Suriye’de ABD-Rusya Anlaşması ve Cenevre 2 Süreci: Esad’ın Yeni Yol Haritası

Yazan  12 Ekim 2013

Arap Baharının en son sıçradığı ve etkisinin en uzun sürdüğü ülke olan Suriye’de Mart 2011’den beri devam eden Suriye Ordusu ve Rejim karşıtları arasında ki iç savaş, 21 Ağustos 2013’de yoğun kimyasal silah kullanımı ve 1400 sivil’in ölmesi üzerine yeni bir aşamaya geçti. Toplu ölüme neden olan kimyasal saldırının ertesinde, her iki tarafta saldırıdan diğerini sorumlu tutsa da, batı dünyasında genel kanı saldırının Esad tarafından yapıldığı yönünde gelişti. BM raporlarında dahi kesin bir delil sunulamazken, ABD’nin saldırıdan raporlar açıklanmadan Esad rejimini saldırının sorumlusu ilan etmesi, Esad’a karşı batının gitmesi yönündeki tavrının tezahürüydü. Saldırının peşi sıra ise uluslar arası kamuoyunun tüm dikkati yeniden Şam’a çevrilerek, Esad Rejimine karşı müdahale seçenekleri görüşülmeye başlandı. Kosova modeli müdahale, karasal direk müdahale ve ya BM barış gücü kurulması seçenekleri masadayken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden olan Rusya ve Çin’in muhalefeti üzerine bu son seçenek imkansız hale geldi. Sonuç olarak varılan noktada, Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov’un teklifi üzerine, Suriye Ordusu’nun tüm kimyasal silahları devretmesi şartı ile herhangi bir müdahalenin yapılmamasında ABD ve Rusya anlaştı. Bu teklif aynı zamanda Cenevre 2 konferansına yol açmış ve birçok yeni tartışmayı da beraberinde getirmiştir. ABD burada küresel karar verici rolünü sürdürmekte ve bu rolünden kayıp vermemek adına politikalarını geliştirirken, Obama’yı karar sürecinde zorlayan farklı iç ve dış baskılar daha da netleşti. Suriye tarafında ise, Cihatçıların yeni tavrı dengeleri tamamen değiştirebilecek gibi görünüyor. Bu değerlendirmenin amacı, son gelişmelerin Esad rejimini nasıl etkilediği ve bu gelişmelerin Esad tarafından nasıl yorumlandığını ortaya koymaktır.

            Esad dönemi Suriye’sine bakıldığında diplomasi kanallarını kullanmaya gayret eden, hem Hafız Esad döneminde hem de oğlu Beşar döneminde pragmatist bir dış politika yürüttüğünü görmekteyiz. Suriye gibi, hükümetlerin farklı kesimlerce yapılan darbelere karşı birkaç ay bile direnemediği bir ülkede, üstelik %12’lik bir Nusayri azınlıktan gelmelerine rağmen, Esad ailesi 1970’ten bugüne tek adam otoritesini kurmuş ve devam ettirmiştir[1]. Hiç kuşkusuz, birçok farklı ülke içi çıkar grupları ve dış tehditlere karşı bu istikrarı sağlamak ciddi bir siyaset becerisinin göstergesidir. Esad ailesinin bu geleneksel diplomasiye yatkın politik yapısı bilinirken, ABD’deki ve dünyadaki gündemden bihaber ve ya onlara kayıtsız kalan bir yerel yönetim muamelesi yapmak yersiz olacaktır. Dolayısı ile Esad’ın kararı algılaması da, ABD’de yaşanan gelişmeler ve dengeler doğrultusunda değişmektedir. Esad cephesinin kararı yorumlamasına bakmak için son gelişmelere göz atmakta fayda vardır.

Obama’yı Durduran İç-Dış Dinamkiler

Amerika Birleşik Devletleri, Irak ve Afganistan savaşlarının getirdiği maddi ve manevi yüklerin de etkisiyle, özellikle Obama döneminde savaştan kaçınan bir politika izlemiştir. Amerikan halkına bakıldığında, Suriye müdahalesi konusunda da açık bir muhalefet vardır. Reuters’in Şam’da ki kimyasal saldırıdan sonra yaptığı ankette bile, Amerikan halkının sadece % 19’u müdahale yapılması yönünde oy kullanması halkın müdahale karşıtı tavrını açıklar niteliktedir.[2] Müdahale yapılmasını engelleyen bir diğer etken ise, müdahaleye BM Güvenlik Konseyi’nden onay çıkmaması ve NATO üzerinden yapılacak müdahalenin de ABD için maliyetli olacağı gerçeğidir. Bunlara ek olarak askeri müdahalenin sorunu çözmeyeceği, bölgede istikrar sağlanmadığı sürece ölümlerin devam edeceğini de iddia edenler mevcuttur. Jeremy Saphiro “Amerikan’ın Suriye’de ‘Yadda Yadda Yadda’[3] Doktrini”[4]  (“The U.S.’s ‘Yadda, Yadda, Yadda’ Doctrine for Syria”) isimli makalesinde müdahalenin tek başına sorun çözmeyeceğini belirterek, kilit noktanın istikrarlı hükümet kurma olduğunu ileri sürmektedir. Cumhuriyetçi Senatör ve Suriye’ye müdahale yanlısı John McCain’in ve Hillary Clinton’ın eski yardımcılarından Anne-Marie Slaughter’ın Esad rejiminin yıkılabileceğine dair fikirlerini Saphiro “İkisi de şunu bilmeli ki, amatörler rejimi değiştirir, profesyoneller ise rejim kurar. Yakın zamanda ki Irak, Afganistan ve Libya tecrübeleri Amerika’nın rejim yıkmada gayet iyi olduğunu gösterdi. Ancak aynı olaylar sürekliliği olan rejim oluşturmada ki yetersizliği de ortaya koydu” sözleriyle eleştiriyor. Saphiro’nun tespitlerine bakarak da söylenebilir ki, olası bir aceleci, Bush tarzı müdahale stratejik açıdan yetersizlik olarak görülüyor. Suriye’ye müdahalenin tek başına sorunu çözmeyeceği strateji çevrelerince bir vakıa iken, bazı araştırmacılar ise hiçbir şey yapmamanın hem insancıl hem de stratejik olmayacağını iddia ediyor.

Savaş’ı Destekleyen Gruplar

Aylardır süren Suriye’de ki çatışmalara ABD bu zamana kadar müdahaleden kaçınarak, herhangi bir yaptırıma diğer bölgesel aktörleri dahil etmeye çabalamıştı. Kimyasal silah kullanımı insanlık suçu olarak yorumlandığından, küresel lider ülke - süper güç rolünü kaybetmemek adına ABD Suriye konusunda daha net adım atmak zorunda kaldı. Bölgeye müdahalede bulunmanın yukarıda sayılan dezavantajları mevcutken (Halk tepkisi, Maliyet), tamamen sessiz kalma opsiyonu da kimyasal saldırı sonucu ortadan kalktı. Saldırı ertesinde, müdahale iznini Senato’ya taşıyarak zaman kazanan Obama, geçen sürenin ardından Lavrov’un teklifini kabul etti. Bu teklif sayesinde ABD hem müdahalede bulunmayacak hem de sessiz kalmamış olacaktı. Yapılan anlaşma ise uluslararası hukuk anlayışının bir garabetini ortaya koymuş gibi görünmektedir. BM anlaşmalarına dayanarak, ülkelerin egemenlik sınırları içerisinde meşru müdafaa hürriyeti saklıdır, ve savaşlar yasaklanmadan bu hakka müdahalede Uluslararası sözleşmelere aykırı olacaktır. Müdahaleyi destekleyen kesimler ise, BM anlaşmasında sadece kimyasal silah kullanmanın insanlık suçu olarak kabul görmesinin, konvansiyonel silah kullanımını zihinlerde meşrulaştırdığını iddia etmektedir. Brookings enstitüsünden Shadi Hamid “The U.S.-Russian Deal on Syria: A Victory for Assad” (ABD-Rusya’nın Suriye Anlaşması: Esad’ın Zaferi) başlıklı makalesinde; “Esad şu anda daha güçlü bir pozisyonda, eğer kimyasal silahlarından farklı olarak neredeyse 100.000 kişiyi öldüren konvansiyonel silahlarını kullanmaya devam ederse sorun yok”[5] diyor. Birleşmiş Milletler hukukunu ve ABD’nin müdahale için kimyasal silah kullanımı şartını eleştiren Hamid, bu tavrı ‘Obama’nın takıntısı’ olarak niteliyor. Amerikan siyasetinde de birçok kesim, halka rağmen, savaşın gerektiğine inanıyor. Neo-Con’lar saldırının ertesinde Obama’yı savaşa davet eden ve onlarcasının imzaladığı bir mektup yayınladı. Obama’nın daha önce ortaya koyduğu kırmızı çizginin ihlal edildiği vurgulanan mektupta, Kuzey Kore ve İran gibi kitle imha silahı bulunduran diğer ülkelerin Amerika’nın cevabını gözlemlediğini belirttiler.[6]

Arabulucu Rusya, İtibar Kaybeden ABD

ABD somut müdahaleyi yadsıyan, propaganda, söylemler ve kültür ihracı gibi etkenler ile diğer ülkeler üzerinde nüfuz sahibi olma kapasitesi olan ‘yumuşak güç’ün en büyük temsilcilerindendir. Örneğin soğuk savaşta Sovyet’lerin baskıcı imajına karşın ABD’nin en büyük silahı demokrasi ve hürriyetler ülkesi imajıdır ve bu onun yumuşak güç kapasitesidir. Yumuşak güç ideolojisi ile paralel olarak, ABD’nin dünya siyasetindeki imaj kaygısı pek çok diğer büyük devletten fazladır. ABD örneğinde yumuşak güç’ün en büyük besleyicisi ise ‘Süper Güç’ imajıdır. Kimyasal silah anlaşması ise, ABD tek başına karar veremeyip, Rusya ile çözüm bulmak zorunda kaldığı için, psikolojik ‘Süper Güç’ pozisyonuna indirilmiş bir darbe olarak yorumlandı. Özellikle muhafazakar kesim, Rusya’nın bu anlaşma ile arabulucu devlet olarak itibar sağladığını ve ABD’nin savaştan çekinen bir ülke imajı çizdiğini iddia etti. Bu imajı değiştirmek isteyen Amerika, İngiltere ve Fransa’nın, anlaşmaya sonradan ek yapılarak, silahların teslim edilmemesi halinde BM müdahalesi olacağı yönünde ki talepleri ve Obama’nın BM’yi beklemeden saldırabiliriz açıklaması ise, Esad tarafından Obama’nın ‘tribüne oynaması’ olarak yorumlandı.[7] Çin devlet televizyonuna açıklamalarda bulunan Beşar Esad da bu konuya değinerek “gözlemciler için burada bir güvenlik tehdidi yok, 1990’dan beri üretilmeyen bu silahlar güvenli yerlerde.(..) Amerika eğer savaşmak için bahane arıyorsa bulabilir, savaşı başından beri bırakmayan onlar” dedi. Obama’nın açıklaması ve İngiltere-Fransa’nın da desteklediği tasarı ile ilgili olarak da “Amerika, İngiltere ve Fransa kendi kafalarında kurdukları hayali düşmanları Suriye karşısında kendilerini muzaffer yapmak istiyorlar” dedi. Bu açıklamaların devamında 25 Eylül Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da Amerika’nın alternatifi olmayan bir süper güç olduğuna yönelik açıklamaları, Obama’nın anlaşmada ki ‘kötü imaj’ hoşnutsuzluğunu gösterir nitelikteydi. Obama’nın özellikle ABD’nin etkin olmadığı bir dünyada “Başka bir milletin doldurmaya hazır olmadığı bir çöküntü” olacağı iddiası, imaj tazeleme çabası olarak değerlendirildi.[8]

Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi birçok bölge ülkesi ise, Esad rejimine karşı müdahalenin şart olduğunu savunmuş ve muhaliflere destek vermişlerdir. Kimyasal silahların teslimine yönelik anlaşmadan sonra Esad’ın kalma sinyalleri vermesinin bu ülkeleri tedirgin ettiği söylenebilir. Müdahaleyi en çok destekleyen ülkelerden biri olan Türkiye’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül BM Genel Kurulunda “Suriye halkını kaderine teslim edemeyiz” diyerek, yapılan anlaşmanın kendisi için Suriye defterinin kapandığı manası taşımadığını belli etti.[9] Konuyla ilgili Gül, ABD-Rusya anlaşmasını çözüm olarak görmediğini belirtip, Esad’ın kesinlikle gitmesi gerektiğini söyledi. BM Statüsü madde 7’deki şartlara değinen Gül, sadece kimyasal silahların teslimine ilişkin düzenlemenin yeterli olmayacağını, kimyasal silahlar teslim edildiğinde sorun çözüldü demenin uluslararası komitenin kredisini tüketeceğini belirtti.[10] Türkiye dışında Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer ülkelerinde Esad’lı bir çözüme yanaşacağını düşünmek çok zor. Bu beklentiyi Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) başkanı Ahmed El Cabar’ın Suudi Arabistan başta olmak üzere ülkelerin de Cenevre’ye katılması gerektiği açıklaması destekler niteliktedir.

            Cenevre 2’ye Doğru; Cihatçıların Yükselişi ve Silahların İmhası

Suriye iç savaşının sonlandırılmasına yönelik somut adımlar atılması için 2. Cenevre konferansının yapılması da gündemde. ABD ve Rusya’nın katılımı ile daha önce Haziran 2013’te yapılması planlanan konferans, taraflar uzlaşamadığı için gerçekleşmemişti. Lavrov’un teklifi üzerine varılan kimyasal silahların teslimi anlaşması ise iki tarafın yakınlaşmasını sağladı ve Cenevre-2’nin Kasım ortasında yapılacağı bildirildi. Konferansa davet edilen üçüncü grup ise Suriye Muhalefeti, ancak çatışmalar devam ederken konferansın gerçekleşmesi zor görünüyor, buna ek olarak muhalefetin konferansa katılmadan önce silah bırakması istenebilir ki muhalefetin bu anlaşmaya yanaşacağını düşünmek şuan için zor. SMDK Başkanı el-Carba Cenevre 2’ye direk karşı çıkmasa da, Esad’a karşı son dönemde oluşan pozitif yaklaşımdan rahatsızlığını belirterek ‘Suç rejimiyle diyalog olmayacağını, dolayısıyla Esad rejimiyle görüşmelerin, düşmanla müzakere kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ve tek amacın ‘geçiş dönemi’ düzenlemelerini sağlamak olduğunu’ söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin silahların imha sürecinin iyi gittiğini belirterek Esad rejimini övmesini ise Carba; “Kerry Suriye meselesine bütüncül yaklaşmalı, suç aletlerinden bir kısmını teslim etti diye suçlu övülemez” sözleriyle eleştirdi.[11]

            Silahların teslimi konusunda, süreçteki tavrından dolayı ABD’nin övgüsünü alan Esad müzakere sürecine doğru bir adım önde görünürken, Esad’ı daha da ileri taşıyacak ve çok yönlü fayda sağlayacak gelişme ise; muhaliflerin bölünmesi ve cihatçıların bölgede ortaya çıkmasıdır. İç savaşın en başından beri cihatçıların, Sünni ve selefi aşırı İslamcı örgütlerin, El-Kaide’nin ve bağlantılı örgütlerin muhalifler safında yer aldığı biliniyordu. Kimyasal silahların teslimi ile yeni bir aşamaya geçen Suriye iç savaşı, muhalifler açısından da yeni bir boyuta sahne oldu ve muhalifler arasında yer alan kendilerini Cihatçı olarak tanıtan radikal örgütler Özgür Suriye Ordusu’na karşı cephe aldı. ÖSO’nun batı taraftarı olmasını öne sürerek özellikle Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında yerleşen bu örgütler, otorite boşluğundan faydalanarak özgür hareket ve kamp alanı bulmuş ve güçlenmiştir. Türkiye dahil çevre ülkelerden, hatta ABD ve Avrupadan gençlerin de katılımda bulunduğu iddia edilmektedir.[12] Bu örgütler içerisinde şuanda en aktif görüneni ise önce ÖSO’ya daha sonra diğer Cihatçı örgütlerden olan Ahrar Şam İslam Hareketine de saldırıda bulunan Irak Şam İslam Devleti. Türkiye sınırına 7 km mesafedeki Azaz kentini ele geçirmiş bulunan bu örgüt faaliyetlerini de buradan devam ettirmekte. Önce ÖSO’ya karşı tavır alan ardından da Cihatçı’lara da saldıran bu örgüte ise 6 diğer Cihatçı örgüt olan Ahrar Şam İslami Hareketi, Sukuur Şam Tugayları, Liva Tevhid, Furkan Tugayları, Humus Liva Hak Tugayı ve İslam Ordusu (Ceyş İslam) karşı bildiri yayınlayarak uyarıda bulundular.[13] El Kaide bağlantılı olduğu düşünülen Irak Şam İslam Devleti örgütünün ise şu ana dek, özellikle Cenevre 2’ye giden süreçte, Esad’ın elini kuvvetlendirdiğini söylemek mümkündür. Birinci faydası Özgür Suriye Ordusu’na cephe alarak, muhalefeti bölmüş ve hatta muhalefete karşı saldırıya geçmiştir. Nitekim Lavrov ve Kerry bu çatışmalara atıfta bulunarak Cenevre 2 süreci için muhalefete ‘tek ses olun’ çağrısında bulunmuşlardır. İkincisi ise Esad’ın tüm söylemlerinde dile getirdiği muhalefetin teröristlerden oluştuğu algısını batı perspektifinden kuvvetlendirmesidir. BM Genel Kurulunda da Suriye Dış İşleri Bakanı kendilerinin halk ile değil teröristlerle savaştıklarını iddia etmiştir. Bu gelişmelerin psikolojik ve fiziki açıdan Esad’a desteğinin o kadar çok olduğu düşünülmektedir ki, batıda Irak Şam İslam Devleti gibi Cihatçı örgütleri Esad’ın finanse ettiğine dair komplo teorileri geliştirilmiştir.[14]

Sonuç

            Suriye’ye müdahale konusundaki engeller hala aşılmış görünmezken, ABD’de yaşanan bütçe krizi ile birlikte, Amerikan iç dinamikleri Suriye müdahalesi için daha da namüsait hale geldi. Cenevre 2’ye doğru giden süreçde, Suriye’de sorunun müdahale değil müzakere ile çözüleceği izlenimi güçleniyor. Kimyasal silahların tesliminin Esad’a halihazırda devam ettirdiği konvansiyonel savaşında zaman kazandırdığı açıkken, bu sürecin fazla uzayamayacağı da nettir. Cenevre konferansı için şuan ki durumda, Suriye’de iç savaşta giderek kuvvetlenen Esad’ın, muhaliflerden daha avantajlı konumda olduğu söylenebilir.  Bunda Cihatçıların Özgür Suriye Ordusu’nu bölmesi, ABD ve Rusya’yı rahatsız etmesi ve Esad’ın anlaşmaya riayet etmesi en etkili faktörler olarak öne çıkıyor. ABD’nin konferansa yönelik kararlı tutumu ve Kerry’nin Esad’ı öven sözleri de bunun en açık göstergesi. Kasım’ın ortalarında yapılması planlanan Cenevre konferansına dek yeni dinamikler ortaya çıkmadığı sürece, şu anki tablonun Esad’ın avantajına olduğu söylenebilir. Ancak Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerin bu konferansı etkilemek adına bu süreç içerisinde çeşitli girişimlerde bulunma ihtimali de göz ardı edilmemeli. Dolayısı ile Suriye’li bakan Ali Haydar’ın “Bu Rus dostlarımızın Suriye’ye sağladığı bir zaferdir” sözünü doğru kabul etmek için henüz erken.

 


[1] Nevin Yazıcı, “Suriye Siyasi Tarihi”, Küçük Orta Doğu Suriye, (ed.) Ümit Özdağ,, Kripto, 2012, Ankara, S. 31-33

[2]  “US Public Opposes Syria Intervention as Obama Presses Congress”, Reuters, 3 Eylül 2013, http://www.reuters.com/article/2013/09/03/us-syria-crisis-usa-idUSBRE97T0NB20130903

[3] ‘Yadda Yadda Yadda’ 90’lı yıllarda popüler olan Seinfeld Tv programında önemsiz küçük detay, tekrar eden şeylerde kullanılmıştır.

[4] Jeremy Saphiro, “The U.S.’s ‘Yadda Yadda Yadda’ Doctrine for Syria”, Brookings, http://www.brookings.edu/research/opinions/2013/09/15-syria-us-yadda-yadda-yadda-shapiro

[5] Shadi Hamid, The US-Russian Deal on Syria: A Victory for Assad, Brookings, http://www.brookings.edu/research/opinions/2013/09/14-chemical-weapons-syria-hamid

[6] David Corn, Neocons Push Obama to Go Beyond a Punitive Strike in Syria http://www.motherjones.com/mojo/2013/08/neocons-push-obama-go-beyond-punitive-strike-syria

[7] “Assad Says Syria will Cooperate on Chemical Weapons”, Los Angeles Times, 23 Eylül 2013 http://www.latimes.com/world/la-fg-syria-weapons-20130924,0,4157401.story

[8] “Obama Defends U.S. Engagement in Middle East”, The Newyork Times, 24 Eylül 2013 http://www.nytimes.com/2013/09/25/us/politics/obama-iran-syria.html?hp&_r=0

[9] “Cumhurbaşkanı Gül’den BM’ye Suriye Tepkisi”, Bugün, 24 Eylül 2013

http://gundem.bugun.com.tr/utanc-vericidir-haberi/804722

[10] http://www.washingtonpost.com/opinions/turkish-president-abdullah-gul-assad-must-go/2013/09/23/ffc45d7a-246e-11e3-b75d-5b7f66349852_story.html

[11] http://haber.stargazete.com/dunya/carbadan-cenevreye-sartli-yesil-isik/haber-795953

[12] “Sadece El Kaide mi?”, Milliyet, 7 Ekim 2013,

http://siyaset.milliyet.com.tr/sadece-el-kaide-mi-/siyaset/ydetay/1773700/default.htm

[13] “Suriyede’ki En Büyük 6 Direniş Grubunun Bildirisi”, Timetürk, 3 Ekim 2013, http://www.timeturk.com/tr/2013/10/03/suriye-de-en-buyuk-5-direnis-grubu-bildiri-yayimladi.html

[14]http://www.foreignpolicy.com/articles/2013/10/04/everyone_is_scared_of_isis_syria_rebels

Ferhat Beşiroğlu

İlk ve Ortaöğrenimi Kocaeli’nin Gebze ilçesinde tamamlamıştır. Lisans derecesini 2012 yılında Bilkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi bölümünden almıştır. Yüksek Lisans Eğitimini 2013 yılında, City University London Uluslar arası İlişkiler bölümünde, Yeni-Osmanlıcılık ve Türk Orta-Doğu politikaları konusunda yaptığı tez çalışmasıyla tamamlamıştır. Bu dönem içerisinde City University London’ın ilk Türk kulübünü kurmuş ve çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur.

Yabancı Diller

İngilizce – İleri Düzey

Arapça- Orta Düzey

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display