞİD ile karşı karşıya gelmeye korkuyorlar. Bunun başlıca nedeni iki ülkeye de güvenmemeleri ve belirli şartlar öne sürmeleridir. Bu şartlar[28]; ABD’nin Maliki’yi desteklemekten vazgeçmesi, Kürtlerin petrolü satmasına yardımcı olması, Kürt ordusunu silahlandırması ve Kerkük gibi tartışmalı bölgelerde Kürt tezlerini desteklemesi.Şu anda ne İran ne de sıkı ekonomik bağlar kuran Türkiye, KYB’nin bağımsızlığını destekleyecektir. Ankara’nın şu an önceliği Barzani’den petrol tırtıklamak, Irak’ın kuzeyindeki petrolün dağıtımı için Bağdat’ın karşısına alarak Barzani ile işbirliğine devam etmektir. Irak’ta olup-bitenlere seyirci kalma konumunu, IŞİD’e teslim ettiği konsolosluk görevlilerinin kurtarılması gerekçesi ile kamufle etmektedir.

            Sonuç

            Büyük resimden bakıldığında ilk görülen olgu Ortadoğu’da Şii-Sünni mezhep bölünmesinin gittikçe belirginleşmesidir. Üstelik bir türlü birlikte yaşamayı öğrenemeyen bu iki kesim, gittikçe tahammülsüz hale gelmektedir. Ortadoğu politikalarının özü, devletlerin mezhepçilik üretmesidir[29]. İran’ın Şii Hilali (Irak-Suriye-Lübnan) konsepti ile Suudi Arabistan’ın Sünni Ekseni, tüm politikaların merkezine oturmaktadır. Arap yöneticilere göre ülkelerindeki Şii kesimler, ülkelerinin değil kendi Şii kimliklerinin çıkarını düşünmektedirler. Bunun yanında son yıllarda Siyasal İslam’ın yükselişi ve laiklik ile oldukça kutuplaşması zaten çok zayıf olan demokratik kurumlaşmanın daha da zayıflamasına yol açmıştır[30]. İki kutup arasında artan gerginlik çeşitli ülkelerde sosyal patlamalara gebedir. Bu patlama riski Mısır’da ordunun gücü ile önlendi ama Türkiye, patlamaya en hazır bombadır. Ortadoğu’da Islamcıların iktidara taşınması onların özel gündemleri için diktatörlük yoluna sapmaları sonucunu verdi. Ortadoğu’da devlet yapıları parçalanıyor; sırada Nijerya, Tunus, Libya, Suriye, Irak, İran, Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan var.ABD’nin amacı, istikrarsızlığı ve bataklığı genişleterek, ulus-devlet yapılarını yok etmek, bölgede kendi çıkarlarına karşı gelebilecek bir güç merkezi bırakmamak, böylece her zaman etki ve kontrol sağlayacağı bir güvensizlik ortamı tesis etmektir. ABD istediği düzeni kurduktan sonra bölgenin yükünü ve tehditlerini seçtiği yeni müttefiklerine devredecektir. Ortadoğu’nun öncelikli sorunu ne ekonomi ne de sosyal gelişmişlik düzeyidir. Gerçek sorun bölgedeki çıkarları için ülkeleri birbirine düşüren yabancı güçler ve kendi iktidarlarını korumak için onlarla işbirliği yapan liderlerdir. Yabancı güçler bu coğrafyadan gitmedikçe terör ve sefalet Ortadoğu’nun kaderi olacaktır.


[1]Richard K. Betts: The New Politics of Intelligence: Will Reforms Work This Time?, Foreign Affairs, (June 2004), p.5.

[2]Ellen Hodgson Brown: Web of Debt, Third Millennium Press, (2007), p.207.

[3]Naomi Klein: The Shock Doctrine, The Rise of Disaster Capitalism, Picador, (2007), p.381.

[4]John Coleman: The Committee of 300, The Conspirator's Hierarchy,  World Intelligence Review, (2006), p.205.

[5]Stephen Kinzer: Overthrow:America's Century of Regime Change from Hawaii to Iraq, MacMillan, (2006), p.56.

[6]Jonathan Schroden: Obama's Confusing Al Qaeda Strategy, Real Clear World, (June 19, 2014).

[7]Michael Rubin: Time to Challenge U.S. Assumptions About Terrorism, Security, and Iraq, American Enterprise Institute (AEI), (June 13, 2014).

[8]Lina Khatib: What the Takeover of Mosul Means for ISIS, Carnegie Center, (June 12, 2014).

[9]F. Gregory Gause III: Can Iraq Survive the ISIS Storm? CFR-Brookings Institution Doha Center, (June 17, 2014).

[10]CIA.: Iraq, World Factbook, (27 December, 2013).

[11]Anthony H. Cordesman, Sam Khazai: Iraq in Crisis, CSIS, (May 2014).

[12]Flynt Leverett, Hillary Mann Leverett: A Middle East Tragedy: Obama's Syria-Policy Disaster, Penn State University, (May 30, 2014).

[13]David Petraus: How We Won the Iraq,  Foreign Affairs, (October 29, 2013).

[14]David C. Hendrickson: Syria and Iraq: Different Countries, Same War, Colorado College, (June 17, 2014).

[15]Lord Michael Williams: Goodbye to Sykes-Picot? Chatham House, (17 June 2014).

[16]John Allen Gay: Welcome to the New Iraq War, National Interest, (June 13, 2014).

[17]Flynt Leverett, Hillary Mann Leverett: America's Middle East Delusions, National Interest, (June 15, 2014).

[18]Jane Arraf: Is Iraq Headed for Civil War? Christian Science Monitor, (June 16, 2014).

[19]Zalmay Khalilzad: Can Iraq Be Saved? National Interest, (June 17, 2014).

[20]Julie Lenarz: A Big Mistake: America Teaming Up with Iran in Iraq, National Interest, (June 18, 2014).

[21]Stratfor: Worsening Violence in Iraq Threatens Regional Security, Analysis, (June 11, 2014).

[22]Reva Bhalla: The Intrigue Lying Behind Iraq's Jihadist Uprising, Geopolitical Weekly-Stratfor, (Tuesday, June 17, 2014).

[23]Intelligence Online, (June 18, 2014).

[24]Stratfor: Jordan Could Be the Islamic State in Iraq and the Levant's Next Target, (June 17, 2014).

[25]Michael E. O’Hanlon: Iraq Needs a New Team at The Top, Brookings Institution, (June 17, 2014).

[26]Bakınız, Sait Yılmaz: Kürtler Neden Devlet Kuramaz, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2010).

[27]Chase Winter: The Birth of Kurdistan? Not So Fast... National Interest, (June 16, 2014).

[28]Dov Friedman, Cale Salih: How to Get the Kurdish Regional Goverment to Take on ISIS, Foreign Affairs, (June 17, 2014).

[29]James Fromsom: The Shi'a-Sunni Sectarian Divide Narrative, National Interest, (June 10, 2014).

[30]Hafez Ghanem:It’s Time for Brussels to Re-think its Post-Arab Spring Strategy, Brookings Institution, (June 15 2014).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı