Bu sayfayı yazdır

TÜM YÖNLERİ İLE DAEŞ TEHDİDİ, REİNA SALDIRISI VE MÜCADELE ALANLARI: GENEL BİR BAKIŞ

Yazan  27 Ocak 2017

Terörizme geleneksel olarak yaklaştığımızda politik mağduriyetler, ideoloji, hak arama, mağduriyet kimliği, politik hedefler terörün ve terör örgütlerinin varlıklarını ve eylem yapma motivasyonlarını açıklamakta bugüne kadar sıklıkla kullanıldı. Mağduriyeti tersine çevirme, intikam alma, travma yaşantılarına çare bulma, ideolojik fanatiklik, grup aidiyetini devam ettirme, grup kimliğini sürdürme, lidere bağlılık, fanatizm, grup içi moral ve dayanışmayı arttırma gibi faktörler geleneksel terör olgusunun altında yatan motivasyonlar olarak görülmektedir.   

Öncü rolü de geleneksel terör örgütlerinin sık sık kullandığı politik bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır. Küçük bir grup resmi yönetimi provoke edecek şekilde belli bir etnik ya da dini grup adına terör eylemi gerçekleştirir ve temsil iddiasında bulunduğu grupların devlet tarafından mağdur edilmesine, baskı görmesine yol açmaya çalışır. Böylelikle devlet baskısına maruz kalanları bir araya toplayarak devlet yönetimlerine karşı bir cephe oluşturmuş olur. Örneğin El-Kaide tüm Müslümanların öncüsü rolünü kendine biçerek, ABD ve Batı devletlerine karşı provoke edici terör eylemleri gerçekleştirmiş, karşılığında ABD ve Batılı müttefiklerin Müslüman ülkeleri işgal etmesi suretiyle geniş bir Müslüman kitlesinde mağduriyet ve batıya karşı öfke oluşmasını amaçlamıştır. Yine benzer şekilde PKK da Kürt etnik kimliği adına öncü rolüne girmiş, temsil iddiasında bulunmuş ve hükümetleri sert tedbirlere başvurması, sivil mağduriyetlere yol açması için kışkırtmaya çalışmıştır. Kürt vatandaşlarda devlete karşı öfke oluşturmak ve bu surette onları kendi safları altında birleştirmeyi amaçlamıştır. Bunun için köylüleri öldürerek suçu devlete dahi atmaya çalışmıştır. 

Geleneksel terör örgütleri devletlerin konvansiyonel askeri gücü ile baş edemeyeceklerinin farkında olmaları nedeniyle, mücadelelerini daha çok propaganda ve psikolojik alanda yürütmektedirler. Silahlı eylemlerin temel amacı bir bölgeyi bir coğrafyayı ele geçirmek değil, belirlenen söylem ve propagandaları desteklemek, toplum kesimlerine korku salmak, bıktırmak ve psikolojik olarak yıpratarak kendi taleplerini kabul ettirmektir. Askeri anlamdaki zayıflıkları nedeni ile devletlerin askeri güçleri ile bire bir karşı karşıya gelmekten bu nedenle kaçınmak temel prensipleridir. Uzun süre belli bir bölgeyi kontrol altında tutmaya çalışmaları onlar için bu anlamda ölüm nedeni olmaktadır. Örneğin PKK meskun mahal çatışmalarını sürdürmeye çalışsa da bir süre sonra kaçmanın ve geri çekilmenin yollarını aramıştır.  

Terörizmi açıklamaya çalışan diğer geleneksel yaklaşımlar ise, terörist davranışının altında bir gruba ait olma ihtiyacı, yoldaşlık duyguları, terörist kimliği ile örgütün grup kimliğini sürdürme ve davranışını sorumlu tutmuştur.

Geleneksel terör örgütü imajı bu anlamda; askeri açıdan yeterince gücü, kapasitesi ve yeteneği olmadığı için, psikolojik ve politik alanlarda zafer kazanmayı öncelikli amacı ve hareket tarzı olarak benimsemiş, temel silahı propaganda olan devlet dışı bir aktörü yansıtmaktadır. 

 DAEŞ’in ülkemizde gerçekleştirdiği İstanbul Havalimanı ve Reina saldırıları baz alındığında ilk anda geleneksel terör örgütleri ile benzer bir çizgide hareket ediyor olduğu izlenimi verebilmektedir. Medyaya yansıyan DAEŞ tarafından gerçekleştirilen infaz görüntüleri de bu izlenimi güçlendirmektedir. DAEŞ eylemlerini gerçekten de oldukça acımasız ve soğukkanlılıkla gerçekleştirmektedir. Bu durumda bizler de DAEŞ’i klasik bir terör örgütü gibi ele alma, bazen de gözü dönmüş, kana susamış canilerden oluşan bir grup gibi görme eğilimi yaratmaktadır.

Geleneksel terör örgütleri eylemlerini askeri bir başarı için değil, propaganda yapmak, toplum kesimlerinin davranışlarına etkide bulunmak için gerçekleştirir. Özellikle de yukarıda da değinildiği gibi öncü rolüne girerek toplumsal kesimler arasında kutuplaşmaları ve ayrılıkları arttırmaya çalışır. Özellikle psikolojik anlamda bir ayrılık yaratmaya ve ortam şartları el verdiğinde toplum kesimlerini birbiri ile çatışmaya yönlendirmek isterler. DAEŞ’ in Reina ve İstanbul Havalimanı saldırılarına baktığımızda ise, terör eyleminin ülke içerisindeki herhangi bir dini ya da etnik alt grup adına gerçekleştirilmediği ve bu nedenle de öncü rolüne girme gibi bir amaç gütmediğini görmekteyiz.  Reina saldırısı sonrası hayat tarzına yönelik tartışmalar ortaya atılsa da,  toplumun farklı grupları arasında böyle bir tartışma ve çatışma yaşanmamış, bu tartışma da kısa sürede sönmüştür. Reina saldırısı dışında İstanbul Havalimanı saldırısında ise hayat tarzına yönelik herhangi bir tartışma dahi yaşanmamıştır. Reina saldırısı sonrası ortaya çıkan diğer bir tartışma konusu da teröristin profesyonelliği olmuştur. Teröristin kameralara yansıyan görüntüsünden ne derece soğukkanlı ve profesyonel olduğu kanaati edinilmiş ve ulusal güvenlik ve karşı karşıya olduğumuz tehdidin analizi bu kanaat doğrultusunda yapılmıştır.

DAEŞ’in gerçekleştirdiği Reina saldırısının neden geleneksel terör örgütlerinin yukarıda bahsedilen hareket tarzına benzemediğini anlayabilmek için;  DAEŞ’in sadece Türkiye’de değil daha geniş düzlemdeki - Suriye Irak ve diğer Batı ülkelerindeki-  hareket tarzını  incelememiz ve genel stratejisini ele almamız gerekmektedir.

DAEŞ ile ilgili olarak bugüne kadar yazılan güvenlik analizleri, raporlar ve uzman görüşleri ile sahadaki tanıklardan elde edilen bilgiler DAEŞ’in hareket tarzı ve stratejisi hakkında oldukça önemli bilgiler sunmaktadır. Bu bilgiler nedensiz bir canilik gibi görülen DAEŞ terörizminin arkasında ne derece dahiyane ve berrak askeri-politik bir stratejinin yattığını gözler önüne sermektedir. Bu stratejinin tanınması ve anlaşılması Reina saldırısının yukarıda da değinildiği gibi neden geleneksel terör eylemlerine benzemediğini, neden teröristin profesyonel olduğunu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. 

 

DAEŞ’in TEMEL STRATEJİSİ ve HAREKET TARZI

DAEŞ ve İdeoloji

DAEŞ geleneksel terör örgütlerinin özellikle de El-Kaide’nin aksine ideoloji odaklı bir hareket tarzı bulunmamaktadır. İdeolojisi El-Kaide ile benzer olmasına rağmen, askeri ve politik hareket tarzını belirleyen unsur ideoloji değildir. Gerçekleştirilen eylemler ideolojik bir görünümde olsa dahi temel stratejisinde ideolojik öncelikler hiçbir zaman askeri ve politik önceliklerin önüne geçememekte, üstün tutmamaktadır. Ülkemizde gerçekleştirdiği bireysel terör eylemleri, ülkemizdeki herhangi bir dini/ideolojik alt gruba cesaret verme, onları temsil etme ve onlar adına bu eylemleri gerçekleştirme bu sayede ülke içerisinde bir ayaklanma ortaya çıkarma, ya da resmi hükümeti devirerek bir devrim gerçekleştirme amacıyla gerçekleştirilmediğini, eylemler sonrasında ülke içerisindeki farklı gruplar arasında ufak tefek tartışmalar olsa da bu gruplardan hiç birini temsil etmek adına eylemin gerçekleştirilmediği aşikar görünmektedir.  Irak ve Suriye’de kendi ideolojisi dışındaki diğer silahlı grupları düşman olarak görse de, illa bu gruplara karşı savaş açmadığını ve savaş halinde olmadığını görmekteyiz. İdeolojisinin temelini Şii düşmanlığı oluştursa da, Esad Rejimine karşı herhangi bir ciddi saldırı dahi gerçekleştirmemiştir. DAEŞ’ in İsrail’e, Suriye rejimine neden saldırmadığı sık sık sorulan ve üzerinde pek çok tez ortaya çıkartan bir konudur. DAEŞ’ in bu saldırmazlık durumunun şüphe ve komplo teorileri oluşturmasının nedeni, DAEŞ’ i ideoloji odaklı hareket eden ve hedef seçen bir örgütmüş gibi düşünme eğilimimizden kaynaklanmaktadır.  İdeoloji eylemlerin rasyonelini açıklayabilse de hedef seçimini açıklamakta düşman olarak gördüğü savaştığı grupları açıklamakta yetersiz kalmakta ya da birinci derecede önemi bulunmamaktadır. İslam’ı temsil edip etmediğine yaptığı katliamlar baz alınarak karar vermek de, DAEŞ’ in gerçekten ideolojisi adına terör saldırıları gerçekleştirdiğini sanmamızdan kaynaklanmaktadır.

 DAEŞ’in bir ülkeye saldırma gerekçesi ve motivasyonu, onun rejimine ya da hayat tarzına olan düşmanlığı ya da nefretinden kaynaklanmamaktadır.  Temel savaşma motivasyonu inançsız rejimleri değiştirmek de değildir. Örneğin ideolojisinin temelini tekfirci bir Şii düşmanlığı oluştururken – El Kaide’ den farklı olarak- Esad rejimine elektrik ve petrol satmakta, ayrıca aralarında de facto bir saldırmazlık antlaşması bulunmaktadır.

Türkiye’deki eylemleri ile yaşam tarzları ya da farklı toplum kesimleri arasındaki tartışmaları alevlendirmeye çalışıyor görülse de, eylem kararının temsil iddiasında bulunduğu bir ideolojik kimlik adına verilmediği,  bu anlamda da Türkiye içindeki herhangi bir grup için öncü rolü oynamak için terör eylemi gerçekleştirmediğini görebilmekteyiz. Ya da son Reina saldırısının Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştirmek ve devirmek amacıyla gerçekleştirmediğini de söyleyebiliriz.

DAEŞ ve Temel Stratejisi

DAEŞ’ in Suriye ve Irak’taki bugüne kadar olan hareket tarzına baktığımızda, örgütün jeopolitik önemi olan yerleşim birimlerini kapsayan bir coğrafyayı askeri ve politik olarak kontrol etmeye ve yönetmeye çalıştığı görülmektedir.  DAEŞ, terörizmi  kontrolü altında tuttuğu yerleşim birimlerinde yaşayan insanlar sosyal ve politik kontrolü için kullanmaktadır.    Yerleşim birimlerini ya da şehirleri askeri anlamda ele geçirmek ve fiziki kontrolünü sağlamak DAEŞ’in temel önceliğidir.  Özellikle de ilan ettiği  “İslam Devleti”  propagandasını yapabilmek, gerçekçi kılabilmek için kontrol ettiği bir alana ve bu alan içerisinde yaşayan yönettiği insanlara ihtiyacı bulunmaktadır.  

 Terörizmi burada yaşayanları baskı altına almak ve kendi normlarına uyulmasını sağlamak amacıyla kullanmaktadır. DAEŞ bu anlamda geleneksel terör örgütlerinden farklı olarak ilk önceliği belli bir coğrafyayı askeri anlamda kontrol etmek, daha sonra kontrol ettiği alanlarda ideolojisini hayata geçirmektir. Geleneksel terör örgütlerinin önceliği ise daha çok propagandasını ve ideolojisini yaymaktır. Belli bir coğrafyanın kontrol altına alınması söz konusu değildir. Belli bir coğrafyayı savunmak zorunda kalmak geleneksel terör örgütlerinin tercih etmediği bir hareket tarzıdır. DAEŞ ise konvansiyonel askeri bir güç gibi yerleşim birimlerini ele geçirmeyi ve buraları politik olarak kontrol etmeyi amaçlamaktadır. 

DAEŞ medyaya yansıyan kana susamış bir terörist örgüt olmanın ötesinde, askeri anlamda kontrol altına aldığı yerleşim birimlerinde öncelikli olarak elektrik ve su sistemlerini tekrar çalışır duruma getiriyor. Alt yapıyı düzeltiyor.  Yiyecek ve barınma ihtiyacını karşılıyor. Hastaneler, yollar, okullar inşa ediyor. Kendisine ait doktorları ve mühendisleri bulunuyor. Ancak bunu belli bir bedel karşılığında gerçekleştiriyor. Öncelikle rejim ya da diğer rakip aktörlerle işbirliği içerisinde olan herkesi topluluk önünde infaz ediyor. DAEŞ yasasına uygun hareket etmeyenler yine anında halka açık alanlarda infaz ediliyor. DAEŞ bu anlamda terörizmi halkı sindirmek amacı ile kullanıyor. Ancak bunu yaparken belli bir istikrar ve norm sistemi doğrultusunda hareket ediyor. Kaotik bir çatışma ortamındaki insanlara ne kadar acımasız olsa da öngörülebilirliği olan bir kurallar sistemi sunuyor. Böylelikle insanlar kaotik bir çatışma ortamında yaşamaktansa, ne kadar acımasız ve sert olsa da, ideolojik olarak ne kadara yabancı olsalar da kuralları belirli öngörülebilir bir sistemde yaşamayı tercih ediyorlar. DAEŞ bu anlamda ne zaman öleceği ne zaman ölmeyeceği konusunda belirsizlik içerisinde yaşayan insanlara, ne yaparlarsa kesin olarak öldürülecekleri, ne yaparlarsa güvende olacakları ve idari hizmetlerden yararlanabilecekleri, sağlık hizmeti alabilecekleri konusunda kesin öngörülebilir bir kurallar/normlar sistemi sunuyor.  Öldürme konusundaki acımasızlık, bunları halka izletme gibi eylemler hepsi dahice planlanmış kaotik bir çatışma ortamında yaşayan insanları terörizm aracılıyla kontrol etmenin kapısını açıyor. 

Irak ve Suriye’de bu anlamda klasik terör örgütlerinde olduğu gibi bir öncü rolü oynamamakta, askeri gücü ile yerleşim birimlerini ele geçirmektedir. İnsanların ideolojisini destekleyip desteklememesi, kendisine sempati gösterip göstermemesi ya da onların ideolojik ve kimlik anlamında temsilcisi olup olmaması önemli değildir. Önemli olan kontrolü altına aldığı nüfus üzerinde askeri kontrolü kurmak ardından ideolojisini insanların gündelik yaşam kuralları haline getirmektir. Örneğin sigara içenlerin ellerin kesilmesini insanlar gönüllü olarak kabul etmemekteler, ancak güven içerisinde yaşamak için bu kurala uymak zorundadırlar.

 DAEŞ terörizmi taktiksel olarak da kullanmaktadır. Konvansiyonel manevraları bomba yüklü araçlar gibi konvansiyonel olmayan araçlar aracılıyla gerçekleştirmektedir.  İntihar eylemi, patlayıcı yüklü arabalar, el yapımı patlayıcılar, çocuklar gibi akla gelmeyecek unsurların canlı bomba olarak kullanılması konvansiyonel askeri manevralarını gerçekleştirmek amacıyla kullanılmaktadır. Başka bir ifade ile savaş uçağı yerine 3 adet patlayıcı yüklü araçla hedefine intihar saldırısı gerçekleştirebilmekte, tank yerine yine bomba yüklü araç kullanabilmektedir. Roketatar yerine canlı bomba saldırısı düzenleyebilmektedir.  Şu anda da Rakka, Musul ve El-Bab’da da benzer yöntemlerle kontrolü altındaki bölgeleri savunmaktadır.

Askeri anlamda da DAEŞ diğer terör örgütlerinden farklılık göstermektedir.  DAEŞ’ı n en büyük silah gücünü Amerikan ve Rus silahları oluşturmaktadır. Sahip olduğu ağır konvansiyonel silahların çoğunu Irak ordusundan ve Suriye Ordusundan ele geçirmiştir.   Binlerce silahlı Humweeler, yüzlerce tank ve uzun menzilli top, 2 adet helikopter ve yüzbinler ve milyonlarca diğer mühimmatlara sahip olarak DAEŞ, konvansiyonel bir ordu özelliği göstermektedir.  Klasik terör örgütleri gibi başka bir devletin sponsorluğuna ve silah yardımına lojistik desteğine ihtiyacı bulunmamaktadır.  Dolayısıyla DAEŞ Suriye ve Irak’ da varlığını sürdürmek için hiçbir zaman başka bir devletin silah yardımına bel bağlamak zorunda kalmamıştır. Irak ve Suriye ordusundan ele geçirdikleri ile birlikte, devlet gibi silah alım ve satımı da gerçekleştirmesi, başka bir devletten gelecek finansal ve askeri yardımların DAEŞ’in büyümesinde bugüne gelmesinde sanıldığı gibi ciddi bir rolü görülmemektedir.  

DAEŞ’in şu anki kayıplarını da göz önünde bulundursak dahi, Irak ve Suriye’ deki yaklaşık olarak on adet şehrin oluşturduğu bir ağ sistemine benziyor. Bu yerleşim birimleri birbirleri ile iletişim ve ilişki halindedir.   Bunları birbirleri ile çeşitli yollarla bağlantılı ve iletişime sahip şehir devletlerine de benzetebiliriz. DAEŞ bu hali ile Britanya büyüklüğündeki bir coğrafyayı ve bu coğrafyada yaşayan altı milyona yakın insanı kontrol altında tutmaktadır. Kontrolü altındaki yerleşim birimlerini askeri hükümet benzeri bir yapı ile yönetmekte, kendine ait hukuk, sağlık ve eğitim sistemi bulunmaktadır. Kontrolü altındaki nüfusa bir devlet ya da hükümetten beklenen temel idari hizmetleri sunabilmektedir. 

Gerek finans kaynakları, gerek Irak ve Suriye’de kurduğu idari sistem ve kontrol altında tuttuğu ve kendi kanunlarını uyguladığı nüfusa sahip olması,  konvansiyonel askeri bir kapasitesi olması, kendine yeten bir ekonomik sisteme sahip olması açısından DAEŞ, diğer klasik terör örgütlerinden neredeyse keskin sınırlarla farklılaşıyor. Bu nedenle DAEŞ’in sadece bir terör örgütü olduğunu söylemek eksik ve hatalı olacaktır. DAEŞ bu anlamda devlet gibi düşünen, devlet gibi hareket eden ve devlet gibi savaşan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifade ile terörizmi taktiksel ve stratejik amaçları için sıklıkla kullanan bir korku devleti ya da hükümeti gibi hareket etmektedir.  

DAEŞ ve Bölgesel Stratejisi

DAEŞ terörizmi ayrıca belli ülkelerdeki farklı toplum kesimlerini özellikle de Sünni ve Şii grupları birbirine karşı kışkırtmak ve bu gruplar arasındaki çatışmaları körüklemek amacıyla stratejik olarak kullanmaktadır. Irak’ta Şiileri Sünnilere karşı kışkırtmak ve Sünnilerin öncüsü ve koruyucusu olarak ortaya çıkmayı amaçlamış ve Sünni milliyetçileri, BAAS rejiminin eski rütbeli askerleri kendi saflarında birleştirmeyi başarmıştır. Örneğin Şii mahallelerine bombalı saldırılar, Samarra Camisi’nin bombalanması gibi her türlü provokatif terör saldırısını stratejik ve planlı bir biçimde gerçekleştirmiştir. Şii mahallelerinden çocukları kaçırıp, işkence yapıp, tecavüz edip, öldürüp tekrar kaçırdıkları yerlere ya da çocuklarının evlerinin önüne bırakarak Şiileri kışkırtıyorlardı. Şiilerin Sünnilere karşı intikam saldırıları sırasında ise kenara çekilip izliyorlar, daha sonra Sünnilerin öncülüğü rolü ile tekrar Şii’lere saldırıyorlardı. DAEŞ’ in Irak’ta elde etmiş olduğu Sünni desteği ile merkezi yönetimden bağımsız Sünnileri kontrolü altına almasının temelinde bu strateji bulunmaktadır. DAEŞ, bu stratejiyi özellikle Libya, Yemen, Afganistan, Irak, Somali, Suriye gibi kırılgan ve gelişmekte olan ülkelerde kullanmaktadır. Sünni ve Şii’ler arasındaki daha doğrusu Müslüman gruplar arasındaki şiddet ve çatışmayı bilerek planlı bir şekilde arttırarak, merkezi otoritenin kontrol edemeyeceği bir seviyeye getirmektedir. Böylelikle çatışmanın yaşandığı bölgelerin idari anlamda yönetilemez, kaotik hale gelmesine ve bir otorite boşluğu ortaya çıkartmaya çalışmaktadır. Yaşanan otorite boşluğundan faydalanarak, kendisi bir politik otorite ve güç olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisinin kaos yarattığı bölgede, bu anlamda en güçlü, disiplinli ve düzenli ve insanları koruyabilecek güvenliklerini sağlayabilecek tek yapı olarak ortaya çıkmaktadır.

DAEŞ için öncelik görüldüğü gibi, mesajlarını yaymak, propaganda yapmak ya da ideolojisini kabul ettirmek değildir. Temel öncelik İslam devletinin merkezi olan Suriye ve Iraktaki hedeflenen yerleri askeri olarak kontrolü altında tutmak ve İslam devleti realitesini fiziki alanda sürdürmektir. DAEŞ in gerçekleştirdiği terör eylemlerinde bu gerçekliğin realitenin mutlaka göz önüne alınması gerekiyor. DAEŞ kendi ideolojisine rakip devletleri hedef almıyor. Eğer öyle olsaydı bugün en fazla saldırıyı Suriye ve Rusya'ya karşı gerçekleştirmesi gerekirdi. DAEŞ bu anlamda saldırılarını ideolojik öncelikleri doğrultusunda belirlememekte. Askeri anlamda ele geçirilebilecek, hassas, zayıf yönetilmesi zor ülkelere karşı gerçekleştirmektedir

Batı ülkelerindeki DAEŞ eylemleri uzaktan ya da kendi kendine radikalleşmiş bireyler, küçük hücreler, Suriye ve Irak’ta eğitim görüp, ülkelerine geri dönen bireyler tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde ise daha çok terör hücreleri şeklinde örgütlenmiş olduğu görülüyor. Batı devletleri ve ülkemizdeki DAEŞ terörün en önemli özelliği düşük profilli teröristler tarafından gerçekleştiriliyor olmasıdır. Yani El-Kaide’nin aksine yüksek profilli ve takip altındaki kişilerden oluşmamaktadır. DAEŞ özellikle güvenlik kontrollülerini ve takiplerini atlatabilecek düşük profilli bireyleri Batıdaki ve ülkemizdeki terör eylemlerinde kullanmaya özen göstermektedir. Batı ve ülkemizdeki terörizmin diğer bir özelliği ise spontane olabilmeye eğilimli olması ve kestirilemez niteliğidir. 11 Eylül saldırıları gibi büyük bir terörizm tehdidi oluşturmamaktalar ancak düşük seviye ve öldürücülük düzeyinde ancak daha sık aralıklarla gerçekleştirilmektedir.    

DAEŞ batı ülkelerinde terörizm faaliyetlerinde bulunmak amacıyla beş yüze yakın elemanına özellikle şehir savaşı, casusluk, takip ve izleme, şehir gerillacılığı, patlayıcı yapımı ve kullanımı konusunda eğitimler vermiş, Türkiye’de dahil Avrupa ülkelerine göndermiştir.   Reina saldırganının profesyonel olması bu nedenle şaşırtıcı değildir.  Günümüz çatışma ortamında profesyonel özel askeri kuvvetler ile teröristler arasındaki sınır hızla belirsizleşmeye başlamıştır.  

DAEŞ’in batı ülkeleri ve ülkemizdeki bu yapılanmaları genellikle 2-5 kişiden oluşan gruplarla açık alanlarda, alış veriş merkezleri gibi halka açık alanlarda silahlı saldırılar, bombalı eylemler gerçekleştirmektedirler. Eylemlerin ne zaman gerçekleşeceğini kestirmek oldukça zordur.    Eylemler illa bir strateji çerçevesinde olmak zorunda olmayıp, zamanın ruhuna uygun olarak tek bir kişi tarafından da spontane olarak gerçekleştirilebilmektedirler. Gerek terör hücrelerini oluşturan gerekse de bireysel radikalleşme gösteren kişilerin düşük profil sergilemeleri,  toplum içerisinde dikkat çekmeden varlıklarını sürdürebilmeleri, bu tarz DAEŞ eylemlerinin öngörülmesini oldukça zorlaştırmaktadır. Bu nedenle DAEŞ’in batı devletleri ve ülkemizdeki bu tarz saldırılarına karşı hiçbir ülke yüz de yüz korunamamaktadır. Ancak yine de DAEŞ’ in batı ülkeleri ve ülkemizde gerçekleştirdiği terör eylemlerinin belli bir paterni izlediği görülmektedir. DAEŞ özellikle Irak ve Suriye’ de baskı altında olduğu, toprak kaybı yaşadığı dönemlerde kendisi ile savaşan devletlere karşı bu tarz sözde misilleme saldırıları düzenlemektedirler. Yine bir devlet gibi davranarak, Irak ve Suriye’ de kendisi ile mücadele eden ülkeye konvansiyonel olmayan araçlarla askeri anlayış gereği misillemede bulunmaktadır. Bu nedenle Batı ülkeleri ve ülkemizde gerçekleşen terör eylemlerinin altındaki strateji, DAEŞ’ in devlet benzeri bir yapı olması nedeniyle terörizmi bir misilleme aracı olarak kullanmasında yatmaktadır. Böylelikle hedef aldığı ülkeye karşı terörizmi bir caydırıcılık unsuru olarak kullanmaktadır.        

DAEŞ’in Reina saldırısının bu anlamda  DAEŞ’in  El-Bab’da baskı altında kalmasına bir misilleme olduğu görülmektedir.  Saldırı sonrası ortaya çıkabilecek toplumsal tepkiyle Fırat Kalkanı Operasyonu’nun kamuoyu ve siyasi kesimlerce sorgulanmasını amaçlamaktadır. Bu sayede  El-Bab kuşatmasını dolaylı olarak  –Türkiye’de gerçekleştirdiği terör eylemleri ile- kırmayı amaçladığı en azından nefes almasını sağlamayı amaçladığı söylenebilir.   

DAEŞ İLE MÜCADELE ALANLARINA GENEL BİR BAKIŞ

Suriye ve Irak’ da Mücadele

DAEŞ ile mücadelede DAEŞ in devlet gibi hareket ettiği, düşündüğü ve savaştığı , elinde tuttuğu yerleşim birimlerini tanklarla koruduğu ön plana alınarak hareket edilmesi gerekmektedir.  Klasik terörle mücadele yaklaşımları DAEŞ ile mücadelede bu nedenle yetersiz kalmaya mahkum görünmektedir…Örneğin klasik terör örgütlerine karşı sıklıkla kullanılan nokta operasyonları, özel kuvvet operasyonları, ideolojik mücadele, radikalizmle mücadele, dini alanda mücadele ve diğer sosyal, kültürel alanlardaki çalışmalar,  DAEŞ ile mücadelede beklenen etkiyi ve başarıyı ortaya çıkarması muhtemel görünmemektedir. Geniş çaplı konvansiyonel meskun mahal operasyonlarını ön plana almadan,  El-Bab gibi göç almış ve şehirleşme oranı yüksek yerleşim birimlerinde DAEŞ ile mücadele etkisiz kalacaktır.   

DAEŞ’ a karşı verilen meskun mahal çatışmasında, karşımızda sıradan klasik bir terör örgütü bulunmadığını,  devlet gibi hareket eden bir yapı bulunduğu farkındalığı ile hareket etmemiz gerekmektedir. Elektrikten su şebekesine kadar bütün alt yapı sistemlerini bu kapsamda da yerleşim birimlerindeki neredeyse bütün sivil unsurları kontrol edebilen bir yapıdan bahsetmekteyiz. Amacı silahlı propaganda olmayan, sahip olduğu devletin topraklarını ve stratejik şehirlerini korumayı amaçlayan konvansiyonel askeri bir ordu ile karşı karşıya bulunduğumuzu bu nedenle de konvansiyonel askeri tedbirlerin ve önceliklerin DAEŞ ile bu alanda mücadelenin olmazsa olmazı olduğunu görmemiz gerekmektedir.  DAEŞ ile mücadele bu anlamda sadece teröristi etkisiz hale getirmek değil, DAEŞ ın kontrol ettiği fiziki alanın ve burada yaşayan sivil halkın da kontrol edilmesi gerekmektedir.  Ve söz konusu örgüt DAEŞ olduğunda, sivil terörist ayrımının ortadan kaybolduğu, çocukların dahi silah olarak kullanılabildiği bir şehir savaşını göz alabilmek gerekmektedir. İşte gerek fiziki alanı gerekse de sivilleri kontrol edebilmek için El-Bab gibi kasabalar için dahi yeterli sayıda  konvansiyonel askeri bir gücün varlığı gerekmektedir. Geniş çapta askeri bir harekatın  DAEŞ’e karşı başarılı olması için de uzun süreli bir mücadeleyi göze alabilecek bir siyasi ve kamuoyu iradesi ve kararlığı gerekmektedir. 

Meskun mahal çatışmalarının en önemli prensibi fedakarlık ve psikolojik dayanıklılıktan geçer. Psikolojik anlamda dayanıklılık ile fedakarlık sadece muharip personel için gerekli değildir. Kamuoyunun da psikolojik anlamda dayanıklılığı, uzun sürecek ve kayıp verilecek bir mücadeledeki başarıyı belirleyen önemli bir etkendir. Liberal batı toplumunda ordular risk duyarlıdır. Yabancı topraklarda verilecek askeri kayıplar, kamuoyunda ciddi rahatsızlıklara yol açarak hükümetlerin dış politikalarında geri adım atmalarına dahi yol açar. Bu nedenledir ki ABD, Suriye’de kendi askerlerini kullanmaktan kaçınmaktadır. Oluşacak bir kamuoyu baskısı, ABD’nin Suriye’den çekilmesine kadar giden bir süreci başlatabilecek bir potansiyele sahiptir.  Benzer durum diğer batı devletleri için de geçerlidir. Dolayısıyla meskun mahallerde mücadelenin başarısını kamuoyu ve siyasi otoritenin mücadele iradesinin sürdürülmesi belirliyor. Meskun mahal çatışmaları başka bir ifade ile iradelerin savaşı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu savaşın doğasında, en fazla öldüren değil, kazanmak için ölmeyi en fazla göze alan kazanmaktadır.

 Ateş gücü ve kapasitesinden çok, uzun süreli bir mücadele ile verilecek kayıplara rağmen mücadeleyi sürdürebilme iradesinin kamuoyu ve siyasi irade tarafından korunması, DAEŞ’e karşı mücadeledeki en önemli cepheyi oluşturmaktadır. Atatürk’ün Nutuk’ta bahsettiği “iç cephe” sağlamlığı; içinde bulunduğumuz asimetrik savaş ortamında en önemli silahımız ve gücümüz olarak ortaya çıkmaktadır. 

DAEŞ ile mücadelenin temelini, Irak ve Suriye’de DAEŞ’e karşı yürütülecek geniş çaplı konvansiyonel askeri bir kara operasyonu oluşturmaktadır. Özellikle geniş çaplı şehir savaşlarını yürütecek yeterli sayıda özel kuvvet destekli bir kara ordusunun varlığı gerekmektedir.  Bu tarz bir askeri operasyonu kimin yapacağı önemli olmamakla birlikte DAEŞ’ i elinde tuttuğu yerleşim birimlerinden çıkarmanın tek yolu bu anlamda konvansiyonel askeri bir kara harekatından geçmektedir. DAEŞ’in temel hareket tarzının yerleşim birimlerini ele geçirip, kontrol etmek ve savunmak olduğu düşünüldüğünde, askeri mücadelenin DAEŞ’ in elindeki yerleşim birimlerini yok etmeyi değil,  kontrol altına almayı amaçlaması gerekmektedir. DAEŞ’ in elinde bulunan şehirleri kontrol altına almak için şehir savaşları için hazırlanmış ve eğitilmiş yeterli sayıda özel kuvvet birliği gerekmektedir. Unutulmaması gereken bu mücadele de önemli olan öldürülen DAEŞ teröristi sayısından ziyade, DAEŞ teröristlerini şehri ve içerisinde yaşayanları kontrol edemeyecek düzeye gelecek şekilde hedef alarak imha etmek olmalıdır. Belli coğrafi alanı kontrol edecek, -DAEŞ’i şehirden çıkaracak, şehri kontrol edecek ve DAEŞ’ in yeniden örgütlenip geri dönmesini engelleyecek-  yeterli sayıda kara birliği olmadan DAEŞ ile Suriye ve Irak’ta mücadele etmek imkansız görünmektedir. DAEŞ ile bu nedenle milis grupları ya da PKK/YPG gibi terör örgütleri aracılığı ile mücadele etmeye çalışmak başarısız olmaya mahkum görünmektedir. 

Yurt İçerisinde DAEŞ ile Mücadele

DAEŞ’ ile mücadelenin diğer alanını belki de en önemli alanını, ülkemizdeki DAEŞ unsurlarına karşı mücadele oluşturmaktadır. Klasik terörle mücadele konseptlerinde olduğu gibi ideolojik, sosyal, kültürel alanlarda mücadele ile radikalleşmenin engellenmesi gibi önleyici tedbirlerin, DAEŞ ile mücadeledeki yeri şu aşama da daha geri planda görünüyor.

Bu tarz bir tehdit ile mücadelede bu nedenle insan istihbarat kapasitesini arttıracak yöntemlere ağırlık verilmesi, toplum polisliği, mahalle bekçiliği gibi daha çok insan istihbaratı elde etmeyi önceleyen tedbirler üzerinde durulması gerekmektedir.

Klasik operatif istihbarat faaliyetlerinden ziyade insan insana ilişki temelinde geliştirilen insan istihbaratı ağı oluşturulması, özellikle DAEŞ gibi düşük profilli, takip sisteminden kaçan, ve hücreler şeklinde örgütlenen terör örgütleri ile mücadelede çok önemli.

Yeni bir mahalle bekçiliği sistemi gibi insan insana ilişki temelinde yapılandırılan yeni bir insan istihbaratı konseptine ihtiyaç olduğu görülüyor. Klasik operasyonel istihbarat faaliyetlerinden ziyade, daha çok ihbara ve mahalle mahalle, sokak sokak anormal görünen gelişmelerden haberdar olmaya dayalı bir konsept. Özellikle de göçmen ya da mültecilere yönelik, onları rencide etmeyecek şekilde aktif bir göçmen ve mülteci takip sistemi ile bir apartmana yeni yerleşen mülteciler, göçmenler hakkında anlık bilgi sahibi olmayı sağlayacak bir güvenlik yaklaşımına gerek duyulduğu görülüyor. Özellikle sosyal hizmet uzmanı profiline sahip bir polis birimi ile mahalle mahalle, apartman apartman yeni gelen mülteci ve göçmenler hakkında anlık bilgilenmeyi sağlayabilecek yeni bir insan istihbaratı konseptine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Başka bir ifade ile göçmen ve mülteciler konusunda daha aktif ve operasyonel bir kayıt sistemi gerekli görünüyor.

DAEŞ’in Stratejisi İle Mücadele

DAEŞ devlet benzeri bir yapı olması nedeniyle, ülkemizde ve Batılı devletlerde gerçekleştirdiği terör eylemlerini ideolojik nedenlerle değil, askeri ve politik stratejik nedenlerle gerçekleştirmektedir. Bu nedenle verilecek cevap da örgütün stratejisi ile mücadele şeklinde olmalıdır.

DAEŞ için bir terör eyleminin başarıyla gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği önceliklidir. Bu nedenle eylemi gerçekleştirecek kişilerin toplum içerisinde dikkat çekmeden hareket etmesine, keşif faaliyeti yapmasına, barınmasına önem vermektedir. Reina ve İstanbul Havalimanı saldırısında Orta Asyalı militanları kullanmasının ana nedeni bu kişilerin Türk toplumu içerisinde dikkat çekmeden eylemlerine yönelik çalışma yapabilmeleri, halk tarafından ihbar edilme olasılıklarının Arap kökenli teröristlere oranda daha düşük olmasından ileri geliyor olabilir. Dahası Türk toplumunun Türk Cumhuriyetleri’nden gelen göçmen ve mültecilere olan sempatisi de, bu tarz teröristlerin güvenlik kontrollerini daha rahat atlatabilmelerine ve daha düşük oranda ihbar edilebilmelerine neden olmuş olabiliyor.

 DAEŞ bu nedenle gerek Batı ülkelerinde gerekse de ülkemizde istihbarat açısından yoğun takip altında dahi olsa, eylemcilerin düşük ve dikkat çekmeyen profili nedeniyle her zaman terör eylemi gerçekleştirebilecek bir kapasiteye sahip görünüyor. DAEŞ in Türkiye’de dahil batı ülkelerindeki eylem stratejisini, düşük profilli teröristler tarafından gerçekleştirilen spontane, öngörülemez, dar etki alanı ve düşük öldürücü düzey olan terör eylemleri oluşturuyor  -11 Eylül saldırılarına kıyasla -, Örneğin sivillere yönelik silahlı, bıçaklı saldırılar, canlı bomba saldırıları… Dahası bu tarz saldırıları gerçekleştirenlerin bir kısmı uzaktan kendiliğinden radikalleşen kişiler olduğu için, bu kişileri önceden takip ve tespit etmek imkansız hale geliyor. Ülkemizde kendiliğinden radikalleşmeye bağlı spontane terör eylemlerinin görülme olasılığının özellikle Batı devletlerine göre daha olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde daha çok dışardan gelen, terör eylemleri konusunda eğitim almış kişi ve kişilerin oluşturduğu terör hücrelerinin eylemlerde rol alması daha muhtemel görünmektedir. İstihbarat takip ve tespit operasyonlarının ön plana çıktığı bu mücadelede, her bir teröristi tek tek yakalamak oldukça zor hatta imkansıza yakındır. Biz ne yaparsak yapalım, hatta dünya ne yaparsa yapsın DAEŞ gibi bir terör örgütü mutlaka eylem gerçekleştirecektir. (Evrilme ve birlikte evrilme: Terör örgütleri ile mücadelede geliştirilen her yeni yetenek, teröristlerin de bir süre sonra bu yeteneğe önlem olarak kendilerinde yeni yetenekler geliştirmelerine neden olur).  

Önemli olan terör eylemlerine bağışıklık kazanarak, teröristlerin maksatlarına ulaşmalarını engelleyecek toplumsal ve siyasi tutum davranışlar geliştirmektir. Terörizmle mücadelede önemli olan bu açıdan terör eyleminin gerçekleşip gerçekleşmemesi değil, bu eylemlere toplum olarak verdiğimiz yanıttır.     

DAEŞ,  ülkede gelişen siyasi tartışmaları, toplumsal kutupları ve farklı kesimler arasındaki anlaşmazlıkları sürekli güncel olarak takip eden bir örgüttür. Eylemlerini de bu anlamda bu tartışmaları derinleştirmek ve resmi hükümetleri bu tartışmalar aracılığı ile yıpratmak, DAEŞ ile mücadele meşruiyetini sorgulatmak amacıyla gerçekleştirmeyi planlamaktadır. İkincil olarak da eylemin gerçekleştiği ülkedeki farklı toplumsal grupların birbirlerine karşı şüphe, güvensizlik duymalarını sağlamak, birbirlerine karşı kışkırtmak, sempatizan kazanmak, moral yükseltmek amacıyla da gerçekleştirilebiliyor.

Önemli olan bu saldırılar sonrasında DAEŞ’in stratejini mağlup etmek olmalıdır.  Örneğin sırf saldırılar nedeniyle siyasi tartışmaların yaşanması ve DAEŞ ile mücadelenin sorgulanmaya başlaması DAEŞ için gelecekte de benzer bir terör eylemi gerçekleştirmesi için cesaret verici olacaktır.  DAEŞ’in sıradan bir terör örgütü olmadığını unutmamak gerekir. DAEŞ eylem yaparken, hedef aldığı ülkenin sosyal yapısını, iç siyasi tartışmalarını ve gündemini yakından takip eder.  Otobüste yaşanan bir tekmele olayı ile başlayan yaşam tarzı tartışmaları, yılbaşı ve Noel baba tartışmaları ile uzun süre Türkiye gündemini işgal etmiştir. DAEŞ’in yılbaşında bir eğlence merkezinde eylem yapması bu nedenle tesadüf değildir. Eylem sonrasında hayat tarzı tartışmalarının başlanması, siyasi iradenin suçlanması ve Suriye’deki varlığımızın siyasi kesimler ve kamuoyu tarafından sorgulanmaya başlaması DAEŞ’in gelecekte terör eylemi gerçekleştirme olasılığını arttıran bir bilgi ortamı oluşturmuştur. Hayat tarzı tartışmalarının planlı bir şekilde başlatılması nedeniyle yapay olması bu tartışmaların kısa sürede sonlanmasına neden olmuştur. Suriye’deki askeri operasyonlarımızın ulusal güvenliğimiz için ne derece önemli olduğunun kamuoyuna güçlü ve sistematik bir biçimde aktarılması da Fırat Kalkanı Operasyonu'nun sorgulanması ile ilgili tartışmaları azaltacaktır. 

DAEŞ’la mücadelenin en önemli ayağını; toplumumuzun sosyal dokusunu oluşturan değerlerimizi her zamankinden daha fazla korumak ve sahip çıkmak oluşturmaktadır. Birbirimize olan güven, hoşgörü, anlayış, iyi niyet, yardımlaşma ve dayanışma, birlik ruhu ve kenetlenme alışkanlığımızı korumak DAEŞ’e karşı mücadelede en önemli silahımızdır. DAEŞ in toplumumuza yönelik en önemli tehdidi, insanların birbirlerine şüphe ile bakmasına neden olarak toplumsal birliğin oluşmasını engellemiş olmaktır.

Terör saldırıları sonrası toplumun resmi kurum ve görevlilere olan güveni ve inancının korunması, özellikle DAEŞ’ a karşı mücadelede en önemli silahlarımızdan birisidir. Mücadele eden kurumlara ve organlara olan güvenin sarsılması, kendi kendimizin sonunu hazırlamamıza neden olur.  Reina saldırganın yakalanmış olması güvenlik birimlerimizin bu güveni tazelemiş olması açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Ancak unutulmaması gereken, DAEŞ gibi terör örgütlerine karşı güvenlik tedbirleri ne kadar sıkı olsa da, hiçbir ülke terör saldırılarından yüzde yüz oranda muaf olamaz. Özellikle de eylemi gerçekleştirenlerin düşük profil olması ve toplum içerisinde sıradan bir görünüme sahip olmaları ile spontane bir şekilde eylem yapabilecek bir karaktere sahip olmaları saldırıların öngörülebilirliğini ve bu saldırılardan yüzde yüz olarak korunabilmeyi imkansız kılmaktadır. Bu nedenle tehdidin her zaman dışarda bir yerde, ne yaparsak yapalım radikal bir ideolojinin hazır beklediğini ve birgün terör saldırısına maruz kalacağımız gerçeği ile yüzleşmememiz kabullenmemiz gerekir. Kabullenme bir çaresizlik değil tam tersine toplum direnci, gücü ve dayanışmasına yönelik çalışmaların daha fazla ön plana çıkarılması gerektiğini yansıtmaktadır.

Sonuç olarak; DAEŞ ile mücadelenin ülke içerisindeki kısmında da sosyal kültürel ve ideolojik alanlardan çok, güvenlik ve istihbarat alanlarının öncelikli tutulması gerekmektedir. Klasik terörle mücadele konseptindeki ideolojik, sosyal, kültürel mücadele, radikalleşmenin engellenmesi gibi önleyici tedbirlerin, DAEŞ ile mücadeledeki yeri şu aşama da daha geri planda görünmektedir. Çünkü karşımızda radikalleşme sürecini incelememiz gereken bir terörist değil, kendisini “hilafet devleti” adlı bir devletin vatandaşı gören onun tarafından eğitilmiş bir düşman askeri ya da kendisine “hilafet devleti” adını veren düşman bir devletin silahlı gücü bulunmaktadır. Bu nedenle profesyonel olup olmamasının bir anlamı bulunmamaktadır.  DAEŞ’in terör saldırıları için kullandığı teröristler yeterince iyi bir askeri eğitimden geçmiş bulunmaktadır. Bu tarz bir tehdit ile mücadelede bu nedenle insan istihbarat kapasitesini arttıracak yöntemlere ağırlık verilmesi, toplum polisliği, mahalle bekçiliği gibi daha çok insan istihbaratı elde etmeyi önceleyen tedbirler üzerinde durulması gerekmektedir.  Mücadelede en önemli faaliyet ise, DAEŞ in yurt içerisindeki terör eylemlerine karşı hazırlıklı olmak, bu farkındalıkla hareket ederek toplumsal birlik olma davranışını, toplumsal direncimizi, birbirimize resmi kurum ve görevlilere olan,  güvenimizi korumaktır.

Rifat Serav İlhan

Uzmanlık Alanları

Politik Psikoloji, Terör ve Terörizmin Psikolojisi, Cult Örgütleri, Liderlik Psikolojisi, Geniş Grup Dinamikleri,

Biyografi

1982 yılında Ankara’ da doğdu. İlk orta ve lise eğitimini Ankara’ da tamamladı. 2007  yılında Tıp Fakültesinden mezun oldu. 2008 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında uzmanlık eğitimine başladı. 2014 yılında uzmanlık eğitimini tamamladı. 2011 yılında kurulan Ankara Üniversitesi Politik Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde yönetim kurulu üyeliği görevini yürüttü. 2014 yılından itibaren aynı merkezde danışma kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladı. Şu an Politik Psikoloji Derneği yönetim kurulu üyeliği görevini yürütmektedir.                            

Yayınlar:

İlhan RS(2011).. Açılım Süreci ve Sivil İtiaatsizlik Eylemleri. Politik Psikoloji Yıllığı Cilt 1 (Edt: Ersaydı –Çevik , B. S.). Barış Kitapevi. (Ankara) s :47-52

 

İlhan RS (2011). Bellek Fonksiyonları ve Nesne İlişkileri Kuramı Temelinde Büyük Grup Davranışlarının Özellikleri: Türkiye’ deki Ötekileşme Süreci. Politik Psikoloji Yıllığı Cilt 1. (Edt: Ersaydı –Çevik B.S.).Barış Kitapevi.(Ankara) s:56-61

 

İlhan RS (2012). Yokediciliğin Psikolojisi: PKK-KCK-BDP-DTK. 21. Yüzyıl Türkiye Dergisi 37:61-67

 

İlhan RS, Cevik-Ersaydı S (2012). Türk Ermeni Yakınlaşmasında Toplumsal Yas Fakötrü: Bir Politik Psikoloji Değerlendirmesi. Ermeni Araştırmaları 43:113-133

 

Senem Çevik-Ersaydı, Rifat Serav İlhan (2012). Stratejik İletişim ve Algı Yönetimi. Ankara Üniversitesi yayınları

 

İlhan RS (2013). Arap Baharı ve Osmanlı’nın Yası Bağlamında Modern Türk Kimliği. Akademik Ortadoğu (8;1) 25-51

 

İlhan RS (2013). Psikopolitik Bir Bakiş Açisindan Yikici Liderler Ve Takipçileri: Yikici Bir Cult Yapilanmasi Olarak PKK. 21 Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi 2:97-118