Bu sayfayı yazdır

Trump-Modi Zirvesinin Ardından

Yazan  25 Temmuz 2017
Üç yıldır görevde olan Hindistan Başbakanı Narendra Modi’in, ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelmesinden bu yana ilk Washington’u ziyareti 25-26 Haziran tarihleri arasında gerçekleşti. Modi’nin sonraki ziyareti de, bu ülkeyi ilk ziyaret eden Hindistan başbakanı olarak, Asya’nın başlıca güçleri olan Hindistan, Çin ve Japonya ile ilişkilerini derinleştirme çabasında olan İsrail’e, 5-6 Temmuz tarihlerinde yapıldı. 
 
Nükleer silah geliştirmiş ülkelerden biri olan Hindistan günümüzün dinamik, potansiyeli olan ve dönüşüm içindeki bir ülkesidir. Aşağıdaki çalışmanın ereği, bu ziyaret vesilesiyle ABD-Hindistan ilişkilerini irdelemek ve ziyaretin, beklentilere koşut “sığ” olan sonuçlarını değerlendirmek olacaktır.
 
Ana Hatlarıyla Hindistan
 
Ülkenin 14. Başbakanı olan Narendra Modi, selefi Manmoham Singh’ın ekonomide liberalizasyon, diğer ülkelerle ekonomik bağları güçlendirme ve ulusal güvenlik-iş/ekonomik fırsatları birlikte değerlendirme yaklaşımını sürdürerek; “dış politika”, “ulusal ekonomi” ve “ulusal güvenlik” konularının iç içe niteliğini, uyguladığı iç ve dış politikasında temel almıştır.
 
2008 yılından bu yana global ekonomide yaşanan yavaşlamadan en az etkilenen sınırlı sayıdaki ülkelerden biri olan Hindistan’ın GSMH büyüme hızı, 2014’ün üçüncü çeyreğinden bu yana, bu konudaki dünya rekortmeni olan Çin’i geçmiştir. Dünyanın “en hızlı” büyüyen ve “büyük” ekonomilerinden biri olan Hindistan’ın, 2025’e kadar büyüme hızının yüzde 6,4 ile 7,7 arasında olması; 2012’de 27 milyon olan bireysel tüketici sayısının 2025’de 89 milyona ulaşması beklenmektedir.
 
Diğer yandan, ülkenin eko-coğrafyasına baktığımızda, bölgelerin ekonomik faaliyete katkılarının benzeşik olmadığını görmekteyiz. Bu bağlamda, toplam nüfusun yüzde 31’ini kapsama alanına alan 8 eyalet devletinin, 2012-2025 arasındaki ekonomik büyümenin yüzde 52sini sağlayacağı ve 2025 yılındaki tüketici hane halkı nüfusunun yüzde 57’sini oluşturacağı tahmin edilmektedir.  
Toplam istihdamın yüzde 50’sini barındıran tarım sektörünün ülke GSYH’nın yaklaşık yüzde 15’ini oluşturduğu Hindistan ekonomisinin ve sosyal yapısının mevcut parametrelerinden şu çıkarımlar yapılabilir:
 
- 2003-11 yılları arasında (2008 hariç) yüzde 8-10 arasında; sonraki yıllarda da dünya ve bölge ortalamasının üzerinde gerçekleşen ulusal gelir artışı ”sürdürülebilir” bir nitelik kazanmıştır.
 
- Toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 19’u günlük 2$’ın altında geliri olan ülkenin halkına sağladığı refah, kişi başı GSMH rakamlarında da görüldüğü gibi, henüz çok altlardadır.
 
- Çin’de yüzde 48 olan özel tüketim oranı Hindistan’da yüzde 60 seviyesinde olup; yüzde 31 seviyesinde olan toplam tasarruf oranı, Çin (%50) ve gelişmekte olan Asya ülkeleri ortalamasının (42,9) altında, ancak dünya ortalamasının (%25,4) üzerindedir. Yaklaşık 100 milyona varan “orta sınıf”ın varlığı, harcama alışkanlığı ve yüksek tasarruf oranı, ülkenin önünü açan önemli bir dinamik olarak değerlendirilmektedir.
 
- Endonezya ile birlikte cari dengesi “negatif” olan az sayıda Asya ülkesinden biri olan Hindistan’ın “cari açığı” nın, hem GSYH’ya oranı hem de “borç servisi” (faiz dışı fazla ve dış satım gelirlerinin toplamına oranı) yüksek değildir.
 
-Şimdilerde 450 milyar $ seviyesinde olan toplam mal ve hizmet dış satımının önümüzdeki beş yıl içinde 900 milyar $’a çıkarılması hedeflenmiştir.  
 
-Mal dış satımda, başta Çin olmak üzere bölge ülkelerinin yoğun rekabet ve üstünlükleri, ülkenin “sürdürülebilir büyümesi” nin, hizmet ihracı yanında, milyonlarca Hintli’nin “yoksulluk” sınırını aşmasına bağlı olduğu, ülke ekonomi politikasınca öncelenmiş durumdadır. Bu yolla bölge ve iç talebe yoğunlaşmak, devamında da makroekonomik kurumların güçlendirilmesiyle “global ekonomik sistem” e entegrasyon olası hale gelecektir. Keza, anılan önceliğe ulaştıran yolların, başta altyapı olmak üzere (insan kaynakları kalitesinin yükseltilmesi dahil), “verimlilik” patlaması sağlayacak yatırımlardan geçtiği kabul edilmektedir.
 
-Rajan söz konusu makalesinde ayrıca, tüm bu gelişim/değişim ile eş zamanlı, mevcut “cari açık” ve “dış borçlar” yapısını kötüleştirmeden gerçekleştirilmesinin, “tutarlı/sağduyulu mali yapı” ile dış borç ikamesinin yanında, yeni teknoloji ve iş yöntemlerini de birlikte getirecek “doğrudan yabancı sermaye yatırımları (FDI)”na bağlı olduğunu, haklı olarak vurgulamaktadır.
 
-Dünyanın en büyük silah ve savunma ekipmanı alıcısı olan Hindistan, merkezi yönetim bütçesinin yüzde 12,70’ini savunma harcamalarına ayırmaktadır.  Buna karşın, 38 milyar $ tutarındaki savunma bütçesi, Çin’in bu konudaki bütçesinin içte biri civarındadır.
 
-23 milyar $ yıllık gelir (ulusal bütçenin yüzde 9’u), yıllık 8 milyar yolcu (dünya nüfusunun üzerinde), 65 bin km.ağ ve 1,3 milyon çalışanı kapsayan Hindistan demir yolları, ülke ekonomisinin “hayat damarı” konumundadır.  Tüm bu nedenlere, Hindistan için ekonomik önceliği başta gelen altyapı yatırımlarında birinci sırada, demiryolu, vasıta ve istasyonlarının yenilenmesi yer almaktadır.
 
-Ülkenin son beş yıllık, yatırım araçları ile ilgili sekiz faktörü dikkate alınarak hesaplanan “karlılık hattı indeksi-the baseline profitability index (BPI)” ine göre Hindistan, “büyüme” tahminlerindeki yükselme, “yozlaşma” algısındaki düşüş, “yatırımcı haklarının”  iyi şekilde korunması özellikleriyle ve 1.32 endeks değeri ile “zirve” yapan ülke olmuştur. 
 
ABD-Hindistan İlişkileri
 
ABD, 1990’lı yılların sonuna kadar Hindistan’ı çok önemsememiş; Güney Asya’nın, sınırlı global ağırlığı olan bölgesel bir gücü olarak değerlendirmiştir.  11 Eylül 2001 sonrası teröre kesin tavır alan ABD’nin Asya’da, askeri-ekonomik-politik bağlamda “etkin aktör” olma önceliği ile eşzamanlı, Hindistan’ın liberalleşme kararı, işbirliğindeki yükselmenin başlangıcı olmuştur. Bu arada Hindistan ekonomisi de,  22 Mayıs 2004 – 17 Mayıs 2014 tarihleri arasında başbakan olarak görev yapan Manmohan Singh’ın öncülüğünde liberalleşerek, FDI’a açılmış ve hızlı bir büyüme gerçekleştirmiştir.
 
Mayıs 2014’te Başbakan olan Modi, ülkesinin ABD ile ilişkilerini, hedeflediği ekonomi ve güvenlik konuları için temel önemde görmüştür. Modi’nin 27-30 Eylül 2014’te ABD’ne yaptığı ziyaretin ardından, 25-27  Ocak 2015’te Başkan Obama’nın Hindistan’a yaptığı ziyarette, iki ülke arasındaki işbirliği “global ortaklık-global partnership” olarak nitelendirilmiştir. Bu ziyaretler serisinde verilmek istenen bir diğer görüntü de, Asya’da tek güç hâkimiyeti istemedikleridir. 
 
Amerika ile Hindistan arasındaki ilişkileri; strateji, enerji ve iklim değişikliği, eğitim, ticaret ve ekonomik işbirliği, bilim ve teknoloji, sağlık ve yenilikler başlıklarında toplayabiliriz. Yaklaşık 100 milyar $ civarında olan ticaret hacmi, ABD’nin Çin ile gerçekleştirdiği toplam ticaretin (yaklaşık  560 milyar $) yanında çok düşük kalmaktadır. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin boyutuna baktığımızda, 2000 yılında 19 milyar $ olan ticaret hacminin 14 yılda altı kat büyüdüğü; bunun 35 milyar $’ını ABD tarafının ihracatı (168 bin işgücünü temsil etmekte) olduğunu, karşılıklı ticaret ilişkisinde Amerikan tarafının 30.8 milyar $ açık verdiğini; karşı ülkedeki Amerikan FDI’ının  28 milyar, Hint FDI’ının da 9 milyar $ olduğunu görmekteyiz. 
 
Temiz enerji konusunda, kömüre dayalı enerjiyi rüzgâr ve güneş enerjisi ile değiştirmeyi hedeflemiş olan Yeni Delhi, cadde ve ev ışıklandırmasında önemli mesafe almış durumdadır. Diğer yandan Hindistan, “enerji hizmet şirketleri (energy service company-ESCO)” isimli “yeni tip iş” kolunda dünya lideri konumundadır. Bu iş dalının konusu da, enerji maliyetleri ve müşterilerinin bu yöndeki tasarruflarıdır. Bu bağlamda 300 bin civarında yeni istihdamın güneş ve rüzgâr enerjisi dalında yaratılması beklenmektedir. Ülkede temiz enerji konusundaki bu gelişmeler ileride, Amerikan “kaya gazı” konusunda önemli bir pazar olma potansiyeline işaret etmektedir. Savunma silah ve ekipmanı yanında enerji konusunda da Hindistan, Amerikan iş ve işgücü dünyasına önemli bir potansiyel sunmaktadır. 
 
2015 yılı Ocak ayında Obama’nın gerçekleştirdiği ziyarette elde edilen somut gelişmelerden birisi de, 10 yıllık “Hindistan-ABD Savunma Çerçeve Anlaşması” nın yenilenmesi olmuştur.  Bilindiği gibi, iki ülke arasında 2005’de “savunma anlaşması”, 2008’de de “sivil nükleer işbirliği anlaşması” bağıtlanmıştı. İki ülke arasında savunma teçhizatı konusundaki ticaret son yıllarda çok hızlı bir oranda artarak, 10 milyar $’ı aşmıştır.  
 
Yeni Delhi yönetimi, bölgedeki Çin, Pakistan ve Afganistan gerçekleri nedeniyle 47 milyar $ gibi yüksek tutarındaki savunma bütçesi ayırmaktadır. Silah gereksiniminin yüzde 70’ini yurt dışından sağlayan (bunun yüzde 75’i Rusya’dan olup-Rusya silah dış satımının 1/3’ü-, ABD’nin payı yüzde 7) ve 2010 yılında “dünyanın en büyük silah ithalatçısı” unvanını (yüzde 12 pay ile) Çin’in elinden alan Hindistan’ın bu konumu, Amerikan tarafı için ihmal edilemeyecek önemdedir. 
 
ABD ve Hindistan’ın şimdilerdeki liderleri bağlamında vurgulamadan geçemeyeceğimiz önemli bir benzerlik, her iki liderin de “popülizm” aracını oldukça etkin kullandıklarıdır. Modi’nin, ülkede yaşayan 189 milyon Müslüman’ı ayrıştırıcı politikaları ile, Trump’ın, özellikle seçim kampanyasındaki İslâm karşıtı söylemi ve bundan yararlanması, bu konudaki sav için örnek gösterilebilir.  
 
İki ülke arasındaki yakın ilişkilerle Amerika,  Hindistan’a iki önemli kart sunmaktadır. Bunlardan biri; G.Kore ve Japonya gibi çevre ülkeleri, Çin korkusu olmaksızın Yeni Delhi’nin “yükselen yıldız” serüvenine katılmaları yolunda cesaretlendirmek; diğeri ise, Hindistan tarafına, Birleşik Devletler’in savunma, güvenlik ve diğer yüksek teknoloji konularında Çin ile ilişkilerinde elini güçlendirmek olarak durmaktadır.
 
Modi’nin Son Washington Ziyaretinin Değerlendirilmesi
 
25-26 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen Modi’nin Washington ziyareti öncesi, ziyaretin çektiği dikkat çok yüksek olmakla birlikte, pratiğe yönelik beklentiler oldukça düşüktü. Trump’ın göreve gelmesiyle Amerikan dış politikasında oluşan belirsizlik, Hint tarafındaki önceliğin, Modi ve Trump arasında ilişkinin kurulmasına sınırlamıştı. 
 
Beklentilerden farklı olarak, ziyaret sonrası yapılan “müşterek açıklama”da,  Obama’nın Yeni Delhi ziyareti sonrası yapılana göre önemli noksanlıkları olmakla birlikte, Hindistan için önemli olan birkaç konuda Birleşik Devletler’in diplomatik desteğini yansıttığı görülmektedir. 
 
Bilindiği gibi Çin’in, giderek artan Güney Asya ve Hint Okyanusu’na olan ilgisi, Hint tarafı için artan bir “tehdit” unsuru olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Çin’in “İpek Yolu” girişimine Hindistan’ın yaklaşımı “şüpheli” olagelmiştir. Çin ekseninde Hint tarafını rahatsız eden bir diğer unsur da, tartışmalı Keşmir topraklarından geçen “Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru” olup, bu nedenle anılan girişim, Hint tarafınca “egemenlik haklarına tecavüz” olarak değerlendirilmektedir.  
 
Liderlerin son görüşmesinde, yukarıda anılan bu konular için Hint tarafının, Amerikan desteğini sağladığı görülmektedir. Müşterek açıklamadaki “anlam olarak çok geniş açıklama”, Hint tarafının egemenlik, toprak bütünlüğü, borç finansmanı, tartışmalı topraklarda tek taraflı hareket gibi endişelerine, doğrudan Çin tarafından bahsetmese de, açıkça destek verdiği görülmektedir. 
 
Deniz güvenliği bakımından, Obama yönetimi “deniz faaliyetlerinin serbestisine” vurgu yaparken, bu kez Trump-Modi açıklamasında, Güney Çin Denizi’nden hiç bahsedilmemiştir. Bu bağlamda BM sözleşmesi, uluslararası hukuk ile, denizcilik konusundaki serbestiye atıf yapılmakla yetinilmiştir. Böylesi bir kurgu, Hindistan lehine önemli bir gelişme olmuştur. Şöyle ki, öteden beri Hindistan, Güney Çin Denizindeki müşterek bir koruma/devriye faaliyetine katılmaktan çekinmekteydi.
 
Ortak deklarasyonda Yeni Delhi lehine gözlenen diğer hususları da, Pakistan’ın “teröre destek” faaliyetlerinden kaçınması konusunda uyarılması; Hindistan’ın Amerika için bir “savunma ortağı” olduğunun teyidi (bu arada, yeni “uzaktan kumandalı saldırı sistemleri” satışının doğrulanması ve ortak deniz tatbikatlarının genişletilmesi) olarak sayabiliriz. Söz konusu Amerikan yaklaşımı, Hindistan’ın “bölgede daha fazla güvenlik rolü üstlenme” isteğinin desteklenmesi olarak da okunabilir.
 
Bilindiği gibi, Pakistan’ın eksenini Doğu’ya kaydırmasıyla bölgede oluşan Çin-Pakistan (Rusya ve İran’ın da bu oluşama destek verdikleri düşünülebilir) birlikteliğine karşı; ABD’nin başını çektiği Japonya-Avustralya-Hindistan-G.Kore-Vietnam ittifakı şeklinde bir gruplaşma yaşanmaktaydı.  Böylesi bir bloklaşmanın Trump yönetimince de desteklendiği ve bu olgunun Hindistan’ın için bölge liderliğinde yer almasını kolaylaştıracağı ve ABD ile işbirliğini arttıracağını söyleyebiliriz.
 
Sonuç Yerine
 
Avrasya, Orta ve Uzakdoğu arasında bulunmanın getirdiği stratejik önem; etnik, kültürel ve dinsel çeşitliliği kucaklayan çağdaş demokrasi; dünyanın çeşitli bölgelerindeki “nüfuzlu diaspora”; çevreleyen coğrafyada yakın dönemde yaşanan jeopolitik dönüşümler ve yeni saflar ile dinamik ekonomi, geniş iç pazar ve ekonomi-politiği akıllıca kullanan yöneticiler, Hindistan’da yeni yüzyılda yaşanan yükselişin temel dinamikleri olmuştur.
 
Pakistan’ın eksenini Doğu’ya kaydırmasıyla bölgede oluşan Çin-Pakistan (Rusya ve İran) yakınlaşmasına karşı; ABD’nin başını çektiği Japonya-Avustralya-Hindistan-G.Kore-Vietnam ittifakı şeklinde bir gruplaşma görülmektedir. Ancak oluşan grupların ilişkilerde de, ağırlıklı olarak “ekonomi-politik” ekseni gözettikleri izlenmektedir. Örneğin, ABD-Hindistan ilişkilerinin yükselen trendi, Obama’nın Ocak ayında yaptığı Yeni Delhi ziyaretiyle güçlü bir destek bulmuştur. Keza aynı verimli sonuçları, özellikle Hindistan için, Modi’nin Trump ile yaptığı zirvede de gözleyebiliyoruz.
 
Görüşme sonunda yayınlanan müşterek açıklamada Hindistan’ın, Amerika yönünden bir “savunma ortağı” olduğunun teyidi, bölgede daha fazla güvenlik rolü üstlenmeye talip olan Hindistan’ın bu isteğinin desteklenmesi; devamında da, Güney-Doğu Asya bölgesinin, Çin’den sonra ikinci bölgesel gücü olarak görüldüğü şeklinde de değerlendirilebilir.
 
Ersin Dedekoca

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ekonomi Araştırmaları Uzmanı