Bu sayfayı yazdır

Türkiye'de ABD Düşmanlığı

Son iki yılda Türkiye’nin istikrarlı gelişmelerinden birisi de artan Amerikan karşıtlığıdır. 1 Mart sonrasında başlayan ve hala devam eden ABD’nin Türkiye’ye yönelik stratejik nitelikli psikolojik operasyonu (SPO) göz önünde tutulursa,

Türkiye'de kamuoyu araştırmalarında çıkan Amerikan karşıtlığının oranı düşük bile sayılır.Bush Yönetiminin Türkiye'ye yaptıkları Fransa'ya ve Almanya'ya yapılsaydı, bu iki ülkede Amerikan filmleri gösterimden kaldırılır, McDonalds'lar boşalırdı. Bütün bunlar olurken çok sesten çıkmazdı. Bir yerden düğmeye basılmışçasına Amerikan mallarının kullanımı azalırdı. Amerikan aleyhtarlığı Türkiye'dekinin üzerinde çıkardı.

Ayni süreçte Amerikan ve Alman/Fransız politikacılarının birbirleri aleyhine verdikleri demeçler ise daha ölçülü olurdu. Alman ve Fransız devlet adamları ABD-Ab ittifakının öneminin altını çizmeye devam ederlerdi. Ama karşılıklı olarak masanın altından sert tekmeler atılırdı. İlişkilerdeki gerilim bizdeki kadar duygu yüklü olmazdı. Çünkü Avrupa'da hep "yapısal bir Amerikan karşıtlığı" var olmuştur.

Bu Amerikan karşıtlığı, ABD aleyhine slogan atmaktan çok, Avrupa'nın menfaatleri konusunda ABD'nin talepleri karşısında taviz vermemek, milli bir direnç göstermek şeklinde gelişmiştir. Avrupa'da Amerikan karşıtlığı bazı olaylara bağlı olarak yükselen duygusal tepkilerden çok, sürekli ve istikrarlı bir menfaat mücadelesi çerçevesinde gelişmektedir.

Türkiye'deki Amerikan aleyhtarlığını doğru anlamak için onu Avrupa'daki Amerikan karşıtlığını ile karşılaştırarak incelemek gerekmektedir. Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı yapısal bir karşıtlık değildir. Türkiye hiçbir zaman ABD ile Avrupa'nın yaptığı şekilde menfaatlerini dişe diş bir zeminde savunma geleneği geliştirmemiştir.

Türkiye-ABD ilişkilerini belirleyen, iki ülkenin askerleri arasındaki ilişkilerin silah arkadaşlığına dayanan, Ankara'nın "bizim stratejik önemimiz" diye çok da haksız olmayan bağırmasına dayanan "jeopolitik pazarlaması" ile karışık romantizm olmuştur. Kore Savaşı ile başlayan ve Soğuk Savaş boyunca devam eden bu ilişki modeli, 1970'lerde ABD silah ambargosuna kadar tırmanmış olmasına rağmen, askerler arasındaki romantizm ortadan kalkmamıştır. Bu "jeopolitik pazarlaması" ve romantizm ortak düşman olan Sovyet Bloğu'nun varlığı tarafından beslenmiştir.

Türkiye'de ABD karşıtlığı sistem güçlerine nüfuz etmemiştir. Sistem bazen ABD ile görüşme sürecinde Amerikan karşıtlığını kamuoyu baskısı olarak arkasında almıştır. Ancak asla bu karşıtlığı içselleştirmemiştir.Amerikan-karşıtı politik yapılanmalar dönemsel tepkiler olarak sistem dışında ortaya çıkmıştır.

Bu durum Soğuk Savaş sonrasında da devam etmiştir. Ankara'da "SSCB yok oldu, ABD bizi sevmeye devam edecek mi?" şeklindeki endişe dolu soruya ABD'nin verdiği " Siz bizim stratejik ortağımızsınız" şeklindeki cevap, Türk seçkinlerinin içini sevinçle doldurmuştur. Mesela Almanya, ABD'nin stratejik ortağı olmak gibi bir beklenti içine hiç girmemiş, böyle bir ilişki biçiminden özellikle "mutlu" olacağına dair bir belirti ortaya koymamıştır.

İçi doldurulmamış, karşılıklılık yükümlülükleri tanımlanmamış, Türk tarafında duygusal olarak aşırı ve sınırları belli olamayan beklentiler yaratan sözde stratejik ortaklık Türk-Amerikan ilişkilerinin sağlıklı değil, sağlıksız bir yapıya sürüklenmesine katkıda bulunmuştur.

1 Mart sonrasında Türkiye'de gelişen Amerikan karşıtlığı da duygusal bir tepkidir. Avrupa'daki Amerikan karşıtlığına benzememektedir.Ancak, orta ve uzun vadede Amerikan karşıtlığının yapısallaşmasının önü bugünlerde açılmaktadır. Çünkü, asker ve sivil bürokrasi dahil Türk toplumunun geniş katmanları Pamuk Prenses uykusundan uyanarak, Türkiye-ABD ilişkilerinin dönüşen doğasının ve ABD'nin hedeflerini ulaşmak için düşmanca politikalar uygulayabileceğinin farkına varmaktadır.

Artık ikili ilişkilerin niteliğini belirleyen askerler arası romantizm Süleymaniye sonrasında tasfiye olmaktadır. Ancak, bir tek Süleymaniye'ye bağlıyarak gelişmeleri izah etmek mümkün değildir. ABD-Türkiye ilişkilerinin Soğuk Savaş'ta belirlenen çerçevesi ortadan kalkmaktadır. İlişkilerin askere/güvenliğe ve ortak düşmana dayanan doğası yok olmaktadır.

Artık Türkiye'de sistem Amerikan karşıtlığına karşı aşılı değildir. ABD'nin sürdürmüş olduğu SPO'nun da etkisi ile sistemde kalıcı Amerikan karşıtlığı düşüncesinin yerleşmesinin, yapısallaşmasının zemini oluşmaktadır. İçi boş ve karşılıksız beklentiler oluşturan stratejik ortaklık düşüncesi erimektedir. Bu gelişmeler, ilişkileri yeniden tanımlama sürecinin parçasıdır.

Kısa vadede ABD, AKP hükümetini taleplerini gerçekleştirmeye zorlasa da sonuç orta ve uzun vadede hiç de istediği gibi olmayacaktır. Türkiye, ABD ile ilişkilerini karşılıklı menfaat zemininde ama etkin olarak savunarak gerçekleştirmeyi öğrenmek zorundadır. Sadece "jeopolitik pazarlamaya yönelik" dış politika iflas etmiştir. Ancak jeopolitik pazarlanmasının sona ererken onun yerini iflas etmiş sosyalist jargonun sığ, ilkel, verimsiz ve duygusal bir Amerikan-karşıtlığı değil, Türk milli menfaatlerini tavizsiz savunan Türk milliyetçisi bir çizgiye ihtiyaç var. Türk milliyetçileri için örnek Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'nin menfaatine dayanan gerçekçiliği olmalıdır.

Not: Sayın Ferruh Sezgin'in 11 Mart 2005 tarihli "İran-ABD-İsrail ve Turan" başlıklı mükemmel jeopolitik analizini okumayan ülküdaşlarımın okumasını hararetle tavsiye ederim. Gerçekten ufuk açıcı olan bu makale, Türk milliyetçileri için çok sağlıklı bir düşünce zemini oluşturuyor. Ferruh Bey, elinize sağlık

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü