Bu sayfayı yazdır

AB VE KKTC

Yazan  18 Şubat 2010
KKTC, Kıbrıs Adası’nın Avrupa Birliği (AB) sınırları dışındaki parçasıdır. 1 Mayıs 2004’te Kuzey’deki yalnızlığına terk edilmiş ve AB’nin hedef tahtası haline getirilmiştir.

AB ve Avrupa Parlamentosu, görünürde objektif davranmaya gayret ederken, Rum ve Yunan parlamenterlerin dayatmalarının yerine getirildiği bir alan olarak kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletlerin (BM) seyirci kaldığı bu tan tan dansı, Türkiye`nin 1999`da hız kazanan Helsinki Zirvesi ve sonrasında ki AB müzakereleri döneminde iyice artmıştır.
Kendisini Antik Yunan kültürüne yakın hisseden ve bugünki Yunanistan'ı Antik Yunan ile karıştıran ve/veya Hıristiyan âleminin mistik havasına kaptıran her Avrupalı, haklı haksız olduğuna bakmadan, Kıbrıs Adası`nda yaşananları Rum`lara yapılan haksızlık, adadaki Türk işgali ve Türkiye`den yapılan göçler çerçevesinde değerlendirerek, Yunan/Rum gözlüğü ile olayları görmekte ve Yunan/Rum ağzı ile Türkiye`ye baskı yapmaya çalışmaktadır..
Bunun en son örneği 20 Ocak 2010`da yayınlanan Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Müdürlüğü'nün, Kıbrıs'taki durum ve müzakere sürecine ilişkin kendi iç organlarını bilgilendirmek amacıyla hazırladığı belge de Avrupa Parlamentosunun geçen haftalarda yayınlanan Rapor ortaya bir kez daha koymuştur.
Belgede milat 15 Temmuz 1974.Yani Kıbrıs'ın tarihi 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan'daki Cunta Yönetiminin Makarios'u devirmek için yaptığı darbe ile başlıyor.Türkiye'nin de bu darbeye karşı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I, Madde IV' deki haklarını kullanarak müdahalede bulunduğu ve adanın üçte birini kontrolü altına aldığı belirtiliyor.
15 Temmuz 1974 darbesinden beş gün sonra 20 Temmuz 1974 tarihinde adaya Türk askerinin geldiğini biliyorlar ama gerekçesini tam olarak bilmiyorlar. Zannediyorlar ki Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I, Madde IV uyarınca adaya çıktı. Oysa kısmen de olsa geçen yıl, İsveç'in Dışişleri Bakanı Carl Bildt, "KKTC işgal altında" diyen Avrupa Parlamentosu'ndaki Rum ve Yunan milletvekillerine, "Türk askeri Atina'daki cunta yüzünden geldi" demişti. Bakan Bildt, "Kıbrıs Barış Harekatının" gerçek nedenini bir cümleyle özetlemişti: "O dönemde (Albay Yorgo) Papadopulos Atina'da cunta lideriydi. Atina'daki cunta Kıbrıs'taki bir dizi olayı başlattı ve buna (KKTC'deki Türk askerine) neden oldu. Gerçek böyle. AB üyelerinde cunta olmaz."
İsviçreli Bakan`ın bu çıkışı, her fırsatta Türkiye`ye yaptırım uygulamak için AB`yi maşa olarak kullanan Rum ve Yunanlılara "biraz kendinize bakın" demek istemişse de bu tavır yeniden eski haline kısa zamanda dönmüştü. Rumların dile getirmedikleri ve üzerini örtmek istedikleri gerçek, 1974`den sonra değil, önce başlamıştı.
Cunta yönetimi, 21 Nisan 1967 sabahı yapılan darbeyle başladı. Darbe Yunan Ordusu'ndan bir grup albay tarafından yapılmıştı. İzleyen dönemde geniş çaplı siyasal tutuklamalara gidilerek katı bir sansür kondu ve anayasal haklar askıya alındı. 1967 sonbaharında ordu, bürokrasi ve eğitim kurumlarında büyük çaplı bir tasfiye hareketi başladı. Aralık ayında silahlı kuvvetleri ve halkı cuntayı devirmeye çağıran kral, girişiminin boşa çıkması üzerine Roma'ya kaçmak zorunda kaldı. Cuntanın buna gösterdiği tepki General Georgios Zoitakis'i naipliğe, Albay Georgios Papadopulos'u da başbakanlığa getirmek oldu.
Cunta, varlığı ile yurt içinde ve yurt dışında ciddi tepkiler almaya başlamıştı. Anti demokratik yapıyı düzeltmek için Papadopulos, Haziran 1973'te monarşiye son vermesinden sonra cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi ve sivil yönetime dönüş hazırlıklarını başlattı. Halkın artan tepkisini azaltmak için EOKA`cı Samson`u, ENOSIS planını gerçekleştirmek için darbe yapmak üzere Kıbrıs`a gönderdi. Bir oldubittiyle Kıbrıs`ı tamamen Yunanlaştırarak kamuoyunun desteğini ve sempatisini tekrar kazanmak isteniyordu.
16 Temmuz 1974 günü bütün haber ajansları, Kıbrıs`ta yapılan darbeyi büyük başlıklarla okurlarına duyuruyorlardı. "Kıbrıs`ta darbe oldu, Makarios`un akıbeti meçhul" Yunan Cuntası, yedi yıllık anti demokratik yönetimini 16 Temmuz`dan itibaren Kıbrıs`a taşımış, pasif davranmakla suçladıkları Makarios`u devirerek aşırı sağcı Samson`u Cumhurbaşkanı ilan etmişlerdi. Adada ki Türk halkının, hatta darbeye karşı bir kısım Rum halkının artık yaşamları tehlikede idi. Bu katliamı önleyebilecek tek güç bu gün adada buluna Türk Ordusu idi.
Bu gün şartlar, 20 Temmuz 1974 öncesi aşırı milliyetçi Yunan EOKA`cılarıın yarattığı güvensiz ortamdan çok uzak gibi görünüyor. Ancak Türk Ordusunun adadaki varlığı iki toplumun 36 yıldan beri barış ve huzur içinde yaşamasının bir teminatı olduğu da göz ardı edilmeyecek bir gerçektir.
Bu nedenle Yunanistan destekli Rum Yönetimi, Türk Ordusunu işgalci olarak görmek yerine; iki toplumunda eşit şartlarda barış ve huzur içinde yaşayabilecek şartlarda ortak bir çözüm için çalışmalıdır. Şartlar gerçekleştiğinde Türk Ordusu Anavatan`a elbette geri dönecektir. Ama o güne kadar Türk Ordusu adada buluna her Türk ve Rum`un yaşamının garantisi olacaktır.
Fakat Avrupa Parlamentosu'nun gerçeklerle bağdaşmayan "Rapor"u ve sonra da bu "Bilgilendirme Belge"si kamuoyuna perdeler arkasında, koridorlarda ve kulislerde nelerin döndüğünü çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.

Türkiye ve KKTC Dışişleri bakanlıkları bünyesinde tüm bu gerçekleri bilen, inanan ve içinden gelerek çalışıp Avrupa'daki ve ABD'deki politikacılara bıkmadan ve usanmadan bilgilendirici yazılar gönderip lobi faaliyetleri organize edecek bir birim kurulmalı ve gerçekler belgelerle anlatılmalıdır.
Belki o zaman AB`nin 1 Mayıs 2004`de ne büyük bir hata yaptığını anlayabileceği ve her ortamda Türklere baskı uygulayacak raporlar çıkarmaktan kaçınacağı bir gelecek olacaktır.Aksi takdirde biz hep saldırgan, Rumlar da hep mazlum konumunda olacaklar ve adayı işgalle suçlanacağız. Yıllardır yapıldığı gibi.

_______________________________________________

[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Kıbrıs Balkan Araştırmaları Bölümü Başkanı.