Bu sayfayı yazdır

Terörle Mücadelede Teslimiyet

Yazan  05 Ocak 2012
Türkiye’de son bir ay içinde zaman çok daha hızlı akmaya başladı. Olaylar hem yoğunlaştı hem de üst üste geldi.

Birbirinin devamı niteliğindeki gelişmelerden bir kaçı şöyledir:Bütçe konuşmaları sırasında Bülent Arınç, "Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek demektir. Kendisini Kürt kimliği ile Arap Kimliği ile Boşnak kimliği ile artık ne gelirse aklınıza… Hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız. O kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız" dedi.


Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da aynı süreçte şöyle dedi: "Habur'u şimdi de savunuyorum. Biz, dağdaki insanı silahını bırakarak indirmek için en ileri adımlar attık. Dağdakilerin indirilmesi için o çalışmaları yine yapacağız".


Bülent Arınc'ın söylediklerinden her istediklerini alacağı sonucunu çıkaranBDP'li Leyla Zana ise pazarlık için tepeden başlayacak şekilde çıtayı iyice yükseltti. Zana, "Yeni anayasada Kürtler için bireysel haklardan söz ediyorlar. Biz, bireyler olmadığımız, millet olduğumuzu söylüyoruz. Bir millette olması gereken hakları istiyoruz…/…Bazı Kürtler özerklik istiyor. 20 milyon Kürt'ten kaç tanesi özerklik talebinde bulunuyor. Bana kalırsa Kürtler kendi kaderlerini kendileri tayin etmeliler. Kürtler için referandum yapılsın".


Bu söylemler tartışmaya henüz başlanmamıştı ki Uludere'de otuz beş sivil yurttaşın TSK'nın bombardımanı sonucu hayatını kaybettiği haberi geldi. Uludere'de meydana gelen müessif olayın ardından BDP'nin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: ''Bu toprakların adı Kürdistan, bu halkın adı da Kürt halkıdır. Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum'' söylemleri gündeme düştü.


Bülent Arınç, Beşir Atalay, Leyla Zana ve Selahattin Demirtaş vb. Türkiye Cumhuriyeti'ni üzerinde istedikleri tasarrufu yapabilecekleri bir kadavra olduğunu sanıyorlar. Daha da vahimi Sayın Arınç gibilerin Türkiye'nin tapusunun kendisine ve hükümetine ait olduğunu sanmasıdır. Biz her istediğimizi istediğimiz gibi veririz anlayışına sahip olmasıdır. Hem hesabı yanlış yapıyorlar hem de ne söylediklerinin farkında değiller.


Arınç da dahil herkes şunu çok iyi biliyor ki bugün Türkiye'de hiç kimse, hiç kimsenin kendisini nasıl tanımlaması gerektiğiyle ilgilenmiyor. Kim, kendisini nasıl istiyorsa öyle tanımlıyor. Türkiye'de ülkenin ve milletin bölünmesine karşı çıkanlar bireysel kimliklerin grup kimliklerine çevrilerek millileştirmesi, milletleştirilmesi ve devletleştirilmesini istemiyorlar. Daha açıkçası Kürt kimliğinin "milli kimlik" ya da "millet kimliği" haline getirme faaliyeti bölücü bir faaliyettir. Bugün Türkiye'de bireysel kimliklerin ifadesi ve iftihar edilmesiyle kimsenin sorunu yoktur. Sorun milli vahdetin, tevhidin ve devletin bozulmasınadır. Herkes şunu iyi bilmelidir ki,bir ülkeyi bölmenin en kestirme yolu, etnik bir kimliği milli kimlik haline getirmektir. Bölücülerin yapmaya çalıştıkları da budur.


Bu bağlamda Türkiye'de kimliklerin hangisinin rahatlıkla söylenemediğini Arınç gibi sorumlu bir makamda bulunan kişinin açıklaması gerekiyor. Sözgelimi bugün Türkiye'de rahatlıkla Kürt, "Kürdüm", Arap "Arap'ım", Gürcü "Gürcü'yüm" diyemiyor mu?


Arınc'ın vermeyi tasarladığı kimliklerin kültürel hakları ya da anayasal hakları nelerdir?Arınç, kendi mülkünde sandığı Türkiye Cumhuriyetinden kime neyi vermeyi düşündüğünü açıklaması gerekir. Söylediklerinin bölücü unsurlar bakımından ne anlama geldiğinin de çok farkında değil.


Başbakan Yardımcı sıfatıyla Sayın Arınç, yaptığı konuşmalarda "kart kurt" gibi saçma sapan avam söylemlerini diline dolayarak terörist eylemlere haklılık kazandırıcı gerekçeler sunuyor. Aynı şeyi Başbakan Erdoğan da 1937 olaylarından bahsederken yapmıştı. "Devletin Dersim'i bombaladığı ve katliam yaptığını" bizzat Başbakan söylemiştir. Başbakan ve Başbakan Yardımcısı adeta yangına benzin döken, kapanmış yaraları kanatan sözler ediyor.


Hükümetler, vaatlerde bulunan, taahhüt eden, umut ticareti yapan hatta istismar eden mekanizmalar değildir. Hükümet üyeleri bölücü duyguları okşayan, ayrılıkçılığa haklılık kazandıran, ağzına ne gelirse vereceğini söyleyen kişiler hiç değildir. Devlet yöneticileri her şeyden önce yapmak, icra etmek ve uygulamakla sorumlu cihazın başında bulunurlar. Onlar yara açmaz tedavi ederler, kışkırtmaz yatıştırırlar, ayrıştırmaz birleştirirler ve nihayet istismar etmez yaparlar.


Beşir Atalay'ın yapmayı tasarladığı ikinci açılım paketi de Atlantik Konseyi'nden David L. Philips'in önerileriyle bire bir örtüşmektedir.


David L. Philips'in Türkiye'ye "Kürt Sorunu" ile ilgili olarak birinci Habur açılımı önce yaptığı önerileri başlıklar altında şöyleydi:


Atlantik Konseyi'nden David L. Philips Türkiye'deki açılımın teorisyeni olarak sunduğu "Kürt Raporu"nda şunları da sunmuştu:


-"Özerk Kürt Bölgesi" kurulması için yasaları ve Anayasa'yı değiştiriniz. Bölünme havası vermemek için, bunu yerinden yönetim, yerel yönetimlerin güçlenmesi adı altında yapınız".


-Türklüğü "vatandaşlık" olarak tanımlayan Anayasa'nın 66. Maddesini değiştiriniz!


-"Türk Ceza Yasası'nın 216'ıncı maddesinde değişiklik yapılarak "etnik amaçlı tahrik"in suç olmaktan çıkarılmasınız…217.maddenin değiştirilerek "halkı kanunlara uymamaya tahrik" edenlere verilen cezaların düşürmelisiniz….220.maddede düzenlenen "silahlı terör örgütü" üyelerine verilen cezaları hafifletiniz.


Önerilen bu şartlardan bir kısmının yerine getirilmesi mevcut anayasa ile mümkün değildir. Özellikle "Kürtçe eğitim", bölgede kamu hizmetlerinde Kürtçenin resmi yazışma dili olması, "demokratik özerklik" ya da "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" başlığı altında yapılması öngörülen değişiklikler Anayasa konusudur.


Beşir Atalay'ın ifade ettiği "ikinci demokratik açılım" adı altında başlatılması düşünülen proje yasalarla ilgili olup, aşağıdaki hususları kapsadığı ifade edilmektedir:


Dağdan ineni teşvik. Terör eylemlerine karışmamış, silahını teslim etmeye hazır örgüt mensupları için "etkin pişmanlık" dışında bazı sürpriz adımlar atılacak.


"Sayın Öcalan" Ayarı, TCK'nın 215'inci maddesindeki, "suçu ve suçluyu övme" maddesinin gözden geçirilmesi planlanıyor. Bu bir mahkeme kararıyla fiilen uygulamaya konulmuştur.


Tahrik suçu: TCK'nın 216. maddesinde yer alan "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçunun düzenlenmesi öngörülüyor. Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesindeki "terör örgütüne ait amblem ve işaretleri taşıyanlara" hapis öngören düzenleme elden geçirilecek.


Terör örgütü propagandası yapmak, TMK 7'inci ve TCK 220. maddeleri üzerinde ince ayar yapılacak. TCK 220/8'de de, terör örgütünün veya amacının propagandasını yapmak suç. TCK 220/7'nci fıkrada ise örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek veya isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılıyor.


Basın özgürlüğü, TCK'da, yargı görevi yapanı etkileme (277. madde), adli soruşturmanın gizliliğinin ihlâli (285. madde), adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs (288. madde), suçu ve suçluyu övme (215.madde) gibi suçlar yer alıyor. TMK'nın 6'ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını" basmak veya yayınlamak suçu da benzer nitelik taşıyor.


İktidarın kamuoyuna yönelik olarak daha rafine ve "hazmedilmesi" kolay bir paket üzerinde çalıştığı anlaşılıyor. İkinci Habur paketinin özü aynı ama pazarlaması farklı olacak gibi görünüyor. Atlantik Konseyinden David Philips'in önerdiği paket yeni rötuşlarla tekrar sahnededir. Akıbeti birinci Habur açılımına benzeyecek midir? Onu da uygulama ve milletin duyarlılığı belirleyecektir.


Bilindiği gibi TSK bölgede sürekli operasyon yapıyor, karakollara yönelik olarak yapılan terör saldırılarında onlarca Mehmetçik bir defada hayatını kaybedebiliyor, kimin terörist olduğu kimin olmadığı da belli değil. Bu karmaşa atmosferinde TSK'nın kendi askerlerine karşı bile yanlışlar yapabildiği görülüyor.


Uludere'de otuz beş sivil yurttaşın hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak ortaya çıkmış olan bazı gerçekler var. Onların üzerinden bazı soruları sormamamız gerekiyor.


Güneydoğu'da burası bizden sorulur edasıyla hareket bazı BDP'nin genel başkanı "ülke bölünmüştür" diyerek fevkalede talihsiz ve sorumsuz beyanlarda bulunabiliyor.Bu partinin milletvekillerinden birisi "Burada bu dağlarda herkeste silah var. Ben bakanları sağduyuya davet ediyorum ve taziye için gelmemelerini istiyorum" diyebiliyor. Bir başkası ise "Bırakın vatandaş Molotof atsınlar" kendi akrabalarının dükkanlarına zarar veriyorlar" anlamına gelen hukuk, devlet ve demokrasinin ne olduğunun farkında olmayan bir tavır sergiliyorlar. BDP, kaderini tayin hakkı isteyeninden tutun"devlet içinde devlet" gibi davrananına kadar bölücülük adına ne ararsanız içinde bulacağınız bir yapı.


1. Kısacası BDP, siyasi görünümlü terör savunusu yapan bir örgüttür. Sürekli olarak Türk milletinin sınırlarını, sinirlerini ve sabırlarını zorlamaktadır. BDP'yi terörütahrik ve teşvik eden, milleti tehdit etmekten ve şantaj yapmaktan vaz geçirmek için gerekenleri iktidarın yapmama nedeni nedir?


2.Teröre karşı sıcak takip, baskın ve operasyonun en yoğun biçimde yapıldığı bir dönemde sınır boyunda yani stratejik noktalarda yaşayan köylüler her zamankinden daha dikkatli olması için başta iktidar olmak üzere yetkililer neden uyarılmamış ve izlenmemiştir?


3.Daha önce malum bir gazete,Heronlar tarafından tespit edilengörüntüleri yayınlayarakaskeri yetkililere'neden teröristleri bombalamadığı?' sorusunu sormuşlardı.Askeri yetkililer de "onlar terörist değil köylüydü" diyerek bombalama yapmama nedenlerini açıklamışlardı. Demek ki Türkiye'deinsansız hava aracı görüntülerini yetkililer dışından alabilen istihbarat uzantısı bir başka organizasyon söz konusudur.


Böyle bir organizasyon meşru faaliyetlerin ötesinde hassas yerlerde örgütlenmiş bir istihbarat servisi faaliyeti değil midir? CIA bağlantılı olduğu iddia edilen ve TSK'ya karşı psikolojik hareket uygulayan bu organizasyonların üzerine neden gidilmemektedir?


4.Geçmişte TSK'ya, MİT'e, yüksek yargı mensuplarına ait bir çok gizli belge, bilgi ve görüntü gazetelere sızmıştır. Bu sızmalar CIA, Mossad elemanı ya da bölücü unsurların çok hassas yerlerde yuvalandığını göstermiyor mu? Zamanın Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner'e ait ses kayıtlarının medyadan servis edilmesi bir espiyonaj faaliyeti değil midir?Genel Kurmay Başkanlarından Doğan Güreş'in kahvesine zehir koyacak yerlere kadar bölücü unsurların sızabildiğini de herkes bilmektedir.


5.Türkiye'de teröre karşı ciddi bir operasyona başladığı anda Türkiye'yi sarsacak bir skandalın piyasaya sürülmesi tesadüf müdür? Sınır ötesi harekât hazırlıklarının yapıldığı bir sırada MİT ile PKK arasındaki Oslo görüşme kayıtlarının servis edilmesi bunun tipik örneği değil midir?


6.Uludere'deki 'kaza'"Türkiye sivilleri bombaladı', 'Ordu Uludere'de katliam yaptı', 'Devlet sivilleri katlediyor', 'Türkiye Kürt sivilleri bombaladı' gibi İngilizce mesajlarla Türkiye aleyhine bir kampanya yürütenlerin amacı ne olabilir?


7. Herkesçe malum bazı zatların operasyon ve provokasyon gazetecisi gibi hareket etmesinin hiç bir anlamı yok mudur?


8.İnsansız hava araçları ABD'den ve İsrail'den geldiğine ve ABD'nin verdiği canlı istihbaratla operasyon yapıldığı da kamuoyunca bilindiğine göre son yapılan operasyonunun canlı istihbaratı kimin verdiği neden açıklanmamaktadır?


9. Türkiye'yi kendi halkını bombalayan ülke konumuna düşürmek için bazı ülkeler istihbarat enstrümanını kullanmış olamazlar mı?


Türkiye'de TSK mensuplarına, siyasi partilere, siyasi parti liderlerine, yüksek yargı mensuplarına yönelik komploların istihbarat operasyonları olduğu açıktır. Son gelişmelerin de bunlarla ilgili olmaması için hiçbir neden yoktur. Ülkede karar verme mekanizmalarına sızmış Mossad, Muheberat, CIA, bölücü vb. unsurlar olabilir. İstihbarat yönlendirmesini bunlar tarafından yapılmış olabilir. Bu yönü itibarıyla mevcut istihbarat envanterinin yeniden irdelenmeli durum kamu oyuna açıklanmalıdır.


Konuyla ilgili bütün ayrıntılar irdelenmeli, olayın arka planı behemahal ortaya çıkarılmalıdır.


Diğer yandan sınırdan giriş ve çıkışları göz yumulması diye bir şey söz konusu edilemez. Kaçakçılık bir hak değil suçtur. Bölgede yaşayan vatandaşların kaçakçılık yapmaya ihtiyaç duymayacakları ekonomik faaliyetlere yöneltilmesi ve devletin vatandaşı teröristlerin ve kaçakçıların umuduna terk etmemesi gerekir.


Sınır yol geçen hanı değildir. Kevgire dönmüş sınırlarda terörle mücadele yapılamaz. Devletin bir an önce sınır bölgelerinde yaşayan vatandaşlar için meşru ve denetim altında bir serbest sınır ticaret organizasyonu gerçekleştirmesi gerekir.


Bu vesileyle hayatını kaybeden otuz beş yurttaşımıza Allah Rahmet, kederli ailelerine de baş sağlığı diliyorum.

Özcan Yeniçeri

1954 yılında Gümüşhane'nin Şiran ilçesinde doğdu. İlk ve orta tahsilini Gümüşhane'de, yüksek tahsilini Ankara'da tamamladı. 1987 yılında Uludağ üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-tüsü'nde Yüksek Lisansını tamamladı. 1991 yılında ise Erciyes üni-versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Yönetim Organizasyon dalında “örgütlerde çatışma ve Yabancılaşmanın önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü” adlı tezinin kabul edilmesiyle de doktor unvanını aldı.

1998 yılında doçent, 2004 yılında da profesör oldu.

Prof.Dr. özcan Yeniçeri, Niğde üniversitesi'nde çeşitli aralıklarla Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı, Meslek Yüksek Okulu Mü-dürlüğü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı.

1999 yılında Kazakistan'daki Ahmet Yesevi üniversitesi'nde görev aldı. Bu üniversitede “Uluslararası İlişkiler Bölümü”nü kurdu ve bir yıl süreyle de başkanlığını yaptı. 2004 yılında AYSAM (Ahmet Yesevi Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanlığına getirildi. İki yıl bu görevi yapmış olup halen Niğde üniversitesi'ndeki görevine de-vam etmektedir.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri'nin yazdığı eserlerden bazıları şunlardır: Yeniden Türkleşmek, örgütsel Değişmenin Yönetimi, Küre-selleşme Karşısında Milliyetçilik ve Kimlik, Küresel Kıskaç ve Türkçülük, Bilgi Yönetim Stratejileri ve Girişimcilik, Dokunanlar, İtirazlar, Bugünden Yarına Türk Dünyasına Stratejik Bakış, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar. ölüler Nefes Almaz (Roman), örgütlerde çatışma ve Yabancılaşma Yönetimi

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, 2003 yılı “Prof. Dr. Osman Turan Kültür Araştırmaları” ödülünü almıştır.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, Ortadoğu, Ayyıldız, Millet, Hergün ve Siyaset Ekseni gazetelerinde çeşitli aralıklarla köşe yazarlığı yapmıştır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri ile Milliyetçi Hareket Partisi Ankara milletvekili olmuştur. Ankara Milletvekili Yeniçeri aynı zamanda TBMM Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesidir.