< < PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış
 Bu sayfayı yazdır

PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış

Yazan  26 Eylül 2014

Sistem Sorunu 

Mücadele örgütlenme ve düşünce üstünlüğüne dayalı olarak yürütülür. Hangisinin birbirine üstün olduğu bu çalışmanın konusu dışında olsa da, düşüncenin üstünlük derecesi daha yüksektir ve de örgütlenmeye etki eder. Stratejinin kalitesi ve gücü bu üstünlükten neşet eder. Mücadelenin politikanın yönlendirdiği hedeflere kabul edilebilir maliyetle ulaşılmasında güçlü ve etkili stratejinin gerekliliği vazgeçilmezdir. Hem örgütlenmede hem düşüncede hem de strateji kurmada insanın varlığına, asli ve açık etkisine özel bir anlam yüklenmelidir. Neticede, sistemleri kuranlar da kuralları koyanlar da çalıştıranlar da insanlardır.Nasıl ki nitelik yönünden zayıf insanlarla mükemmel sistemlerin yürümeyeceği ve etkinleşemeyeceği yalın bir gerçekse, nitelikli insanların da güçsüz sistemlerde eriyip yok olup gittikleri de bir o kadar gerçektir.Sistemler mücadelede kurulan stratejilerin araçlarıdır. Stratejide farkı yaratan da insanların niteliği ve onların sistemler içindeki etkinliğidir. Mücadelede problemlerin sürüncemede bırakılarak müzmin bir illete dönüşmesi aynı zamanda bir sistem sorundur. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okumaPKK melanetinden gelmiştir, bu tehdit tüm boyutlarıyla varlığını bugün de devam ettirmektedir. Yarınlarda daha da ölümcül etkilerle birlik ve beraberliğimize kastetmeye devam edeceği kuvvetle muhtemeldir. Mücadelede, Clausewitz’ı anlamadan oluşturulan stratejilerin günü kurtarmaya bile yetmediği, her devirde ve her askerî ekoldefazlasıyla tecrübe edilmiştir. Clausewitz’in öğretileri derin ve kâbuslu bir uykuya dalanları uyandırmakta etkileyici yöntemler sunmaktadır.

Mücadelede Clausewitz’i Anlamak

Clausewitz’de genelde Alman kültürünün, özelde ise askerî kültürünün ve sisteminin emsalsiz bir sonucudur.Ondan sonra gelenlerin fikri kaynaklarını besleyen devasa bir kaynaktır. Başyapıtı “ Harp Üzerine “ bir klasiktir. Bir yapıtın klasik hâlini alması, hem yaşadığı dönemin sorunlarına çözüm sunabilmesine hem de geliştirdiği soyutlamalarla gelecek nesillere ışık tutabilmesine bağlıdır. Klasik yapıtları diğerlerinden ayıran bir diğer özellik de birden çok teoriye kaynaklık edebilmesidir. Bu anlamda Harp Üzerine’ninaskerî, siyasi ve strateji terminolojisine kazandırdığı kavramlar bir hazine değerindedir. Clausewitz’in “ üç eğilim “[1]olarak takdim ettiği “ ulus-ordu-hükûmet “ arasındaki ilişki bunlardan sadece birisidir ve de harbin/mücadelenin dayanağıdır. Harp ve gayrinizami harp konusunda üçleme ve üçleme karşıtı savaş anlayışının bu bağlamda ele alınarak incelenmesinin yaşamsal değeri vardır.

Üçleme ve Üçleme Karşıtı Savaş/Mücadele

            Geniş manada harbin teorisi gerçekte mücadelenin teorisidir. Bilinmesi gereken onun harbi de barışı da kapsadığıdır. Clausewitz’in “ Teorinin temelleri harbin doğasındadır. “ yaklaşımı son derece mühimdir ve hâlen evrensel anlamda geçerliliğini korumaktadır. Teorinin, gerçekliğe tekabül etmesi, mücadelenin doğasıyla çelişkiye düşmemesi ve onun ruhuna uygun kurallar koyması stratejik liderler ve kurumların sorumluluğundadır.[2] “ O hâlde görev, teoriyi sanki üç çekim merkezi arasında bulunuyormuş gibi, bu üç eğilim arasında dengede tutmaktır.[3] Clausewitz’in “ üç eğilim “ olarak takdim ettiği ulus-ordu-hükûmet arasındaki denge ve insicam mücadelenin başarıyla ve belirlenen hedefler istikametinde yürütülmesinde vazgeçilmez öneme sahiptir. Konu bugün için de canlılığını, güncelliğini ve değerini korumaktadır. Özellikle harbin değişim süreçleri söz konusu olduğunda konunun günümüz açısından yaşamsal değeri daha da belirginleşmektedir. Bu üç eğilim arasında gelişigüzel bir ilişki, herhangi birisini dikkate almayan ve/veyahak ettiğideğerden yoksun bırakan bir girişimin başarıya ulaşma şansı ne yazık ki çok zayıftır.

            Üçleme karşıtı savaş/mücadele Martin von Creveld’in “ Savaşın Dönüşümü “ adlı eserinde tartışmaya açtığı bir kavramdır. Creveld, mücadelenin bu üçlemeye dayanmadığını ve düşük yoğunluklu savaşın ortaya çıkması nedeniyle geleceğin savaşlarının bu üçleme ile başa çıkamayacağı görüşündedir. “ Bugünü göz önünde bulundurarak ve geleceği düşünerek sanırım, Clausewitz’in evreni hızla güncelliğini yitirmekte ve artık savaşın ne olduğunu anlamamıza yardımcı olacak malzemeyi bize sunmamaktadır. “[4]

            Creveld’in üçleme dışı savaş ve savaşın dönüşümü ile ilgili argümanları incelendiğinde bugünkü savaşları anlama ve geleceği öngörmede hatalı olduğu geçen zaman içinde anlaşılmıştır. Onun Clausewitz’le boy ölçüşmesi ne yazık ki mümkün değildir. Eserini yazdığı 1990’dan beri meydana gelen çatışmalar ve mücadeleler Creveld’i değil Clausewitz’i haklı çıkarmıştır. Clausewitz’in paradoksal üçlemesinin gayrinizami harbin doğasını anlamada önemli ipuçlarını bünyesinde barındırdığı, yeni yorum ve değerlendirmelere müsait olduğunu bilmek gerekir. Yeni boyutlar ( ekonomik, mali güç, teknoloji vb.) aramanın ancak tamamlayıcı mahiyette olabileceği değerlendirilmektedir.

Bu makaleyi buraya kadar okuma zahmetine katlananlar, PKK ile mücadeleden bahsedilirken, Clausewitz’de nereden çıktı, ne ilgisi var bunun veya bunca yıl sonra harp ve mücadele yöntemleri bu kadar değişmişken Clausewitz’e mi kaldık gibi soruları art arda sıralayabilirler.Tabi ki haklı gerekçeleri olabilir. Ancak Colin S. Gray’in uyarısını dikkate almak gerekir: “ Harp Üzerine eserinin getirdiği entelektüel erişimden ve bunun kapsamından kaçmak mümkün değildir. “[5]  “ Başvurmazsak veya nazarıdikkate almazsak ne olur? “lara verilecek cevap çok basittir: “ Kaybedersiniz. “

PKK İle Mücadelede Türkiye Örneği

Yaklaşık otuz yıldır, PKK ile mücadelede pek önemsenmeyen, göz ardı edilen ve yeterli alaka gösterilmeyen temel sorunlardan birisi belki de en önemlisi, bu üç eğilim arasındaki dengenin politika vasıtasıyla stratejiye aksetmemesidir. Bu gerçeklik, vazgeçilmez bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ni stratejinin her seviyesinde ve yöntemlerinde etkilemiştir, sarsıcı ve hasar düzeyi yüksek etkileri hâlâ da devam etmektedir.

Mücadele eden tarafların üçlüleri sürekli etkileşim halindedir. Mücadelenin doğası ve karakteri anlaşılarak ve çözümlenerek, çelişkilerle dolu bu üç unsur arasında denge ve uyum sağlanamazsa, stratejilerin başarıya ulaşması mümkün değildir.[6] Uzun soluklu bu stratejide hedefe ulaşılıncaya kadar karar noktaları vardır. Uygulanan strateji ile mevcut durum ve gerçek arasında her zaman bir farklılık, bir çelişki vardır. Çelişkilerin en aza indirildiği noktalarda uyum ve başarı ile karşı karşıya kalınır ve işlerin planlandığı şekilde yürüdüğü görülür. Bu üç unsur arasındaki farklılıkların ve çelişkilerin büyüdüğü noktalarda karar verme sürecinden kaynaklanan ve büyük ölçüde de güya yeni bilgiymiş gibi sunulan veriler, mücadelenin doğası ile çelişir ve bu uyumsuzluğun şiddetini körükler. Böylece “ karar noktaları “ kriz noktaları “na dönüşür. Yeni kararlar, doğru ve yeni bilgiler ışığında dönüşüm stratejilerine yansıtılmaz ise bugünkü çözümler bir sonraki karar noktalarının kanlı krizlerine yol açar.

Türk siyasi ve askerî entelektüel çevrelerinin yeterince ilgi göstermedikleri “ üçlemeye dayalı mücadele “ anlayışının öncelikle politikada egemen olması bir zorunluluktur. Bu görev ve sorumluluk siyasilerdedir. Ancak “ Sandıktan çıkan her şeyi yapar. “ anlamında kadir-i mutlak hükûmet değildir. Politik amaçların belirlenmesi ve bunlara erişimi sağlayacak araçların yerinde, zamanında ve dengeli olarak tesisini talep eder. PKK ile mücadelede zaman zaman politik amaçlar belirlenmeden kaynaklarcömertçe TSK’ne tahsis edilmiştir, hatta sorun büyük ölçüde askerî güce havale edilerek " uzun soluklu bir mücadele " yanılgısıyla zaman ve kaynaklar da hebaedilmiştir. Bu sorunun sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, sosyo-politik ve psikolojik boyutları geri plana bırakılmıştır. Terörizmin yaratıcı diğer nedenleri, bu yüzden ortadan kaldırılamadığı gibi, en azından minimize etmek için eşgüdüm içinde ve eş zamanlı olarak da gerekli tedbirler alınamamıştır. Sonuçta askerî güç öncülüğünde elde edilen kazanımların da kaybedildiği bir sürece girilmiştir.[7]Bütün bunların nedeni bahse konu üçlüdeki dengesizliğin devam etmesindendir.

30 Ağustos Zafer Bayramıve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü dolayısıyla Çankaya Köşkü'nde düzenlenen resepsiyonda Sayın Genelkurmay Başkanı’nın,“ Hükümetin çözüm süreci konunda bir politikası var, o politika yürüyor. Biz sürece ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz… Kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik… Kırmızı çizgi ülke bütünlüğüdür… Bu mücadeleyi 30 senedir biz yürütüyoruz. “[8]ifadeleri bile söz konusu üçlüdeki problemli sahayı anlatması bakımından önemli bir tespittir.Bazı kesimlerce bu durum, sivil – asker ilişkileri bakımından olumlu bir gelişme gibi görünse de, bir ülke için kaybetmenin köşe taşlarının döşendiğinin habercisidir. Sivil–asker ilişkilerinin niteliği ve gücü,bu işbirliğine ve kurulan dengeye bağlıdır. Huntıngton’un bilgece tanımlamasıyla, “ Bu dengeden yoksun bir sivil – asker ilişkisi sürdüren uluslar, kaynaklarını israf eder ve hesap edilmemiş risklerle karşılaşırlar. “[9] Sivil - asker ilişkileri Türkiye için son derece problemli bir alan olmaya devam etmektedir. Bu yaşamsal birlikteliği,“ askerî vesayet “ gibi sığ ve günlük siyasi mülahazalar ışığında ele alarak “ askeri itibarsızlaştırmaya yönelik faaliyetler “ bundan sonraki muhtemel daha büyük kayıpların da zeminini hazırlayacaktır. Şimdiye kadar ki ilişkiler nasıl sağlıksız ve bir dengeden yoksun idiyse, bu dönemdeki anlayış ve tutum da bir o kadar problemli ve önyargılıdır.

Mücadelenin doğasına ve onun taleplerine uygun gücün geliştirilmesi de politikanın sorumluluğundadır. Güç geliştirme süreci çok boyutlu ve karmaşıktır. Savaşın karakterine uygun harp silah ve araçlarının teknolojik gelişmeleri de dikkate alarak tahsisi bu sürecin bir evresidir. Politik gücün en son teknoloji harikası silah sistemlerini temin ederek ordunun emrine tahsis etmekle sorumluluğu bitmiştiranlayışı, eksiktir ve de yanlıştır. Unutulmamalıdır ki askerî güç tüm millî güç unsurlarının dinamik bileşkesidir. Askerî güç üzerinde her birinin farklı derecelerde etkisi bulunmaktadır. Bunların birbirinden bağımsız olduğunu ve birbirini etkilemediğini düşünmek,yanlış sonuçlara gitmenin ilk basamağını oluşturur. Ülkenin kültürel, sosyal, psikolojik, ekonomik ve teknolojik gücünün alt stratejileri bu amaç doğrultusunda yönlendirilmesi gerekirki maalesef bu konuda yeterli sinerji oluşturulamamıştır.

            Birinci Körfez Harekâtı(1991) sonunda ordularda görülen teknolojiye dayalı küçülme eksenli dönüşüm ve değişim anlayışı İkinci Körfez Harekâtı(2003)’nı müteakip gayrinizami harp yeteneklerinin geliştirilmesine kaymıştır. O günden bu güne, özellikle bölgemizde cereyan eden gelişmeler ve uzunca bir süre daha devam edeceği kuvvetle muhtemel görülenkaotik ortam, gayrinizami harp yeteneklerinin özenle geliştirilmesini dikte ettirmektedir. Mutasavver mücadelenin başarıyla yürütülmesi açısından Türkiye’nin gayrinizami harp ve konvansiyonel güçlerinin yeniden dengelenmesi, adaptasyonunun sağlanması ve kapasitelerinin geliştirilmesi hayati öneme haizdir. Bu kapsamda; askerî gücün yanı sıra yarı askerî ve emniyet güçlerinin de uyumluluğunun sağlanması, güvenlik stratejileri boyutunda ele alınması gereken bir konudur.

            Türk milleti, ordusuna ve onun komuta kademesine her zaman engin bir sevgi ve sarsılmaz bir güven beslemiştir. 1984 yılından beri dış odaklar ve herkesçe malum bazı çevreler tarafından içten desteklenen bölücü terörizme karşı yürütülen mücadelede milletimizin ordusuna desteği destanlaşacak cesamete ulaşmıştır. Oğlunu bayraklaşan yurt topraklarına feda eden ana – baba , “ Vatan sağ olsun; Allah Devlete, millete zeval vermesin; ben de göreve hazırım. “ gibi, herkes tarafından defalarca duyulan asil ifadelerle ordu – millet anlayışını belki de başka hiçbir ulusa nasip olmayan bir kadirşinaslıkla dile getirmiştir. Bu kutsal anlayış, Devletimizin ve milletimizin ebed – müddet yaşamasının ve yurt edindiğimiz bu coğrafya da her tehdidi birlik içinde yok etmesinin temel dayanağıdır. Hiçbir moda akıma uymadan bu kaynağın korunması ve daha da güçlendirilmesi yaşamsal bir öneme haizdir.

Geleceği Düşünmek

Türkiye Cumhuriyeti’nin başta PKK olmak üzere bölgesindeki muhtemel tehditlerlemücadelede, diğer güç unsurlarıyla uyum içinde çalışan güçlü, çevik ve etkili bir TSK’ne olan ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. TSK’nin kurumsallaşmış askerî mükemmelliğe ulaşmasında “ ulus-ordu-hükûmet “ ekseninde yapılacak çok şey vardır. Yüz yüze kalınan ve bundan sonra daha da ağırlaşacak iç-dış sorunlar çok önemlidir ve de fazlasıyla hassastır. Muhtemel bir başarısızlığın devlet ve millet noktai nazarından maliyeti çok ağır olur. Geleceği olmayan bölge Orta Doğu’da[10], gelecek aramanın külfeti katlanılmayacak boyutlara hiç tahayyül etmediğiniz bir zamanda ve ortamda ulaşabilir. Stratejiyi sıradanlara kurduranlar problemlerin çözümünde mucizevi sonuçlar bekleyebilirler(!), yenilginin destanını yazabilirler, ancak stratejik düzeyli kayıpları geri getiremezler.



[1]Clausewitz,Carl von, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 37.

[2]Toptaş Ergüder, 21. Yüz Yılda Savaş-Yeni Bir Mücadele Felsefesine Doğru Harp ve Stratejiyi Yeniden Düşünmek, Kripto Yayınları, Ankara, 2009, s. 221.

[3]Clausewitz,Carl von, Harp Üzerine, Cilt I, s. 37.

[4]Creveld, Martin von, The Transformation of War: The Most Radical Reinterpretation of Armed Conflict Since Clausewitz,  Free Press, New York, 1991, s. 58.

[5]Gray, Colin S., The Strategy Bridge-Theory For Practise, Oxford University Press, 2010, s. 1.

[6]Toptaş Ergüder, s. 266.

[7]Çitlioğlu Ercan, Başbuğ-Org. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek, Destek Yayınları, İstanbul, 2010, s. 69-70.

[9]Huntıngton Samuel P. , Asker ve Devlet –  Sivil – Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyasası, çev. K. Uğur Kızılaslan, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2006, s. 4.

[10]Modern Orta Doğu konusunda en önemli yapıtlardan, ” Tüm Barışa Son Veren Bir Barış“ başlıklı kitabın yazarı David Fromkin 2007 yılında bir söyleşide, “ Orta Doğu’nun geleceği üzerine bir öngörüde bulunur musunuz? “ sorusuna, “ Orta Doğu’nun geleceği yok “ cevabını vermiştir. “ Geleceği yok “un anlamını, gelecekte olmamak yerine değişmeden bugünkü durumu tekrar edecek olan bir geleceğe mahkûm olmak şeklinde okuyabiliriz. (Dursun Yıldız, Ediz Ekinci, Geleceği Olmayan Bölge Orta Doğu’da Askerî ve Jeopolitik Gelişmeler, Turquie Diplomatique, Sayı: 67, s.10.) 

 Ergüder Toptaş

1960 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. 1977 yılında Işıklar Askerî Lisesinden, 1981 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev yapmıştır. 1988-1990 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1997 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi, 2006 yılında ise Millî Güvenlik Akademisi eğitim ve öğretimini takip etmiştir. (E)Tümgeneral Toptaş’ın strateji, jeopolitik, harp ve mücadele konularında yayınlanmış üç kitabı ile birçok makalesi bulunmaktadır.