< < 11 Eylül'ün İkinci Yılında
 Bu sayfayı yazdır

11 Eylül'ün İkinci Yılında

11 Eylül 2001’de ABD’de yapılan saldırıların üzerinden iki sene geçti ve o günden bugüne tarihin tekerleğinin dönüş hızı olağanüstü arttı.

Tarihin hızının artışının temelinde ABD'nin 11 Eylül'ü vesile ederek 21. yüzyılda Amerikan tek kutupluluğunu devam etmesini sağlayacak jeopolitik düzenlemeler yapma girişimi bulunmaktadır. ABD, 21. yüzyılda kendisine küresel boyutta rakip olma potansiyeline sahip ülkelere karşı daha etkin bir jeopolitik konumlanmaya kayarken, bölgesel çerçevede meydan okuyan ülkelere karşı da daha şimdiden etkinlik kazanmaya çalışmaktadır.

ABD'nin 21. yüzyılda tek kutupluluğu sürdürmek için sahip olduğu araç ekonomik üstünlüğü değil, askeri üstünlüğüdür. Çünkü mevcut koşullarda bile Amerikan ekonomisi dünyanın diğer ekonomileri karşısında örneğin 1945–1970 arasında sahip olduğu üstünlüğe bugün sahip değildir. Üstelik başta Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülke ve ülke bloğunun dünya ekonomisi içindeki ağırlığı hızla artmaktadır. Örneğin 2025 gibi erken bir tarihte Çin ekonomisinin Amerikan ekonomisini geçmesi söz konusu olabilir.

İşte bu gelişmeler ABD'yi ekonomik araçlarla değil ama silahla gerçekleştireceği jeopolitik düzenlemeler yaparak 21. yüzyılı düzenleme fikrine yaklaştırmış görünmektedir. 11 Eylül sonrasında önce Afganistan sonra Irak'a yapılan Amerikan seferlerinde ortaya çıkan Amerikan askeri üstünlüğü birçok Amerikalının aklına "artık Amerikan imparatorluğunu kurma vakti geldi" düşüncesini getirmiştir. Üstelik birçok politikacı ve askerin kapılar arkasında tartıştığı bu fikri birçok yazar ve düşünür kamu önünde tartışmaya başlamışlardır.

Bir Amerikalı analizciye göre Amerikan imparatorluğu çok verimli bir yatırımdır. Çünkü ABD GSMH'nın ancak %4'ünü harcayarak 65 ülkede askeri varlık bulundurmakta, 170'in üzerinde ülkede askeri operasyon yapmaktadır. Bu askeri harcama ile Amerikanın silahlı kuvvetleri kendisini en yakından izleyen ülkenin silahlı kuvvetlerinin teknolojik olarak on yıl önündedir. Analizci bu verilerden yola çıkarak, Amerikan imparatorluğunun gerçekleştirilebilir ve finanse edilebilir olduğunu ileri sürmektedir.

Oysa imparatorlukların kurulması sadece masa başı planları ile gerçekleşmemektedir. Masa başında çok kolay görünen planlar gerçek yaşamda zora girmektedir. ABD'nin Irak'ı yenmesinin bütün Orta Doğu'da büyük korku ve şok dalgası yaratacağını, terörist örgütlerin geri adım atacağını hesap eden teorisyenler gerek Kudüs gerek ise Felluce sokaklarındaki direnişi çok iyi hesaplamamışa benzemektedirler. Konvansiyonel Irak ordusu karşısında çok başarılı olan Amerikan ordusu dar bir alanda çarpışan gerilla güçleri karşısında askeri değil ama politik ve psikolojik zorlanma içine girmiştir.

Irak savaşından önce ABD'nin İran ve Suriye'ye yapacağı saldırılar ve bu iki ülkenin işgalinden rahatlıkla bahseden ve bu gerçekleşebilir bir proje olarak görenler Irak'ta savaşın sonra ermesinden ve direnişin başlamasından sonra İran'a yönelik bir Amerikan saldırısı ve işgalinin mümkün olmadığını düşünmeye başlamışlardır. Irak'tan çok daha ciddi bir güç olan İran ordusunun göstereceği direniş kadar İran'da halkın göstereceği direnişin daha yüksek yoğunlukta olma ihtimali bunu düşündürmüştür.

Amerikan askeri gücünün diğer yoğunlaşma alanı olan Afganistan'da da Taliban güçlerinin hala ayakta olmaları ve yer yer ortaya çıkarak direniş göstermeleri, Amerikan askeri-politik planlamacılarının yanılgılarının arasındadır. İslami örgütlerde büyük bir korku ve şok içine girmemişlerdir. Filistin'de devam eden eylemler bunu göstermektedir. Üstelik Irak, bu örgütler için ABD ile bir hesaplaşma alanı haline gelmiştir. Afganistan'da El Kaide'yi yok etmeyi hedefleyen Amerikan istihbaratının Erbil'deki bürosunu El Kaide'nin havaya uçurması da göstermektedir ki, terörizm gerileme değil ilerleme içindedir ve ikinci bir 11 Eylül her an mümkündür.

Bu çerçeveden bakıldığında 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan en açık gerçeklerden birisi ABD'nin Bush stili bir imparatorluk projesinin yaşama geçme ihtimali çok küçüktür. Çünkü yerel direnişler çok güçlüdür ve Amerikanın her saldırdığı noktada kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların direnişi ile karşılacaktır.

Ayrıca, Birleşmiş Milletleri devre dışı bırakarak, bütün dünya toplumlarını karşısına alarak dünyayı düzenleme, uluslar arası hukuku yeniden tanımlama hakkını kendisinde gören bir yönetim sonunda kendi ülkesinde de halkı ile çatışmaya girebilir.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü