Bu sayfayı yazdır

Seçimlerde Hangi Başarıyı Oylayacağız?

Yazan  22 Mayıs 2007
Erken genel seçimler öncesi mevcut siyasi iktidarın başarılı icraatı ve oy hesapları yine ön plana çıktı. İş ve ekonomi çevreleri ekonomik istikrarın bozulmaması gerektiğinden,

Uluslar arası siyasi çevreler ise Cumhurbaşkanı adayı dış işleri bakanımızın başarılı uygulamalarından sıkça söz ediyorlar. Ancak dikkati çeken nokta, başarı ve istikrardan söz eden çevrelerin ya dış kaynaklar ya da global sermayenin ülkemizdeki temsilcileri oluşu. Yani her iki alanda da mevcut durumdan memnun olanlar yabancılar. 2003-2007 dönemi uygulamalara bakıldığı zaman bu memnuniyetin gerekçelerini ve sürekliliğinin neden istenildiğini kolayca anlamak mümkün.

Son dört yılı aşkın icraat döneminin ekonomideki en önemli icraat kalemini özelleştirme ve borçlanma politikaları oluşturuyor. Gerçekten de bu dönemde özelleştirme, geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak kadar hızlı yürütüldü. Başta Türk Telekom olmak üzere petro kimya sanayi, demir çelik sektörü, bankacılık, limanlar hızla özelleştirildi ve önemli ölçüde yabancı sermayeye teslim edildi. Bu satışlar sonrası birileri zengin oldu ama Türk toplumu fakirleşti. "Babalar gibi satarım" zihniyeti içinde (ülke toprakları da dahil) elde ne varsa satılarak açıklar kapatıldı. Böylece ekonomi gelişti, rakamlar büyüdü ve millet yoksullaştı.

Borçlanma politikaları da bu genel uygulamanın bir devamı olarak gelişti. Borç alabilmek,

daha çok borçlanabilmek bir başarı unsuru gibi takdim edildi. Son yarım yüzyılda "her doğan çocuğa yüklenen borç yükü" ince ince hesaplanırken, bu ölçü göz ardı edildi ve borçlarımız katlandı. Mesela Cumhuriyetin kuruluşundan 2003 yılına kadar geçen 80 yıllık sürede iç borç 90 milyar dolarken son dört yılda bu rakam 106 milyar dolar artarak 196 milyar dolara ulaştı. Yine aynı dönemde 63 milyar dolar olan kamu dış borcu 7 milyar dolar artarak 63 milyar dolardan 70 milyar dolara çıktı. Durum özel sektör dış borcu açısından daha da vahim bir tablo oluşturdu ve 80 yıllık sürede 45 milyar dolar olan borç miktarı son dört yılda yaklaşık ikiye katlanarak 117 milyar dolara çıktı. Doğal olarak borçlanma furyası bireyleri de etkiledi ve 2003 yılında bireysel taksitli satış ve kredi borcu 2.5 milyar dolar iken bu miktar 65 milyar dolara çıktı. Borç-faiz sarmalı altında ezilen Türk ekonomisinin ve Türk insanının seçimler öncesi tartışması gereken bu tablo gözden kaçırılarak farklı gündemler oluşturuldu.

Benzeri bir ümitsiz tabloyu dış politika alanında da görmek mümkün.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında oluşturduğu ve yönettiği dış politikalar sayesinde sergilediği başarılar üzerine adeta destanlar oluşturulan güleç yüzlü dışişleri bakanımızın hangi başarılarını takdir edeceğimizi bir türlü bilemedik. Zira son dört yıllık icraat döneminde Kıbrıs'taki kazanımlarımızı önemli ölçüde yitirdik. "Yes be annem" naralarıyla Kıbrıs Türkü'ne kabul ettirdiğimiz Annan Planı referandumu sonrasında AB ülkeleri izolasyonları kaldırmaya yanaşmadığı gibi, Türk askerinin adadaki varlığı da tartışılır hale geldi. Tek taraflı tavizlerle Lokmacı Barikatı'nın gerisine kadar püskürtüldük.

Kuzey Irak'ta Barzani'nin oluşturduğu sözde devletçik terörist üreten bataklığa dönüşürken ciddi tepki veremedik, herhangi bir önlem alamadık. Habur'u kapatmamıza, yeni sınır kapısı açmamıza, sıcak takip harekatına ABD izin vermedi. Kerkük ile ilgili Kürt planına karşı koyamadığımız gibi, "Kerkükle ilgilenirseniz biz de Diyarbakır'la ilgileniriz" gibi aklı aşan tehditlere muhatap olduk.

Nihayet son bir ay içinde kendi topraklarımız üzerinde, Kuzey Irak'ta yuvalanan ve buradan beslenen teröre 25 evladımızı şehit verdik.

AB ile ilişkilerimiz ve AB üyeliği hayallerimiz son dört yıllık icraat sonrasında buz dolabına kaldırıldı ve giderek imkansız'a dönüşmeye başladı.

Sahi, yaklaşan seçimlerde hangi başarıyı oylayacağız!?...

Dursun DAĞAŞAN

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi