Bu sayfayı yazdır

Reyhanlı’daki Patlamalar: Dış Politikada Deli Dumrulluğun Artan Faturası

Yazan  13 Mayıs 2013

 

AKP hükümetleri döneminde Türkiye’nin dış politikadaki caydırıcılık yitimi devam ediyor. Temmuz 2003’te Süleymaniye Baskını ve Çuval Olayı’yla başlayan, 2005’ten itibaren Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki Eşek ve Bulamaç adacıklarını işgaline karşı sessizlikle devam eden (halihazırda Yunanistan’ın bu işgali 16 adacık ve kayalığı kapsamış durumdadır Ege’de), 2010 Mayıs’ında AKP Hükümeti’nin öngörüsüzlüğü ve basiretsizliği sonucu uluslararası sularda 9 Türkün ölümüne neden olan İsrail’in Mavi Marmara Baskını’nın ardından, Haziran 2012’de bir Türk jetinin Suriye ya da Rusya’nın denetiminde düşürülmesiyle devam eden bu caydırıcılık kaybı, 11 Mayıs 2013 günü Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen ve 40’tan fazla Türk vatandaşının ölümüne, 100’ü aşkın Türk vatandaşının da yaralanmasına neden olan patlamalarla bir kez daha kendini gösterdi.

            Türkiye’nin bugün dış politikada içerisine düşürüldüğü acziyetin ve ideolojik maluliyetin ulaştığı boyutların anlaşılması açısından Hatay’da son üç yıldır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaşamakta olduğu korku, güvensizlik, gerginlik ve huzursuzluk gerçekten ibret vericidir. AKP’nin gelişigüzel ve adeta özendirici bir şekilde izlediği Suriyeli mülteciler ve muhalifler politikası sonucunda Hatay’da uzun zamandan beri Suriyeli mülteciler ve muhalifler ile Hatay halkı arasında gerginlikler oluştuğu ve bu gerginlikler neticesinde özellikle muhaliflerle halk arasında kavgalar yaşandığı basına yansıyan haberlerden anlaşılmaktadır. Daha da kötüsü, AKP Hükümeti’nin silahlı Suriye muhalefeti için Hatay’ın ve ilçelerinin adeta bir lojistik üs ve karargah merkezi[1] haline gelmesine göz yumması ‒hatta bu konudaki emareleri ve örtülü desteğini gizleme gayretleri‒  Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşın bir parçası haline getirmiştir.[2] AKP Hükümeti’nin söylem ve eylemleriyle Türk dış politikasında yarattığı bu tutarsızlıklar, yalpalamalar, provokasyonlar, gerilimler, hesapsızlıklar, esnemeler, kırılmalar sonucu bugün artık Türk dış politikasında ne “ölçü”, ne “denge”, ne “ihtiyat”, ne “nüans”, ne “meşruiyet”, ne de “gerçekçilik” kalmıştır.

            Bütün bu çerçeve dahilinde, özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ayakları yere basmayan ve ideolojik hezeyanla malul “Stratejik Derinlik” konseptinin ve “komşularla sıfır sorun” gibi gerçekçilikten uzak dış politikasının temelinde derece derece Türk dış politikasının odak noktası haline getirilen Ortadoğu’daki son üç yıllık gelişmeler dikkate alındığında, dış politikada ciddi manada bir açmaza girildiği, Türkiye’nin hem bölgesinde hem de uluslararası platformlarda giderek yalnızlaştığı ve daha da önemlisi sıcak bir çatışmanın içerisine sürüklenme riskinin arttığı açıkça görülmektedir. Diğer taraftan, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki güç dengeleri ve güvenlik riskleri dikkate alındığında bu dengelerin Türkiye’nin “ulusal çıkar”ları aleyhine dönmeye başlamış olduğu da söylenebilir. Suriye’de yaşanan iç çatışma ortamından ve Davutoğlu’nun öngörüsüzlüğünden istifade ederek PKK’nın Suriye uzantısını temsil eden PYD’nin (Partiya Yekîtiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi) paramiliter gruplarının Temmuz 2012’nin sonlarından itibaren Suriye’nin kuzeyine yerleşerek buraları kontrol altına alması; Türkiye’nin Suriyeli silahlı muhalifleri desteklediğine dair iddialar ve belirtiler; keşif uçuşu yapan bir Türk jetinin düşürülmüş olması; Kasım 2010’da Lizbon’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde alınan kararlar sonrasında “Füze Kalkanı Projesi”nin radarlarının Şubat 2012 itibariyle Kürecik’e (Malatya) yerleştirilmesinin İran’da ve Rusya’da yarattığı rahatsızlık ve Türkiye’nin doğrudan İran’ın hedefi haline gelmiş olması, Türkiye’nin sahip olduğu askeri kapasitenin Şam rejimini devirme politikasını taşımaya yetmemesinden dolayı NATO tarafından Patriot füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi vb. olaylar dikkate alındığında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan yönetiminde Türk dış politikasında yaşanan “derin stratejik iflâs”ı açıkça gözlemleyebiliriz. Nitekim, gelecek hafta yapacağı Washington ziyareti öncesi NBC kanalından Ann Curry’e konuşan  Başbakan Erdoğan’ın, ABD’nin Suriye’ye askeri operasyon düzenlemesi durumunda destek vereceklerini söylemesi, AKP Hükümeti’nin aşırıcı ve ölçüsüz Suriye politikasının ve Türk dış politikasındaki bu “derin stratejik iflas”ın hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından oldukça manidardır.[3]

 

            Yukarıda değinilen noktalar itibariyle bir değerlendirme yapıldığında, Hatay’da son üç yıldır AKP Hükümeti’nin yanlış ve hesapsız dış politikası sonucu yaşanan karmaşanın şu an için en kötü ve en üzücü boyutunu temsil eden Reyhanlı’daki bu patlamalar, AKP eliyle Türkiye’nin Ortadoğululaştırılmasının bir görüntüsündür de aslında. Ortadoğu özelinde, Cumhuriyet tarihi boyunca olmayan bu tür vahim durumların AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’nin başına gelmeye başlaması (Süleymaniye Baskını ve Çuval Olayı, Mavi Marmara Baskını, Türk jetinin düşürülmesi, Hatay’da yaşanan güvenlik sorunları) ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu kadar rahat, bu kadar pervasızca öldürülebiliyor olmasında Türk iç ve dış politikasının AKP iktidarı tarafından Neo-Osmanlıcılık ve Neo-İslamcılık hevesleriyle sokulduğu mecranın payı büyüktür. Bu bağlamda, hem iç politikada hem de dış politikada açıkça bir “güç zehirlenmesi” yaşayan AKP iktidarının, Türkiye’yi dış politikada adeta “gardı düşmüş boksör “ ya da “gücünün üzerinde vurmaya çalışan boksör” durumuna getirerek, Ortadoğu’da “düzen kuruculuk” rolüne soyunmasının ya da Batı’nın bu bağlamda kendisine biçtiği rolleri sorgulamasız kabul etmesinin bir sonucu olarak Reyhanlı’da ortaya koyduğu bu acı fatura, belki de Türkiye’nin yüz yıl önce bu coğrafyada yaşadığı hezimetlerin bir benzeriyle karşı karşıya kalmak üzere olduğunu ‒hatta yaşamaya başladığını‒ açıkça ortaya koymaktadır.

            Hal böyleyken, AKP Hükümeti’nin Reyhanlı’daki patlamalara tepkisiyle ilgili bildik hamasi söylemleri ve izlenen dış politikanın doğru olduğuna dair “Goebbelsvari propaganda”sı yine televizyon ekranlarını ve haber medyasını doldurdu olay ortaya çıktığından bu yana. AKP Hükümeti’ne göre olay Türkiye’nin “güçlenmesini istemeyen güçler”den “Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin süreci sabote etmeye yönelik” güçlere kadar uzanan ve “bölgede ve dünyada sözü dinlenilen bir ülke olmamıza bir tepkiymiş” aslında…[4]

            Durup sormak gerekiyor belki de Başbakan Erdoğan’a ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na: “Bir devlet için sivil vatandaş kaybının dış politikada bir başarı göstergesi olarak kabul edilmesi ne zamandan beri geçerli bir kıstastır uluslararası ilişkilerde? Vatandaşının canını, malını, hakkını, hukukunu koruyamayan bir dış politika başarılı addedilebilir mi?”

            Dış politikada Deli Dumrulluğa ya da Don Kişotluğa soyunmanın dile vurması, aklı kör etmesi herhalde böyle oluyor…

 

 


[1]Bkz. Syrian National Council, http://www.syriancouncil.org/, (Erişim tarihi: 12.05.2013); “Suriye’ye Karşı ‘Askeri Koordine Bürosu’ Kuruldu!”, Fars Haber Ajansı, http://turkish.farsnews.com/newstext.aspx?nn=9012123005, (Erişim tarihi: 12.05.2013)

[2]Bu çerçevede Ağustos 2011’de İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi’nin kurulmasının ardından, bu konseyin askeri kanadını temsil eden “Özgür Suriye Ordusu” tarafından 1 Mart 2012 tarihinde Hatay’da kurulan “Suriye Ulusal Konseyi Askeri Bürosu” çerçevesinde Hatay ili ve bazı ilçeleri silahlı Suriye muhalifleri için askeri silah ve komuta merkezi haline gelmiştir. Bu durum Türkiye için ciddi bir güvenlik riski olduğu gibi, AKP Hükümeti’nin bu konudaki eylemsizliği ve hatta üstü örtülü desteği, 1982 T. C. Anayasası’nın “Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurtdışına gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye kabulünü” açıkça TBMM’nin uhdesine bırakan ilgili maddeleri açısından da bir anayasa ihlalidir.

[3]Bkz. “NBC Exclusive: Ann Curry Speaks with Turkish PM Recep Tayyip”, http://m.bwwtvworld.com/article/NBC-Exclusive-Ann-Curry-Speaks-with-Turkish-PM-Recep-Tayyip-20130509, 9 May 2013, (Erişim tarihi: 12.05.2013) Diğer taraftan, mülakatın Türk basınına yansıması sonucunda yarattığı tartışma üzerine, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın NBC televizyonuna verdiği mülakatla ilgili, “Başbakanımızın NBC’ye verdiği mülakatta ‘askeri müdahaleye destek veririz’ ifadesi yok. ‘Uçuşa yasak bölgeyi destekleriz’ var.” şeklinde bir açıklama yaparken; NBC televizyonunun web sitesinde yer alan ilk haberde, Erdoğan’ın Suriye’ye ABD öncülüğünde yapılacak bir kara harekatını ve uçuşa yasak bölge uygulamasını destekleyeceği yazılmıştı. Tartışmalar üzerine NBC’nin değişiklik yaptığı haberde ise, kara harekatına hiç değinilmezken, Erdoğan’ın ABD öncülüğünde bir uçuş yasağı uygulamasını destekleyeceği görüşüne yer verilmiştir.

[4]“Davutoğlu: Zamanla Dikkat Çekici”, http://yenisafak.com.tr/politika-haber/davutoglu-zamanlama-dikkat-cekici-11.05.2013-520894, (Erişim tarihi: 12.05.2013); “Başbakan Erdoğan Hatay Reyhanlı’daki Patlama Olayını Değerlendirdi”, 11.05.2013, (Erişim tarihi: 12.05.2013); http://beyazgazete.com/video/webtv/guncel-1/basbakan-erdogan-hatay-reyhanli-daki-patlama-olayini-degerlendirdi-409393.htm “Bülent Arınç: Hesap Verecekler”, http://haber.stargazete.com/politika/bulent-arinc-hesap-verecekler/haber-753342, 12.05.2013, (Erişim tarihi: 12.05.2013)

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı